Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10765
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
ÂŞIK VEYSEL

   

1894-1973. Şarkışla’nın Sivrialan köyünde doğdu. Asıl adı Veysel Şatıroğlu’dur. 7 yaşında yakalandığı çiçek hastalığından dolayı bir gözünü, daha sonra bir kaza sonucu, az gören öteki gözünü yitirdi. Okula gitme olanağı bulamadı.

    Evlerine sürekli olarak gelen âşıklardan dolayı türküyle ve bağlamayla ilgilendiğini gören babasının aldığı bağlama Veysel’in yaşamına eşlik etti. İlk bağlama derslerini de babasının arkadaşı Çamşıhılı Ali’den aldı. Yunus, Karacaoğlan, Dertli, Erzurumlu Emrah gibi âşıklardan etkilendi ve türkülerinde onlarla olan duygu yakınlığını yansıttı.

    Önceleri usta malı türküler söyleyen Âşık Veysel, 40 yaşlarına doğru kendi şiirlerine ağırlık vermeye ve türküleştirmeye başladı. 1931 yılında gerçekleştirilen Âşıklar Bayramında adı duyulan ve 1933 yılında Atatürk için söylediği bir türküden sonra özellikle Ahmet Kutsi Tecer’in de yardımıyla giderek tüm Türkiye’de tanınmaya başladı. Bu yıllar aynı zamanda Veysel’in kendi türkülerini söylemeye yönelmesi anlamında bir geçiş dönemi olarak sayılabilir. Bu döneme dek köyünden hiç çıkmayan Âşık Veysel bunu izleyen yıllarda Türkiye’nin birçok yöresini dolaşarak kendi yöresi dışında da insanlara türkülerini aktarma fırsatı buldu.

    1952 yılında İstanbul’da kendisi için büyük bir jübile yapılan Âşık Veysel’e, 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin özel bir kararıyla aylık bağlandı.

    Türkülerinde kendi özgü bir içtenlikle doğadan insan sevgisine hemen her konuyu işleyen Âşık Veysel, İstanbul Radyosunun ilk yayınlarında da türkü söyledi. 1941-46 arasında, Âşık Ali İzzet’le birlikte Köy Enstitülerinde halk türküleri ve bağlama dersleri verdi. Zamanla Veysel ve Ali İzzet’in temsil ettiği bağlama çalma ve türkü söyleme biçimi başlı başına bir tavır olarak yerleşti.

    Önceleri yöresindekiler sonra Türkiye’nin her yerinden âşıklarla karşılaştı, tanıştı. Ölümüne dek de sürekli olarak yaşlı, genç âşıklar tarafından ziyaret edildi.


    Âşık Veysel’in önemli sayılan ancak pek bilinmeyen bir özelliği de köyünde ilk kez meyve bahçesi kuran ve meyve yetiştiren kişi olmasıdır.

    Araştırmacılara göre bağlamanın ilk düzeni olarak kabul edilen ve aslında Âşık Süleyman tarafından kullanılan ancak Âşık Veysel aracılığıyla yayıldığından dolayı aşıklama düzeni (la-re-mi), »Veysel Düzeni« olarak da bilinir.

    Âşık Veysel`in şiirlerinin toplandığı
»Deyişler« (1944), »Sazımdan Sesler« (1950), »Dostlar Beni Hatırlasın«  (1970) ve ölümünden sonra »Bütün Şiirleri«  (1984) adlı kitaplar yayınlandı.

(Kaynak: Bekir Karadeniz, 1900`den 2000`e Halk Şiiri, Atılım Üniversitesi Yayınları, 2007)

ŞİİRLERİ

Topraktır (Kara Toprak)
 
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır
 
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne faydalandım
Her turlu isteğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır
 
Koyun verdi kuzu verdi sut verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile dövmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
 
Âdemden bu deme neslim getirdi
Bana turlu türlü meyve yetirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yârim kara topraktır
 
Karnın yardım kazma ile bel ile
Yüzün yırttım tırnak ile el ile
Yine beni karşıladı gül ile
Benim sadık yârim kara topraktır
 
İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkesler gördü
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
 
Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yârim kara topraktır
 
Dileğin varsa iste Allahtan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş haktan
Benim sadık yârim kara topraktır
 
Hakikat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın kul da Allaha
Hakkin gizli hazinesi kara toprakta
Benim sadık yârim kara topraktır
 
Bütün kusurlarımı toprak gizliyor
Merhem calip yaralarımı tuzluyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yârim kara topraktır
 
Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel`i bağrına basar
Benim sadık yârim kara topraktır
 
Hacı Bektaş
 
Medet mürvet deyip kapına geldim
İsteğim dileğim ver Hacı Bektaş
İndim eşiğine yüzümü sürdüm
Kusurum günahım var Hacı Bektaş
 
Kul olanın elbet olur kusuru
Nesli Peygambersin cihanın nuru
Alisin Velisin pirlerin piri
Kalma kusurlara pir Hacı Bektaş
 
Horasan’dan ayak bastın Urum’a
Mucizeler şahit oldu pirime
Bak şu vaziyete bak şu duruma
Eşin yok cihanda bir Hacı Bektaş
 
Geçmem dedin duvarımda sinekten
Yalan sadır olmaz ervahı pekten
Sana inanmışım ervahtan kökten
Sana inanmayan kör Hacı Bektaş
 
Sana yalvarıyor Veysel biçare
Yine senden olur her derde çare
Bir arzuhal sundum gani hünkare
Keremin ihsanın pür Hacı Bektaş
 
 
 
 
 
Gider (Derdimi Dökersem)
 
Derdimi dökersem derin dereye
Doldurur dereyi düz olur gider
Irakipler geldi girdi araya
Korkarım yar benden yoz olur gider
 
