Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
Turan kavimlerinin göçü -2-
ALTINCI BÖLÜM Heftalitlerin Adları Etrafındaki Karışıklıklar 1.Heftalitler Ve Hiungnu-Hun Sorunu Çinliler, Heftalitlerin iki eski adı olan Hiungnu ve Hua adlarını, Kidarit, Soğd ve Heftalit elçilerinin bildirdiklerine dayanarak kaydettiler. Bu Çince olarak kayıtlı iki adın asli şekillerini, Heftalitlerle ilgili bir dizi verinin dışında, Çin yazısından başka bir yazıyla kaydedilmiş verilere dayanarak, bütün şüpheleri ortadan kaldıracak biçimde belirleyebilmemiz, bozkırların tarihi açısından temel bir önem taşımaktadır. Hiung-nu adının çağdaş Çince telaffuzu (Xiung-N0), açıkça, Heftalit sikkelerinin Baktriya (“Heftalit”) yazısıyla yazılmış ‘0I0NO’ şeklinden ayrı düşünülemez. Farslar, kuzeydoğu komşuları olan göçerleri Hyon olarak adlandırdılar; Bu ad, Farslar aracılığıyla, egemenlikleri altında yaşayan Kuzey Mezopotamyalı Süryanilere ve oradan da Doğu Romalılara ulaştı. Nitekim Latince Chionitae şeklinde de Farsça kökenli şekli görmemiz gerekmektedir. Hyon’un ilk kaynağının ise, Farsça olamayacağını, Farsçada hy- ön sesinin bulunmaması göstermektedir; fakat buna benzer bir ön sese başka dillerde de rastlanmaz. Bu dillerde hy- sesi, hya da eh- ($) sesiyle karşılanmaktadır. Heftalit Hunlarının Sanskritçe adı olan Huna, ayrıca Harezmce Hun ve Ermenice Hon şekilleri de, yani batıda geçerli Hun adından ayrılmaları mümkün olamayacak şekilde birbirine bağlı bu varyantlar da, verilerin ikinci grubuna aittirler. Sonuç olarak, burada çok önemli bir ikili birleşmeyle karşı karşıyayız: Amu Derya çevresini işgal eden göçerlerin, yani coğrafi ve tarihsel açılardan belirlenmiş Asya’daki Hun kökenli kavim grubunun adı, komşu halkların dilinde muhafaza edildi ve bu adın bazı dillerin telaffuz imkanlarıyla aldığı şekiller, bir yandan Çince Hiungnu adının aldığı şekille; diğer yandan ise, Avrupalı Hunların adıyla sıkı bir benzerlik gösterdi. Bütün bunlar, bize, Heftalitlerın Hun kökenli kavim grubuyla ilgili verilerinde, Asya ve Avrupalı Hunların adının ortak kaynağı konusunda kesin kanıtlar görme hakkını vermektedir. Bu verilere göre, Sarı ırmaktan Ren ırmağına kadar olan her yerde, Hunlarla birlikte ortaya çıkan bir Hyon( o) ya da buna yakın biçimdeki bir adı, Hunların kendilerinin de kullandığını öne sürebiliriz. Bu konuda, Hunların adının Soğdcada kullanılan şekli, ayrıca belirtilmeye değer. Kralın resmi memurları, bunu, Türklerin koruması altında M. S. 568’de Bizans’a ulaşan Soğd elçilerinin telaffuzlarına uygun olarak, Grek harfleriyle Chon- şeklinde kaydettiler. Bir başka Bizanslı kaydın Grek harfli şekli, bize, aynı adın Chunni biçimiyle kalmıştır. M. S. IV. Yüzyıla ait Soğdmektuplarında, Soğd yazısıyla işaretlenmiş olarak kalan Hun adının Soğdca varyantı, tarih ve dil açısından çok önemlidir. Bu mektupları, Tarım havzasının doğu uçlarında ve Kansu ülkesinin batı sınırında uzanan, eski Tunhuang kulelerinin yıkıntıları arasında, Aurel Stein keşfetti. 1948’den beri bildiğimiz gibi, söz konusu Soğdca kayıtlarda, Çin’in eski başşehirlerinden biri olan Loyang ‘ın, M. S. 311 ‘de Hunlar tarafından yıkılması olayından da söz edilmektedir. Hunların adının burada bulunan XUN şekli, Bizans kaynaklarıyla bize ulaşan Soğdca Chunni ve Chon şekilleri gibi, aynı telaffuzu yansıtmaktadır. Soğdca kayıtların sağladığı veriler, bu olayları Çinli kaynaklar da anlattıkları ve Loyang’ın yakılmasını da Hunlara bağladıkları için, bütün Hiungnu-Hun sorunu açısından çok önemlidir; yani Hiungnu ve Xun adları, bu durumda, tartışmasız olarak aynı halka aittir. Soğdca kayıtların Hunlarla ilgili verilerinde Hiungnu ve Hun adlarının ortak kaynağının daha başka önemli kanıtlarını görmemiz, nedensiz değildir. Soğdlar dışındaki çevre halklar, yani Farslar, Ermeniler, Harezmiler, Sakalar ve Hintliler, Kuzey Afganistan’ a yerleşmiş Uar-Hunların Hun kavim adını, aynı zamanda ve doğrudan ilişkilerle birbirlerinden bağımsız olarak öğrendiler. En azından, Hun adının herhangi bir varyasyonunun, bu halkların herhangi birinin dilinde daha önceden de var olduğuna ve bu eski adın alındığı sırada, Avrupa halklarının Hun adını sık sık yaptıkları gibi, yeni göçer komşuları için kullandıklarına dair hiçbir kanıtımız da yoktur. Uar-Hunların Hun adının geniş anlamda kullanılışı, ancak daha sonra, Heftalit hanedanının egemenliğini bütün halklara yaymayı başardıklarında ortaya çıktı. Hunların adının bu genelleştirici kullanımı, Heftalit imparatorluğunun çöküşünden, yani M. S. 557’den sonra, çevre halkların dilinde kaldı. Özellikle, Orta Fars diliyle yazılmış çok önemli bir dini eserin, bu konuya tanıklık eden bir yerinde şunları okuruz: “Hyon diye adlandırılan bir Türk”. Aynı şekilde Farslar, Heftalit Hunların adını Türklere de verdiler. Farsçadaki bu adlandırmayı Bizanslılar da biliyorlardı. Bu gerçek, Bizanslı bir tarih yazıcısının şu kayıtlarında görülmektedir: ” … Farsların kendi dillerinde (Kermi)chion dedikleri Türkler”. Kermichion adının Chion unsuru, gördüğümüz gibi, Hunların Farsça Hyon adının Grekçede kayıtlı şeklidir. Bu veriler, M. S. 723’ten önceki yıllardan kalma, Mug dağındaki Soğd yazıtlarının kendilerine ait ad kullanma geleneğini de açıklamaktadır. Sovyet bilginlerin son yıllarda ortaya koydukları bu yazıtlarda da, Hun adının Soğdca varyantı olan Xun’u, bir taraftan şahıs adı, diğer taraftan ise, Türkleri ifade eden halk adı olarak buluyoruz. Batı Türkistanlı Uar-Hunların biricik asli halk adı olan Hun’un Türkler için kullanılışı, sadece Farslarda değil, Soğdlarda da gerçekleşmişti. Doğal olarak bir başka zor konu da, Hiungnu ile Hun adlarının, artık kanıtlanmış sayılabilecek özdeşliğinin, aynı zamanda, iki halkı oluşturan kavimlerin aynı kökenli olduğunu ne ölçüde doğruladığıdır. Bu soruyu cevaplamaya geçmeden önce, göçer halkların gerçekleştirdikleri göçlerin ve göçer imparatorluklarının oluşumlarının belirli düzenlerini dikkate almak yararlı olacaktır. Göçer imparatorluklarının özellikleri arasından bizim için en önemli olanı, genişleyen göçer halkın, önce, sınır komşusu olan başka göçerleri birleşmeye zorlaması ve ardından yeni kavimler birliği içinde belirli bir tabakalaşmanın ortaya çıkmış olmasıdır. Bütün kavimler birliğinin önderi olan hükümran kavim, yönetici kavim idi; boyun eğen kavimlerin idaresini ise, çok defa başbuğun aile üyeleri, bazı durumlarda da beyleri üstlenirlerdi. Belirli durumlarda ise, yenilen halkların beyleri, itaat etmiş idareciler olarak görevde kalırlardı. Bey ailelerini, kağan ailesine, sıkı akrabalık bağları bağlardı. Bu beyler, kağanın kızıyla veya en azından hükümdar ailesinden gelen gözde bir prensesle evlenmek için çaba harcarlardı. Kızlarını ise, çok defa isteyerek olmasa da, kağanın sarayına gönderirlerdi. Kağan ile olan yakınlıklarını, ayrıca kavimlerinin seçkinliğini bildirmek için, unvan olarak, sık sık, “kayın” ve “güveyi” sözlerini alırlardı. Başka göçer halklarla bozkırın kuzey komşuluğunda yer alan çalılık ve ormanlık kuşak halklarının sıkışıp birleşmelerinden sonra, kavimler birliği iyice genişler; bu dönemlerde ise, iç ayrılmalar ve tabakalaşmalar daha da devam ederdi. Büyük kavim birlikleri, hakimiyetlerinin parlak çağında, bozkırların güney komşuluğunda bulunan kültür bölgelerine (Kuzey Çin, Kore, Tarım havzası, Afganistan ve İran, aynı şekilde Güney Rus bozkırı ve Transkafkasya’ya) de hakimiyetlerini yayarlardı. Yeni imparatorluk bölgelerinin hanedanlarını ise, kağan ailesine, sıkı akrabalık bağları bağlardı. Kavimler birliğinin gelişmesi sırasında, bazı yeni kavim grupları, kendi kavim ve halk adlarından başka, yönetici kavmin adını da alırlar; böylece göçer kavim birliklerinin bazı grupları, genellikle çok adlı olurlardı. Aynı şekilde, göçer kavim birliklerinin dil ilişkileri de karmaşıklaşırdı. Ana kavim grubuna, sık sık, şekillenme çağından önceki eski kavimler birliğinin farklı dilli kavimleri de katılır; hakimiyet sağlandıktan sonra ise, kavimler birliği çok dilli bir duruma gelirdi. Çinlilerde ve Tibetlilerde muhafaza edilmiş kavim listelerine göre, kavimleri arasında, Türk dilli Karluklar ve Kırgızların dışında, Tatarlar ve Moğol dilli başka kavim gruplarının, ayrıca He/ta/itler (Uar-Hunlar, Avarlar) veya Çince adlarıyla Juan-Juanların, batıda ise, Ogurlar ve Savirlerin, bunların yanı sıra belirli İrani dilli (Tuhlar ve Azlar) toplulukların bulunduğu, Türkler konusunda da böyle oldu; Güneybatı Sibirya’daki çalılık ve ormanlık kuşağın ille Asyalı kavimleri bile, Türk kavimler birliğine bağlandı. Daha sonraki Moğol İmparatorluğunu, özellikle bu imparatorluğun batıdaki kavim gruplarını, Moğollar değil, Türk dilli kavimler oluşturuyordu. Öyle ise,büyük göçer kavim birliklerinden söz ederken, ad verici yöneten kavim ile diğer kavim gruplarının kaynağını ayrı tutmamız gerekmektedir. Ayrıca, Hunlar konusunda, Asyalı Hunların batıya göçlerinin iki safhada sona erdiğini dikkate almalıyız: Moğolistanlı Hiungnular, önce, M. S. 91 ‘de Kangkü’ye gittiler ve orada ikibuçuk asır yaşadıktan sonra, Avrupa’ya göçtüler. Kangkü bölgesi ise, Hiungnuların oraya göçleri sırasında, İrani göçerlerin yerleşim bölgesi idi. Dolayısıyla, Avrupa ‘ya ulaşan Hunların tebaları arasında Kangkü ‘nün İrani kavimleri de vardı. Her koşulda, Hunların terk etmesinden sonra, Kazak bozkırları, uzun süre İrani göçerlerin iskan bölgesi olarak kalamadı. İrani göçer grupların M. S. 370’de Hunlara bağlanmalarından, Batılı kaynaklara göre ise, Avrupa’ya varışlarından sonra, Hunlar, önce Alanları yendiler ve en azından Alanların bir bölümünü kendileriyle birleşmeye zorladılar. Ardından, Sarmat kavimleri de Hunların kendi oluşumları içinde eridiler. Ayrıca Hunlara katılan Germen kavimlerinin sayısı da çok yüksekti. Batılı kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, doğulu Got grupları, Karadeniz çevresinde artık Hunlara katılmış ve sonraları başka Germen kavimleri de onları örnek almıştı. Bütün bu verilere dayanarak, eğer Hiungnu ve Hun yönetici tabakası ile, birliğe katılan yenik halkların yönetici aileleri arasındaki evliliklerin, kaynaklarımızın tanıklığına göre, daima törelere uygun olarak yapıldığını dikkate alırsak, Hiungnular ile Hunların aynılığının da, ancak kavimler birliğinin yöneticileri tabakasına yayılabildiğini, fakat bu sınırlı durumu genelleştiremeyeceğimizi görürüz. Bütün bunlara rağmen, Hiungnu ve Hun kavimler birliğinin yönetici tabakalarının bir bölümünü, kavimlerdeki seçkin halk unsurlarının küçük bir kısmı ile, M. S. 1. Yüzyıl sonunda Kangkü bölgesine yerleşmiş ve oradan Avrupa ‘ya göç etmiş olan gerçek Hun halkının oluşturduğunu düşünmemiz gerekmektedir. Hiungnular ile Hunların bu şekilde açıklanan aynılığının en önemli kanıtı, tarihi ve coğrafi motifler dışında, iki kavim grubunun yönetici tabakasının ortak olan adıdır. Bu konuyla ilgili dil, arkeoloji ve antropoloji verilerine ise, bir anda, pek çok sayıda çözülemez sorular eklenmektedir. Nitekim, Çince kayıtlarıyla bize kalmış muhtemelen çok sayıdaki Hiungnu dil yadigarının asli telaffuzunun incelenmesi ve bunların bilinen İç Asya dillerinin söz dağarcığıyla birleştirilmesi için sayısız denemeler yapılmasına rağmen, Hiungnuların hangi dili konuştuklarını hala bilmiyoruz. Yapılacak iş ise, söz konusu Çin kayıtlarının çağdaş telaffuzlarını belirlemenin zorluğu kadar, olağan üstü