Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem’in fâni dünyadan, bâki âleme irtihalleri (8 Haziran 632)
Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem’in fâni dünyadan, bâki âleme irtihalleri (8 Haziran 632) 08 Haziran 2024 A
Halit Kanak İletişim:
Yeni yılın ilk ayı Muharrem geride kalmış, bu dünyadan ayrılacakları Rebiülevvel Ayından hemen önceki ikinci ay olan Safer Ayının yarısı da geçmişti. İşte bu Safer Ayı’nın 19. gecesi Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem sessizce Hâne-i Saadetlerinden çıkarak bakî kabristanına yöneldiler (16 Mayıs 632). Orada medfûn bulunan ensârdan ilk defnedilen Es’ad bin Zürâre gibi, muhacirlerden ilk defnedilen Osman bin Maz’ûn gibi ashabları ile Muhterem Hanımları annemiz Zeynep binti Huzeyme (r.anhâ), Mariye annemizden olma oğlu İbrâhim gibi kabirleri bulunan Ehl-i Beytlerini ziyaret ettiler. Onlara selâm verdikten sonra, “Yakında biz de aranızda olacağız" buyurdular.
Bu kabristanın olduğu yer önceden “gargad” adı verilen çalılıklardan ibâret bir bölgeydi. Hicretten hemen sonra Peygamber Efendimiz vefât edecek ashabı ile ilgili defin yapacağı bir mezarlık yeri arayışı içerisindeydiler. Ve burasını uygun bularak kabristan olarak kullanılması talimâtını verdiler.
Buraya defnedilen ilk sahabî Es’ad bin Zürâre raduyallahû anhum Hazretleri hicretten önce Medine-i Münevvere’de müslümanlara hem vakit namazlarını, hem de cuma namazını kıldırıyordu. Peygamberimizin hicretinden kısa bir müddet sonra rahatsızlandı. Efendimiz’in de büyük vefâ örneği sergileyerek ziyâret ettiği bu sahabîsi bir müddet sonra vefât ettiler. Cenazesini bizzat Peygamber Efendimiz yıkadı, namazını kıldırdı. İşte Es’ad bin Zürâre Hazretleri Bakî kabristanına defnedilen Ensar’dan ilk sahabî oldular.
Peygamber Efendimiz kendilerinin bizzat getirdiği iki taşı O’nun baş ve ayak uçlarına mübârek elleriyle koydular sonra da, “Bu âhirete ilk gidenimizdir” diyerek buraya “Revhâ” adını verdiler. Daha sonra vefât eden bir kimsenin nereye defnedileceği sorulduğu zaman Efendimiz, “Âhirete ilk gidenimiz olan Es’ad bin Zürâre’nin yanına buyururdu.
Osman bin Maz’un Hazretleri ise son derece takvâ sahibi, Mekke’de İslâmiyeti ilk kabul edenlerdendi. Çok işkence görmüştü. Hicretin ikinci senesinde Medine-i Münevvere’de vefât edince O’nun cenazesiyle de bizzat Peygamber Efendimiz ilgilendi. Böylece muhacirlerden Bakí Mezarlığına defnedilen ilk sahabî Osman bin Maz’un olmuştu. Defni esnasında Peygamberimiz Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in şu hitabına mazhar olmuşlardır: “Osman bin Maz’un bizim en güzel, en iyi selefimizdir.”
Yine Hazreti Peygamber, mübârek kucaklarında vefât eden oğlu İbrâhim’i de aynı yere defnedilmesini emretti; Amcaları Hazreti Abbas ve Üsâme bin Zeyd İbrâhim’i kabre koyduktan sonra Efendimiz oğulları İbrâhim’in kabrinin üstüne elleriyle su döktü ve buraya “Zevrâ” adını verdi. Bunun üzerine Medine’deki her kabile Baki Kabristanında kendileri için bir yer ayırdılar. Daha sonraları Peygamber Efendimiz’in kızlarından Rukıyye ve Zeyneb de buraya defnedildiler; sonradan Hz. Fâtıma ile oğlu Hz. Hasan da Baki’ye gömüldüler. Kerbelâ’da şehid edildikten sonra Şâm’a götürülen Hz. Hüseyin’in mübârek başları da Yezîd tarafından Medine’ye gönderilince annesinin yanına defnedildi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in amcaları Abbas ile halası Safiyye bint Abdülmuttalib ve bazı torunları da burada yerlerini aldılar.