Ilgıt ılgıt yeller eser seherde
Yar beni düşürdü onulmaz derde
Yar ile buluşsak bir tenha yerde
Duyar düşmanlarım söz olur gider
 
Pervane ateşten sakınmaz canı
Uğruna koymuşum başı bedeni
Doldur tüfengini hedef al beni
Yaram doksan dokuz yüz olur gider
 
Veysel der çıkayım bir yüce dağa
Ağaçlar bezenmiş yeşil yaprağa
Bir gün olur tenim düşer toprağa
Karışır toprağa toz olur gider
 
Bir Dert Ehli
 
Bir dert ehli bulsam derdim söylesem
İy’ olmaz dertlerim halim n`olacak
Hekimler derdime derman bulamaz
Bir değil beş değil dert kucak kucak
 
El vurma yarama yaklaşma kardaş
Derdimi söylesem tükenmez baş baş
İçimde yanıyor tütünsüz ateş
Ceset soba gibi kalbim bir ocak
 
Aşıklar alemde gülmez dediler
Akar gözyaşlarım silmez dediler
El elin derdini bilmez dediler
Kimler gelip hatırımı soracak
 
Katlan bu cefaya sabreyle gönül
Bu dünyanın isi hep böyle gönül
Başından geçeni sen söyle gönül
Neler geldi geçti oldu olacak
 
Veysel`in derdine bulunmaz çare
Etseler vücudun hem pare pare
Bir arzuhal sundum hakiki yare
O yar gelip yaralarım saracak
 
Çamlıbel’e Yaslandım
 
Bir yar için diyar diyar dolandım
Yoruldum da Çamlıbel’e yaslandım
Irmak oldum çalkalandım bulandım
Duruldum da Çamlıbel’e yaslandım
 
Gahi gönül oldum yüksekten uçtum
Ferhat oldum aşk uğruna çalıştım
İrenk irenk çiçeklere karıştım
Derildim de Çamlıbel’e yaslandım
 
Yıldızdağı Pir Sultan’ın yaylası
Kılıç kalkan kırat beylerin süsü
Kulağıma değdi Köroğlu sesi
Dirildim de Çamlıbel’e yaslandım
 
Feleğinen çok oynadım ütüldüm
Bir zalimin tuzağına tutuldum
Haraç mezat dost uğruna satıldım
Verildim de Çamlıbel’e yaslandım
 
Veysel der bir yarin derdine düştüm
Aşkın dolusunu elinden içtim
Kendi kaçtı hayaline ulaştım
Sarıldım da Çamlıbel’e yaslandım
 
Seni
 
Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı
Avlasam çöllerde saz ile seni
Bulunmaz dermanı yoktur ilacı
Vursam yaralasam söz ile seni
 
Kurulma sevdiğim güzelim deyin
Bağlama karayı alları geyin
Ben bir çoban olsam sen de bir koyun
Beslesem elimde tuz ile seni
 
Koyun olsan otlatırdım yaylada
Tellerini yoldurmazdım hoyrada
Balık olsan takla dönsen deryada
Düşürsem toruma hız ile seni
 
Veysel der ismini koymam dilimden
Ayrı düştüm vatanımdan ilimden
Kuş olsan da kurtulmazdın elimden
Eğer görse idim göz ile seni
 
Gelen Yok Giden Yok
Gelen yok giden yok uzadı ara
Ilgaz Dağı yol vermiyor geçilmez
Havalansam yoldaş olsam kuşlara
Kollarım yok kanadım yok uçulmaz
 
Bahar gelsin turnalara eş olam
Yağmur olam gözden akan yaş olam
Ala gözlü bir sunaya eş olam
O zamanlar bana kıymet biçilmez
 
Bu sene de Gölköy bana yurt oldu
Ilgaz Dağı aramızda perd’oldu
Senden ayrıldığım bana dert oldu
Derdim senden başkasına açılmaz
 
Dert bir yana çeker sevda bir yana
Yanmak için dolaşıyor pervana
Her baktıkça seni gördüm her yana
Veysel yardan yar Veysel’den seçilmez

 

Olmasa

Güzelliğin on par` etmez
Şu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa

Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmaz âleme
Aşıklarda meşk olmasa

Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk` olmasa

Güzel yüzün görülmezdi
Bu şak bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Aşık ve maşuk olmasa

Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana aşık olmasa

 

Beni Hor Görme

Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım

Ne var ise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarin mezara gidende
Sen toksun da be aç miyim

Kimi molla kimi derviş
Allah bize neler vermiş
Kimi arı çiçek dermiş
Sen balsın da ben çeç miyim

Topraktandır cümle beden
Nefsini öldür ölmeden
Böyle emretmiş yaradan
Sen kalemsin ben uç muyum

Tabiata Veysel aşık
Topraktan olduk kardaşık
Aynı yolcuyuz yoldaşık
Sen yolcusun ben baç mıyım

 

Doğru (Ala Gözlü)

Ala gözlü benli dilber
Bir gün gelsen bize doğru
Seni sevdim can u dilden
Çekme kendini naza doğru

Ne pervam var ne de perdem
Sanma beni hali bir dem
Söyler seni teller her dem
Kulak versen saza doğru

Aşıka Zülfikar isen
Gülşende güle zar isen
Hakikatli bir yar isen
Ben geleyim size doğru

Gönülleri bir edelim
Gayrileri biz nidelim
İkimiz de bir gidelim
Yürüyelim ize doğru

Birgün için feryadı zar
Bülbül eder her dem seher
Aç sinemi gel gör ne var
Arttı derdim yüze doğru

Kafi derdim bir dert katma
Veysel`i yabana atma
Kerem eyle çok uzatma
Kavuşalım yaza doğru

 

