Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
TÜRK DÜNYASI GERÇEĞİ

 

                    TÜRK DÜNYASI GERÇEĞİ

 

 

     1.  TÜRK MİLLETİ ve TÜRK ÂLEMİ

 

    Özgün kültürel varlık ve kimliği ile bağımsız millet ve devlet hayatını tarihin başlangıcından günümüze sürdüren yegâne millet büyük Türk Milletidir.

    Türklük milletlerarası, devletlerarası hayat sahnesinde genellikle egemen saygın güç mevkiinde, süper güç konumunda bulunmuştur.

    Cihangir Türk ulusunun vatanı, Türk hayat ve kültür coğrafyası, Türk gücünün egemenlik alanı, genellikle bölgesel bir ülke ile bir kompartımanla hudutlanamayacak genişlikte, Kıtasal kapsam ve cesamette bulunduğu için sürekli merkezi yönetim birliği olmasa, soy, dil, kültür ve kader birliği, emel ve idraki her zaman kuvvetle hissedilip, yaşanmasa dahi, çağlar boyunca daima bir Türk dünyası, Türklük camiası, Türk âlemi varolagelmiştir.

        Oğuz Destanında Türk Milletinin ilk atası, Yafes’in büyük oğlu Türk’ün İdil-Yayık ırmakları bölgesinden doğuya hareketle Isığgöl civarını karargâh seçtiği, onun soyundan bir çok kuşak sonra gelen Kara Han oğlu Oğuz Han’ın bütün Türk boylarını, Tatarı, Moğol’u bir bayrak altında topladığı, Türk birliğini kurduğu, Moğolistan’ı, Çin’i, Maçini, Doğu ve batı Türkeli’ni, Tibet’i, İdil-Ural, Kıpçak elini, Horasan’ı, İran’ı, Irak-ı Acemi, Irak-ı Arabı, Azerbaycan’ı, Ermen’i, Şam’ı, Mısır’ı, Hindistan’ı egemenliğine aldığını bildiren kayıtlar Türk Dünyası kavramının Türk kültür geleneğindeki kıdemini gösterir.

    Oğuz Destanında tarif edilen coğrafi mekân kuzeyi, doğusu, güneyi, merkezi ve batısı ile tüm Asya kıtasını, Doğu Avrupa’yı ve Orta Doğu’yu kapsar.

    Destandan tarihe geçilirse eski dünyanın büyük bölümünü kapsayan bu mekanın Saka, Büyük Hun, Doğu ve Kuzey Hun, Ak Hun, Batı Hun, Avrupa Hunları, Avar, Göktürk, Hazar, Uygur, Bulgar (Volga), Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, İran Selçuklu, Irak Selçuklu, Suriye Selçuklu, Harzemli, Cengizli, İlhanlı, Çağatay, Altınordu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Timurlu, Babürlü, Memluklu, Safevi, Osmanlı Türk Devleti ve İmparatorluklarının hayat ve egemenlik alanlarıyla çakıştığı görülür.

    Türk âlemi bilincini belgeleyen aşağıdaki örnekler de hatırlanmaya değer.

    Göktürk İlhanı Bilge Kağan’ın Orhun Kitabelerinde kayıtlı söylevindeki şu cümleler de Türklük camiasının cihan nazımım bir büyük millet oluşturduğunu vurgular.

    “Türk Oğuz beyleri, milleti işitin! Üstte mavi gök çökmezse, altta yağız yer delinmezse Türk Milleti ilini, töreni kim bozabilir?” (MS. 735)

    11. yüzyılda Türk Milleti, tarihin akışına yeni bir yön veren nazım bir dünya gücüdür. Türklüğün önemli bir kolu, Oğuz boyları Selçuklu hanedanlığı önderliğinde Orta Doğu’ya inecek İslam âlemini, Fars ve Arap kavimlerini himaye kanatları altına alıp Anadolu’ya yeniden Türklüğe yurt olarak açacaklardır.

    Bu yüzyılda yetişmiş Türk milli kültürünün zirve tarihi şahsiyeti Karahanlı hükümdar ailesinden prens Kaşgarlı Mahmut geniş bir vatan coğrafyasında değişik boy adlarıyla yaşamakta olan Türk toplumlarını tek ve büyük bir millet oluşturduklarını vurgular.

    Türk dünyasının o çağdaki hudutlarını bir harita ile de belgeler.

    Büyük dil alimi, devlet adamı Kaşgarlı Mahmut abidevi eseri Divan-ı Lügat-it Türk’te Türkçenin mantıklı kurgusu, kuralları, ses ve ahenk güzelliği, zenginliği ile evrensel dil olmaya layık olduğunu belirtmek ve kanıtlamakla kalmaz. O çağdaki Türk milli mefkûresini de yansıtır. (1074)

    Kaşgarlı Mahmut’ta ve onun yetiştiği çevre de Türklük aşkı ve Türk birliği ülküsü İslami imanla bütünleşmiştir.

    Benimseyip yücelttiği mefkûreyi Yüce Peygamberin belgelere dayalı hadisleriyle de doğrular.

     “Allahın devlet güneşini Türk burçlarında doğurmuş olduğunu ve göklerin bütün dairelerini Türklerin devletleri çerçevesinde döndürmüş olduğunu gördüm… Türk adını onlara Tanrı verdi ve yeryüzüne hâkim kıldı. Dünya milletlerinin yönetimini Türklerin eline verdi. Türkler Tanrı tarafında bütün kavimlere üstün kılındı.”

