KÜRDİSTAN SORUNU TERÖRÜ
KÜRDİSTAN SORUNU TERÖRÜ
Devletin terörle mücadele stratejisindeki fiyaskoları Terör Sorunu`nu; Kürt Sorunu`na ve Kürdistan Sorunu`na evrimleştirmiştir. Kürdistan Sorunu, halkların başka uluslarla birlikte ya da ayrı yaşamaya karar verebileceği, birlikte yaşam ve ayrılma hakkının taraflarca garantiye alındığı noktada Kürt ulus haklarını kapsıyor. Türkiye`de nufusun dörtte birini, toprağın üçte birini kapsayan alanda ve İran, Irak, Suriye`de bölünmüş Kürdistan`da kendi içindeki çeşitli gruplar yönünden kendisinden başka egemen gücü, kendi üstünde de başka egemenliği kabul etmeyen bir ulus devlet...
Son olarak Kürdistan Sorunu`ndan kaynaklanan bir PKK terör saldırısı, Pazar günü İstanbul Dolmabahçe ve Maçka Parkı`nda 44 insanımızın canını almış, 155`inin kanını akıtmış, milyonlarca insanın yüreklerini dağlamış ve büyük bir nefret uyandırmıştır.
&8203;I&8203;.Dünya Savaşı&8203;`&8203;nı sona erdiren Mondros Mütarekesi, 30 Ekim 1918`de imzalandığında&8203; Osmanlı İmparatorluğu`nun Mezopotamya toprakları,&8203; &8203;Musul hariç &8203;Birleşik Krallık işgali altına gir&8203;mişti.&8203; &8203;İtilaf devletleri Sultan Vahdettin`i dışlamış, &8203;Nisan 1920`de kendi aralarında San Remo Konferansı`n&8203;ı tertiplemişti.&8203; Osmanlı`nın Asya ve Afrika`da bulunan Arap toprakları üzerindeki tüm haklarından vazgeçmesini, Bağımsız bir Ermenistan&8203; ve&8203; özerk bir Kürdistan`ın kurulmasını, Osmanlı`nın eski Suriye topraklarında iki A tipi manda teşkil edilerek Suriye ve Lübnan`ın Fransa`ya, Filistin`in Birleşik Krallık idaresine ve Irak topraklarının da B.Krallık mandasına girmesini kararlaştırmışlardı.
Sonra Atatürk, "Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz" dedi. Cumhuriyetin ulusal bütünlüğünü ve "Bağımsızlıkçı, Antiemperyalist ve Çağdaş" olmak idealizmini belirledi. Ama Atatürk ilke ve devrimleri emanetinde olan CHP`ye Bülent Ecevit "Ortanın Solu"nu, Deniz Baykal da "Sosyal Demokrat" ilkeleri sokuşturdu. Açılan aralıktan ne kadar siyasi fikir varsa girdi ve süreçte Kemalist ideoloji CHP`de tüketildi...
Halbuki &8203;Dünya Soğuk Savaş`la birlikte ABD`nin&8203; "Asya`dan Afrika`ya,&8203; &8203;Amerika`dan Yakın Doğu`ya kadar demokrasiyi desteklemeye devam edeceğiz," Rusya`nın "Dünyada bir takım genel modellere göre yaşayamayan ülkeler ve bölgeler var. O toplumların farklı ve nihayetinde geleneklerin de farklı olduğunu kabul etmeniz gerekir" siyasetleri bileşkesinde dönüyordu.
Nitekim zayıflatılmış Kemalist ideolojide Türkiye`ye, bir partinin devleti ve bir cemaatin derin devletinin oluşturduğu bir yapıyı egemen ettiler. Ana perspektif, Arap İsyanı ve Türkiye-Irak-Suriye üçgenindeki bölgesel dinamikte reelpolitik gerçekler ve idealist taahhütler arasında bir ahengin kurulmasıydı. &8203;Ne &8203;Türk vatandaşlığının sosyolojik tanımlanmasına&8203; ne de&8203; devletin herhangi bir üst kimlik tasarlama girişimine geçit verildi. &8203;E&8203;şit yurttaşlık garantisi ile&8203; &8203;Kürt sorununun çözümü girişiminin desteklenmesi&8203; istendi.&8203;
KCK Yürütme Konseyi Başkanı M.Karayılan, mütemadiyen Kürt sorununun Lozan Anlaşmasından kaynaklandığına, cumhuriyetin ulusal ve üniter esaslarının bu sorunun çözümünü zorlaştırdığını vurguluyordu. "Madem Cumhuriyet`in kuruluşunda siyasi İslami çevreler dışlanmış ve Kürtler inkâr edilmişse; bugün siyasi İslam bakış açılı bir iktidar söz konusu olduğuna göre egoist davranıp her şeyi kendine mal etmemesi gerekir "diyor, paralel yapıya işbirlikçi ortaklık öneriyordu...