Dostlar Beni Hatırlasın

Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın

Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın

Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın

Ne gelsemdi ne giderdim
Günden güne arttı derdim
Garip kalır yerim yurdum
Dostlar beni hatırlasın

Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murat yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın

Gün ikindi akşam olur
Gör i başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın

 

Beğenmedi

Memlekete destan oldum
Karım beni beğenmedi
Esten oldum dosttan oldum
Yarim beni beğenmedi

Ne söylesem deli dedi
Meyve vermez çalı dedi
Açma bana kolu dedi
Sarım beni beğenmedi

Ben gönlümün valisiyim
Altı çocuk velisiyim
Bir güzelin delisiyim
Durum beni beğenmedi

Yine düştüm dilden dile
Gözyaşlarım sile sile
Attı beni gurbet ele
Yerim beni beğenmedi

Geçti güzelliğin çağı
Gölköy`e kurdum otağı
Güz geldi doktu yaprağı
Dalım beni beğenmedi

Veysel yönüm yare dondum
Lodos değmis kara dondum
Yeşillenmiş yare dondum
Pirim beni beğenmedi

 

Ben Olmazdım

Sen bir aşksın ben bir Mecnun
Sen olmasan ben olmazdım
Sen bir gülsün ben bir bülbül
Sen olmasan ben olmazdım

Kalbimde yaşarsın her an
Varım yoğum sensin inan
Kalbimdeki aziz mihman
Sen olmasan ben olmazdım

Ansızın kalbime girdin
Türlü türlü dertler verdin
Beraberce çeker derdin
Sen olmasan ben olmazdım

Sensin benim cümle varım
Yoktur başka kisb ü karım
Hem yazımsın hem baharım
Sen olmasan ben olmazdım

Bağrımdaki açan çiçek
Türlü koku türlü irenk
Bu bendeki olan gerçek
Sen olmasan ben olmazdım

Dokun Veysel tele dokun
Coştu gönül etti akın
Sensin bana benden yakın
Sen olmasan ben olmazdım

 

Gibi

Mecnun gibi dolaşırım çöllerde
Hayal beni savuruyor yel gibi
Ah çeker ağlarım gurbet ellerde
Durmaz akar gözüm yaşı sel gibi

Hesapsız günlerim gelip geçiyor
Varıp sırrın yad ellere açıyor
Evvel benim idi şimdi kaçıyor
Beni görüp saklanıyor el gibi

Aşkın beni deryalara daldırır
Bir dem ağlatır da bir dem güldürür
İster azat eder ister güldürür
Aşık Veysel kapısında kul gibi

 

ÂŞIK VEYSEL HAKKINDA……

 

Âşık Veysel

Anadolu merkezli aşıklık geleneğinin günümüzde en bilinen kişilerinden biridir.

Ahmet Kutsi Tecer`in girişimiyle 1931 yılında Sivas`ta gerçekleştirilen Aşıklar Bayramına katıldıktan sonra adı duyulmaya başlayan Aşık Veysel, yöresinin zengin aşıklık geleneğini sade ve abartısız yorumuyla geniş çevrelere duyurmada önemli ve etkin bir insan oldu.

Yorumundaki düzeyin önemi dışında fazlaca öne çıkmasa da, Aşık Veysel`in bugüne ulaşmasındaki temel unsurlardan biri, onun geniş ufuklu ve dengeli yaşam felsefesiydi.

Şu ya da bu biçimde toplumun herhangi bir yerinde tanınan insanlar genellikle değişik çevreler tarafından denetlenmek ve yönlendirilmek istenir.  ,Hemen her kesimin Aşık Veysel`le belirli boyutlarda ilişki kurmasına karşın kendi doğru bulduğu düşünce sistemi temelinde tümüne belli bir mesafeyle durabilmesi onun en önemli özelliklerinden biriydi.

Uzun yıllar Köy Enstitüleri bünyesinde aşıklık geleneğinde bağlama dersleri veren Aşık Veysel, daha sonra bulunduğu konum itibariyle devletten maaş almaya da başladı. Devletle olan bu bağına karşın, özellikle, gelip geçen politik çevrelerin (ve iktidarların) söylemlerine ortak olmadı. Aşık Veysel`in bu ilkeli davranışı, dönem dönem birileri tarafından eleştirilmiş olsa da, bugünün geniş çevrelerinde koşulsuz kabul edilmesini sağlamıştır.

1931 yılına dek köyünden hiç çıkmamış olan Aşık Veysel, bu dönemden sonra kısa sürede Türkiye`nin her yerinde duyuldu. Bir dönem sonra da Batılı araştırmacıların ilgi odaklarından biri oldu.

Osmanlının son dönemlerinde yaygınlaşan Batı temelli düşünce, Cumhuriyet sonrası daha da gelişerek toplumun geniş kesimlerine malolmaya başladı. Bu dönemde, aydınlar büyük ölçüde halkın temel değerlerinden uzaklaşarak kendilerini ifade etme biçimini seçtiler. Ancak kendi toplumsal ve kültürel gerçekliğiyle uzaklaştığı oranda belirli sıkıntıları da hisseden aydınların bir bölümü (belki bir rastlantı sonucu tanınan) Aşık Veysel`le, yeniden halk edebiyatı ve müziğiyle ilgilenir gibi görünmeye başladılar. Bir yanıyla olumlu görünse de, bir başka boyutuyla, halk şiirini yalnızca Aşık Veysel`le tanıyıp, onunla bitirmek gibi bir sonuca ulaşan Türkiye aydınının halk edebiyatına ne denli yabancı durduğu da belirginleşmekteydi.