derecede karmaşıktır- Bu yüzden, Çincenin söz konusu tarihi özelliklerinin en seçkin bilginlerine göre, şimdiye kadar, Çin harfli Hiungnu dil yadigarlarının bir tek doyurucu açıklaması bile yapılamamıştır ve ayrıca, Hiungnu dilinin, İç Asya’nın eski, Türk ve Moğol olmayan dillerinin bugün artık ortadan kalkmış bir grubuna bağlı olabileceği ihtimalini de düşünmemiz gerekmektedir. Avrupalı Hunların dilleri hakkında ise, bildiklerimiz çok azdır; her şeyden önce, gerçek Hun dili yadigarlarına hiçbir zaman sahip olmadık. Gerçi, Hunlarla ilgili tarihi kaynaklarda, Hunlara ait olduğu söylenen iki ya da üç cins isim kalmıştır; bunlar üzerinde yakın zamanlarda yapılan incelemeler· ise, bunların, gerçekte Hun diline ait sözcükler değil, Romalılara Hunların gelenekleri hakkında bilgi veren Balkan kökenli kişilerin dilinden aktarılmış sözcükler olduğunu ortaya çıkardı. Bunların dışında bize ulaşmış olan Hunlara ait az sayıdaki kişi adları da, Hun dilinin kaynağını pek az aydınlatabilmektedir. Bilinen en eski Hun kişi adları olan ve M. S. 396’da Bizans’ta kaydedilmiş bulunan Vasich ve Kursich adları, şimdiye kadar açıklanamamıştır. Attila’nın büyük ağabeyi Oebarsios’un adını, çok çeşitli, fakat tam doyurucu olmayan şekillerde, Türkçe temelinde açıkladılar. Hun adlarının ikinci grubu (Attila, Rugila), açıkça Got dili kökenlidır; Hunların dili konusunda, kişi adlarının kesin ve doğru anlamım çıkaramadığımız ayrıca dikkate değerdir. Aslında, kişi adlarının büyük bölümü, birçok halkta yabancı kökenlidir ve bir dilden diğerine, din, kültür kelimesi veya moda kelime olarak geçer. Büyük göçer kavimler birliğinin akınları sırasında, İç Asya’nın her tarafına birer birer yayılan göçer halkların ünvan ve rütbe bildiren sözlerinde de benzer bir durum görülür. Bu nedenle, ilk kısımları Türkçe ile açıklanabilen, ikinci kısımları ise “şaman” anlamlı eski İç Asya kökenli kültür kelimesiyle, “kam” ile aynı olan Atakam ve Eşkam (veya Eskam) adlarını da, Hunların Türk dilli olduklarının kesin kanıtları olarak göremiyoruz. Eskiden, Dengizik adını, kesin olarak Türkçe sözler arasında kabul ettiler; son zamanlarda ise, adın açıklanmasının belirli safhalarında şüpheler ortaya çıktı. Özet olarak, Hunların dilinin Türkçe-Moğolca veya bilinen başka dillerle olan benzerliğinin, şimdiye kadar ortaya çıkan verilere dayanarak, ancak, yeterince olası olduğunu kaydedebiliriz. Asya’ daki akınları sırasında Hunlar, hakimiyetlerini, daha sonraki Türk dilli kavimlerin seleflerine kadar yaydılar. Her durumda, Hunların Asya ve Avrupa’da yaşayan kavimlerinin Türk dilli unsurlar da taşıdıklarını hesaba katmamız gerekir. Asyalı ve Avrupalı Hunların az sayıdaki yönetici tabakasının Türkçe konuşmuş olduklarına dair ise, bugüne kadar hiçbir kanıt elde edilmemiştir. Avrupa ve Asya’da sık sık kaydedilen Hunların Türk kökenli oluşu bir yana, Hyon (Hun) adının kendisi de Türkçe özellikler taşımaz. Hiungnu-Hun konusuyla ilgili olarak, Asya ve Avrupalı Hunların arkeolojik ve antropolojik verileri hakkında da, sık sık yargılarda bulunulmaktadır. Son yıllardaki araştırmalardan elde edilen en önemli malumat, sadece Asyalı değil, Avrupalı Hunlara atfedilen verilerin de, Avrasya bozkırları ile Minusinsk havzasının aynı ya da daha eski devirlerden kalma verileriyle sıkı ilişki içinde olduğudur. Bunlar, Hunların günlük kullanım, tören ve eşyalarının yanı sıra zengin Hun altın işleme sanatı ürünleriyle (kılıç, yay, eyer, at koşumları, kurban süsleri, sihirli kılıç kınları, metal aynalar, taçlar, küpeler, vs. ) ilgilidir. Arkeoloji ve antropoloji malzemeleri de, Hiungnular ile Hunların aynılığını tek başına doğrulamaya tam olarak yeterli değildir. Şimdiye kadar bilinen Asya ve Avrupalı Hunlardan kalan kalıntılar da, aynı şekilde, muhteva olarak ilişki zincirini oluşturamamakta ve Hun göçlerinin değişik safhalarını aydınlatamamaktadır. Moğolistan’daki Hun kalıntıları, Güney Hunlarının Kenköl’deki (Kangkü bölgesindeki Talas vadisi) arkeolojik buluntularıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Kenköl’deki Hun arkeolojisine ait malzemenin, hem Moğolistan ve Tuva ile hem de bozkırın batı kısmında ortaya çıkan verilerle ilgili olmasına rağmen, daha eski Moğolistan (Altay’daki Pazırık ve Şibe, Baykal ötesindeki İlmovaya, Kuzey Moğolistan’daki Noin-Ula) verilerinin devamını veya Avrupalı Hun verilerinin başlangıcını oluşturabileceğinden hiç söz edilmemektedir. Aynı şey, antropolojik izler için de geçerlidir: Moğolistandaki Hun mezarlarından, Avrupalı Hunlarınkine benzeyen kırılmış kafatasları ortaya çıkmamıştır. Kenköl ‘deki veriler, bu bakımdan, Batılı Sarmato-. Alan ve Hun verileriyle aynılık gösterirler; önce Kangkü’de yaşayan Hunlardaki kafatası kesme adetinin İrani tesir altında ortaya çıkışı,bir araştırmayı gerektirir. Aynı adet, sonradan, daha gelişmiş şekilde Batı Hun sahasındaki Alanlar ve Germenlerde de görülür; Orta Avrupa’ya ulaşan Hun tebasının birçok Alan ve Germen unsurunu da içinde barındırdığını dikkate alırsak, bu doğal bir durumdur. Demek ki, Hiungnular ile Hunların aynılığını doğrulamak için, tıpkı dil alanında olduğu gibi, arkeolojik ve antropolojik verilerimiz de yetersiz bir düzeydedir; fakat bu durum, bir taraftan, gelecekte de Hun dilli yeni malzemelere ulaşabileceğimize (burada, Afganistan’a göçen Hun grubunu da düşünüyoruz) ve diğer taraftan, arkeolojik verilerde görülen önemli ölçüdeki artışın da, Hun göçleri tarihini arkeolojik bakımdan aydınlatmaya, ayrıca, aynı kökenli Asya ve Avrupalı Hun yönetici tabakasının arkeolojik mirasını ayırmaya imkan vereceği şeklindeki beklentimize engel olmaz 38. 2. Heftalit Ve Avar (Uar-Hun) Sorunu Son zamanlarda, Heftalitlerın ikinci halk adı, Çince kayıtlı Hua adı da ortaya çıktı. Heftalitlerin, egemenliklerinin parlak çağı olan M. S. VI. yüzyıl başında, sadece Kuzey Çin’in değil, Güney Çin’in hükümran hanedanıyla da ilişki kurduklarını gösterdiği için, bu adın bize kadar ulaşmasına şükredebiliriz. Kuzey Çin yıllıklarındaki adlandırmaya bağlı kalmayan ve Heftalitlerin Kuzey Çin yıllıklarında zikredilmeyen bu adını da haber veren güney hanedanı yıllıkları, Hua adını kullandılar. Güney Çin’ den dönen Heftalit elçilerinin bizzat kendi notlarından kaynaklandığından, bu kayıtlar çok değerlidir. Hua adının dil, tarih ve coğrafya açısından, daha yakından belirlenmesi ise, yakın dönemlerde bile, Batı Türkistan tarihinin en önemli meseleleri arasında yer alır. 1883’te, Çin kaydı gün ışığına çıkar çıkmaz; araştırıcılar, önce Hua adında, Hunların adının bir başka varyantıyla karşılaştılar. Çin harfleriyle kaydedilmiş olan kelimenin çağdaş telaffuzunun ne olabileceğinin, bir başka deyişle, Hua şeklinde yazılmış olan Heftalit adının çağdaş asll şeklinin nasıl olabileceğinin aydınlatılması için ilk deneme, ancak 1901 ‘de ve ayrıntılı kanıtlanması ise, 1914 ‘te gerçekleşti. Bu tarihlerdeki Çin dili bilgininin kanaatine göre, bu sorunun cevabı, Çince Hua yazımının yabancı bir dildeki Uar’ ı yansıttığıydı. Olasılığın yanı sıra, Arap kayıtlarında, Heftalitlerin başşehrinin Doğu Toharistan’daki Varvaliz olduğu ortaya çıktı. Aynı şekilde, Heftalitlerin başşehrini, Heftalit imparatorluğunun yıkılışından sonra, Batı Türklerinin hakimiyeti altında bulunan küçük bir beylik olarak, Çinlilerin de kaydettikleri ve adını, Hua’ya çok yakın bir şekil olan Huo olarak belirledikleri anlaşıldı. Bu açıklamalara göre, Çin harfleriyle kayıtlı bir başka Toharistan şehri olan ve bir ölçüde Hua ve Huo adlarını hatırlatan Ahuan da, Uar adını yansıtıyor olmalıydı. Hun adı ile Heftalit başşehrinin, dolayısıyla beylik adının özdeşleştirilmesi, bunun sadece iki adın benzeşmesiyle değil, tarihi coğrafya şartlarıyla da doğrulanmış olması, bu görüşler dizisinin en önemli noktasıdır. Kavim birliklerinin çözülmesinden sonra, eski göçer kavimlerine ait konaklama yerlerinden doğan sürekli iskan sahalarının, sık sık, kavimlerin ve boyların adını aldıkları bilinmektedir. Sadece İç Asyalı Türk halkında değil, yurt tutan Macarlarda da durum böyleydi: (Mesela, Yurt tutan Macar kavimlerinin adı, yer adı olmuştur: Nyek, Megyer,Kürt-Gyarmat, Tarjan, Jenö, Ker, Keszi). Buna karşılık, Hua adını bu açıklamalarla birlikte gün ışığına çıkmış sayan, bazı bölümleri ise, 1914 ‘ten sonra gerçekleştirilen araştırmaları önemli bir biçimde etkileyen ve günümüz literatüründe de sık sık karşılaştığımız daha sonraki görüşler, daha az ilgi çekicidir. Daha sonraki görüşlere göre Heftalitlerin asli halk adı, ne bize sayısız kaynağın hep bir ağızdan bildirdikleri gibi Hun (Hiungnu, Hyon, Huna) idi, ne de Güney Çin hanedanı yıllıklarının Heftalit elçilerinin anlattıklarına dayanarak kaydettikleri Uar (Hua) idi; Buna karşılık, Güney Rusya ve Macaristan’daki Kunlar (Kumanlar) ile ortaya çıkan ve Doğu Avrupa’da tanınan Kun adı idi. Bu görüşlere göre, Heftalitlere atfedilen Kun adının, Hiungnu-Hunlar veya Chionitlerin (Hyonların) adıyla hiçbir ilgisi yoktur. Fars Hyon adının Avesta’daki eski kaydı, bir eski göçer halkın adı olsaydı, M. S. 350’den sonra, İran’a komşu bölgelere yerleşen Kunların veya daha sonraki hanedanlarının adıyla Heftalitlerin Farsçadaki adı haline gelir, onların halkının Farsçadaki adı olurdu; Ayrıca, bu görüşlere göre, Heftalitlerin Güney Çin hanedanı yıllıklarında kayıtlı olan Hua adı da, aslen, halk adı değildir. Yine bu ad, coğrafi kökenli bir adlandırma olsaydı, açıkça, Varhoni, yani “Orhunlu kişiler” anlamını taşıyan Uar-Hun birleşik adına benzer şekilde, Baykal gölünün güneyinde bulunan Orhon ırmağının adıyla aynı olurdu. Aynı şekilde, bu açıklamalara göre, Avrupalı Avarlar ile Heftalit beyliğinin Uar adı arasında da hiçbir ilişki yoktur. Bu görüşler de, elimizdeki veriler dizisinin gösterdiği gibi, özü bakımından yanlıştır. Bilhassa Heftalitlerin halk adı, eldeki biricik kaynağımıza göre de Kun değildi; Fakat Gobi çölünün güneyinden, X. -XI. yüzyıllarda, Avrupa’ya göç eden Kunların, daha önce, IV. yüzyıl başında da batıya, Afganistan bölgesine göçtüklerine dair ortaya çıkarılmış bir verimiz de yoktur. Kunların (Kumanların) tarihi hakkında, X. yüzyıl öncesine dayanan, şu an elimizde tek veri yoktur ve Hiungnu, Hun ve ayrıca Kun adları arasındaki benzerliğin, bu soruları ortadan kaldırması mümkün değildir. Orhun ırmağının adı ile Uar-Hunların adı arasında ilişki aramak da tamamen yersizdir; fakat Sasani devrinde ortaya çıkan Hyonların adını, tarihe dayanmayan bir şekilde, Avesta dönemine kadar geri götürmeye ne sebep ne de imkanımız vardır. Bütün bu görüşler, Heftalitlerin halk adı ile başşehirlerinin ve dolayısıyla daha sonraki Heftalit beyliğinin adının aynılığını, başka çok sağlam örneklerle de doğrulanabilecek olan bu düşünceyi, kesinleştirmeye değil, zayıflatmaya yaramıştır. Eski Çin dili bilgisinin, 1901 ve 1914 yıllarında, Hua ve Huo adlarının çağdaş telaffuzunu tam bir kesinlikle belirleyebilecek dereceye ulaşmamış oluşu ise, ayrı bir konudur. Bu nedenle de, Çin harfleriyle kayıtlı adları birleştiren bu açıklamaların hepsi, ister istemez, şüphe götüren bir değere sahip olmuşlardır. Hua ve Huo adlarıyla ilgili Çincenin dil tarihi meselelerinde ise, ancak şu son zamanlarda dikkate değer bir gelişme sağlanmıştır. Çincenin ses tarihi uzmanları, M. S. V. yüzyıl civarındaki, Çin harfleriyle kayıtlı Hua sözünün gwat, Huo sözünün ise, guat şeklinde telaffuz