Yine Baki’ye defnedilenler arasında, Efendimiz’in “Benim ikinci annem” dediği Hazreti Ali Keramallahû vech’in annesi Fâtıma bint Esed ile kendilerinin mübârek süt anneleri Halime Annemiz, Resûl-i Ekrem’in zevcelerinden başta Hz. Âişe olmak üzere Hafsa, Ümmü Seleme, Zeyneb bint Cahş, Safiyye ve Mâriye annelerimiz bulunmaktadır. Cennetü’l-baki’de birçok sahâbî yanında Ehl-i beyt’in ileri gelenleri, tâbiîn neslinden birçok kimse defnedilmiştir. Sahâbîlerden ise Halife Hz. Osman zinnûreyn, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebû Vakk&257;s, Abdullah b. Mes’ûd, Suheyb b. Sinân ve Ebû Hüreyre Hazretlerini zikredebiliriz.
Hazreti Âişe Annemizin (r.a.) rivayetine göre Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem zaman zaman Cennetü’l-baki’ye gider ve orada medfun bulunanlara duâ eder, hatta bâzı cenaze namazlarını burada kıldırırlardı. Efendimiz, gönderdiği mektup ile İslâmiyetle şereflenen Habeşistan hükümdarı Necaşi Ashame’nin gıyâbî cenaze namazını da Baki’de kıldırmıştı. Bazan askeri birlikleri buradan sefere uğurlardı.
Çok daha sonraları Hz. Hasan ile Hz. Abbas’ın radiyallahü anhum’un kabirlerinin üzerine 1135’de Sûltân Alparslan’nın oğlu Sûltân Melikşâh’ın kızdan torunu Abbasi Halifesi Müsterşid-Billâh’ın emriyle, bir kapısı ziyaret için her gün açılan iki kapılı yüksek bir kubbe ve türbe yapılmıştır.
Bölgede uzun yıllar görev yapan ve Mir’atü’l-Haremeyn adlı eserin sahibi tarihçi Eyüp Sabri Paşa, “Kubbe-i Ehl-i Beyt” adı verilen bu türbenin türbedarlık ve bevvâblık (koruma) vazifesinin padişah beratı ile Şâfiî müftüsü Seyyid Ca’fer bin Süleyman Berzencî nesline verilmiş olduğunu zikreder. Hz. Osman’ın kabri üzerine de 1205’de Selâhaddîn Eyyûbî’nin emriyle bir kubbeli türbe yapılmıştır.
Evliya Çelebi. Baki’de türbesi bulunanların adlarını zikrettikten sonra sandukalarının altın işlemeli yeşil atlasla örtülü olduğunu, türbedarların en güzel kokulardan olan “öd-i mâverdî” yakarak ziyaretçileri karşıladıklarını, Hz. Âişe annemizin türbesinin Kanûnî Sultan Süleyman tarafından 1543’te yenilendiğini, haber vermektedir.
1806 yılında Suûd bin Abdülazîz Medîne-i Münevvere’ye girince Baki’deki mezar taşlarını ve türbeleri yıktırdı; II. Abdülhamid bunları yeniden yaptırmışsa da 1926’da Suûdîler’den Abdülazîz bin Suûd türbe ve mezarları yeniden kaldırmıştır. Bugün hiçbir türbe ve mezar taşının bulunmadığı Baki yine mezarlık olarak kullanılmaktadır.
İşte Efendimiz’in Baki kabristanında medfûn bulunanlara; “Yakında biz de aranızda olacağız." buyurdukları andan itibâren vefâtlarına kadar geçecek 23 günlük süre hızla geçmekteydi. Zaman hızla yaklaşıyor, Allah’ın Resûlü Rabbine kavuşacağı saatleri aşkla bekliyordu.
Bunun emâreleri son idrak edilen Ramazân-ı Şerif’te kendisini belli etmişti. Bu Ramazan’da Cebrâil Aleyhisselam gelerek Efendimiz’le birlikte Kur’an-ı Kerimi iki kere karşılıklı hatim yapmışlardı. Ardından vedâ haccında okunan Vedâ Hutbesi ise her şeyi bütün çıplaklığı ile ortaya koymuşlardı. Vedâ Hutbesinde Allah Resûlü ne buyurmuştu; “Sözlerimi iyi dinleyin. Çünkü Ben, bu yıldan sonra bir daha sizinle burada buluşabileceğime ihtimal vermiyorum.”
Hac ayı olan bu son arabî ay Zilhicce ayında Arafat’ta Vedâ Hutbesini irad buyurduklarında takvimler 7 Mart 632’yi gösteriyordu. Vefât edecekleri 8 Haziran’a üç ay kalmıştı. Efendimiz’in Hac dönüşü de gidişleri kadar heyecanlı olmuştu.