Doğrusu paralel yapılı devletin de, Ortadoğu`da sosyolojiler değişirken çıkacak mezhepsel ve etnik kimliklerin ulusal ya da bölgesel çatışmalara neden olmaması, PKK`nın dağdan indirilip siyaset zeminine çekilmesi, 2023 ufkunun Türkiye topraklarıyla, İran`ın batısından Irak`ın kuzeyine, Suriye`nin kuzeyinden doğusunda Akdeniz`e ulaşan koridorda Ortadoğu İslamcı Konfederal Devleti`nin oluşturulması, Bunun için Başkanlık Sistemini kapsayan, milliyetçi değil çoğunlukçu ve otoriter olması gereken bir anayasa için desteğe ihtiyacı vardı.
Ve 2008- 2011`de resmi bir heyet, "Barış ve Kardeşlik Projesi" başlığında İmralı`da A.Öcalan ile devamında örgütle Oslo`da müzakereler için görevlendirildi... Hayret! Devlet, daha o tarihte "Kürtçü Ayrışmayı" bir kurum olarak kabul etmiş oluyordu... Ama Kürt kimliğine tanınacak statü ile Atatürk`ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O`nun inkilâp ve ilkeleri doğrultusunda belirlenen Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığı ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünden hangi kesintilere gidileceği zamana bırakıldı. Halbuki, herhangi bir kesinti dahi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunu uluslararasılaştıran Lozan Barış Anlaşmasının ve Misak-ı Milli`nin ihlâli demekti...
Müzakereler A.Öcalan`ın 2009`da hazırladığı 10 ilke ve 3 aşamalı yol haritası çerçevesinde yapıldı. 10 ilke; Demokratik Ulus İlkesi: Ortak Vatan: Demokratik Cumhuriyet: Demokratik Anayasa: Demokratik Çözüm: Bireysel ve Kollektif Hakların Ayrılmazlığı: İdeolojik Bağımsızlık ve Özgürlük: Tarihsellik ve Şimdilik İlkesi: Ahlak ve Vicdan: Demokrasilerin Öz Savunması`ydı. 3 aşamalı çözüm planı ise PKK`nın çatışmazlık ortamını kalıcı olarak ilan etmesi: TBMM`de Hakîkat ve Uzlaşma Komisyonu`nun teşkili: Demokratikleşme`nin anayasa ve yasalara işlenmesiydi. Örgütün silahlı güçlerinin yurt dışına çıkarılması, genel af ilanı, vatandaşlıktan çıkarılan ve mülteci konumuna düşmüş olanların yurda dönüşleri öngörülüyordu ki; "İtoğluit" bir avuç akîl adamın cakasından geçilmiyor ama Türk Milleti "Vay Anasına" diyordu... Üstelik Ortadoğu`da büyük bir değişim siyasal mücadelelere yansıyor, yeni dengelerin oluşturulması için her siyasi güc gibi Kürtler de kendine avantaj sağlamaya çalışıyordu.
1962 nüfus sayımında Suriye`de sadece 169 bin Kürt yaşıyordu. 1980-90 arasında Türkiye`deki terörle mücadele sırasında 2 milyon Kürt Suriye`ye sığındı. Bu noktada Fransa ve Birleşik Krallığın aklında, Türkiye`de değil ama Suriye ve Irak`ta kendilerini cömertçe karşılayacak Kürtleri sömürgeleştirerek onlara bir devlet kurmak vardı. Zaten Suriye ve Irak, 1916`da Sykes-Picot Anlaşması kapsamında ve 1920`de San Remo Konferansı`nda Fransa ve Birleşik Krallık arasında ikiye bölünmüştü. Dolayısıyla Birleşik Krallık ve Fransa, Ortadoğu`da yeni dengelerin oluşturulması sürecine yeni bir projeyle katılıyordu...