Aşık Veysel`in kendi içinde önemi ve değeri tartışmasına dönüşmemesi koşuluyla  üzerine durulması gereken bir konudur bu. Hem Aşık Veysel, hem başka herhangi bir aşık binlerce yıllık gelenekten soyutlanarak düşünüldüğünde temellerinden koparılmış olur. Gelişme, bir bütün olarak alındığında iyi örneklerin dönem dönem sıyrılıp geniş kesimlere ulaştığı görülmektedir. Ancak böylesi her örnekle bu geleneği bitirmek ya da sınırlamak yada yüceltmek çokça öznel olmaktadır.

Tüm değeri ve önemine karşın Aşık Veysel, binlerce yıllık bir geleneğin Anadolu merkezli güzel sentezlerinden biri olarak belleklerde ve gönüllerdeki yerini koruyacak.

                                                                                      Bekir Karadeniz

 

Âşık Veysel`den Nükteler

Âşık Veysel Şatıroğlu, bulunduğu toplantılarda, sohbetlerde sırası gelince, duruma en uygun düşen espriler yapar ve fıkraları anlatırdı. İşte bunlardan birkaçı:

Saz Acından Öldü

Âşık bulunduğu toplantıların birinde, söz uzayıp tatsız bir hal almaya başlayınca:

- Biz yedik, içtik saz acından öldü, diyerek bağlamasını alıp, çalıp söylemeye başlar, böylece de tartışma son bulur. Âşık`ı dinlemeye koyulurlar.

Bu Ses Sazın İçinden mi Geliyor?

Yine bulunduğu bir toplantıda, saz çalıp türkü söylerken, gürültü çoğalınca; bağlama çalmaya ara vererek, kulağına yaklaştırıp, onu dinler gibi yaparak:

- Bu gürültü sazın içinden mi geliyor ne, diyerek; gürültü edenleri kibarca uyarır.

Körün Önünden Öte Dur

Âşık, konuşması sırasında, yeri geldiğinde bazen, "Körün önünden öte dur, asa sallar sana vurur" diye takılır; bazen de "İki gözüm kör olsun" diye yemin ederdi.

Körüm Ya

Son günlerinde, hastalığı sırasında çevre köylerden ziyaretinde gelenler çoğalmıştı. Bu günlerde ziyaretine gelen bir kadın, yüksek sesle, hastalığı konusunda sorular sormaya başladı. Aşık da aynı şekilde sorularını yanıtlıyordu. Bu duruma bir hayli kızmıştı. Dayanamadı, sonunda, "Körüm ya, sağır da sanıyorlar" diye açıkladı.

Kör Değilim

Bir tarihte konser için, otobüsle Amasya`ya gitmektedirler. Yanında Kul Ahmet oturmaktadır. Ferhat`la Şirin söylencesindeki dağın önünden geçerlerken, Kul Ahmet, Aşık Veysel`e dönerek, biraz da alaycı bir şekilde:

- Aşık, Ferhat`ın, Şirin için yardığı kayaların önünden geçiyoruz, görüyor musun, diye takılınca, Aşık Veysel`in yanıtı:

- Kör değilim, Kul Ahmet, tabii görüyom, olur.

Ağrılardan Şikayetçi

Son günlerinde, halını hatırını sorup, hastalığı ile ilgili olarak da "Nerelerinden şikayetçisin, Aşık" diyenlere, kısaca: "Ağrılardan" diye karşılık verirdi.

Saatim Yok

Samimi bulduğu kişilerle konuşması sırasında, sıhhatinin nasıl olduğu sorulduğunda, soruyu yanlış anlamış gibi, "saatim yok" diye karşılık verdiği olurdu.

Kalaycı Çırağı

Aşık biraz rahatsızdı. Köyden birkaç kişi, Karacalara ziyaretine gitmiştik. Bir ara ayağa kalktı, yönünü oturduğu sedire döndü, elleriyle de bir yerlerden tutunarak, sıra ile ayağının birini kaldırıp, birini indirmeye başladı. Odada bulunanlardan Potinli Mustafa Dayı:

- Kalaycı çırakları gibi, ayağının birini kaldırıp, birini indiriyorsun, kab mı kalaylıyorsun, diye laf atınca, Aşık:

- Kab kalaylıyorum, istersen sizinkini de gönder, diye karşılık verince odadakiler başladılar gülmeye.

Kır Çiçekleri

Aşık Veysel, Ankara`da, Ahmet Kutsi Tecer`in konuğudur. Davette bazı dostlarıyla birlikte, Ruhi Su da bulunur. Ruhi Su`nun ilk türkü söylediği yıllardır. Kendini bir usta karşısında sınamak düşüncesiyle, birkaç türkü söyler. Sonunda orada bulunanlarca ortaya "Nasıl buldun Veysel?" diye bir soru atılır. Veysel`in yanıtı:

- Efendim, dağlarda kır çiçekleri olur, onu alır şehre getirirsen, güzel saksılarda, güzel topraklar içinde yetiştirir, geliştirirsin. Belki daha güzel bir çiçek olur, ama o eski kokusunu bulamazsınız, şeklindedir.

Ruhi Su, Veysel`in benzetmesinden biraz alınır. Buna karşılık o da "İşimin yanlış olmadığını biliyordum. Aldığım müzik kültürü, ses eğitimi içinde görevim zaten işte o `başka çiçeği` bulmaktı, o gelişmiş `başka çiçeği` demektedir.

Mini Etek Tartışması

Mini eteğin moda olduğu yıllarda, Aşık`ın da bulunduğu kadınlı erkekli bir yemekli toplantıda, konu tartışılır. Kimileri bunu aşırı bulur, kimileri de bunun bir zevk işi olduğunu ve isteyenlerin giyebileceğini öne sürer. Aşık, mini eteği göremediği için, tartışmaya kendi anladığı şekilde katılmak ister;

-Yahu bu anlattığınız nasıl bir şeydir, bari ben de şöyle bir elimle yoklayayım diyerek, yanında oturan mini etekli bayana doğru eğilerek, bacağından tutmaya çalışır. Şakasıyla orada bulunanları güldürür.