edildiğini belirlemeyi başarmış oldular. Bu ise, aynı zamanda, Uar sözünde bulunmayan Çince şeklin g’sı göz önünde tutulduğunda, Hua ve Huo adlarının asli bir *Uar sözünden gelmiş olabileceğinin pek muhtemel olduğunu ifade eder. Bu konuda henüz bir araştırma da yoktur. Hua ve Huo adının ses yapısının belirlenmesi sırasında, Çincenin ses tarihini araştıran bir Macar uzmanın 1945’teki uyarısında olduğu gibi, Çin dilinin eski şivelerini, özellikle de kuzeydeki göçerlerle ilişkilerde önemli roller üstlenen Kuzeybatı Çin şivesini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu şivede ise, gwat telaffuz edilen Hua sözü, açık örneklerin tanıklığına göre, Uat olarak seslendirilmiş ve daha sonra, bu son şekilden de Vad ortaya çıkmıştı. Bu ise, bu devir Çincesinde r sesinin bulunmadığı göz önünde tutulduğunda, gerçekten bir düzen içinde, yabancı bir dilin Var şeklini verir; yani kaynaklarımızda Hua adıyla zikredilen Heftalitler ve yine Huo adıyla geçen Heftalit beyliğinin adının, aslında, bütün ihtimallere göre, Uar, dolayısıyla Var şeklinde söylenmiş olduğu, yeni dil tarihi araştırmalarının çok önemli bir sonucudur. Heftalitlerin adlarının daha sonraki incelemeleri sırasında, bu halkın, söz konusu verilere göre, Uar (Var) ve Hun şeklinde ortak iki adı olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Ahuan ve Huo adlarının aynı yeri gösterdikleri konusunda artık bir kuşku kalmayınca, Heftalit beyliğiyle ilgili coğrafi düşünceler de belirli ölçüde değişti. Huo’nun coğrafi durumunu, Çin ve Arap verilerine dayanarak, tam olarak belirleyebiliyoruz. Heftalit bölgesinde, yani Hindistan’a giden yolda, Çinli ünlü budist rahip Hsüan Tsang da, önce M. S. 629’da ve sonra geri dönerken, M. S. 644 ‘te yolculuk etmişti. Gezi raporunda, Batı Türk egemenliği altında bulunan Toharistan ‘daki beyliklerin başşehirlerinin adlarını sayarken, eski Heftalit başşehri çevresindeki bölgeden de, sık sık, bir beyliği ve onun başşehrini ifade eden Huo adıyla söz etmektedir. Hsüan Tsang’ın kaydına göre, Huo bölgesi, Host ve Bag/an, yani Amu Derya arasındaydı. Arap kaynakları, Heftalitlerin başşehrinin yerini, Hulm ve Talekan arasında işaretler. Bu iki tespitte verilen çizgilerin kesişme noktası, Kuzey Afganistan’ın en büyük kalıntı şehrinin bulunduğu bugünkü Kunduz çevresine düşmektedir. Muhteşem kale yıkıntılarının ve çevredeki kalıntı sahasının kazısı, umalım ki artık daha çok gecikmez. Bu kazı gerçekleştirilse, hem Heftalitler hem de bütün İç Asya tarihi adına çok değerli bilgiler sağlanacaktır. Huo’nun güneyinde bulunan Surh-Kotal harabeleri kazısı sırasında da oldukça büyük önem taşıyan bulguların elde edilişi pek eski değildir. Bu kazı, eski Baglan harabeleriyle ilgiliydi ve burada bulunan yazıtlar, Baktriya’nın yerli sakinlerinin İrani dilli olduğunu yeniden oıtaya koymuştu. Tarihi verilerimize göre, Heftalitlerin bir dönemdeki başşehri olan Kunduz yakınlarındaki kalıntı sahası, M. S. 350’den sonra Baktriya’ya yerleşen göçerlerin de başşehriydi ve bu nedenle, harabeler arasında, onların hatıra eşyaları, hatta, belki yazılı dil yadigarları da ortaya çıkar düşüncesi hep sürmüştür. Huo beyliğinin merkezi, Türk istilasından (M. S. 557) sonra Ahuan şehrine taşındı. Hsüan Tsang da Toharistanlı Türk başbuğuyla burada karşılaşmıştı. Arap kaynakları, yakınında Amu Derya’ya açılan bir geçidin bulunduğu bu yerin adını, Arhan şeklinde kaydettiler. Arhan, özellikle bu geçit nedeniyle, stratejik açıdan Toharistan’ın en önemli yeriydi. Bu durum, Türk başbuğunun Huo yerine buraya yerleşmesini ve Çinlilerin, Batı Türkistan’ın Türk egemenliğine girdiği M. S. 660’ta, Arhan’ı, Toharistan’ın idare merkezi saymalarını açıklamaktadır. Soğdiya’ya ve Toharistan’a M. S. 350’lerde yerleşen göçerler veya daha sonraki Heftalitler hakkında, özet olarak, bir kavim grubunun Hun (Huna, Hon, Xun; Hiungnu, Hyon), diğerinin ise, bugünkü Kunduz yakınındaki beyliklerinin de taşıdığı Uar (Var) adını kullandıklannı söyleyebiliriz. (Uar-Hun) ikili adı ise, bir başka ve zor meseleyi, Heftalitlerin ve Avarların birbirleriyle olan ilişkileri meselesini ortaya koymaktadır. Kısacası, Uar ve Hun kavimler grubu, sadece Kuzey Afganistan’daki Heftalitlerin değil, Avrupalı Avarların da topluluğu idi 39. Yedinci Bölüm VII. Bozkırda Yeni Göçler Avarların adını batıda ilk kez, V. yüzyıl Bizans yazıcısı Priskos, M. S. 463 ‘lerde geçen olayları anlatırken anar. Priskos ‘un eseri, bize, orijinal şekliyle kalmamıştır; bize kalan bölümünü ise, birbirini tamamlayan daha sonraki iki kopyasından, tam olarak tanımaktayız. Bu belgeye göre, Saragurlar, Uroglar (kopyada “Ogurlar” yerine ) ve Onogurlar, “o tarihlerde” (metinde önce, M. S. 463’e kadar geçen olaylardan kısaca söz edilmektedir), Bizans ‘a elçiler gönderdiler. Elçi gönderme olayı öncesinde, Savirler, yukarıda anılan üç halkı, yurtlarından çıkardılar. Savirleri ise, asli yerleşim bölgelerinden Avarlar sürmüşlerdi. Avarları harekete geçiren sebep ise, Okyanus kıyısında oturan halkların okyanustan yükselen sisler ve çok sayıdaki griffin kuşları tarafından eski meskenlerini terk etmeye zorlanmalarıydı. Bunlar, Avarların bölgesine yöneldiler ve onları, yurtlarını terk etmeye zorladılar. Göç eden halklar arasında bulunan Saragurlar, yeni yurt arayışları sırasında Akatir Hunları halkıyla karşılaştılar ve birçok savaşta onları yendiler. 1.S. 463 ‘lerde de Saragurlar, Ogurlar ve Onogurlar, elçilerini Bizans’ a gönderdiler. Priskos, daha sonraki bölümde, büyük halk göçleri hakkında hiçbir açıklama yapmaz. Onun raporunun başka kaynaklarla karşılaştırılması sonucunda, ancak şu kadarını biliyoruz: Bu halkların büyük göç hareketlerinin son döneminde, Ogurlar, bozkırların Volga’nın doğusunda kalan bölümlerinden Güneydoğu Avrupa’ya doğru yöneldiler. Orada Karadeniz’in kuzeyinde yer alan düzlüklerde ise, kısa bir süre önce de büyük değişiklikler olmuş, Attila’nın ölümünü (M. S. 453) izleyen yıllar içinde, Hunların Karadeniz’deki kavim grupları da hızla çözülmüştü. Bunun sonucu olarak, Avrupa’ya ulaşan Ogurlar, çok kısa bir süre içinde, düzensiz Hun kavimlerinden ve Hunlara bağlı Akatir halkından hükümranlığı geri aldılar. Sadece daha küçük bir bölge, daha sonra da Avrupa’ da uzun süre Hun hakimiyetinde kalan, Derbent’tin kuzeyinde ve Hazar denizi kıyısındaki bölge, Kafkasya Hunlarının ülkesiydi. Ermeni ve Arap kaynaklarının tanıklığına göre, Kafkasya Hunları, daha sonra Hazarların egemenliği altına girdiler ve nihayet, VIII. yüzyılda da güneyden saldıran İslam ordularıyla savaştılar. Priskos, Ogur halklarının tarihi ve Asya’ daki asli yurtlarının coğrafi durumu hakkında başka da bir şey açıklamaz. Herodot’un anlattıklarından kaynaklanmasına rağmen, griffin kuşlarının ve Okyanus’a kıyısı olan halkları anmayı, Ogur göçleri tarihine temel alıp tekrarlayan Priskos’un, Okyanus yanında oturan halklarla ilgili bu gözlemleri de gözden uzak tutulamaz. Bu düşünceler, söz konusu halkların göçünün Asya’dan başladığı ve bu devirde henüz İç Asya’nın sakinleri olan Avarların da bunların içinde bulundukları dikkate alındığında, doğru görünmektedir. Priskos, Ogurların Avrupa’ya ulaşmalarından da ayrıntılı olarak söz etmez. Akatir kavimleri hakkında öğrendiğimiz ise, onların Avrupalı Hun kavimler birliğine bağlı olduklarıdır. Saragur-Akatir savaşları, burada, Volga’nın batısında ve Karadeniz’in kuzeyinde gerçekleşmiş olabilir; bu savaşlardan sonra, M. S. 466’da Kafkasları geçerek Fars ülkesine akınlar yapan Saragurlar, Akatirleri kesin olarak yenmeyi, ancak birçok savaştan sonra başardılar. Bu durum, Saragurların ve diğer Ogur halklarının Avrupa’ya ulaşmalarının, daha M. S. 463 öncesi yıllarda gerçekleşmiş olduğunu da yansıtmaktadır. Bir başka Bizanslı yazıcının, Theophylaktos Simokattes’in, Onogurların depremde yıkılmış Bakath adlı bir şehirleri olduğu şeklindeki kaydını, Ogur halklarının tarihi coğrafyası açısından en değerli bir veri olarak kabul etmemiz gerekmektedir. Soğdca Bakath adının kendisi kadar, muhtemelen Soğd sınırında, Onogur bölgesinin güney ucunda bir yerlerde bulunduğu anlaşılan Bakath şehrinin coğrafi durumu hakkında da öyle belirli bir verimiz yoktur. Soğd yerleşim bölgesinin kuzey sınırı ise, Sir Derya’dan Isık-Köl kıyısına kadar uzanmaktaydı. Onogurların güney sınırını ve Bakath şehrini, işte tam burada, Sir Derya’nın orta kısmı çevresinde düşünmemiz gerekınektedir40. Priskos’ta kaydedilen halk göçünün İç Asya’daki başlangıcının daha fazla gözden geçirmeğe kalkıştığımızda, İç Asyabozkırlarında, M. S. 463’ten yüz yıl kadar önce, M. S. 350’lerde ortaya çıkan genel tarihi ve coğrafi durumdan hareket etmemiz gerekmektedir. Sienpi kavimler birliğinin M. S. III. yüzyıl boyunca süren zayıflamasını ve M. S. 350 civarında tamamen çöküşünü, aynı yıllarda başlayan İç Asyalı büyük göçler izledi. Gobi çölü çevresinde ve bozkırın kuzey bölümünde yaşayan halklar, bu devirde yeni bir kavimler birliği altında toplandılar ve İç Asya tarihinde yeni adlarıyla ortaya çıktılar. 1.S. 350’lerde başlayan göçlerin en önemli iki olayı, Tielölerin (Tinglingler, Tililer, Kaoküler) ve Dar-Hunların güneye göçleriydi. Tielö tarihinin daha önceki bölümünden yukarıda söz etmiştik. Tielölerin (Tinglingler) doğu grubu, M. S. III. yüzyılda Kuzey Moğolistan’da; batı grubu ise, Kangkü’nün kuzeyinde, Kazak bozkırlarında bulunuyordu. Hiungnuların batı kolu da, bu devirde (M. S. 91 ve 350 arasında) Kangkü bölgesinde yaşamaktaydı. Çin kaynakları, daha çok, M. S. 350’lerde, Gobi çölünün kuzeyinde bulunan bozkırlardan Çin seddi yakınlarına göç eden Tielö kavimlerini iyi bilmektedirler. Çinlilerin Han ve Vey hanedanları devrindeki görüş alanları, İç Asya’nın kuzey ve batı bölgelerine yayılmadığı için, diğer Tielö grupları hakkında, ancak pek kıt kayıtlar düşerler. Bu nedenle, Tielö kavimlerinin göçünün Tanrı dağları kıyısına da ulaştığından, ancak dolaylı olarak bilgi sahibi oluruz. Çinliler, Tanrı dağlarına ulaşan bu grup hakkında, M. S. 450’yi takiben, Juan-Juanlar ve Tielölerin savaşları dolayısıyla pek çok bilgi verirler ve bu bilgilerden Tielö kavimlerinin orta grubunun, söz konusu dönemde, artık Altay kıyısında ve Tanrı dağlarının doğusunda yerleştikleri anlaşılmaktadır. Kazak bozkırlarında yaşayan Tielö kavimleri de bu zaman diliminde daha güneye çekildiler. Bunu, Ogur halkları tarihinin Grek ve Çin kaynaklarında görebiliyoruz; bu kaynakların aşağıda tamamlanan ayrıntılı karşılaştırmasından şu önemli bilgi ortaya çıkmaktadır: Priskos’a göre, M. S. 463 civarında Avrupa’ya göç eden Ogurlar, aslen, Çinlilerce Kazak bozkırlarında gösterilen Tielölerin batı kavimleri ile özdeş kavimlerdi. Yani, eğer Onogurların Avrupa ‘ya göçmelerinden önce Soğdca ad taşıyan bir şehirleri olduysa, o zaman Kazak bozkırlarındaki Tielö kavimlerinin Avrupa’ya göçmeden önce, güneydeki Soğdiya sınırında, Sir Derya kıyısında yaşadıkları görüşü güçlenmektedir. Bu bakımdan, Çince kaynakların, Tielö kavimlerinin bir kısmının, daha sonraları, Suy hanedanı zamanında, sürekli olarak Soğdiya’nın komşuluğunda yaşadıkları şeklindeki kayıtları, sebepsiz değildir; ayrıca, diğer kaynaklarımızın hiç birisi de, M. S. 350 ile 463 arasında, Kazak bozkırlarının güney kısmında yaşamış başka bir halktan söz etmezler. Böylece, anlatılanlara dayanarak, M. S. 350 sonrasında Kazak ovalarındaki ve M. S. 463 sonrasında da Karadeniz