Medine’ye döneceklerini duyurarak Zilhicce’nin 14. günü yola çıkıp, Medine-i Münevvere’nin kapısı durumundaki Zü’l Huleyfe’de bir gün geceleyerek, Zilhicce’nin 29’unda Medine’ye giriş yaptılar. Bütün ashab dolu dolu bir hac yaşamanın mutluluğu içerisinde ve Efendimiz tarafından kendilerine; “Duyanlar duymayanlara anlatsın…” şeklindeki emirlerini yerine getirmek üzere yurtlarına döndüler…
Peygamber Efendimiz (s.a.v.); bu son hutbesinde, bundan sonra bir daha haccedemeyeceğini bildirip vefâtının yaklaştığını ima ettiği ve gerçekten öyle olduğu için bu hacca “Vedâ Haccı”, bu hac esnasında irad ettiği hutbeye de “Vedâ Hutbesi” adı verildi. Vedâ Hutbesi her ne kadar tek bir hutbe imiş gibi kabul görmekteyse de, gerçekte bu hutbe, Arafat’ta, Mina’da ve bir gün sonra yine Mina`da olmak üzere arafe günü ile bayramın birinci ve ikinci günlerinde parça parça irad edilmiştir.
Rabbim bu emir ve tavsiyelere harfiyen uymamızı ve Resûlü Zişân Efendimiz’in şefaatlerine nâil olmayı bizlere nâsib etsin inşaallah.
Kabristana, Efendimiz’in bâzen Cebrâil Aleyhisselamın haber vermesiyle bir gecede üç sefer ziyaretleri olmuş. Bu yüzden Türkler Bakî Kabristanına Efendimiz’in ayak izlerini taşımasından dolayı Cennet’ül Baki demişler ve öyle kalmış. İşte kendileri için hayatın bir parçası olan kabir hayatlarına girme vakti gelmişti. Allah’û Teâlâ’nın; Âlemlere rahmet olarak gönderdiği rahmet Peygamberi Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in yaşamış oldukları 63 saadetli yıl tamamlanmıştı.
Sürece giden yol, aslında hicretin 7. yılında Hayber’de başlamıştı. Yahudi bir kadının çok yoğun bir zehire bulayarak pişirdiği keçi etinden bir parça ağızına koymuş, fakat anında hiç çiğnemeden olduğu gibi çıkarmış olmasına rağmen o zehrin şiddetinden çok etkilenmiş, vefâtlarına kadar dönem dönem muzdarip olmuş, nihâyet o zehrin etkisiyle şehiden dünyasını değiştirmişlerdi.
O olayda Efendimiz, kendileriyle beraber sofraya oturan Sahabe Efendilerimizi; “Ellerinizi yemekten çekin. Keçi, kendisinin zehirli olduğunu bana bildirdi” diyerek uyarmalarından dolayı Bişr İbn-i Berâ haricinde herkes kurtulmuş, sadece bu sahabî keçiden bir lokma yuttuğu için hemen orada şehid olmuştu.
63 yıla sığan bütün insanlığa örnek bir hayat 8 Haziran Pazartesi günü tamamlanarak Efendimiz fâni dünyadan, bâki dünyaya hicret ettiler. Mübârek ağızlarından çıkan son sözlerden tavsiye olanı; “Namaza önem verin, zayıflar hakkında Allah’tan korkun, kul hakkını gözetin” olmuşken, duâ olanı; “Yüce Dost’a… Yüce Dost’a… Allah’ım, ben sadece seni diliyorum ve bir de beni senin en seçkin kulların olan Peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yanına yükseltmeni, beni cennette onlarla birlikte kılmanı istiyorum” şeklinde olmuştu.
Bundan sonra vasiyetleri gereği Hazreti Ali Efendimiz ve Sahabe-i Güzîn Efendilerimiz defin işlerini, kıyâmete kadar ümmeti tarafından devam edecek olan ziyâretlerin yapılacağı Hâne-i Saadetlerinde gerçekleştirdiler.
Zaman zaman sorulan Arş mı önemli? Kâbe mi önemli? Cennet mi önemli? Kürs mü önemli? Yoksa Ravza mı önemli? sorularına bütün İslâm Âlimlerinin mutâbıken verdikleri cevâb: “Peygamber Efendimiz’in kabirlerinde vücudundaki toprak hepsinden önemli…” Sallallahu aleyhi vesellem.
|