Sivas Güzeli

Aşık`ın bazı dostları, o yıl seçilen Sivas güzeli ile köye gelmişlerdi. Güzeli Aşık`la tanıştırdılar. Âşık, bir ara güzeli yanına çağırarak, kulağına bir şey söyleyecekmiş gibi yapıp, yanağından öptü. Oradakilerin gülüşmeleri üzerine; "Gözüm kör olsun ki bir şey yapmadım," diye espri yaparak yeni gülmelere neden oldu.

Trafik Polisi Sıkıştırıyor

Altmışlı yıllarda bir yaz günü, köye yine Âşık`ın konukları gelmişti. Aralarında Fransız konuklar ve bunlara tercümanlık yapan, öğretmen okulundan öğretmenimiz Necdet Korkmaz da vardı. Bir ara o dönemin Muhtarı rahmetli Veli Keçeci`nin konuğu oldular. Belli bir süre sonra dışarı çıkıldı. Evin yanında bulunan çeşmenin üstünde, uygun bir alana oturularak sohbete devam edildi.

Fransız konuklardan biri, Âşık`ın resmini çekiyordu. Âşık haberdar edildi. O sırada pipo içiyordu. Pipo içmeye ara vererek, "tütün yüzümü gölgelemesin," benzeri bir espri yaptı. Sohbet sona erdi. Oradan Aşık`ın evine gidilmek üzere hareket edildi. O yıllarda İstanbul`da trafik polisliği yapan, Emlek Hüyük`ten Arif Çavuş da konuklar arasındaydı. Aşık, önde, konuklardan birinin kolunda hızlı hızlı yürüyordu. Bu durum oradakilerin dikkatini çekti. Arkada bulunanlardan biri, "Âşık acelene ne oldu, neden hızlı gidiyorsun?" diye seslenince; Aşık da, Arif Çavuş`u kastederek, "Ne yapayım, arkamda trafik polisi, sıkıştırıyor." Diye karşılık verdi.

Hocanın Melekleri

Âşık, son yıllarda ziyaretine gelen konuklarına, hoş beşten sonra, sazını eline alır, birkaç parça çalar söylerdi. Arkasından da çoğu zaman şu fıkrayı anlatırdı:

"Bektaşinin biri camiye namaz kılmaya gitmiş, ön saflarda hocanın yanında saf tutmuş. Hoca ruküda, `Esselam-ı Aleyküm ve Rahmetullah` diye Bektaşinin olduğu tarafa dönünce, Bektaşi, `Aleyküm selam` demiş. Hoca kızmış, `Be hey melun, namazı fesada verdin, ben selamı sana mı verdim, Allah`ın meleklerine veriyorum` deyince, Bektaşi, `Senin gibi hocanın benim gibi meleği olur` diye karşılık vermiş" der ve:

- Bu yaştaki birinin de bu kadar çalıp, söylemesi olur, diye bitirirdi.

                                                                                       Veysel Kaymak

 

 

Çağımızda Bir Halk Şairi-Aşık Veysel

Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın

»Halk şiir geleneği içinde Veysel, uzaktan birbirine benzeyen köyler içinde bir köydür« diyordu Sabahattin Eyüboğlu. Ona göre Veysel halkça düşünüp halkça konuşuyordu. Onun için herkes sevdi Veysel`i.

Bütün çelişkilere ve uzlaşmalı taraflarına rağmen Veysel, olanı biteni birçok açık gözden daha iyi görüyor, Sivrialan Köyü`nden dünyaya açılıp tertemiz bir gönül ve bir ömür verdiği sanatıyla halktan, haktan ve iyiden, güzelden yana geliyordu...

1894 yılının Mayıs ayı. Sivas`ın Sivrialan köyünde bir ilkbahar günü... Her taraf yeşil otlara bezenmiş. Havada bir top bulut koşuşturup duruyor ancak yağmur yağacağa benzemiyordu.

Köylü sağancılar sütlerini sağıp helkeyi bir kenara bırakmışlardı. Arta kalan süt için de kuzular sürünün içine bırakılmıştı. Bir yandan da anasından ayrıldıkları için kuzular sütleri dökmesin diye çare aramaktaydılar.

İşlerini bitiren sağancıların bir bölümü köyün karşısındaki tepecikte toplanmış yerde yüzükoyun yatan kadına bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. "Kurtuldu anam" diyordu birisi. Gülizar Kadın böyle bir günde koyun sağmaktan dönerken doğurmuştu Veysel`i. Sivas`ın Şarkışla İlçesine bağlı Sivrialan Köyü`nde...

Osmanlı Devleti`nin Avrupa`ya paçayı kaptırdığı, kurtulması güç bir hastalığa yakalandığı dönemlerdi. Bir yüzü kayalık, bir yüzü ormanlarla kaplı bir dağ vadisinde dünyalı olmuştu Veysel. Bu dağ köyünün adı Söbalan`dı. Alanın orta yerinde bulunan küçük bir tepecikten dolayı sonra Sivrialan denmişti.

Sivrialan`ın tarihi çok eskilere dayanmıyordu. Veysel`in dedeleri de bu köye ilk yerleşen ailelerdendi. İlkin üçbeş haneli iken ikiyüz haneye ulaşıvermişti Söbalan. İlk göçenler sonra gelenlere de yer yurt vermişti Söbalan`da...

Peki neydi bu göç? Bu insanların dağ vadisinde işleri neydi? Ve hangi üretimle ne kazanacaklardı bu insanlar?