Proje; Fransız-İngiliz ortak hava saldırılarının Türk Ordusunun desteklediği Özgür Suriye Ordusuna, Sünni Arap Güçlerine yani Türkmen milislere ve hem Suriyeli YPG`ye, hem de Irak Bölgesel Kürt Hükümetinin peşmergelerine destek verilmesi üzerine inşa edildi. Rakka ele geçirildiğinde Irak Bölgesel Kürt Hükümetine teslim edilecekti. Irak`tan Suriye`ye uzanan bir Kürdistan ilan edilirken, buradaki Suriyelilerin yerine 10 milyon Türkiyeli Kürt nakledilecekti...
2011`de Fransa ve Türkiye Dışişleri Bakanları A.Juppe ve A.Davutoğlu; Ekim 2014`te de Paris`te, Cumhurbaşkanları F.Hollande ve Erdoğan, Suriye PYD lideri Salih Müslim`le bir araya geldiler. IŞİD vasıtasıyla Irak ve Suriye`yi kapsayacak bir Sünnistan ve Türk topraklarının bütünlüğüne zarar vermeden iki ülke üzerinde bir Kürdistan devleti kurulmasında anlaştılar.
Kollar sıvandı ve "Barış ve Kardeşlik Projesi"ne son verildi. Terörle mücadele adına milyonlarca Kürt vatandaş yaşadıkları köyler, beldeler ya da kentler başlarına yıkılarak ıslah edilmeye başlandı. Kıskaca alındılar, birçok köyde yaşayan insanlar bulundukları yerleri terk etmeye zorlandı. İki taraftan da yüzlerce insan can verdi. Kürtlerin boşaltığı yerleşimler, çoğu sığınmacı kamplarında yaşayan ve Suriyeli cihatçılardan yana olduğunu düşünülen Sünni Arap sığınmacılara vatandaşlık garantisiyle verilmeye yazdı.
Bir yandan da M.Barzani ve Sünni El Haşimi ortaklığının Irak hükümetini oluşturan koalisyon ortakları arasında bir krizi tetiklemesi ve Irak toprak bütünlüğünün sarsması hedeflendi. Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi`nin örgütselliğinden, M.Barzani`nin de T.El Haşimi`ye bağlı Saddam`ın BAAS ordusundan bakiye Iraklı Sünnilerinin oluşturduğu güçlere olan ihtiyacından yararlanıldı...
2014`te T.El Haşimi`ye bağlı Saddam`ın ardılı Sünni güçler ve IŞİD birlikte ne Irak Ordusu ne de Kürtlerle çarpışmadan Musul`u ele geçirdi. Peşmerge güçleri Kerkük`ü aldı. Türkiye Devleti ise Türk askerinin nezaretinde İŞİD terör örgütünün Irak`ta yasal sahiplerinden çaldığı petrolün ana tüketicisi oldu...
Ama Ekim 2015`te Rusya`nın Suriye İç Savaşına askeri müdahalesiyle Juppe projesi sarsıldı. Erdoğan, Juppe projesinin ve Türkiye`nin Kürtlerden arındırılması düşünün gerçekleştirilmesi olasılığının kalmadığını anladı. Bir Rus uçağının düşürülmesine yönelik orduya talimat verildi. Rusya, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesini Suriye`deki durumu ahlaksız bir ticarete çevirmiş olmakla suçladı.
Bir süre sonra ABD, Ortadoğu üzerindeki hegemonyasına potansiyel bir engel olarak Rusya ve İran ittifakının ortaya çıkmasından kaygılanmaya başladı. Halep`te yaşanan savaşın sonunda gerek uluslararası güçlerin gerek bölge güçlerinin geleceğinin belli olacağı ya da kazanan tarafın tüm başarıların da sahibi olacağı bir konum oluşmuştu. ABD`nin Esad`a karşı İslamcı isyanı destekleme stratejisi görünüşte yenilgiye doğru giderken, AB; Avrupa sermayesi tarafından desteklenen bölgelerde mezhepçi bölünmelerle oluşturulacak eksende bir plana ortak olmaya çalışıyordu. Bu Batılı müttefiklerin her birinin açık bir düşmanlıkla kendi stratejik çıkarları peşinde koşmak üzere aralarındaki rekabetin derinleştiğini de gösteriyordu...