çevresindeki Hun mirasına, Ogurların konduklarını düşünmemiz gerekmektedir. Savirlerin coğrafi durumu hakkında, ne Grek ne de Çin kaynak verilerine sahibiz. Eğer Onogurların M. S. 350 ile 463 arasındaki coğrafi durumunu, Sir Derya’nın orta havzasında ve Isıg-Köl çevresinde doğru olarak belirleyebildiysek, o zaman, Savirlerin bölgesinin, Onogur bölgesinin doğusunda, Avarların İç Asya’daki konaklama yerlerinin ise, bu bölgenin batısında, İli ırmağı çevresinde ve Çungarya’da olması gerekmektedir. En kuzeydeki bozkır halkları olan Tielö kavimlerinin M. S. 350 civarında başlayan güney göçüyle aynı zamanda ve belki bu göçle bağlantılı olarak, M. S. iV. yüzyıldaki İç Asyalı halk göçünün ikinci dalgası da başlamıştır. Bu yeni ve büyük halk, Hiungnu (Hun) ve kaynağı bilinmeyen Uar unsurlarından oluşmuştu; Var-Hunlar veya Çince adıyla Juan-.Tuanlar, kalabalık ve güçlü gruplarla göçte rol alarak, Gobi çölünden kuzeyde bulunan bölgelerini terk ettiler ve iki yönden de güneye yöneldiler. Bir kısmı, güneybatıya, Amu Derya çevresindeki ülkelere gitti. Bu Uar-Hunların, yani daha sonraki Heftalitlerin macerasından söz etmiştik. Juan-Juanlann ikinci kavim grubu veya onun bazı unsurları, doğruluğu kuşku götürür bir Çince rivayete göre, daha M. S. IIL yüzyılın ikinci yarısında Çin sının yakınlarına çekilmişti. Çince başka kaynaklar ise, bu Juan-Juan kavim grubunun, Çin sınırında, ancak M. S. 370 civarında ortaya çıktığını ve bu tarihten başlayarak, kendilerine düşmanca davranan Tielö (Tingling, Kaokü) kavimleriyle birlikte sınırdaki olayların içinde yer aldığını bildirirler. Batı Uar-Hun kavim grubunun izlediği yol, Altaylar kıyısından geçerek kuzeyden güneybatıya, Amu Derya çevresindeki ülkelere uzanıyordu. Çinliler, Doğu Uar- Hunlar konusunda olduğu gibi, Batı Uar-Hunlar veya daha sonraki Heftalitlerin kaynağı ile Amu Derya kıyısına göç etmelerinin şartları hakkında da birbiriyle çelişen pek çok rivayet ortaya atarlar. Bu açıklamalar, hemen hemen hiç istisnasız, daha sonraki ilişkilere dayanır. Açıklamalarını, sonradan ortaya çıkan bu ilişkilere bağlamayan ve kavim adlarıyla coğrafya adlarının halk etimolojilerine dayandırmayan biricik Çin kaydına göre de, Heftalitlerin ataları, Amu Derya civarındaki topraklara Altay bölgesinden göç etmişlerdi. Gördüğümüz gibi, M. S. il. yüzyılda, Altaylar’ın güneyinde, İli ırmağı kıyısında ve Güney Kazakistan’da, Kangkü bölgesinde Hiungnu kavimleri yaşadılar. Bunların en büyük bölümü, Kazak bozkırlarının Hiungnu kavimleri dışında, asrın ikinci yarısında Sienpilerin hakimiyeti altına girdi. Sienpi İmparatorluğunun çöküşünden (M. S. 350) sonra ise, Çungarya’da, İli ırmağı kıyısında ve Kazak bozkırlarında, Yüepan kavim grubu dışında, hiçbir Hiungnu halkı görülmez. Zaman özdeşliği de, Hiungnulann ortadan kalkışının Dar-Hunların batıya göçleriyle bağlantılı olduğunu göstermektedir; ayrıca, Hiungnu kavimlerinin Kazak bozkırlarından nereye kaybolduklarını da bilmekteyiz: Bu kavimler, kısa bir süre sonra, Hun adıyla Avrupa’da ortaya çıktılar, Alanları ve Gotları yenerek, dünya tarihinin önemli olaylarından biri olan Avrupa’ya doğru gerçekleşen kavimler göçlerini başlattılar. Kaynaklarımız, M. S. 350’yi takiben, Asyalı Hunların terk ettiği bölgelere hangi halkların yerleştikleri konusunda bizi bilgilendirmez. Kaynaklarımıza göre, güneye göçen Tielöler (Ugorlar), bir zamanların Kangkü bölgesini bu dönemde ele geçirdiler ve kaynakları konusunda elimizde bilgi olmayan Savirler de İli ırmağı ve Çungarya kıyısında gösterilen bölgelericde, hakimiyetlerini bu dönemde sağlayabildiler. Bu durumu, yüz yıl sonra, M. S. 463’ten önce, Juan-Juanların (Uar-Hunlar) batıya ikinci kez yayılışları sona erdirdi. Juan-Juan hakimiyeti, Moğol bozkırlarında ve Çinlilerin kuzeydeki sınır bölgelerinde, M. S. 400’ü takiben gittikçe zayıfladı. Juan-Juanların batıya, Tarım havzasına ve Çungarya yönüne yayılmaları da tam bu dönemde başladı. Bu sırada, M. S. 450 civarında, Juan-Juanlar, Tanrı dağlarındaki şehir devletleri çevresinde yoğun savaşlar yaptılar ve Turfan ile Urumçi ‘ye ulaştılar. Priskos ‘un kayıtlarına göre, Ogur halklarının M. S. 463’lerdeki Avrupa’ya göçlerine de yol açacak olan Çungarya’daki Savirlere karşı gerçekleştirilen Avar akını, bu devirde ortaya çıktı. Priskos ve Çinlilerin kayıtlarını karşılaştırmanın en önemli bir sonucu, Grek yazıcının, Yuan-Yuanların beklenen Uar-Hun adı yerine Avar adını kullanmasıdır; yani Avar adı, Uar adının yerini tutabilecek bir varyantı olarak görülmektedir. Uar ve Avar adının, hangi ölçüde Avarların kendilerinin kullandığı bir ad olduğunu bilmediğimiz gibi, bu iki ad arasındaki şekil farkının sebebini ve Uar-Hun adının bu iki varyantının hangi dil(ler)den çıktığını da bilmemekteyiz. Çin ve Grek kökenli verilerin karşılaştırılması, Priskos’un raporunun ancak sisler, griffin kuşları ve okyanus kıyısındaki halkları ilgilendiren dikkate değer eski efsanevi unsurlarını da aydınlatmaktadır. Buna karşılık, Avarların Savirlere karşı yürüttükleri saldırıda tarihi gerçeği görmemiz gerekmektedir. Savirler ile farın dağlarının batısındaki Hiungnu kökenli Yüepanlar arasında nasıl bir bağlantı bulunduğuyla ilgili verilere sahip değiliz. Savirlerin buradan çekilmelerinin nedeni ise, mutlaka, Altaylardaki Tielölerin M. S. 450’yi izleyen yıllarda Çungarya ‘nın güney bölümünü de ele geçirmeleri ve Tanrı dağlarındaki şehir devletleri çevresinde yayılan Juan-Juanlarla yapılan uzun savaşlara girişmeleri olmalıdır. Vey hanedanından olan hükümdarın, M. S. 448’de, Juan-Juanlara karşı Yüepanlarla antlaşma yapmasından, Tanrı dağları ve Çungarya’daki olayların, Çinlilerin dikkatlerini ne ölçüde çektiği anlaşılmaktadır 41. 1.S. 450 civarında Yuan-Yuanların kovduğu Savirler, batıya, Kazak bozkırlarına çekildiler ve oradan göçlerini sürdürerek, Ogur halklarını, oturdukları yerleri terk edip Volga üzerinden Avrupa’ya geçmeye zorladılar. Avrupa’ya ulaşan Ogurlar, özellikle büyük hareket yeteneklerinin de gösterdiği gibi, açık bozkırların atlı halklarına her bakımdan benzeyen göçerler idi. Ogurlar, değişik zamanlarda, Doğu Avrupa’nın pek çok bölgesine yerleştiler. Sürekli yerleşim bölgeleri, Volga ile Karadeniz arasındaki düzlükte, daha doğrusu, Hazar denizinin kuzeybatı kıyısında ve Kuban ırmağı çevresindeydi. Bazı grupları da, Karadeniz’in kuzeyine yerleştiler; Kuban’daki Onogurların belirli kavimleri ise, M. S. 680 sonrasında, batıya, bugünkü Bulgaristan’ a göç ettiler. Ogur adı, bazı şekillerde bir çok kavim grubunun (Saragur, Onogur, Ogur) adı olarak da geçer. Başka kavimlerin adında da -gur unsuru (Utigur, Kutrigur) ortaya çıkar. Onogur kavimleri, kaynaklarımızın bir bölümünün gösterdiği gibi, belki başka Ogur kavim gruplarıyla birlikte, Bulgar adını da kullanırlar. 1.S. VI-XIII. yüzyılda, Volga ve Kama yanındaki bölgede güçlü bir imparatorluk kuran Bulgar halkını da, Ogur halkları , daha doğrusu Onogurlar arasında sayabiliriz. Bu imparatorluğu Tatar akınları sona erdirdi. Eski Bulgar bölgesinde yaşayan bugünkü Çuvaşlar ise, tarih, dil ve coğrafya verilerinin tümünün tanıklığına göre,İtil Bulgarlarının torunları sayılabilirler. Ogur halklarının Avrupa’ya yerleşmelerinden yarım asır sonra, M. S. 506’da veya bu tarihten az önce, Savirler de Avrupa’ya ulaştılar. Kafkaslar’ın kuzeyindeki düzlüğe ve Transkafkasya’ya da yayılan hakimiyetleri, M. S. 557’ye kadar sürdü. Tarih ve coğrafya verilerine göre, Balangarlar ve Samandarlar da tebaları arasına katılmışlardı. [Bizans ve Süryani kaynaklarında, Ogur-Bulgar halkları yanında iki kavim daha görülmektedir. 1.S. VIII. yüzyılda ortaya çıkan türeyiş efsanelerindeki bu iki kavim (Kazar) ve Bersil (Barsil) adlarını taşımaktadır. Hazar kavim adının Kazar varyantını, Pseudo-Zacharias’ın Süryani kilise tarihine yaptığı ilaveden öğreniyoruz. Hazar varyantı daha sık görüldüğü için, geç devirlere kadar, Kazar şekli, değeri şüpheli ayrı bir veri olarak düşünülmüştür. Bununla beraber, kısa bir süre önce bulunan çok önemli bir Uygur yazıtında, artık hiçbir şüpheye yer buakmayan Kasar varyantına rastlanır. Moğolistan’da Kanghay dağlarının kuzeybatı kısmında Terkin nehri vadisinde bulunan bu yazıtta, Uygur kağanı İl İtmiş Bilge (747-759), Kazarları vı. yüzyıl olayları ile ilgili tarihi bir hatırada anar. Bu verinin önemi, Hazarların, Bizans ve Sir kaynaklarında olduğu gibi, burada da Barsillerle birlikte anılmış olduğudur. Dağınık ve az sayıdaki verilerimize göre, Barsiller, OgurBulgar kavimlerine bağlıdır. Aynı zamanda bir Ogur kavmi olan İtil Bulgarları arasında bize Arap harfli transkripsiyonu ile ulaşan ve benzer bir ad olan Barsula kavim adının bulunması, bunun bir ispatı olarak görülebilir. Rusçanın -a kavim adı ekine bakılırsa, oldukça yeni olan bu şekil, kuzeydeki diğer kavim adları gibi, Arap tüccarlara Ruslar tarafından öğretilmişti. Gerçekten de, Uygur kazıları kayıtlarının yeni yayımlanan ve açıkça Barsillerin İç Asya kökenli olduğunu ileri süren Tibetçe tercümesine göre, Doğu Türk kavimleri arasında Barsil adlı bir kavim vardı. Tibetçe tercümedeki söz konusu kavim listeleri, Türk kavimleri dışında, zaferden sonra kendi kavim birlikleri içinde erittikleri başka kavim adlarını da (mes. Heftalitler) içerirler. iç Asya’nın Tielö (Ogur) kavimlerinin mağlup edildikleri devirde, Barsil kavimlerinin bir kısmının, 546’daki Türk birliğinin bir parçası olmalarının mümkün olduğunu göz önünde tutmalıyız. Diğer Barsil grupları, Ogur halkları gibi daha önceleri (M. S. 463 civarında) Kafkas bölgesine göç etmişti. Hazarlar, bugüne kadar, genellikle Türk kökenli bir kavim olarak kabul edilmişlerdir. Bununla beraber, Pseudo-Zacharias’ın verilerini, buna ilaveten Uygur yazıtlarındaki verileri, ayrıca Türklerin Kafkas bölgesinde ortaya çıkışlarından (M. S. 567) önce yazılmış M. S. 555’ten kalma Süryani verilerini dikkate aldığımızda, Kazarların ve Barsillerin, Ogur-Bulgar göçleri zamanında (M. S. 463 civarında) Avrupa’ya gelmiş olduklarından kuşku duyulamaz. Bu kavimler, Türk egemenliği altına M. S. 567’de girdiler ve adlarının Kazar şekli, Güneydoğu Avrupa’ya ve Kafkasya’nın kuzeyi ile güneyine yayılmış Türk dilinin etkisiyle, bu tarihten sonra teşekkül etti.]* Daha sonraki kaynaklarımız, Barsil halkını, Ogurlar ve Hazarlarla birlikte anarlar. Dağınık verilerimize göre, Barsiller, düşmanca ilişkiler içinde oldukları Hazarlarla aynı halk değillerdi. Barsillerin Ogur (Tielö) kavimleri arasında yer almış olmaları, çok daha büyük bir ihtimaldir. 