Kuyucu Murat Paşa`nın kıyımından canlarını kurtaran Kızılbaş Türkmenler, çorak mı, sulak mı demeden kuş uçmaz kervan geçmez yerlere göçetmişlerdi. İşte Söbalan da bunlardan birisiydi.

Bu alevi kıyımının ne ilki ne de sonuncusu idi. Osmanlı yönetiminin çeşitli dinlere göstermiş olduğu hoşgörü nedense Alevi toplumuna çok görülmüştü. Veysel`in ailesi de böyle bir Osmanlı kıyımından kurtulup Söbalan`a yerleşenlerdendi. Anadolu`nun aleviler açısından kaderi de hep bu olmuştu.

Şah Turna, Mevlüt İhsani, Ali Işık ve Ruhani gibi Veysel`in dünyası da çocuk yaşta kararmıştı. Yedi yaşında iken bir çiçek hastalığı salgınında sol gözü kör oldu, sağ gözüne perde indi.

Geçmişiyle yetişen, geçmişin öykülerini yaşantılarını dinleyerek büyüyen Veysel, Birinci Dünya Savaşı`nın çıktığı yıllarda da delikanlılığının baharındaydı.

Onun dünyaya geldiği Sivrialan kıraç, verimsiz topraklara sahipti. Dünya ile bağları kesik insanlarına burada üretilen şeyler kıt kanaat yetiyordu. Yeten de neydi ki? Hamur, bulgur, ve bunlardan yapılan yemekler... Çay ve şeker lükstü.

Sivrialan Köyü`nde yaşayan insanlar yine de birbirlerine en güzel dayanışma örneğini veriyor ama Anadolu`nun birçok yeri gibi ilkel yaşam burada da yaşanıyordu. Karasabanla çift sürülüyor, kağnı, döven koşuluyor, yaba ile tığı savruluyordu.

Her evde bir çift koşumluk öküz beslenirdi. Söbalanlılar aydınlanmak için gaz lambası yakıyorlardı. 1950`li yıllarda köyde birtek radyo vardı. Herkes bu radyonun başına toplanır, haber dinlenirdi.

Derenin karşısında, tahta barakadan yapılmış bir okulları vardı. Yağmurlu havalarda sular kabarınca kimselerin giremediği bir okuldu bu.

Köye gelen aşıkların, dedelerin ayrı bir yeri vardı köy yerinde. Onlar gazetelerin haberlerini okur, köylülere hükümetin çalışmalarını, partilerin durumlarını anlatırlardı. Köyde büyük bir odada toplanır, saz çalınır, semah dönülür ve cem yapılırdı. Veysel de bu toplantılara katılır, dinlerdi.

Veysel`in çiftçi olan babası Ahmet oğlunun bu tutkusundan etkilenip hem de avunsun diye O`na bir saz satın almıştı. Tanıdıklarından Çamşıklı Ali adlı halk ozanı Veysel`e saz çalmayı öğretti. Veysel kısa sürede sazı öğrendi, özellikle köye gelen aşıkları dinleyerek bilgisini arttırdı.

Sivrialan Köyünde altı ay üretim yapılırken, altı ayda da tüketilirdi. Eli kazma tutanlar yaya olarak üç ay gibi bir sürede Çukurova`ya, Adana`ya ve Mersin`e çalışmaya gider, para kazanırlardı. Devletin köylüyle olan ilişkisi asker ve vergi almaktan öteye gitmiyordu. Köydeki kültür alışverişi askerden gelenler, Çukurova`dan dönenler, aşıklar ve dedelerdi. Onların bıraktığı kültürden arta kalanlarsa salt günlük konuşmalardı. Bu koşullar Sivrialan`dan bir Aşık Veysel çıkartmaya yeterlimiydi ya da Aşık Veysel nasıl oldu da Aşık Veysel olmuştu?

1919`da ailesi onu Esma adlı bir kadınla evlendirmişti. Güzel bir kadındı Esma. Sekiz yıl evli kaldılar. Veysel`in kıskanması rahatsız edince Esma komşularından Hüseyin isimli bir delikanlıyla kaçtı. Esma`ya göre gönülsüz bir evlilikti bu. Veysel ise kıskanç ve huysuzdu ama sevmişti Esma`yı...

Karısı kaçınca günlerce yemeden, içmeden kesilmişti Veysel. Ne yapacağını bilemiyordu. Kapı komşularından arkadaşı Kürt Kasım, bir gün Veysel`e "gel seninle Zara`ya gidelim, orası benim memleketim, akrabalarım var, rahat ederiz" deyince Veysel bu teklifi kaçırmadı. İlk kez Sivrialan`ın dışına çıkacaktı.

Kültürel ilişkileri sınırlı, o kapalı daracık dağ köyünden çıkış Veysel için yeni bir adımdı. Gözlerinin görmemesi, istediği şeylerden yoksun kalışı, beynini ve hayal dünyasını geliştirmişti. Duyduğu her şeyi kafasına yerleştirmeye çalışırdı.

Kendisiyle alay eden köy çocuklarıyla tartışmak, onlardan aşağı kalmamak için bütün zamanını öğrenmeye ve kendisini topluma kabul ettirmeye ayırıyordu. Köye gelen ozanları iyi dinleyerek, onlardan bir şeyler öğrenmeyi ilke edindi.

Veysel`in yaşadığı çevre de Emlek diye anılıyordu. Şarkışla`ya bağlı bir dağ köyü ve Kızılbaş Türkmenlerinin yaşadığı bir yöreydi Emlek. Bir ozan yatağıydı. Veysel`den önce birçok ozan burada yaşamış ve Veysel`in yaşıtı olan büyük ozanlar hep bu köylerden çıkmıştı.