    “Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır. Onlara derdini dinletebilmek için ve bu surette her arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek lazımdır.”

    “ Türk dilini mutlaka öğreniniz. Zira mülk ve saltanat uzun süre onların olacaktır.”

    Timuri Sultan Hüseyin Baykara’nın nedimi ve divan katibi büyük şair, düşünür, devlet adamı, şeçkin Türk milliyetçisi Ali Şir Nevai (1441-1501) Türk edebiyat tarihinde müstesna bir mevkii olan eserinde (Lisan al Tayr, Ferhat ve Şirin, Sedd-i İskender) Türk dili edebiyatı bayrağını yükseltmekle kılıç kullanmadan fetihler yaptığını, Çin settinden Tebriz’e kadar bütün Türk toplumlarına bir ortak milli kimlik verdiğini söylerken geniş Türk âlemine işaret etmekle kalmıyor, Türk toplumlarının öz dillerine; Türkçeye önem ve öncelik vermelerinin, ortak bir edebi dil geliştirmelerinin Türklüğün kıtasal ebatta bir coğrafya üzerinde millet olarak varlık ve birliklerini, egemenliklerini koruyabilmeleri için elzem olduğunu da hatırlatıyor.

    Hive hanı Ebulgazi Bahadır Han’ın (!603-1663) Secere-i Terakime, Secere-i Türkî adlı ese

 rleri de hanlıklar devri Orta Asya’sında, Türkistan’da siyasi birlik olmasa dahi Türklüğün soy, dil ve tarih birliği fikrinin, Türk Dünyası fikrinin canlı olduğunu göstermektedir. Ebulgazi Bahadır Han’ın çağdaşı bir Fransız devlet adamı, kralına ve hükümetine sunduğu raporda (1625) Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun Hıristiyan devletlerinin tümünün oluşturacağı bir koalisyon tarafından dahi yenilemeyecek kadar güçlü olduğunu ifade eder. Ancak, anılan tarihlerde Osmanlı İmparatorluk yönetimini Türk varlık ve menfaatine öncelik veren bir iç ve dış siyaset anlayışına sahip olduğu söylenemez.

    Değerli bir düşünür ve yazar olan Ebulgazi Bahadır Han bu gerçeği de fark ederek Osmanlı hanedanının, Türklüğe, kendi kavmine bir hayrı kalmadığına işaret etmiştir.

    Türk toplumlarında Türk dünyası fikri hayli gecikmiş olarak Türklük camiasının büyük bölümü ile esarete sürüklenmelerinden, Türkiye Türklüğünde de Osmanlı İmparatorluğu’nun ağır darbelere maruz kalarak parçalanma ve çöküşünde Osmanlı terkibindeki gayrimüslim ve Müslim kavimlerin kanlı ayrılık hareketlerinden sonra filizlenir.

    Bu gecikmenin elem verici sonuçları bilinmektedir.

    Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi M. Kemal Atatürk de Türk âlemi fikri aşkla bağlandığı, liyakatle temsil ettiği Türk milli kimliği, Türklük şuuru kadar güçlüdür.

    Ancak, yüce önder insanlık tarihini milli tarihi derinlemesine bilen dahi bir asker, diplomat ve devlet adamı olarak yaşanan durumu, koşulları objektif değerlendirir. Türk âleminin halinden elem duyar. Ancak icraatta duygusallığa kapılmaz. Geleceğin fikri temellerini inşa eder.

    Sömürge imparatorluklarının yıkılmaya mâhkum olduklarına kardeş Türk toplumlarının, ülkelerinin mutlaka kurtulacaklarına işaret eder. Türkiye Türklüğünün bu kutlu hedefe erişme hususunda milli, insani, kültürel görevlerini vurgular.

    Türk kültürel kimliğine mensup kavimler 85 milyon kilometre kare genişliğindeki dünya adasının; eski dünya coğrafyasının yerleşmeye, yaşamaya, uygarlık geliştirmeye müsait 55 milyon kilometre kare genişliğindeki büyük bölümüne uzun süre egemen olmakla beraber Türk âlemi, Türk dünyası, Uluğ Türkeli diyebileceğimiz coğrafya eski dünyanın kalpgah bölgesini de içine alan Avrasya bloğu uzun eksenine, tarihin coğrafi eksenine hâkim olan merkez alanıdır.

    Günümüzde de Türk âleminin, Türk dil ve kültür coğrafyasının temel kitlesini, Türklüğün egemen çoğunluk konumunu koruduğu bölgeyi Trakya ve Anadolu ile jeopolitisyenlerin kalpgah adını verdiği Türk ve dünya tarihine eksen olan Avrasya bloğunun geniş merkez alanı oluşturmaktadır.

 

    2.TARİHİ SÜREÇ;

 

    Milletlerarası hayat sahnesinde bağımsızlık, egemenlik, saygınlık, nazım güç olma kuvvet üstünlüğüne dayanır.

    Kuvvet üstünlüğünü son iki yüzyıl içinde eşitleyemeyeceği, dengeleyemeyeceği ölçüde hasım ve rakip güçlere, bu güçlerin oluşturduğu koalisyonlara kaptıran Türk dünyası parçalanmış; Türk Milleti pek ağır kayıplara uğramış, yıkıcı ve yıpratıcı baskılar altına girmiş, yok edilme tehlikesine maruz kalmıştır.