1.yüzyıldan kalma Arapça kayıtta, benzer bir adı, Barsula adını , İtil Bulgarlarının, yani bir Ogur halkıyla birlikte bulmamızı, bunun kanıtı olarak görebiliriz. Bu muhtemelen sonraki ad şekli de, kuzeydeki bir çok başka halk adı gibi Rusça -a halk adı ekine göre, Ruslar aracılığıyla Arap tüccarlara ulaşmıştır. Aynca, açıkça Barsillerin İç Asya kökenli oluşlarının yanı sıra, yeni ortaya çıkan Uygurcadan Tibetçeye çevrilmiş açıklayıcı bir rapor, Doğu Türklerinin de .Qarsil adlı bir kavimleri olduğunu söylemektedir. Nitekim, söz konusu Tibetçe kavim kayıtları, Türklerin, elde ettikleri zaferlerden sonra kendi kavimlerinin birliği içinde erittikleri böyle başka bir halkın (Heftalit) adını içermektedir; yani Barsillerin bazı kavimlerinin İç Asyalı Tielö (Ogur) kavimlerini yendikleri M. S. 546’da, Türk kavimleri arasına katılmış olmaları ihtimalini göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Öyle görünüyor ki başka Barsil grupları, diğer Ogur kavimleriyle birlikte, M. S. 463 civarında Kafkasların yakınlarına gelmişlerdir Savirlerin hakimiyetini, M. S. 557’de, Ogur halklarının ve Savirlerin peşinden Avrupa’ya göç eden Avarların (Uar-Hunlar, Yuan-Yuanlar) batıya yönelen üçüncü büyük hareketleri sona erdirdi. Göçlerinin sebebi, eski tebaları olan Türklerin kendilerine karşı isyan etmeleri ve M. S. 552’den sonra, üç yıl içinde Avar ordularını yok etmeleriydi. Avarlar, Avrupa ‘ya ulaşmalarından sonra, Bizanslılar için çalışmak istediler ve kralın izniyle diğer barbarlara boyun eğdirmeye giriştiler. Kafkas düzlüklerindeki hakimiyetleri ancak birkaç yıl süren Avarlar, bu kısa süreyi de hep savaşarak geçirdiler. Açık bozkıra giden yolu Türklere karşı kapatamadılar ve böylece bir anda Türk akınlarına boyun eğdiler ve tehlike önünden uzaklaşmayı uygun gördüler. Batıya yönelerek Karadeniz’in kuzeyindeki bölgeyi aştıktan sonra, M. S. 567’d e Karpat havzasına yerleştiler. Buradaki izlere bakılırsa, Kafkasların yakınlarında, ancak küçük bir Avar grubu kalmıştır. En azından, Bizans sınırına yakın olan bölgede, M. S. 600’ü izleyen yıllarda, Vuhun (*Orhun, *Uarhun) adlı Tielö kavminden söz eden bir Çin kaynağı vardır; buradaki Uar-Hun’u, Avarların bir topluluğu olarak görebiliriz. Aynı Avar topluluğunun adı, bugünkü Dağıstan’daki Avarların adında kalmış olabilir. Kafkasya’daki Avar grubunun ise, nüfus açısından önemli olması mümkün değildir ve muhtemelen çok hızlı bir şekilde Kafkasların eski sakinleri arasında erimişlerdir. Nitekim kaynaklarımız, daha sonraları, Orta Avrupa’daki Avarlar ile Kafkasya’daki Avarlar arasında herhangi bir ilişkinin varlığı konusunda, artık bir şey söylemezler. Son olarak, Arap kaynakları, Dağıstan’daki göçer hükümdarını “Dağların Kağanı“, “Taht Sahibi” şeklinde anarlar42• Avarların Avrupa’ya ulaşmalarından on yıl sonra, M. S. 567’de, Batı Türk orduları, Volga’nın sağ kıyısında ortaya çıktılar. Bu olay, uzun zaman, Volga, Don ve Kafkaslar arasında oturan halkların kaderini belirledi. Türkler, önce, Avarların yaptığı gibi, özellikle Farslara karşı, Bizansla anlaşmanın yolunu aradılar. İlk Türk elçilerinin, M. S. 568’de Bizans’a ulaşmalarından sonra, Kafkasların kuzeyindeki ova halkını, Türklere boyun eğmeye zorlayan işgal başlamış oldu. İtaat eden Ogur, Savir ve Onogur kavimlerinden Hazar kavimler birliğini oluşturdular. Bunu, kralın elçisi olarak Türk hükümdarının sarayında bulunan Zemarchos da, iki yıllık ayrılıktan sonra, M. S. 571 ‘de, Bizans’ın başşehrine haber olarak götürdü. Zemarchos, dönüş yolunda da, Volga’nın aşağı havzasına, daha sonraki Hazar bölgesinin merkezine ulaştı; oradaki Ogur başbuğu, aynı zamanda ilk Hazar hükümdarıydı. Bizans’ta veya Türk başbuğunun sarayında Bizanslılar adına tercümanlık yapan bir Soğd mütercim, Türk kağanının mesajlarını kelimesi kelimesine aktardığı Bizanslılar ile Türklerin elçilik raporlarını hazırlamıştır. Bunlardan birinde, M. S. 576 yılına ait Bizanslı elçilerin raporunda, Menandros, Türk başbuğunun Bizanslılara karşı öfkesini dile getirir. Türk başbuğu, başından beri, Bizanslıları, kendilerinden kaçan “kaçkın kölelerini” kabul etmemeleri için şiddetle uyarmış olmalarına rağmen, Avarlarla kurdukları ittifak nedeniyle suçlamaktadır. Raporun bu bölümü, müsveddesiyle ve kelimesi kelimesine bize ulaşmıştır; bu nedenle, Türk başbuğunun ve Soğd mütercimin, gerçekten, Avarları Uar-Çonitalar veya Uar-Hunlar olarak adlandırdığından şüphelenmemiz imkansızdır. Menandros, orijinal şekliyle kullanılan bu adı da metnine kaydeder; fakat açıkça anlaşılır olabilmesi için, Türk başbuğunun, Uar-Çonita adıyla Avar halkını anlattığına da işaret eder. Avarlar ile Dar-Hunların özdeşliğinin Bizans tarih literatüründeki açık kanıtı, yalnız bu değildir. Menandros ‘un halefi, Theophylaktos Simokattes de, aynı şekilde, sadece Uar-Hunlar ile Avarları değil, Uar-Hunlar, Avarlar ve Juan-Juanların özdeşliğini de doğrulayan önemli verileri açıklamaktadır. SEKİZİNCİ BÖLÜM Türk Kağanının Kral Maurikios’ a Mektubu Heftalit kavimlerinin en önemli iki unsuru olan ve kaynakların Heftalit kavimler birliğinin ad vericileri olarak da ayn ayrı andıkları Uar ve Hun, M. S. 557’de Avrupa’ya ulaşan Avarların Uar ve Hun unsurları olarak, bütün kavimler birliği içinde tam bir aynılık oluşturmaktadır. Avrupa’daki Uar ve Hunlar hakkında, Bizanslı Menandros’la birlikte Theophylaktos Simokattes de bilgi vermektedir. Theophylaktos’a göre, Türk kağanı, M. S. 598 yazının başlarında, Bizans kralı Maurikios’a elçileriyle bir mektup göndermiştir. Burada kağan, mektubun gönderilmesinden hemen önce, kendisini “yedi iklimin hükümdarı” yapan ve Türk İmparatorluğunun kurulmasını sağlayan muhteşem zaferlerinden haber vermektedir. Mektupta belirtilen savaşlar, sırasıyla şöyle olmalıdır: Kağan, ilk olarak Abdeller (veya Theophylaktos ‘un kaydettiği diğer adlarıyla, Heftalitler) halkının başbuğunu yendi. Daha sonra, Stembis Kağan ile (veya unvanı Silzibulos olan Batı Türk kağanı ile) anlaşarak Avarları fakat M. S. 557’de, Justinianos devrinde Avrupa’ya gelen “sahte” Avarları değil- Taugast’ın, Türkçesiyle Tabgaç’ın (Kuzey Çin’in) komşuluğunda yaşayan ve barbarlar arasında en korkunç şöhretlileri olan gerçek Avarları yendi. Mektuba göre, gerçek Avarlar, kağanın bu zorlu savaşından sonra Avrupa’ya gitmediler; bir kısmı Taugast’a, bir diğer kısmı ise, adları, Türk yazıtlarında Korelileri karşılayan Bökli adı ile aynı olan Mukrilerin topraklarına göç ettiler. Sahte Avarlar, Theophylaktos’a göre, gerçekten, Kara Ti/ ırmağı kıyısında yaşayan Ogur kavimlerinden ayrılmış, Asya kökenli bir halktı. Justinianos’un (M. S. 528-565) yönetiminde Avrupa’ya gelenler onlardı. Sahte Avar kavimleri, Barsiller, Onogurlar ve Savirlerin yakınlarından geçtikleri zaman, bu kavimler, onları gerçek Avarlar olarak düşündüler ve korkularından onlara kıymetli hediyeler verdiler. Başka halkları bu şekilde yanılgıya düşürmek, Sahte Avarların işine geldi ve bu olaydan sonra, onlar da kendilerini Avar diye adlandırdılar. Theophylaktos’a göre, Avarların bir bölümünü, daha o dönemde, eski Ogur yönetici boyunun adı olan Uar’dan dolayı Var diye adlandırdılar. Avarların ikinci grubunun adı ise, bir başka yönetici oymaktan dolayı Chunni idi. Ogurlann yenilmesinden sonra -mektup devam etmektedir-, kağan, Kolchlara karşı ezici bir zafer kazandı. Bu sırada ise, imparatorluk içinde, kağanın ancak kanlı savaşlardan sonra bastırabildiği bir isyan çıktı. Mektupta, kral Maurikios’a, daha önceki zaferlerle birlikte bundan da söz edilmektedir. Theophylaktos, daha sonraları, Türkler ve Çinliler hakkında çeşitli coğrafi ve etnografik verileri açıklamaktadır. Coğrafi verilerden, “Gerçek” Avarların bölgesinin Soğdiya ve Baktriya çevresinde bir yerlerde bulunan Taugast olduğu ortaya çıkmaktadır. Soğdiya, depremlerin ve salgın hastalıkların sık görüldüğü bir yer oluşuyla bilinir. Onogurların Bakath adlı şehirleri de bir deprem sonucunda yok olmuştu. Türkler ise, kendi topraklarında depremlerin seyrek oluşu ve salgın hastalıkların hiç bilinmeyişiyle övünürler. Sonraki olayları anlatırken, Theophylaktos, kısaca, Sahte Avarlara tekrar döner; onun anlattıklarına göre, daha sonraki Türk iç savaşıyla aynı zamanlarda, başka Uar ve Hun unsurları da Avrupa’ya gelmiştir. Bunlar, yani, Kotzagel, Tarniach ve Zabender kavimleri, Avrupa’da bulunan “Sahte” Avarlarla birleştiler ve onların saflarını güçlendirdiler. Kağanın mektubu, bütün bozkır tarihi açısından belli bir değer taşıyan ve ayrı ayrı gözden geçirilmeleri ilgi çekici olabilecek halk ve c0ğrafya adlarının yanı sıra, pek çok tarihi veriyi de içermektedir. Her şeyden önce, mektupta öne sürülenlerin bir kısmının tarihi gerçekleri yansıttığına işaret etmeliyiz. Bunu, her şeyden önce, aynı olaylar hakkında çok daha ayrıntılı bilgiler veren Çince kaynaklar da doğrulamaktadır. Diğer taraftan ise, mektubun, Türklerin hükümdarıyla ilgisi olmayan konu yanlışlıklarını da içerdiği şüphesizdir. Büyük bir ihtimalle, mektupta ortaya konulan kayıtlar, M. S. 568’den sonra Bizans’a gelmiş olan ve Türk kağanlarının yazılı ve sözlü mesajlarını Bizans imparatorlarına ileten Türk elçilerinin açıklamalarına dayanmaktadır. Theophylaktos ‘a, böyle bir mektubun aslının yerine kopyası ulaşmış olabilir. Mektupta değişik Türk kağanlarının mesajlarının karışmış olmasının ve Türk kağanlarının mesajlarıyla hiçbir şekilde ilgili olamayacak Bizans edebi deyimlerinin de yer almasının sebebi, muhtemelen budur. Yoksa, Theophylaktos, eserinin başka bölümlerinden çıkardığımıza göre, dikkatli bir yazıcıydı; yani mektubun bu şekliyle de onun elinden çıkmış olduğunu düşünmemiz doğru olmalıdır. Kağanın sıraladığı olayların, en azından üç kağanın egemenlik döneminde gerçekleşmiş olabileceğini ve küçüklü büyüklü tutarsızlıklar yanında, mektuptaki kronolojik sıranın da yanlış olduğunu, Çin kaynakları açığa çıkarmaktadır. Çin kaynaklarına göre de, Türk İmparatorluğunun kuruluşu sırasında Türkler, önce M. S. 546’da Tielöleri, sonra, M. S. 552 ve 555 arasında Juan-Juanları ve nihayet M. S. 557’yi izleyen yıllarda Heftalitleri yendiler. Çin kaynaklarında bulunan Ye-ta (Heftal) sözünün, kağanın mektubunda kullanılan Abdel adıyla aynılığından şüphe etmemiz için hiçbir sebep yoktur. Mektupta sözü edilen “Gerçek” Avarların rolünü, Çin kaynaklarında Juan-Juanlar oynar. Üçüncü halk adı olan Ogur Çinlilerdeki Tielö halk adının karşılığıdır. Tielöler ile Avrupa’ya göçen Ogur halklarının aynılığı konusuna, önceki kaynaklar da değinirler. Bu aynılığın kesin delillerini ise, Hazar tarihinin kaynakları ortaya koymaktadır. Hazar kavimler birliğinin durumu da, M. S. 567 sonrasında, gittikçe güçlenmiştir; böylece Hazarlar, Volga, Don ve Kafkasya arasındaki bölgenin hakimiyetini, tam olarak M. S. 600’e kadar ellerinde tutmuşlardır; ancak M. S. 600’lü yıllarda, Onogur -Bulgarlar, yarım asırlık bir zaman içinde, bağımsızlıklarını tekrar kazanmayı ve Kuban ırmağı kıyısı ile çevre bölgelerde “Onogur Yurdunu“, diğer adıyla “Büyük Bulgaristan”ı kurmayı başardılar. Hazar hakimiyetinin sarsılmasının sebebi, M. S. 603 ‘te, Batı Türklerinin İç Asya’daki bölgelerinde isyanlar çıkması ve ardından, bağlı halklar üzerindeki Türk hakimiyetinin, imparatorluğun bütün bölgelerinde zayıflamasıydı. Onogur-Bulgarların bağımsızlık haberi, Çin’in her yerine ulaşmıştı. Bu bilgi, Sui hanedanı devrinde (M. S. 581-617), Tielö kavimlerinin isyanından sonra hazırlanmış olan ve bazı Tielö boylarıyla ilgili coğrafi kayıtların da yer aldığı Çince kavim kütüğünden de çıkarılabilir. Bu kayda göre, Tielö kavimlerinin doğudaki büyük grubu, Altay dağları, Selenga ırmağı ve Kingan dağları arasında, Baykal gölünün güneybatı, güney ve güneydoğu komşuluğunda, Orhon’daki Türk İmparatorluğunun kuzey, batı ve doğusunda yarım daire şeklini oluşturan topraklar üzerinde yerleşmişti. Bu doğu boyunun Türkçe ortak adı Oguz, yönetici kavmin adı ise Uygur idi. Türk yazıtları, Çinlilere göre Tielölere ait olayları anlatırken, her vesileyle Oguzlardan ve dolayısıyla yönetici kavimleri olan Uygurlardan söz ederler. Tielölerin doğu grubu ile Türk yazıtlarında anılan Oğuzların aynılığını ise, islami kaynaklar ve yeni ortaya çıkan Saka dilli kayıtlar, hep bir ağızdan