Agahi, Kemter, Aşık Veli, Aşık Hüseyin, Ali İzzet, Devrani, Aziz Üstün Talibi, Veysel`le zamanla dostluk kuran büyük ozanlardı. Sivrialan Köyünden Molla Hüseyin, Ali Özsoy Dede, Hıdır Dede hepsi ozan ve öğretici aydınlardı.

Hıdır Dede babadan kalma dedeliğini geliştirmiş, pek okuma yazması olmamasına karşın iyi saz çalıp türkü söylerdi.Veysel`in en çok ve zevkle dinlediği de Hıdır Dede`ydi. Molla Hüseyin ise zaten saz ustası olup Veysel`e ilk sazı öğreten yörenin aydınlarından birisiydi. Ali Özsoy Dede de hem arap harflerini hem de latin harflerinden okuyup yazan aydın bir dedeydi.

Aşık Veysel`le yakın arkadaş olup bilgi alışverişinde birbirlerine çok şeyler öğretmişlerdi. Agahi, Aşık Veli, Kemter ise Veysel`den önce yaşamışlardı.

Aşık Veysel`in yakın arkadaşı Aşık Hüseyin, yörenin en güçlü ozanlarındandı. Otuz bir yaşında ölmesine karşın ardında güzel şiirler bırakmıştı. Yörenin bazı ozanları onun şiirlerini topluma kendileri söylemiş gibi sunmaya çalışmışlardı. Ali izzet ve Devrani, aşık Veysel ile aynı köyden olup yakın arkadaştılar. Aşık Veli ise Veysel`i en çok etkileyen ozanlardandı. Yörede adını duyurmamış nice ozan vardı ki hepsi de Aşık Veysel`le dost ve arkadaştılar.

Bu ozanlar Türkiye`nin çeşitli bölgelerini gezip görmüş, türkü söylemişlerdi. Aşık Veysel ise Sivrialan`dan dışarı çıkmamış, usta malı söyleyen, sesi güzel, güzel saz çalan kendi halinde bir ozandı. Veysel`in Kürt Kasım`la Zara`ya gitmesi birdenbire ufkunu değiştirmişti. Köyünden farklı şeyler hissetmesi ve ilk şiirlerini yazıp saz çalmasında Kürt Kasım`ın rolü büyük oldu.

1921`de anasıyla babası da ölünce Veysel yalnız kaldı. Kendini şiire ve saza veren Veysel önce karısı Esma`ya şiirler yaktı. Sonra dünyada daha güzel kadınların da varolduğunu anlayıp Esma`yı hem çok sevdiğini hem de ondan daha güzellerin olduğunu belirterek bunu dile getirdi:

Güzelliğin on par-etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulamam
Gönlümdeki köşk olmasa

Zara gezisi Veysel`in ilk gezisi olmasına karşın ufkunun da çok açık olacağını belirleyen bir gezi olur. Hem türkülerini rahatça çalarak söylediği hem de kendisine ikinci bir evlilik getiren yer olur Zara.

Zara`da Yalıncak Baba diye bilinen bir türbenin işlerine bakan Gülizar Ana`yla evlendirilir Veysel. Artık Esma`nın sadece aşkının kalıntıları vardır Veysel`de. Giden gitti, bir daha dönüşü yoktur. Bu bilinçle kendisine bir yol çizer Veysel. Bu yol Veysel`i Sivrialan Köyü`nden evrensel bir boyuta ulaştırır. Bu evrenselliğe ulaşmanın başlangıç tarihi de 5 Ocak 1931`dir.

Sivas`ta Maarif Müdürü Ahmet Kutsi Tecer`in öncülüğüyle bir Aşıklar Bayramı düzenlenmiştir. Bu bayrama Veysel`de çağrılır. 3 gün 15 aşık saz çalıp türkü söyler. Veysel derece alır. Ahmet Kutsi Tecer`in dikkatini çeker. Ahmet Kutsi Tecer Veysel`e "Halk Şairi" belgesi verir. Bu belgeyi alan Veysel çocukluk arkadaşı İbrahim`le birlikte yaya olarak Adana, Mersin, başta olmak üzere birçok vilayeti dolaşır.

Seferberliğin bitimiyle ülkede yeni bir yapılanma hareketi başlatılmış, Mustafa Kemal`in geliştirdiği fikirler adım adım uygulanmaya konmuştu. Veysel de bu yeni ülkeyi gezip yaşayarak tanımakta, O`nun inkılaplarına manevi bir destek verip türkülerinde dile getirmektedir. Cumhuriyet`in 10.yılı dolayısıyla yazdığı şiir "Atatürk" adını taşır. Nahiye Müdürü yazdırdığı bu şiiri beğenerek onu Ankara`ya ulaştırmasını söyler. Arkadaşı İbrahim`le yola çıkar. Yaya olarak Sivas, Yozgat, Çorum, Çankırı, Kırşehir köylerinden geçerek üç ayda Ankara`ya varırlar. Bir rastlantı sonu şiiri Hakimiyet-i Milliye gazetesine verirler. Şiir 3 gün üst üste yayımlanır. Veysel`in adı artık duyulmuştur.

Okuduğu şiirler çevrede ilgi uyandırır, yankı yaratır. Veysel, Aşık Veysel olma şansını yakalamıştır. Aynı günlerde Ankara Halkevi`nde bir konser verir, çok beğenilir. Ayağında çarıkla, bacağında şalvarla geldiği Ankara`dan takım elbise ve ayakkabıyla ayrılır:

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldayım
Gidiyorum gündüz gece...