    Böyle bir durumun ve sonucun doğmasının önde gelen sebepleri öncelik sırasına göre şöyle özetlenebilir.

a.      Türk dünyasında Türk varlığına ve gücüne dayalı olarak kurulan devletlerin Türklüğün ortak meşru menfaatlerine uymayan, uzun vadede Türk kültür birliğini, Türk varlığını yıpratan, tüketen, Türk toplumlarını birbirine yabancılaştıran gayri milli politikalar izlemeleri; Türk dünyasında vatan, soy, dil, kültür ve kader birliği şuur ve emelinin zayıflaması.

b.      Türklüğün bütün dünya ile tek başına savaşa sürüklenerek gücünün dağıtılmış ve yıpranmış olması,

c.       Türk toplumlarının milli birlik tesisinden evvel evrensel çok uluslu devlet yapılarını kurmaya ve korumaya yönelmiş olmaları,

d.      Türklüğün, temsilini ve savunmasını yüklendiği İslam medeniyetinin kireçlendiğini, donduğunu, yenilenmeye, gelişmeye ve güçlenmeye engel oluşturduğunu görmekle ve gerekli tedbiri almakta gecikmesi.

Bu medeniyeti duraklamış olduğu noktadan yaratıcı bir hamle ile yükseltip yenileyip geliştirememesi; rakip ve hasım çağdaş medeniyete karşı konulamaz üstünlük sağlayan esasları kavrayıp – hiçbir dinin, soyun, kıtanın tekel ve imtiyaz iddiasına hak taşıyamayacağı- müspet bilim, teknik ve teşkilatların daha mükemmelini süratle üretmeyi gerçekleştiremeyişi,

    Böyle bir durumun yarattığı sürecin sonunda önce bütün dünya denizleri, okyanuslar ve yeni kıtalar batılı Hıristiyan güçlerin eline geçmiş daha sonra eski dünya üzerinde üstün konumdaki Türk gücü, Türk İslam âlemi giderek ağırlaşan ve tahripkarlığı artan bir kuşatma ve baskı çemberine alınmış, sonra derinliğe nüfuz edilerek, dünyanın geri kalan bölümleri gibi Türk ve İslam ülkeleri de istila edilmiş, sömürgeleştirilmiştir.

    Türklük bu felaketli süreç içinde sadece koruduğu, yönettiği ülkeleri değil, öz vatan topraklarını da kaybetmiş ve binlerce yıldan beri Türk yurdu olan ülkeler üzerindeki Türk varlığı vahşi bir soykırımla, cebri göçle, dil ve din değiştirmeye zorlanarak tüketilmiştir.

    Türklük Balkanlardan, güneydoğu ve doğu Avrupa’dan, Karadeniz kuzeyinden; Kıpçak elinden, İdil-Ural sahasından kanlı bir şekilde sökülüp çıkarılmış, Sibirya derinliğinde tüketilmiş, Kafkas coğrafyasında; orta Türkeli’nde, Azerbaycan’da zayıflatılmıştır. Çin’in batıya, kuzeye taşması ile de tarihi Büyük Hun, Göktürk yurdunun doğusu ile Doğu Türkistan kaybedilmiştir.

    Türklüğün sadece beşeri, canlı varlığı değil, medeniyet eserleri, abideleri, mabetleri, mezarları dahi talan edilmiş, yıkılmış, yok edilmiştir.

    Türklüğün Hint alt kıtasındaki İslam öncesi ve İslam dönemi egemenlik devirlerinin bu coğrafyada Türk varlığı namına ebedi bir kazanç, ebedi bir iz bırakmadan, Türkçe konuşan, kendini Türk varlığına, Türk âlemine mensup sayan bir köy, bir kasaba, bir mahalle bırakmadan sona ermesinin karşıt güçlerin eylem ve emeği olmaktan çok bu alt kıtada egemen olan Türk Devlet ve Hanedanlarına ait bir kusur olduğu bilinmelidir.

    Bu geniş coğrafyada Türk dostu iki Müslüman devlet ve geniş bir İslam camiası doğması, kültür tarihimiz yönünden önemli bazı şaheserlerin meydana getirilmesi övünç ve kıvanç sebebi olsa dahi, sarf edilen büyük enerjinin ve akıtılan Türk kanının, tüketilen beşeri kaynakların Türk varlığı için çok yararlı kullanıldığı söylenemez.

    Bu alanda hesapsızca kullanılan Türk varlığı tükenirken Anayurdun; Türk hayat ve kültür coğrafyasının doğudan Çin’e, kuzeyden Slavlığı karşı savunması ihmal edilmiş, zayıflatılmıştır. Bugün Doğu Türkistan’da yok edilme tehlikesine maruz bulunmaktadır.

    Türklüğün Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da Arap dilinin başat ve yaygın hale geldiği coğrafya üzerindeki çağları dolduran gönüllü koruyuculuğu, fedakâr bekçiliği de Türk dil ve kültür coğrafyasına ebedi kazanç olacak bir şey katmadığı gibi, kalıcı dostlukla sevgi ve şükran hissi de yaratmamıştır.

    Hayatlarını bu ülkeleri Hıristiyan sömürgeci güçlere karşı korumak için feda edenlerin yanında önemli büyüklükte Türk varlığı, Türk nüfusu ve serveti bu izlenen hatalı kültür politikası sebebiyle Arap coğrafyasında eriyip tükenmiştir.