doğrulamaktadırlar. Nitekim, Türk yazıtlarının çözümü sırasında ortaya çıkan ve bozkır halklarının tarihi üzerinde yapılan araştırmalarda, yarım asır boyunca, birçok sıkıntı doğuran Oguz ve Uygur kavimlerinin (yani Türklerin) birbirleriyle olan ilişkisi konusu da, son zamanlarda çözümlenmiştir. Türk yazıtlarında adları geçen kağanlar da, isyan eden Oğuz kavimlerini “kendi” halkları olarak adlandırmaktadırlar; bu açıklama ise, Oğuzların, Türk kağanlarının tebaları oldukları şeklinde anlaşılabilir. Buna karşılık, bugün elimizde bulunan veriler, Türk kağanlarının, ancak silah zoruyla boyunduruk altına alabildikleri halkları “kendi” halkları olarak adlandırdıklarını, bütün şüpheleri ortadan kaldıracak şekilde bildirirler. Birinci ve ikinci Türk imparatorluklarının kuruluşlarını izleyen yıllar içinde, yani M. S. 555 ve 680’den sonra, böyle bir durum ortaya çıkmıştır. Başka devirlerde ise, özellikle M. S. 744 öncesindeki yıllar içinde, Türk başbuğlarının, bağımsızlıkları için savaşan Oğuzlarla kanlı savaşlar yapmaları gerekmiştir. Son zamanlarda ortaya çıkan Tibet ve Saka kaynakları ise, Oniki Doğu Türk ve Ondokuz Oğuz-Uygur kavmini, adlarına göre sıralamaktadırlar ki burada, iki ayrı kavim birliğinden söz edildiği şüphesizdir. Hatta, Türkler ve Oğuzlar aynı coğrafyada bile değillerdi. Nitekim elimizde,Orhon ırmağı kıyısındaki Türk başşehrinin kuzeyinde bulunan Selenga vadisindeki Oğuz-Uygur baş şehrine nasıl gidileceğini anlatan Çince bir gezi raporu bulunmaktadır. Hem Türk hem de Oğuz-Uygur yönetici tabakalarının ve kavimlerinin bir kısmının, M. S. VI. asırdan sonra, Türk dilli oluşlarının veya Türk dilinin birbirine çok yakın olan şivelerini konuşuyor olmalarının, Oğuz-Uygur ve Türk kavim gruplarının aynı dil ortaklığına bağlı oluşlarına ve daha o devirde, ister tek tek Türk kavimlerinin, isterse bütün boyların şive değiştirmesi yoluyla ortak Türk diline kavuştuklarına işaret etmesi, ayrı bir konudur. Oğuz ve Türk boylarının ayrılması da, muhtemelen, Türklerin M. S. VI. yüzyılda ortaya çıkışlarından önce gerçekleşmişti. Bu tarihten önce de Türkler, Juan-Juanların egemenliği altında bulunuyorlardı; Oğuz-Uygur (Tielö) kavimleri ise, Juan-Juanlarla sadece sıcak ilişkiler içinde oldular ve nihayet V. yüzyılda, onlarla şiddetli savaşlar yaptılar. Tielölerin Kazak bozkırlarında yaşayan kolunun, bir zamanlar, Juan-Juanların egemenlikleri altına girdiklerine dair hiçbir bilgimiz yoktur. Tielölerin, dolayısıyla Tinglinglerin Güneybatı Sibirya’da ve Kazak bozkırlarında yaşayan kavimleri, daha önceleri, Hiungnu devrinde de genellikle bağımsızlıklarını korumayı başarmışlardı. Bu döneme ait, elimizde Türklerden kalma bir kayıt yoktur. Çince kaynakların bir kısmının başka göçer halklarla birlikte Türkleri de Hiungnulardan türettikleri doğrudur; Bu bilgi ise, en azından, tıpkı Bizanslıların Avrupa Hunları konusunda kullandıkları gibi, Çinlilerin de, Hiungnu adını, genel olarak “göçer” anlamında kullanmış olabilecekleri biçiminde güçlü bir şüphe doğurur; Ancak Türkler ile Oğuz-Uygurların ayrılığının JuanJuan devrinden önce söz konusu olduğuna ve bugün elimizde bulunan verilerin gösterdiğine bakılırsa, Oğuz-Uygur (Tielö) kavminin en azından bir boyunun Türkçe konuştuğu kesin olarak görülmektedir. Oğuz-Uygur tarihini, Tielö-Tingling özdeşliği içinde, tam M. Ö. III. yüzyıla kadar izleyebilmekteyiz. Tielö kavimlerinin orta grubu, Sui hanedanı çağının sözünü ettiğimiz Çince kavim kütüklerine göre, M. S. 600-618 civarında, “Kang’ın kuzeyine” veya Soğd bölgesinin kuzey sınırına, Sir Derya civarına yerleşmişti. Bu Tielö grubunun yurdu, “Fulin ‘in doğusunda” veya Bizans’ın Karadeniz ve Kafkasya çevresindeki eyaletlerinin komşuluğunda yaşayan üçüncü büyük Tielö kavim grubu ile Moğolistan’daki doğu Tielö kavimleri arasında, ortalarda bir yer işgal etmekteydi. Coğrafi belirlemelerle tam bir uyum içinde olan bu kavim listeleri, üçüncü Tielö grubunun kavimleri arasında, Alanlar ile Kafkasya’daki Avarların (Uar-Hunlar) adlarını da sayar. Üçüncü Tielö kavim grubuyla ilgili büyük önem taşıyan bu Çince rapor, bozkırlar tarihinin, açıkça, her bakımdan yaklaşılamayan problemlerinin anahtarını da vermektedir. Bu belgenin değerlendirilmesi sırasında, önce, Türkler ile Tie/ölerin (Oğuzlar-Uygurlar) tarihi hakkında geniş bir cilt tutacak kadar açıklamalar yapan Çinlilerin, bu iki büyük Türk kavimler birliğini, her durumda, açıkça birbirlerinden ayrı tuttuklarını dikkate almamız gerekmektedir. Eğer Çince kavim kütüğü, M. S. 600 civarında, Hazar bölgesindeki bir Tielö kavim grubundan söz ediyorsa, o zaman, Hazar ülkesinde, M. S. 600’ü izleyen yıllarda, Türklerin dışında ikinci bir büyük İç Asyalı Türk kavim birliği olan Tielö kavimlerininin de bulunduğundan şüphe edemeyiz. Bu durumda ise, ikinci Türk kavim grubunun, batılı kaynaklarca kökeni bilinmeyen Tielö adını kullandıklarının saptanmasıyla yetinmemiz gerekmez; çünkü Karadeniz’in doğusu ile Kafkasya’nın kuzeyinde bulunan Kuban nehri çevresindeki bölgelerin M. S. 600’den sonraki tarihi hakkında, Bizans ve Ermeni kaynakları da ayrıntılı bilgiler verirler. Bu verilerden ise, kavimleri tam bu yıllarda Hazarlardan ayrılan ve Kuban vadisini bütün güney ve doğu Hazar ülkesiyle birlikte egemenliği altına alan bu halkın, Ogur halkı olduğu, tüm kuşkulan yok edecek biçimde açığa çıkar; Bir başka anlatımla, Çince kaynağın, Tielölerin, Hazar ülkesindeki üçüncü bölümü olarak andığı bu kavim grubu, tartışmasız, M. S. 600’ü izleyen elli yıl içinde Hazarlara karşı bağımsızlığını başarıyla koruyan Kuban’daki Ogur, daha doğrusu Onogur-Bulgar kavimler birliğiydi. Bunlara göre, Tielö kavimler birliği içinde, yalnız Oğuz ve Uygur değil, Ogur kavimleri de bulunmaktaydı. Tielöler tarihinin en önemli Çince kaynaklarından birinin, Tielö kavimler grubunun toplu adları arasında, Çince ses bilgisi tarihine dayanarak, asli şekli, tam olarak Ogur olan Vu-Ho’yu da sıralaması, elbette şaşırtıcı değildir. Tielö kavim gruplarının adının Ogur adıyla bağlantılı değişik bir Çince şekli de, asli bir Öngur veya Onogur adının yaygın bir varyantı olabilecek Ongur şeklinin transkripsiyonu olan Yüan-Ho’dur. Tartışılan verilerden de, Tielölerin Oğuz-Uygur’dan başka, Ogur kavim gruplarına ayrılışının, daha çok erken devirde, Tinglinglerle ilgili verilerin tanıklığına göre de, en geç M. Ö. III. asırda gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır. Kavimlerin politik birliği, bölünmelere rağmen, ayrılma sonrası da çok uzun zaman sürmüş ve bu politik birlik, sadece kuzey Moğolistan’ın ve Kazak bozkırlarının kavimlerine değil, Avrupa’ya göçlerinden önce Kazak bozkırlarının Tielö kavimlerine bağlı olan Ogurlara kadar da genişlemiştir. Nihayet Çin ve batı kaynaklarının karşılaştırılmasıyla edinilen önemli bilgiler, batıdaki Tielölerin, yani Ogurların Doğu Avrupa’ya göçlerinin M. S. 463 civarında gerçekleştiğini göstermektedir. Doğudaki Tielöler ile Avrupa’ya göçen Tielölerin kader ortaklığı, İç Asyalı Tielö kavimlerinin Türklerin egemenliği altına girdikleri M. S. 546’da, kısa bir zaman için kesintiye uğradı. Kısa bir süre sonra, M. S. 567’de, Avrupalı Tielöleler de aynı sonla karşılaştılar. M. S. 600’den sonra, Tielö kavimleri, bağımsız ve bir bütün olarak yeniden örgütlendiler. Ogurların Hazarlara karşı bağımsızlıklarını tekrar elde etmeleri ise, anlatılanlara göre, yalnızca Avrupa’daki olaylarla değil, doğudaki Tielö kavimlerinin Türklere karşı gerçekleştirdikleri büyük ayaklanmalarla bağlantılıdır. Hazarlar, M. S. 650’lerde, Kuban’daki Onogur-Bulgarların bağımsızlığını sona erdirdiler. Bu olay sonucunda, Doğu Avrupa’nın güneydoğu köşesinin kaderi, bu tarihten başlayarak, en büyük hakimiyet Hazarların elinde bulunmak koşuluyla üç asır boyunca belirlenmiş oldu. Hazarlar, M. S. 650’yi takiben, bir asır boyunca, Kafkasya’yı ve Hazar ülkesini aşıp geçmeyi boş yere tekrar tekrar deneyen Arap saldırılarına sert bir şekilde karşı koydular; Ayrıca, Hazar imparatorluğu, Volga ‘yı geçerek Güneydoğu Avrupa bozkırlarını ele geçirmeyi sürekli deneyen Kazak bozkırlarının Türk kavimlerine, yani Oğuzlara, Peçeneklere ve Kıpçaklara karşı güçlü bir kale işlevi gördü. Hazarlara yenildikten sonra, Kuban Onogur-Bulgarlarının bir bölümü, Kuban ırmağı çevresinde kalmayı sürdürdüler ve Hazarlara boyun eğdiler. Diğer kavimleri, Karadeniz’i kuzeyden dolaşarak Bizans’ın kuzey sınırına, Tuna’nın güneyine yerleştiler; burada, M. S. 680’lerde Tuna-Bulgar imparatorluğunu kurdular. Volga Bulgarları ise, Hazarların önünden kaçamadılar; böylece de imparatorlukları, Hazarların egemenliği altına girdi. Nihayet Tielölerin (Ogurların) diliyle ilgili olarak, Moğolistan ve Kafkasya arasındaki bu göz kamaştırıcı alana yayılan Tielö kavimlerinin dil bakımından bir bütünlük taşımalarını, doğal saymamız gerekmektedir. Ayrıca Tielölerin, yani Tinglinglerin batı kolunun, daha M. Ö. 111. asırda, Moğolistan’daki Tingling grubundan çok uzakta, İrtiş çevresinde yaşadıklarını dikkatealarak düşünmemiz gerekir. Avrupa’daki Ogur halkları, genellikle kabul edilen, ancak muhtemelen tam olarak doğrulanmamış bir görüşe göre, Orta Türkçe z’nin yerinde r’nin ve ş’nin yerinde ise l’nin bulunduğu ve Türkçenin, diğer bütün şivelerinden ayrı bir varyantını konuşuyorlardı. Yukarıda gördüğümüz Volga-Bulgarlarını da, Ogur halkları arasında saymamız gerekmektedir. Türk şivelerinin bu farklı varyantını, az sayıdaki Çuvaş halkı dışında, bugün artık hiçbir Türk halkı konuşmamaktadır. Türk şivelerinin bu biçimdeki başka bölünmeleri, tabii olarak, eskiden de mümkündü. Bu nedenle, örneğin Moğol dilinde, daha eski zamanlarda da, “Bulgar-Türk” dillerinin daha önce söz edilen ses bilgisi özelliklerini gösteren Türkçeden alıntılanmış kelimelerin bulunduğunu biliyoruz. Bunun yanında, Türk şivelerinin bu değişik varyantı, Avrupa’da değil, İç Asya’da gelişmiştir. Böylece, burada tartışılan tarihi verilere göre, Türk şivelerinin bu değişik varyantının Ogur (Tielö) halklarının aracılığıyla Avrupa’ya ulaştığı görüşü, doğrulanmış görünmektedir. İşte bu nedenle, pek çok araştırıcının Ogur adında Oguz adının “Bulgar” varyantını görmeleri, muhtemelen doğrudur. Eğer böyle ise, şimdiye kadar bilinen verilerin tanıklığına göre, en azından M. S. VIII. yüzyıldan beri Orta Türkçe ile konuşan Uygurların, adlarındaki -gur ekinden hareketle, aslen veya belki ancak bazı kavimleri yoluyla Ogur halklarına bağlı olduklarını düşünmemiz gerekmektedir. Her ne olursa olsun, sonraki asırlar boyunca, hem Uygurlarda hem de bütün İç Asya’da, Türk şivelerinin bu değişik varyantı ortadan kalkmıştı; artık bazı Türk kavimlerinin, daha M. S. XI. yüzyılda, ünlü sözlük yazarı Kaşgari zamanında bile, “Bulgar” Türkçesi konuşmaları veya en azından atalarının bu asıl şivesini bilmeleri mümkün değildi. Macarlar da, Bulgar-Türk halklarıyla ilişkiye, Hazar ülkesi çevresinde girmişlerdir. Macarcadaki Ogur halklarından alınmış, çok önemli kavramların adlarını da içeren alıntı kelimeler katmanı, bu ilişkinin bir anısıdır 43. Zemarchos’un gezi notlarında, Talas’ın batısında yaşadıkları bildirilen Choalitlerin adıyla Kolchların adlarının muhtemelen aynı olduğu, kağanın mektubunun bütününe ait bir bilgidir. Öyle görünüyor ki, Çinlilerin Harezm için tek ad olarak zikrettikleri Kuali adı da, bu adlarla ilgilidir. Zemarchos’un elçiliği sırasında, Choalitlerin ülkesi, Sir