Veysel`in ikinci büyük olayı da gerçekleştirdiği İstanbul düşüdür. M. Kemal`e duyuramadığı türküsünü mutlaka ulaştırmayı kafasına koyar. Ankara`da kendisine İstanbul`da bulunan Radyoevine gitmesi söylendiğinde yine arkadaşı İbrahim`le yollara düşer. İstanbul Radyoevi Müdürü Mesut Cemil kılık kıyafetlerini görünce baştan savmak ister. Ama Veysel`i dinledikten sonra akşama programa çıkartır. İstanbul`da bulunan M. Kemal radyodan Veysel`i dinleyince hemen ozanı bulup getirmeleri için talimat verir.

Radyodan çıkan Veysel Sivaslı bir kapıcının evinde konuk olarak kaldığından bulunamaz. İkinci gün kendisini aradıklarını duyunca hemen Dolmabahçe`ye gider. Fakat yaveri M. Kemal`le onu görüştürmez "o bir anda geldi geçti, bir daha ararsa sizi bulurum" der. Bu olay Veysel`i çok etkilemiştir.

Veysel`in sazı artık Anadolu`da köy köy, bucak bucak konuşacaktır. Her yere gider gelir. 1940`ta İbrahim`den ayrılıp Küçük Veysel adıyla tanınan arkadaşı Veysel Erkılıç`la dolaşmaya başlar. 1941 yılında Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsmail Hakkı Tonguç ve Bedrettin Tuncel`in girişimleriyle Köy Enstitülerinde müzik öğretmenliğine başlar. Arifiye, Hasanoğlan, Yıldızeli, Çifteler, Akpınar, Ladik, Gülköy öğretmen okulunda Tonguç`un eğitim ordusuna katılarak, bir nefer gibi çalışır. Aşık Veysel`in yaşamında ve kişiliğiyle sanatının oluşumunda en büyük etken, hiç kuşkusuz bu köy enstitülerinde saz öğretmenliği yaptığı dönemdir.

1960`ta Küçük Veysel ölünce oğlu Ahmet`le Anadolu`yu dolaşır. 1965`te TBMM`nin çıkardığı bir yasayla kendisine aylık bağlarlar. 21 Mart 1973`te de Sivrialan`da, köyünde ölür.

Aşık Veysel, köy enstitülerinde saz öğretmenliğine başladığı 1941 yılından ölümüne dek Türkiye`yi karış karış dolaşarak cumhuriyet ilkelerini, cumhuriyeti, laikliği sarsılmaz bir azimle savunur. Türkülerinde işlediği konuların ağırlığını Türkiye`nin kalkınmışlığı, çağdaşlığı, laikliği oluştururken, doğa sevgisi, birlik beraberlik gibi diğer konular da yer alır.

"Halk şiir geleneği içinde Veysel, uzaktan birbirine benzeyen köyler içinde bir köydür" diyordu Sabahattin Eyuboğlu. O`na göre Veysel halkça düşünüp halkça konuşuyordu. Onun için herkes sevmişti Veysel`i.

Bütün çelişkilere ve uzlaşmalı taraflarına rağmen Veysel, olanı biteni birçok açık gözden daha iyi görüyor, Sivrialan Köyü`nden dünyaya açılıp tertemiz bir gönül ve bir ömür verdiği sanatıyla halktan, haktan ve iyiden, güzelden yana geliyordu.

"Âşık Veysel, tabiatı duyuşu, duyarlılığı, dini bir zümreye bağlı egemen bir karakteri olmamasına rağmen mistik tarafları, kâinat, varlık, yaratılış anlayışı ile geleneğe bağlı bir saz şairidir" diyordu Enver Gökçe. O da bir çok halk şairi gibi DP döneminin baskılarına uğradı. Ancak iktidara karşı muhalif kimliği sevgi, hoşgörü, inanç ve çalışmak gibi birtakım idealist ilkelere dayanıyordu. Yaşadığı hayat, yetiştiği koşullar, daha sonra tanışarak içli dışlı olduğu çevrelerin de etkisiyle bir toplum eğitimcisi gibi davranan Veysel bir yanıyla da eski halk geleneğiyle yoğrulmuş ve bunu sürdürmek isteyen, kendinden sonra gelen birçok sanatçıyı etkilemiştir.

İşbirlikçi Demokrat Parti hükümetinin işbaşına gelmesiyle ozan geleneğini yaşatan, geliştiren köy enstitüleri, halkevleri birbiri ardına kapatılmıştı. Veysel`in köyünden ve kendinden halkına ve yurduna doğru uzanan sanatsal gelişim ve çizgisini belirleyen de kısmen bu kıyımdan önceki koşullardı. Bu koşullarla tanışan Veysel türkü geleneğinin özüne bağlı ama deyişleriyle gelenekten az çok sıyrılmasını, özünden evrensel olana ulaşmasını da bilmiştir.

Buna karşılık egemenler Bedri Rahmi`nin senaryosunu yazdığı 1952 yılında Veysel`in hayatını anlatan filme bile sansür uyguladılar. Veysel`in yetiştiği Anadolu`nun yoksunluğundan, yoksulluğundan, ekinlerinin bodur oluşundan utanıp bu gerçekleri gizlemek istediler. Bir de ABD buğdaylarını gösteren kareleri koydurdular filme. Veysel`e kör bakanlar bu koşulların doğurduğu O`nu kör eden çiçek hastalığının varlığından utandılar...

Aşık Veysel`in Sivrialan`dan çıkması ne bir rastlantıydı ne de bir tanrı vergisi. O sadece Sivrialan`dan yani Söbalan`da yetişmiş ozanların bir tanesiydi. Ama kendisini iyi yetiştirmiş ve toplumla çabuk kaynaşmıştı. Seçtiği konularla tüm Türkiye`ye mal olmasını da bildi.

Temel Kaynak: Bütün Yönleriyle Aşık Veysel Yaşamı Sanatı Şiirleri, Gülağ Öz, Ayyıldız Yayınları 1994.

                                                                                              Tamer Uysal

 



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.