    Göktürklerin dirayetli kahraman başbuğu Bilge Kağan’da Türk boylarının yerleşik çoğunluk içinde idareci azınlık durumuna düşecekleri güçlü hasımlar karşısında kırılıp, eriyip tükenecekleri geniş alanlara yayılıp Anayurt merkezini asli gücü zayıflatmalarının vahim bir hata olduğuna, olacağına 1262 yıl önce veciz bir söylev ile işaret etmiştir. (Bilge Kağan abidesi MS. 735)

    Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Aziz Atatürk’te Osmanlı Devleti’nin asli gücünü zaafa düşüren politikasını bu nedenle hatalı bulur.

    Türkiye Türklüğü öz çıkan aleyhine Osmanlı kalıpları içinde anasır birliği ve Arapça Sünni ümmet politikaları için sarf edilirken İran Türklüğü de Türklüğün ve İslam âleminin umumi menfaatlerine aykırı bir tutumla Şia kılıfı içindeki Fars şovenizmi için kurban edilmiştir.

    Osmanlı İmparatorluk hanedan hükümetleri de İran Türk İmparatorluk hanedan ve hükümetleri de öz varlıklarına hayati menfaatlerine yönelik Rus, Çin, Batı tehditlerini algılayarak müşterek politika oluşturmaktan, dayanışma ve yardımlaşma içinde bulunmaktan uzak kalmışlardır.

    Bu elim politikanın, bu gafil tutumun sonucu bilinmektedir.

    Osmanlı Türk ve İran Türk İmparatorlukları arasındaki uyumsuzluk Rusluğun Orta Asya ve Kafkasya istilasını, Karadeniz sahiline inişini ve Çin’in batıya taşmasını kolaylaştırmıştır.

    Osmanlı İmparatorluğu çökmüş, İran Türklüğü efendisi olduğu ülkede varlığı ve kimliği inkâr edilen mazlum ve mahkûm tebaa konumuna düşmüştür.

    Kıtasal genişlikteki coğrafi kompartımanlarda devlet kuran Türk toplumlarının geçmiş tarih dönemlerinde çağdaşı olan, komşusu bulunan; Türk Devlet ve toplumları ile bir devlet çatısı altında toplanmalarının, sürekli birlik kurmalarının, bir merkezden idare edilmelerinin mümkün olmayacağı, böyle bir emeli gerçekleştirme girişiminin yaratacağı külfet ve maliyete uygun bir fayda sağlamayacağı ileri sürülebilir.

·         Belirlemek, vurgulamak istediğimiz gerçek şudur;

       Portekiz’in nüfusu 11 milyondur. Portekiz’in dışında Latin Amerika (Brezilya) ve Afrika’da eski sömürgelerde 180 milyon insan Portekizceyi anadil olarak kullanmaktadır.

    İspanya’da İspanyolca konuşan nüfus 35 milyondur. Güney ve orta Amerika’da İspanya yönetiminde kalmış ülkelerde İspanyolca konuşan nüfusun sayısı 350 milyona erişmektedir.

    15. yüzyılda 3 milyon İngiliz’in konuştuğu İngilizce dili bugün 360 milyon kişinin anadili, 300 milyon insanın ikinci dili (resmi dil), 300 milyon insanın da genel kültür ve iletişim dilidir.

    İngilizce Kuzey Amerika kıtasının (ABD, Kanada), Avustralya kıtasının, Yeni Zelanda’nın rakipsiz egemen dili olmakla kalmamış, Afrika kıtasında, Güney Asya ve Güneydoğu Asya’da geniş bir alanı resmi dil, kültür dili olarak kapsamına almış dünya dili haline gelmiştir.

    Kısa süreli Fransız sömürge yönetimi Afrika coğrafyasında Fransızcayı anadil, resmi dil olarak kullanan geniş bir alan yaratmıştır.

    Rus çarlığı ve Sovyet yönetimi Rusçayı öz dillerini bozduğu tabi milletlerin ortak iletişim aracı haline getirmiştir.

    İngiliz tarihçisi, Kahramanlar adlı eserin müellifi Carlyle 12 Mayıs 1840’da yayınlanmış makalesinde özetle şöyle diyordu;

    “İngilizlerin Hindistan üzerindeki hâkimiyeti yüz sene sürer mi bilmiyorum. Ama tahtından hiç inmeyeceğine inandığımız bir kralımız var. Şekspir.(Shakespeare)

    Şekspir’in diliyle konuşan ülkeler ayrı bayrakları, ayrı parlamentoları, hükümetleri olsa da bizim toprağımız, bizim vatanımız, bizim devletimizdir. Kaderleri, menfaatleri birdir.”

    İngiliz yazar ve düşünürün vurguladığı gerçeğin, milli dilin kültür dili olarak geliştirilmesinin ve kullanılmasının geçici askeri zaferlerden kökleştirilemeyen siyasi üstünlüklerinden daha önemli olduğu tarihin akışı ile sabittir.

    Carlyle milli dili, bütünlüğü koruyarak evrensel kültür dili olarak geliştirmenin önemini anlayan ve vurgulayan ilk ve yegâne kişi değildir. Kaşgarlı Mahmut’un, Karamanoğlu Mehmet Bey’in, Ali Şir Nevai’nin milli dilin ve dil birliğinin önemini Carlyle’den yüzlerce yıl önce vurgulamış oldukları hatırlanmalıdır.