Derya’nın orta havzasının kuzeyinde, Talas şehrinin batısında, fakat Aral gölünden de epeyce uzakta, doğuda yer alıyordu; yani elçilik heyetinin, Choalitlerin baş şehrinden , Oich ırmağını geçtikten sonra da Aral gölüne kadar olan “uzun yolu” aşması gerekmişti. (……..) Zacharias’ın, M. S. 555’te, Bizans kaynaklarından Orta Farsça aracılığıyla aldığı Süryanice halk adları listesinde kaydettiği Xwalis adında, Choalit adının daha sonraki bir varyantını görebiliriz. Bizans ‘ta tutulmuş bir piskoposluk kaydında, Hazar ülkesinin yarım asır sonraki bir Hıristiyan halk grubunun da aynı adı kullandığı görülmektedir. Daha sonraki asırlarda ise, Hvalis, Halis (Macarlarda: Kaliz) halk adları, artık Peçeneklerde, Macarlarda ve Güneydoğu Avrupa’nın başka birçok noktasında Müslümanlığı temsil eden, askeri niteliklerinin dışında, ticaret ve para konusunda da ustalıklarıyla bilinen ve Türklerin özelliklerini taşıyan halk topluluklarına işaret etmekteydi. Halislerin batıyla ilişkileri, çok eski zamanlara, Türk çağına kadar gerilere gider. Zamarchos da, gezi notlarını kaydederken, Batı Türk kağanı Silzibulos’un, kendisine boyun eğen krallar arasından yalnız Choalitlerin hükümdarlarına, Zamarchos ‘un dönüş yolundaki elçileriyle birlikte kendi elçilerini de Bizans ‘a gönderme izni verdiğine işaret etmektedir. Daha sonra, Choalit bölgesi M. S. VIII. asırın ilk yarısında Müslümanların egemenliği altına girdikten sonra, Choalitler, değişik ticari eşyalarla birlikte İslamiyeti de bozkır halklarına ulaştırdılar ve bunların büyük bölümü de, sonunda Doğu Avrupa Türk kavimlerine karıştılar. Eski Rusçada Hazar denizinin Halis denizi olarak adlandırılması, Choalitlerin batıya yayılmalarının bir sonucu olmalıdır 44. Choalitlerin ülkesinin zamanla Türkler tarafından işgal ediliş tarihini, mutlaka, Zemarchos’un yolculuğunun, yani M. S. 571 ‘in öncesine yerleştirmemiz gerekmektedir. Türklerin Talas çevresini ve Choalit bölgesini Heftalit akınlarının arttığı bir zamanda da ellerinde tutmuş olmaları gerektiğine dikkat edersek, pek muhtemeldir ki, Choalit bölgesinin ele geçirilmesi, daha M. A557’lerde, Heftalit akınlarından az önce gerçekleşmiş olmalıdır. Heftalit akınları ise, Türk ve müttefik Fars ordularının yıllarını almış ve ancak Yuan-Yuanların tamamen yok edilmesinden (M. S. 552-555) sonra gerçekleşebilmişti. Yani olayların sırası, kağanın mektubundaki açıklamalar gibi (Heftalitler, gerçek Avarlar, Ogurlar ve Kolchlara karşı kazanılan zafer, sonra Türk iç savaşı) biçiminde değil, (Ogurlar “Tielöler”, Avarlar “YuanYuanlar”, Kolchlar “Choalitler, Kalizler” ve H eftalitlere karşı kazanılan zafer ve ancak epeyce sonra, M. S. 581-582 yıllarında, Theophylaktos gibi Çin kaynaklarının da çok ayrıntılı olarak kaydettikleri Türk iç savaşı) biçiminde gerçekleşmiştir. Mektubun “sahte Avarlar”‘ın ad değiştirmesi ile Onogurlar, Savirler ve Barsillerin kötü yönetimleri hakkındaki hikayesi de tarihi gerçeklere uymamaktadır. Theophylaktos, burada sözü edilen bölümün tamamında, Tacitus’un da “Germania”nın ön sözünde kullandığı, o iyi bilinen antik hikayeyi, kelimesi kelimesine kopya etmektedir. Theophylaktos’un hikayesinde, nefret edilen barbarları kötülemek için, Avar adının bile yeterli olduğu ve bütün Bizanslılarda barbarlara karşı duyulan bir öfkenin ortaya çıktığı açıkça görülmektedir. Ayrıca, bugün artık, mektubun olduğu gibi kopya edildiğini bildiğimize göre, mektubun yazıcısının, Avar adını gerçek anlamıyla kullandığından şüphelenmemize yol açacak hiçbir sebebin bulunmadığını da biliyoruz. Gerçekten, Menandros’un hem Türk kökenli hem de Soğd tercümandan kalma verileri ve söz konusu mektup, Avrupalı Avarların, Avar ile Uar-Hun adlarını, tam bir hakla ve yerinde kullandıklarını, hep birden doğrulamaktadırlar 45. Eğer mektubun iddiasını göz önüne alırsak, Ogurların, Ti/ ırmağı yanında oturdukları sonucuna ulaşırız. Başka bir çok yazıcının Ati/ adıyla kaydettiği bu ırmak ise, Volga’dır. Eğer “sahte” Avarların kendileri de mektubun iddia ettiği gibi Ogur kökenliyseler, Volga civarında yaşayan ve kendileri de Ogur halkları içinde bulunan Onogurların, “sahte” Avarları İç Asyalı gerçek Avarlarla karıştırmış olmaları mümkündür. Buna karşılık, Til ırmağı kıyısına yerleşmiş olan Ogurların, Menandros ‘a göre de Atil ırmağı yakınlarında yaşayan bu Ogurlarla aynı oldukları düşüncesi, epeyce şüphelidir. Priskos ‘un ve diğer Bizanslı tarih yazıcılarının verdikleri bilgilerden ortaya çıktığı gibi, bu Ogurların içinde Avarlar yer almıyordu. Mektubun yazıcısını, Uar-Hun Avarlarını, tam olarak Ogurlardan türetmeye götüren nedenin ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Eğer Avarların çeşitli Ogur halklarını yenmelerinden sonra, birçok Ogur kökenli kavim unsurunu tebaları arasına aldıkları ve Karpat havzasında, daha M.s.6 asrın ikinci yarısında Ogurlarla birlikte yaşadıkları bilgisine ulaşırsak, belki gerçeklikten o kadar uzaklarda gezinmemiş oluruz. Bu gerçek ise, Bizanslı diğer yazıcılar için hiç de bilinmez bir şey değildi. (…..) Bu açıklamaya rağmen, iki zıt görüşün ileri sürüldüğü görülmektedir: Bir taraftan, -Menandros’ta muhafaza edilmiş kayıtların bildirdiğine göre-, Bizans-Türk görüşmeleri vesilesiyle, Türk kağanının, Heftalitler ile Avrupa’ya ulaşan Avarlardan, iki ayrı halk olarak söz ettiğini dikkate almamız gerekmektedir. Gerçekte ise, Heftalitlerin ülkesinden dönen Çinli budist hacı Sung Yün’ün, daha M. S. 520’de bile, onları göçer barbarlar olarak kaydetmesine rağmen, yine bu kayıtlara göre, Türk elçilerinin. Heftalitleri, açıkça şehirde oturan halk olarak nitelemelerini , karşı görüş olarak ileri sürebilmekteyiz. Bu durum ise, şehirde oturan Heftalitler ile göçer Heftalitler arasında bir ayırım yapmamız gerektiğini gösterir ve şehirde oturan Uar-Hun Heftalitlerinin kaderinin, sonrakilerden, yani göçerlerinkinden farklı olduğunu ifade eder. Heftalit adının bu farklı kullanımlarında, Heftalitlerin Uar veya ancak Hun unsurlarının söz konusu olduğunu göz önünden uzak tutmamız, tabii ki mümkün değildir. Avrupalı Avarların Heftalit kökenli olduğunu savunan varsayıma karşı kullanılabilecek bir başka kanıt da, Avrupalı Avarların sadece Bizanslı Menandros ve Efes/i Janos’a göre değil, aynı zamanda, Macaristan’da gittikçe artan arkeolojik bulguların ortaya koyduğuna göre, sırtlarına bir veya iki saç örgüsü bırakmaları ve bunları bir, belki iki tokayla birbirine bağlamaları gibi saç bırakma tarzlarıdır. Heftalitler veya en azından Heftalitlerin bazı grupları ise, Çinlilere göre, saçlarını enseleri hizasından keserlerdi. Bu kayıt, ayrıca resim ve açıklayıcı metinlerle desteklenmiş, Çin sarayından dönen barbar elçilik heyetinin kayıtlarını içeren ve kesin olarak Güney Çincesiyle yazılmış bir esere dayanmaktadır. Bu eserin Sung çağına ait eski bir kopyası, Çin’de yakın zamanlarda ortaya çıktı ve bu kopya, bu tür bulguların en ilgi çekicileri arasında yer aldı. Bu durumda ise, doğal olarak, bu kaydın bütün Heftalitlere mi, yoksa göçer ya da şehirde yerleşmiş Heftalitlere mi ait olduğu tartışmalıdır. Buna karşılık, Avrupalı Dar-Hunların Yuan-Yuan kökenli oldukları konusunda, Çinlilerin, tıpkı batılı kaynakların Avarlar hakkında söyledikleri gibi, saç örgülerinin Yuan-Yuan giyimkuşamının en belirgin özelliği olduğunu söylemeleri ileri sürülebilir. Yuan-Yuan kavimler birliğinin yıkılmasından sonra, bazı Yuan-Yuan kavimlerinin Avrupa’ya göç etmiş olabilecekleri konusunda, Çinli kaynakların bir şey bilmedikleri doğrudur. Çinlilerin, sadece sınır boylarına yakın yaşayan Yuan-Yuan gruplarından bilgi verdikleri göz önüne alındığında, Çince kaynaklara dayanmanın pek sağlıklı sonuçlar vermeyeceği kesindir. [Kısacası, son tahlilde, Avarların, şüphesiz, Uar ve Khünni (Hiung-nu) adlı aynı iki etnik unsurun Heftalit olarak birleşmesinden oluştuklarını ifade edebiliriz. Avarların doğrudan doğruya Yuan-Yuan kökenli oldukları, Çin kaynaklarıyla, doyurucu biçimde kanıtlanabilir; fakat gerçekte, Heftalitlerin Uar ve Khünni kavim grupları, daha M. S. iV. asırda, Yuan-Yuanlardan ayrılmışlardı ve kaynaklarımıza göre, Avarlar ile hiç bir temasları da olmamıştı. Bu yüzden, bazı verilerin, belki M. S. 557’de Avrupa’ya göç eden ve Avarlarla aynı olan kavimleri, Heftalit Uar-Hunları olarak yorumlanabilmelerine rağmen, ne yazılı kaynaklar ne de arkeolojik veriler, böyle bir hüküm için yeterli bir dayanağı sağlayabilirler 47.]* Taşıdıkları güçlüklere rağmen,Theophylaktos Simokattes’in verilerinin gözden geçirilmesi, Avar (Uar-Hun), Ogur (Tielö < Tieh-le), Hazar ve Halis tarihleri açısından pek çok bilgi vermektedir; bu nedenle, Theophylaktos’un söz konusu raporunun, bugün de bozkırlarla ilgili literatürün en fazla bilgi açıklayan kaynakları arasında oluşu, asla şaşırtıcı değildir. Bu ise, Theophylaktos ‘u izleyen Bizanslı tarih yazıcılarının eserlerinin çok büyük bölümünün kaybolduğunu ve böylece daha sonraki iki asırın tarihi hakkında, elimizde, ancak dünya kronoloji yazıcılarının yetersiz özetlerinin kaldığını, kısmen doğrulamaktadır. Karadeniz’in kuzeyinde bulunan bölgelerin kaderi hakkında, 7.ve 8.asırların Bizans kaynaklarından çok az şey öğrenmekteyiz. Tuna Bulgarlarının çekilmesinden sonra M.S.VIII.asırda Hazarların hakimiyetlerini zamanla bazı doğu İslav kavimlerine kadar yaymayı başardıkları,elimizde bulunan dağınık verilerde göze çarpmaktadır. Daha sonraki asırda ise,artık Tuna’nın batısına,İslav kavimlerinin komşuluğuna Macarlar yerleştiler. Macarlar Hazarların bazen müttefikleri,bazen da tehlikeli düşmanları oldular. Göçer halkların gerçekleştirdikleri göçleri zaman olarak Asyalı Hunların batıya ilk yayılışları döneminden tam Hazar İmparatorluğunun güçlenme dönemine kadar ; Coğrafi olarak ise, Gün doğusndan,gün batısına,Çin Seddi’nden Karpat Havzasınna kadar gözden geçirdik. u büyük olaylar dizisinin son aşaması olarak bilinen Hazar İmparatorluğunun ortaya çıkışı ise,artık sadece Ogur Halkları,Savirler ve Avarlar değil,Macarlar açısından da yazgı belirleyici önemde bir olay oldu. *** Araştırmanın Tarihi Hakkında Avrasya bozkır halklarının Çin ve Bizans sınırlan arasında gerçekleştirdikleri göçler, İran ‘ın kuzeydoğu sınırına da ulaşmıştır. Bu nedenle, bozkırdaki halk hareketlerinin anlaşılmasında, İran’ın kuzeybatı (Kafkasya) ve kuzeydoğu sınırlarıyla ilgili tarih ve coğrafya kaynaklarının aktardığı bilgiler, anahtar işlevindedir. Coğrafya ve genellikle bozkır tarihiyle ilgili kaynaklar, istisnasız, bu konunun klasiği sayabileceğimiz, J. Marquart’ ın Eranşahr (Abhandlungen der Gesellschaft der Wissenschaften zu Göttingen. Phil. -hist. Klasse. vf XIII/2. Berlin, 1901) adlı hacimli eserinin bilgisine dayanır. Marquart, Eranşehr’ de anlattıklarını, daha sonra yazdığı “Wehrot und Arang, (Leiden, 1938)’de ve “Über das Volkstum der Komanen”, (Abh. Göttingen. XIIl/ı, Berlin, 1914)’te, belirli değişikliklerle tamamladı. Eranşehr ‘de ortaya konulanları köklü biçimde değiştirmek, ancak ikinci dünya savaşından sonra mümkün oldu. 1. B. Henning, H. W. Bailey ve bazı araştırmacılar, bozkır halklarının tarihi açısından önemli, Yeni Soğd, Orta Fars, Partuş, Harezm ve Saka verilerini, bir dizi halinde yayımladılar; Baktriya ‘da yakın dönemlerde ele geçen Orta İran dilli yazıtlar da, bozkırların tarihi açısından çok önemliydi. Aralarında, A. A. Freyman, V. A. Livsic, N. M. Bogolyubov’un