15 Temmuz`daki darbe girişimi ardından Erdoğan, Saint Petersburg`ta Rusya Devlet Başkanı V.Putin ile uzlaşmaya yöneldi. IŞİD`e karşı ortak operasyonlar gerçekleştirmeyi: Suriye ve Irak`ın demokratik bir devlet olarak bağımsızlığını ve bölünmemesini: Suriye`nin geleceğini Suriyelilerin belirlemesini teklif etti. Şimdi TSK; Özgür Suriye Ordusuna bağlı Feylek el Şam, Sultan Murat Tugayları, Ahrar Şam ve Şam Cephesi güçleriyle birlikte Suriye Kürt güçlerinin koridor oluşturmasını engellemek üzere Cerablus ve El Bab bölgesinde güvenlikli bölge inşa ediyor. Rakka`nın PYD`li Kürtlerin eline geçmemesi için teyakkuzda bulunuyor.
Irak`ta ise öylesine çok alternatif bulunuyor ki, dehşetli bir karmaşa yaşanıyor. Merkezi hükümet, Şii siyasi gruplar, azınlıklar, federal bölgeye karşı olan Sünniler ve İran; Musul`un yer aldığı Neyneva Bölgesinin 2014 öncesinde olduğu gibi Irak merkezi yönetimine bağlı kalmaya devam etmesini istiyor, bu duruma Federal bölge isteyen Sünniler, IKYB ve Türkiye karşı duruyor. Ya da Irak`ın bölünmesine neden olacağı kaydıyla federal bölgelere karşı çıkan Iraklı Sünnilerin bir bölümü ki; bugün Türkiye`nin müttefikidir; bunlar nufusun çoğunluğunu oluşturdukları Neyneva, Selahaddin ve el-Enbar`da tıpkı Kürdistan Bölgesi gibi yarı bağımsız bir federal bölge istiyor ve Türkiye, Suudi Arabistan ve ABD tarafından destekleniyor. Ama Neyneva`da nufusun yüzde 55`ini oluşturan ve Sünni baskısından yılan Ezidiler, Ehl-i Haklar, Şebekler ve Hıristiyanlar bu senaryoya karşı çıkıyor; Sincar`ın bağımsız il olmasını, Neyneva Ovasının il yapılıp referandumla Kürdistan Bölgesi`ne bağlanmasını, Musul`un ise federal bölgeye dönüştürülmesini istiyor... Ya da azınlıklar; Sünnilerin baskısından şikayetçilerdir, bulundukları bölgelerde peşmerge güçlerinin kontrolündedirler ve uluslararası koruma talep ediyorlar ya da Neyneva`nın Kürdistan Bölgesine katılmasını öngörüyorlar. Bütün bu alternatiflerden başka, savaşın devam etmesi ve Irak`ın bölünmesi de bir diğer ihtimaldir. Bu tıpkı Halep`te olduğu gibi uluslararası ve bölgesel müdahalelerin daha da artmasına, savaşın Irak`ın diğer bölgelerine de yayılmasına,hem Iraklı hem de uluslararası tarafların tek çözüm olarak Irak`ın tamamen bölünmesi olduğunu kabul etmeleri zorunda kalmalarına neden olacaktır.
Kürtler ise fiilen ele geçirdikleri tartışmalı bölgelerin tekrar elden çıkacağını düşündüğü için Neyneva Bölgesinin Irak merkezi yönetime bağlı kalmasını istemiyor. Irak`ın bölünmesini ve Kürdistan`ın bağımsızlığını hızlandıracağı düşüncesiyle sünni federal bölge kurulmasını ya da bölgenin üçe bölünmesi destekleniyor. Ama tartışmalı bölgeler meselesi henüz çözülmemiştir ve bugün Neyneva`daki tartışmalı bölgelerin büyük bir çoğunluğunu elinde bulunduran Kürtler ile anlaşmaya varılamaması halinde Neyneva federal bölgesi ile Kürdistan bölgesi arasında ciddi toprak anlaşmazlıkları söz konusu olacaktır...
Bu karmaşada tek çare; Türkiye iktidarının akılcı, bilimsel, sürdürülebilir ve ulusal bir Kürdistan Sorununun terörle mücadele politikasına ihtiyacı olduğunu vakit geçirmeksizin kabul etmesidir.
Belki bu noktada iktidara engel olan şey; 1 Kasım 1922`de, TBMM tarafından kaldırılan Osmanlı Saltanatı ve 17 Kasım 1922`de sabık Sultan Vahdettin`in Osmanlı İmparatorluğu`nun varlığına son verilen San Remo şehrine sürgüne gönderilmiş olmasına benzer,üstelik bir savaş suçlusu durumuna düşmekten duyulan korkudur.
13.11.2016
Ahmet Kılıçaslan AYTAR ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
|