    Geçmişte Türk kan ve emeğine, varlığına, Türk halkına dayanarak devlet kuran ve iktidarlarını bu halkın varlığını cömertçe harcayarak sürdüren hanedanlar, hükümetler resmi, idari yazışmada, eğitimde, edebiyatta, ibadette Türk dilini geri plana almanın, büyük ölçüde ihmal etmenin sorumlusudur. Bilge Kaşgarlı Mahmut’un, Karamanoğlu Mehmet Bey’in, Ali Şir Nevai’nin öğüdünü ikazını savsaklamanın, yabancı dil ve kültürlere hizmet vererek Türklüğün gelişimini duraklatmanın ve hayat alanını daraltmış olmanın vebalini taşımaktadırlar. Bu ufuksuz gayri milli politikalarıyla maliyeti ağır zaferlerin, fetihlerin hebasına da yol açmış bulunmaktadırlar.

    Elem verici tarihi tecrübeye rağmen günümüzde Türk ülkeleri arasındaki iletişime karşı ihdas edilmiş suni engelleri kaldırmada ihmal gösterenler, yabancı dil ve kültürlerin Türk dil ve kültürü üzerinde tahripkâr hegemonyasına seyirci kalanlar, öğretimde yabancı dili Türkçenin üstüne çıkaranlar aynı vebale ortak olmaktadırlar.

 

3.      YAŞANAN DURUM;

 

    Türk Dünyasının günümüzdeki dış ve iç hudutları Türk toplumlarının, Türklük camiasının egemen iradeleri ile değil, emperyalist güçlerin ortaklaşa talan ve sömürge savaşlarıyla cebir ve zorlamalarıyla, bölüşüm planlarıyla Türklüğü uzun vadede tüketmeyi amaçlayan icraatlarıyla şekillenmiştir.

    Galip bitirebildiği son savaşında ancak Misak-ı Milli hudutları içinde bağımsız yaşama hakkını kurtarabilen Türkiye Türklüğü Balkanlarda önemli bir nüfus varlığı ve hayati önemde yurt yöreleri kaybetmiştir. Bu yara kanamaya devam etmektedir.

    Anadolu’nun güney şeridi önemli bir nüfus varlığı ile (Bayır-bucak,  Halep, Musul, Kerkük Türklüğü) Araplığın acımasız tasarrufuna terk edilmiştir.

    Türkistan’ın güneyi Afganların işgali altındadır. Doğu Türkistan Türklüğü Çinli taşması ile yok edilme tehdidine açıktır.

    Sovyetler Birliği’nin dağılması ve çözülmesiyle doğan Türk Cumhuriyetleri arasında siyasi sınır çizgileri batılı sömürgeci güçlerin, Afrika’da ve Orta Doğu’da Arap coğrafyasında petrol ve nüfuz bölüşümü hesaplarına göre çizdikleri sınır çizgilerinden daha sunidir. Rusluk siyasi, idari sınır çizmekle yetinmemiş, Türk toplumlarını kolay bölüp sindirip yutmak için birbirlerine yabancılaştıracak politikalar da izlemiştir. Bağımsızlık alan Türk Cumhuriyetleri içinde önemli sayıda kolonizatör Rus, Slav nüfus bulunmaktadır.

    Rusya Federasyonu terkibinde de önemli bir Türk varlığı ve tarihi Türk yurtları milli meseleleri için çözüm beklemektedirler.

    Türk Dünyasının 19. yüzyıl başlarındaki durumunu resmi görevi gereği yerinde inceleyen bir İngiliz diplomat ve bilgini Sir John Malcolm’un anılarında yer alan tespitleri ibret duygusu ile okunmaya değer buluyorum.

    Osmanlı tahtında III. Selim’in ıslahat için çırpındığı bir dönemde Tarhan’da Türk Kaçar Hanedanından Fetih Ali Şah nezdinde İngiliz elçisi olarak görev yapan bu diplomat Osmanlı, İran, Afgan, Hive, Buhara Devletlerinin hükümdar hanedanlarının Türk olduğunu, devletlerin Türk unsuruna dayalı bulunduğunu kaydettikten sonra şöyle der;

    “Zaten İran sarayını, İstanbul’daki Osmanlı Padişahının sarayından ayırmak güçtür.”

    “ Hatta ben Kabil, Hive, Buhara ve Kaşgar’da gördüklerimi esas alırsam Tarhan sarayındaki Türk adetleri (kurallar) İstanbul sarayı kadar Bizans ve Avrupa tesiri altında kalmadığı için Türk ananelerini (geleneklerini) daha fazla muhafaza etmiştir.” derim.

    Garip olan, ne Türkistan’daki hanların, ne İran şahının ne de Osmanlı padişahının bu müşterek cepheleri, kan, ırk, dil, din birliği göz önüne almayışları, hatta bunlara değer vermeyişleridir.

    Türkler, Afganlılar, Türkistanlılar sünni, İranlılarla bir kısım Orta Asya Türkleri şii’dir. Aslında çok basit olan bu ayrı görüşler anlaşılma sebeplerle asırlardır kan dökülmesine yol açmıştır. Türk milli birliğini zedeleyen bu ayrılık Papaların da dikkatini çekmiş, mezhep mücadelelerinin iç yüzünü öğrenmek ve bu ayrılıktan yararlanmak çarelerini aramışlardır.

    İran, Osmanlı Türkleri ve Afganlılarla, Afganlılar Türkistanlılarla, Türkistanlılar her ikisi ile devamlı savaş halindedirler. Bu didişmelerden istifade eden tek memleket de bütün bu ülkelerin en büyük düşmanı olan Rusya’dır. Rusya büyük bir maharetle bu ayrılıkları daima tahrik etmekte ve hepsi de esasta aynı soy ve dinden olan bu milletlerin kendisine karşı birleşmesine başarı ile engel olmaktadır.

    Bir yabancının kısa sürede fark ettiği şu gerçeklerin bu toplumları idare edenler tarafından doğal karşılanması ve adeta değişmez sonuç sayılması karşısında hayret duymamak elden gelmez.

    Sir John Malcolm’un dediği gibi Türk devlet ve ülkeleri arasında, Türk âleminde birlik ve dayanışma olmayışının Rusluğun yayılışı için büyük imkan sağladığı belirgindir. Ancak, Türk birliğini bozmaktan, nifak tertiplerini hazırlamaktan fayda umanlar ve elde edenler sadece Ruslar olmamıştır.

 

4.      GÖREV VE HEDEFLER;

 

    Yeni bir yüzyıla girerken Türklüğün ve Türk dünyasının aşması gereken çetin engeller, önemli sorunlar önünde bulunduğu bilinmelidir. Türk toplumlarına rehberlik görevi yapmaya talip önder kadrolar pembe düşlere de karamsarlık ve çaresizlik duygularına da kapılmaktan sakınmalıdırlar.

    Saygın yaşama hakkı ancak etkin güçle sağlanır, korunur. Hâkim medeniyet acize hayat hakkı tanımamaktadır, merhamet göstermemektedir.

    Türklüğün yenidünya nizamında varlığını, hukukunun koruyabilmesi saygın güce erişmesine bağlıdır.

·         Özellik ve öncelikle Türk devlet ve toplumları arasındaki kültürel, iktisadi ilişki ve işbirliği yoğunlaştırılmalı ve güçlendirilmelidir.

·         Türk toplumlarını ortak kültürel kimliğinden ve bilincinden yoksun kılarak birbirlerine yabancılaştırmayı amaçlayan ve bu sonuca yol açan zararlı tertipler, suni çitler, kalıplar, manevi setler, suni Berlin duvarları gecikmeden açılmalı, kaldırılmalıdır. Türk ülkeleri arasında karayolu, demiryolu, havayolu ve iletişim bağları maliyet kayıtlarıyla ilgili önyargılara kapılmadan süratle geliştirilmelidir.

 

    Türk hayat ve kültür coğrafyasına, büyük Türk yurduna kabile, boy, aşiret şehir devleti hudutlamalarını ve bu nitelikteki tutku ve bencillikleri aşan bir bütünlük şuur ve idrakiyle bakılmalıdır.

    Böyle bir bakışta ilk görülecek husus Türk âleminin fiziki, coğrafi, kültürel bütünlüğünün önemli ölçüde zedelenmiş bulunduğudur.

    *Türkiye ile kardeş Türk devletleri, Türk toplumları arasında sağlıklı, sürekli sağlam bir ilişkinin kurulmasında Azerbaycan’ın hayati bir mevki ve önemi bulunmaktadır.

    Uluğ Türkeli’nin Türk yurt ve topluluklarının, Türk âleminin her yöresi, her bölümü aynı derecede azizdir, kutsaldır. Ancak, bütünlük içindeki yerini ve önemini belirlemek gerekirse Azerbaycan’ın, Türkiye’nin Türklüğün büyük bölümü ile Doğu Türklüğü ile eklemleştiği, bütünleştiği hayati bir bölge olduğunu vurgulamak gerekir. Boyutları dikkate alan bir teşbih gerekirse “Türkiye baş, Türkistan gövde ise Azerbaycan ve Kafka Türklük sahası mübarek bir boyundur, sinedir, göğüstür.” Deriz.

    Halen bu boyun, bu boğaz sıkılmakta, koparılmak istenmekte, bu yaralı sine çileli göğüs mengene içinde tutulmaktadır. Azerbaycan’ın korunmasına, güçlendirilmesine önem ve öncelik verilmelidir.

    Azerbaycan Türk yurdu doğal olarak kuzeyde Derbent, güneyde Kızılören, beşparmak dağları, batıda Anadolu, doğuda Hazar denizi ile sınırlanır.

    Bu çerçevede Azerbaycan coğrafyası 221.000 km2 genişliğindedir.

    Azerbaycan’ın 107.00 km2 genişliğindeki bölümü Türklüğün adil bir efendi iken kültürel kimliği, hukuki red ve inkar edilen mazlum, mahkum siyasi azınlık durumuna düştüğü İran (Fars) İslam Cumhuriyeti terkibinde kalmıştır.

    Bu tarihi Türk ülkesinin Aras nehri kuzeyinde bulunan bölümü Rus sömürge ve talan siyaseti sonucu, Çarlık Rusya’sı ve Sovyetler Birliği terkibinde fiziki, kültürel, siyasi baskılarla böl, erit, yut zihniyetiyle hırpalanıp parçalanarak 86.500 km2’ye indirilmiştir.

    Dil ve kültür yönünden Azerbaycanlı grubuna mensup Türk nüfus varlığı 28 milyona yakındır.(1992)

    Bu nüfusun 7 milyonu Sovyetler Birliğinin çözülmesi ile bağımsızlığını kazanan Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan) Cumhuriyetinde, 20 milyonu İran İslam Cumhuriyetinde, 1 milyonu Rusya Federasyonunda ve diğer cumhuriyetlerinde yaşar.

    Rusluğun sömürge imparatorluğunu yeni kalıplarla ihya etme ve hegemonyasını sürdürme emellerini önleme ve frenleme kolay olmayacaktır.

    Bu emel ve heveslerin ilk uygulama alanı Kuzey Kafkasya ve Azerbaycan dahil Güney Kafkas Cumhuriyetleri olmaktadır ve olacaktır. Çeçenistan trajedisi, Karabağ cinayeti, Gürcistan ve Ermenistan’daki Rus askeri işgal üsleri ile hatırlanmalıdır.

    Jeopolitisyen Orlov’un Rusya Federasyonu Duması’na verdiği 26 Haziran 1996 tarihli rapor bir kısım Rus aydınlarının Türk fobisinden, Türklüğe karşı düşmanca önyargılardan kurtulamadığını ortaya koymaktadır.

    Yeni Rusya yönetimine bu olumsuz psikoloji ve önyargıların, emperyalist hegemonya heveslerinin realist bir yaklaşım olmadığı, gerek batıdan, gerekse doğudan yöneleceği gayet belirgin tehlikelere darbelere karşı 21. yüzyılda varlığını ve meşru hayati menfaatlerini koruma için en salim yolun Türk-Rus dostluk ve işbirliğini hakka uygun sağlam temellere dayandırmak olduğu gösterilmelidir.

    Bu dostluk ve işbirliğinde ön şart Rusluğun Kafkasya’ya yerleşme, Kafkas halklarını birbirlerine karşı kullanma, Türk toplumlarının, devletlerinin kültürel ve iktisadi işbirliğini suni engeller ve zorlamalarla önleme gibi çabalardan vazgeçmesi, ırkın dinci fanatizm eylemlerinden sakınmasıdır.

·         Görevi Yaratan’a ve yaratılanlara sevgi, gönüllere huzur, âleme barış getirmek olan din ve mabet ve kinin, nefretin ocağı, savaş tutkusunun kaynağı olarak kullanılmamalıdır.

    Tarafların varlığını ve meşru, hayati menfaatlerini karşılıklı olarak güvene alacak Türk-Rus dostluk ve işbirliği, Rusluğun dünyaya açılmasını bütün insanlık için felaket getirecek yeni bir top yekûn savaş durumu yaratmadan sağlayabilir. Hakka ve akla uygun davranış budur.

    Türk ve Fars milletleri arasındaki ilişkiler de birbirlerinin varlık ve hukukuna, güvenliğine karşı bir tehdit oluşturma sömürü ve hegemonya niyeti taşıma gibi endişe ve arazlardan arındırılmalıdır.

    Bu konuda ilk insani görev Farslığındır. İran Türklüğünün dimağı ve göğsü üzerindeki dinci, mezhepçi, ırkçı, emperyalist Fars mengenesi kaldırılmalı, Türk ve Fars toplumlarının hak ve onur eşitliği ile kardeşçe işbirlikleri sağlanmalıdır.

    Farslığın mezhep kılıf ve taassubu içinde din sömürüsü ile ortak tarih mirasını inkâr ederek Türk dilini, kültürünü, kimliğini silme çabası son bulmalıdır.

    Türk ve Fars milletleri arasında bin yılı aşan ortak yaşam birbirlerinin varlık ve kimliklerine, hukuklarına, dil ve kültürlerine, hayati menfaatlerine, saygıya dayalı kardeşçe bir işbirliğine dönüşmelidir.

    İran’da hüküm süren Türk hanedanları ve nüfus çoğunluğunu oluşturan Türk boyları hâkimiyet dönemlerinde bu sevgi ve saygıyı esirgememişler, bu alicenaplığı göstermişlerdir.

    İran Türklüğü de hukukuna sahip çıkmayı bilmelidir.

    Türk-Fars, Türkiye-İran dostluk ve işbirliği barış ve güvenlik alanını genişletecektir.

    Tüm insanlığın mutluluk ve refahını, özgürlük içinde gelişme ve yücelmeyi, adil bir dünya düzenini, evrensel barışı amaçlayan insan doğasına aykırı düşmeyen her fikir, sistem, emel ve çaba uygulamada temsil ve takip edenlerin, güdümleyenlerin bencil, haris hegemonya ve sömürü tertiplerine alet edilmedikçe tebcile layık görülebilir.

    Bencil beşeri emel ve hesaplarla tahrifata uğramamış her semavi din özünde aynı gerçeği açıklar ve öğütler:

    Sonsuz ve yegâne kudret sahibi Yaratanı; Yüce Allah’ı idrakle onun rıza ve iradesiyle uyuma yönelmek, insanlığı bir büyük aile bilmek, Yaratanı ve yaratılanı sevmek.

    Hiçbir semavi din özüne sadık kaldıkça zorbalık ve sömürüyü, haksız savaşı öğütlemez.

    Toplumda ve toplumlar arası ilişkilerde ferdi, ailevi, kavmi, ırki üstünlük ve imtiyaz iddialarına, zorbalık ve tahakküme, sömürüye dayanak kılan öğretilerin ve uygulamaların kutsallık kisvesine bürünseler de semavi tebliğlerin özüyle, amacıyla bağlantılarının zayıflamış ve kopmuş bulunduğu dikkatten kaçırılmamalıdır.

    Türklük öz varlığına yönelik bir saldırı niteliği olmadıkça dinler, medeniyetler, ideolojiler, ırklar arası savaş tertip ve tahriklere kapılmaktan sakınmaya, korunmaya itina edilmelidir.

   Laik bir devlet düzeni, barış ve düzen için, vicdan özgürlüğü için teminat olmakla birlikte uzun süre manevi hayatları baskı altında tutulan Türk toplumlarının, emperyalist güçlerin beşinci kollarını, işbirlikçilerini üretecek milli kültürel birliğini bozacak batıl İslam dışı dini telkin ve propagandalardan korunması için, manevi, ruhi rüşt sağlayan yüksek seviyeli bir aydınlanma ve irşat hizmeti ihmal edilmemelidir.

    Türk toplumları Araplığın İslam kutsiyetini alet olarak kullanan ideolojik, kültürel sömürü ve tahakkümünden de korunmalıdır.

    Türk ülkelerinde nüfus artışı bu artışı verimli, faydalı kılacak gerekli tedbirler de alınarak teşvik edilmeli ve himaye görmelidir.

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 75. barış yılında Türkiye Türklüğü için sağladığı en büyük hizmet tükenme ölçüsünde kırıma maruz kalan Türkiye nüfusunun bu süre içinde 6 kat çoğalarak bu coğrafyada sökülemeyecek, gömülemeyecek kadar köklenmiş, güçlenmiş olmasıdır.

    Sevr’de (10 Ağustos 1920) imparatorluk enkazına gömülmek için kefenlenen Türkiye Türklüğü bugün Misak-ı Milli sınırları içinde Birleşmiş Milletlerde temsil edilen 186 devletin 148’inden geniş bir vatana ve 173’ünden daha fazla nüfusa sahiptir.

    Yeni Türkiye’nin eğitim ve öğretimde, sanayide eriştiği seviye başlangıç noktası ile kıyaslanmayacak azamettedir.

    Gelişme hızı arttırılarak sürecek, sürdürülecektir.

    Beş kardeş Türk toplumu bağımsızlık bayraklarını yükselterek Birleşmiş Milletlerin teşkilatında temsil statüsüne erişmeleri Türklüğün dünya sahnesindeki gücünü, saygınlığını büyütmüştür.

    Kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti de Birleşmiş Milletlerde temsil edilen 186 devletin 70’inden ülke alanı, 100’ünden nüfus yönünden öndedir.

    Toplam 4 427 00 nüfusa ve 3 850 500 km2 yüzölçümüne sahip Batı Türkistan Türk Cumhuriyetleri (Kazakistan 16 464 00 nüfus, 2 717 00 km2, Kırgızistan 4 400 000 nüfus, 198 500 km2, Özbekistan 19 810 000 nüfus,447 000 km2, Türkmenistan 3 600 000 nüfus, 488 000 km2,) Birleşmiş Milletlerde temsil edilen 186 devletin 180’inden ülke yönünden geniş, 162’sinden daha fazla nüfuslu bulunmaktadır.

    Türklük camiasının emperyalist baskı ve tuzakları aşarak Avrupa Birliği benzeri bir iktisadi, kültürel işbirliği ve dayanışmaya yönelmesi halinde oluşacak Türk bloğunun nüfus, servet ve imkanları yönünden saygın bir güç platformu barış ve refah alanı oluşturacağı belirgindir.

    Yüzyılları aşan bir süre birbirlerini boğazlayan Fransız, Alman, İngiliz kavimlerinin soyları, dilleri, mezhepleri farklı Avrupa milletlerinin siyasi, ekonomik birliği doğal görülür ve teşvik edilirken dil, soy, din, kültür, gelenek ve tarih birliği ile vatan birliği ile bir büyük aile oluşturan Türklük camiasının barışçı, medeni işbirliği ve dayanışma emeli yadırganmamalıdır.

    Türkiye Asya’da barış, dünya’da barış için en sağlam temel olacak bu hedefe barış içinde ulaşacaktır.

    Bir büyük ordunun; Mete Han ordusunun yiğit tümenlerinin kol başlarında özel sancaklarını taşımaları gibi Türk dünyasındaki, Türklük camiasındaki kardeş Türk toplumları, devletleri de özel sancaklarını, bayraklarını onurla taşıyabilir, koruyabilirler. Ancak bu sancakların üstünde hepsinden yüce bir bayrak ortak dil, ortak kültür bayrağı; Türkçe bayrağı olduğu, bu bayrağın parçalanmaması, kaptırılmaması, kaybedilmemesi daima yücelerde tutulması gerektiği bilinmelidir.

    Ordu büyük kısmından, bütünlüğünden uzak düşüp yalnız kalan, kuşatılan tümenin yenik ve esir durumuna düşmesi, yok edilmesi gibi ortak milli dilin bölünüp farklılaşması da yenilgi getirir.

    Oğuz Ata’nın öğüdü tutulmalı, teker teker kırılmamak için oklar, boylar, Türk toplumları samimi, güçlü bir dayanışma ve birlik içinde bulunmalıdır.

    Kutlu ortak dil, ortak milli kimlik bayrağımızı dokuyan, renklendiren, işleten adlı, adsız kahraman atalarımızın ve onlara tercüman olan Gaspirali İsmail Bey’in aziz ruhları şad olsun.

    Şiarımız “Dilde, fikirde, işte birlik” olacaktır.

    Yüce Atatürk’ün sarsılmaz inançla ifade ettiği gibi “Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfının ve büyük medeni kabiliyetinin bundan sonraki inkişafı ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacağına inanıyoruz.”

 

                                                                                                 Muzaffer Özdağ

                                                                                          Parlamenter (e), MBK Üyesi.

 



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.