bulunduğu Sovyet araştırmacılar, İç Asya’ da ortaya çıkan Harezm, Soğd ve başka Orta İran dilli kaynakların yayımını başlattılar ve yıllar içinde, İç Asya’nın nümizmatik verileri de, büyük ölçüde yaygınlaştı. Bu arkeoloji araştırmalarını ise, A. N. Bernstam, S. P. Tolstov ve daha başka Sovyet araştırmacılar, göçerlerin tarihiyle ilgili haritamızı sürekli biçimde değiştiren çalışmalarını, İç Asya ülkelerinde, ve Kazakistan’ da sürdürdüler. (Bu araştırmaların en iyi özetini, lstoriya Tacikskogo Narada /, il. verir.Yayımlayanlar: B. G. Gafurov ve B. A. Litvinskiy, Moskova, 1963, 1964. ). Marquart, konu açısından çok önemli olan Çince kaynakları, genellikle, bir dilci olmayan M. J. de Groot’un yardımıyla kullandı. Bu ikilinin gerçekleştirdiği ortak çalışma, tarih ve coğrafya alanında da çok değerli sonuçlara ulaşmıştır. Çok önemli konularda ise, Marquart’ın görüşleri, bugün artık düzeltilmeğe muhtaçtır. Bir taraftan, konuyla ilgili Çince kaynakların eleştirisi, de Groot zamanından beri, -özellikle G. Haloun, K. Enoki ve diğerlerinin çalışmalarıyla-, büyük ilerleme kaydetti; diğer taraftan, Marquart’ın eserlerinin yayımından beri, P. Pelliot, B. Karlgren ve diğerlerinin çalışmalarıyla, Çince ses bilgisi tarihinin bazı dönemleriyle ilgili bilgiler tamamen değiştiler. Bu gelişmenin sonucunda, Çince kaynaklarda ortaya çıkan kişi ve coğrafya adlarının çağdaş ses şekillerinin tekrar saptanması konusunda, yeni ve güvenilir bir temel atılmış oldu. Hiungnu devrinin tarihi coğrafyasının araştırılması, bilhassa Kangha (Kangkü, Kang) konusunda yeni sonuçlar ortaya çıkardı; çünkü G. Pticyn ve S. G. Klyaştornıy’nin araştırmaları sırasında, aralarında Kengü-Tarban gibi coğrafi konuların da bulunduğu birçok ayrıntıyı açığa çıkarmak mümkün oldu. Yukarıda bölüm) sözü edilen yeni kayıtlar, tamamen, Kiingii ve Kungi-deh yer adlarıyla ilgilidir; ayrıca, Hataynamelerin Partuş döneminden kalma hikayelerini Yüeçilerin batıya göçleriyle ilgili verilerle birlikte aktaran bu kayıtlar; 1. Ö. 129/8 ve M. S. 60 arası devirlerde, Farsların büyük Turanlı düşmanının Kangha (Kang) ülkesi olduğunu doğrulamaktadır. Çinlilerin batıya gönderdikleri elçi Çang Kien, daha M. Ö. 129/8’de bile, Fergana’ dan Soğdiya yoluyla güneybatı yönündeki yoluna, ancak Kangkü başbuğunun izniyle devam edebilmişti. 261.Haloun (ZDMG XCI, 1937, 261. s. ), bu verinin güvenilirliğinden hiç şüphelenmedi; aynı zamanda, Yüeçilerin göçleri sırasında görülen olaylarda Karıgkü ‘nün rol alışının önemini de yorumlayamadı. Grek-Latin kaynakları, Toharların (Yüeçiler) göç olaylarıyla ilgili olarak Kangkü adını zikretmezler. Burada (il. bölüm) söylenenlerden ortaya çıktığı gibi, Kangkü’den başlayan akınlar, Latin-Grek ve daha sonraki başka kaynaklara göre, hem güneye, Soğdiya ve Baktriya’ya hem de batıya, Asi (Asii, Asiani) halk adıyla ilgili görülen Aors bölgesine yönelmişti. Bu durum, Yüeçi göçüyle ilgili kaynaklarda geçen Aslar ile Alan Asların adı arasında görülen benzerlik konusunda, şimdiye kadar da birçok defa dikkati çeken ve son olarak da, görüşünü dilciliğe dayandıran H. W. Bailey’in, Kuzey İran dillerinin akrabalık bağlarına dayalı birleştirmesinin tarih ve coğrafya temellerini atmaktadır. Kangkü bölgesinde, Türk imparatorluğu çağında, Choalitler devletiyle karşılaşırız. Bu adı, son dönemlerde yaşayan Müslüman Halislerin adıyla birleştirdiği için yukarıdaki (VI. bölüm) açıklama yenidir. Aynı şekilde, Amu Derya çevresindeki ülkelerde, M. S. civarında geçen ve Eranşehr’in yayımlandığı yıllarda henüz bulanık görünen olaylar dizisinin kronolojisini belirlemeyi de yeni bir temele oturtmak gerekiyordu. Kidaritlerin batıya göçleri, Hiungnuların Soğdiya’ya yerleşmeleri ve Chionitlerin (Heftalitler) imparatorluk kurmalanyla ilgili verilerimiz, -III. ve bölümlerde söylenenlerden ortaya çıktığı gibi-, M. S. 350 civarında ortaya çıkan aynı büyük göçer istilasının farklı safhalarını sergilemektedir. Yuan-Yuan kavimler birliğinin saldırısı, Sienpi İmparatorluğunun yıkılışından sonra, İç Asya’da, bilinmeyen kökenli Uar kadar eski olan Hiungnu (Hyon) halk unsurlarından doğdu; yani Marquart’ın Hiungnu ve Hyon adlarını ayırması asılsızdı. Hiungnular ve Hyonlar ile Avrupa’daki ve Kuzey Hindistan’ daki Hunların aynılığını, V. bölümde anlatılanlara göre, Amu Derya çevresini işgal eden Var-Hunlarla ilgili tarihi kaynaklar, kesin şekilde doğrulamaktadır. Uar adı konusunda, Marquan doğru yolda yürüdü: Çinlilerde bulunan Hua adının, tamamen, Oxus çevresini işgal eden Uarların adını yansıttığı şeklindeki Marquart’ın bu görüşünü, dilcilik açısından doğrulamayı ancak Lajos Ligeti başardı. Ogur halklarının M. S. 350 ve M. S. 463’leri izleyen göçlerinin burada (VI. ve VII. bölümler) sunulan belgeleri de yenidir. Tarihi ve coğrafi veriler de, Avrupa’ da Ogur adıyla rol oynayan halkların, Marquart’ın düşündüğü gibi, Batı Türk kökenli değil, önce Tingling, sonra ise Tielö veya Kaokü adıyla zikredilen kuzeydeki büyük göçer kavimler birliğine bağlı olduklarını göstermektedir; bu kavimlerin göçü, Kazak bozkırlarının daha kuzey kısmından güneye, M. S. 350’den sonra da devam etti; bu devirde, Tielöler (Ogurlar), Uar-Hunlar ve Hiungnuların geçip gitmesinden sonra, Kazak bozkırlannın güney bölgesine yerleştiler; nihayet M. S. 463’te Avarlar ve Savirler, batıya yönelen yeni akınların önünde Avrupa’ya göçtüler. Avarların (Uar-Hunlar) Avrupa’ya göçlerini konu alan Theophylaktos Simokattes’inki gibi hikayelerin kritiğini, bütünüyle yeni temellere oturtmak gerekmektedir. Bizanslı yazıcıların göçerlerle ilgili anlattıklarında, büyük kısmı Herodotos ‘tan kaynaklanan eski yer adlarının ve folklorik kayıtların kullanıldığını, Marquart’ın araştırmalarından sonra, daha açık bir biçimde olarak görüyoruz. Theophylaktos’un, dolayısıyla kağanın mektubunun “sahte” Avarların ad değiştirmesi hakkında anlattığı da, klasik yazarlardan olduğu gibi aktarılmış bir antik alıntı oluşu ve bu nedenle tarihi gerçeklikle hiçbir ilgisinin bulunmayışıyla, bu niteliktedir. Avrupa’daki Avarlar, hem Avar hem de Uar-Hun adını tam bir haklılık ve doğruluk içinde kullandılar. Avarlar ve Heftalitlerin, Uar-Hun (Yuan-Yuan) kökenli oluşlarının bu eserde ortaya konulan kronoloji ve coğrafya temelleri de yenidir. AÇIKLAMALAR Achaimenidalar: İran üzerinde egemen olmuş ilk Fars hanedanı (M. Ö. 550-330). Ahuan: bkz. Arhan. Akatirler: M. S. V. asır boyunca, Hun imparatorluğu çağında, Güneydoğu Avrupa bozkırlarında yaşamış göçer halk. Bu ad, kaynaklarda Akatzir şeklinde de ortaya çıkar. Alan: M. S. SO’den sonra, Aral gölü ve Kafkasya arasındaki bölgede ortaya çıkmış, İrani halkların kuzey koluna bağlı olan büyük kavim grubu. Hunların Avrupa’ya akınından sonra, bazı kavimleri, erken halk göçü dalgalarıyla batıya yöneldiler. Diğer kavimleri, Kafkasya çevresinde kaldılar. Alanların başka bir Kuzey İranlı halk unsuru olan Aslarla (Yaslar) birleşen grupları, Oset adıyla, bugün de, Kafkasya sırtlarının orta bölümünün kuzeyinde ve güneyinde bulunan Osetya’da yaşamaktadırlar (bkz. Asi). Amu Derya: Grek-Latin adı Oxos!Oxus olan ve Aral gölüne dökülen Batı Türkistan’ın büyük ırmağı. Aors: Ö. son iki asır ile fS. 1. asırda, tam M. S. 50’ye kadar bozkır tarihinde önemli rol oynamış, bozkırın orta kısmında, Aral gölü ile Kafkasya ve Don arasında yaşamış, Sarmat kökenli, Kuzey İranlı göçer kavim grubu. Aparn: Ö. 111. asır boyunca, Kuzeydoğu İran’daki Parthia bölgesinde hakimiyet sağlamış olan, Hazar denizinin doğusunda, Türkmen bozkırlarında yaşamış, aslen Daha kavimlerine bağlı kavim grubu. Apam işgalinden sonra, Parthia ‘nın hükümran ailesi Arşakid oldu. Arhan: Toharistan’da, Amu Derya yakınlarındaki yerin S. X. asır Arap coğrafya eserlerindeki adı. Arhan, LS. VII. asırda, bir süre için Kuzey Afganistan’daki Batı Türk başbuğunun başşehriydi. Arhan adının Çince kayıtlı şekli: A-huan (0huan). Arkaik Çince: Tarihinin erken çağlarında, gÖ. VIII. ve S. 111. asırlar arasındaki Çin dili. Arşakidler: Kuzeydoğu İran’dan başlayarak İran’ın bütün bölgelerini Büyük İskender’in varislerinden aşama aşama geri almış olan ’uÖ. yakl. 250- LS. yakl. 224) olan İranlı hanedanın, Partuşların yönetici ailesinin adı. Kullanımında, GrekLatin şekillere dayalı Arsacida ve Arzacida şekilleri de vardır. As: bkz. Asi. Asi: Sir Derya’nın orta havzasının kuzeyinde bulunan Kara Tav çevresindeki Kangkü ülkesinde yaşamış Kuzey İranlı göçer halk. Asiler, LÖ. 128’lerde, Soğdiya ve Baktriya’nın işgalinde rol aldılar. Bu bölgeler, bir süre için, buraya taşınan göçerler ve Toharlarla birlikte Asi egemenliği altında kaldı. S. I. asırda, Asiler, batıya, Volga’yı geçerek bütün Kafkasya’ya yayıldılar; burada, bazı Asi kavimleri Alanlar ile birleştiler ve son olarak da buraya yerleştiler. Asi adı, Kafkasya çevresinde, eski Alanların iki büyük kavmi olan Duhs-Asların ve Tuval-Asların adında kalmıştır. As adı, kendisinden gelişen Yas gibi, Asi adının varyantıdır. Yasların bazı grupları, orta çağ boyunca (M. S. XIII. asır), Macaristan’a yerleştiler. Varisleri ise, asırlar sonra Kafkasya’daki Alanların (Oset) diline çok yakın olan bir dilleri vardı. Verilerimize göre, Asi adının eski şekli, Arşga olmalıdır. As adının Harezm’de yaşayan bir ikinci şekli, Hazar başbuğunun Harezm kökenli Gardiştaiarının adı gibi, Arşiga şeklinde, M. S. X. asır Arap yazıcılarda geçmektedir. Asların Arşiga adını, Ermeni kaynakları, Harezmli Gardişta As-Tarkan’ın (Ermenice: Raj-Tarhan) adında, Raj diye kaydetmişlerdir. Asiani: Asiler halkının Grek-Latin kaynaklarındaki şekli (bkz.Asi). Avar: Gobi çölü çevresindeki bozkırlarda, birbuçuk asır (yakl. M. S. 400-550) boyunca hükümran olmuş, Asya kökenli büyük göçer halk. Kökeni bilinmeyen Uar (Avar) ve Hiungnu kökenli Çon (Hyon), Avarların iki büyük kavim grubuydu. Batıya ilk büyük yayılmaları sırasında, Avarlar, M. S. 350’lerde, Kazak bozkırlarında bulunan Hiungnu (Hun) kavimlerini Avrupa ‘ya sürdüler. Bazı Avar (Uar-Hun) kavimleri, aynı dönemde, Sir Derya’yı geçerek Soğdiya ve Baktriya’yı işgal ettiler ve daha sonra, M. S. 456’yı takiben, Heftal hanedanının hakimiyeti altında büyük bir imparatorluk kurdular. Batıya ikinci yayılışları sırasında, M. S. 450’lerde, Avarlar Gabi çölü çevresinden Tiyenşan ve İli ırmağı çevresine doğru sokuldular ve Savirlerin, aynı şekilde Bulgar (Ogur, Onogur, Saragur) halklarının batıya, Avrupa’ya göçlerini başlattılar. M. S. 555’te, Türkler Gobi çölü çevresinde, İç Asya’daki Avar egemenliğine son verdiler. Avar kavimleri de kısmen dağıldılar, kısmen de Türk egemenliği altına girdiler. M. S. 557’de Türklerin önünden kaçan Avar (UarHun) kavimleri, Avrupa’da ortaya çıktılar. Avrupa’ya göçen Avarlar, ya Türk egemenliği altına giren Avar kavimleri arasından ya da Heftalit İmparatorluğunun Türk hakimiyeti altındaki Uar-Hun kavimleri arasından çıkmışlardı. Avesta: Bazı eski bölümleri olan Gatha/ar’ı Zaroaster’in bizzat kendisinden kalan Zoroastrianizmin kutsal kitabı. Avesta ‘da, İran’ın eski destanımsı tarihine ait birçok bilgi de buluyoruz. Avesta, uzun bir sözlü gelenekten sonra, bugünkü şekliyle, Sasaniler devrinden kalmadır. Hyonların adı, büyük ihtimalle, Avesta metnine Sasani devrinde girmiştir. Az: gS. VII. asır Türk yazıtlarından tanıdığımız, As adının Türk varyantı. Baglan: Günümüz Afganistan’ındaki Kunduz yakınlarında bulunan bir zamanların Baktriya yerleşim bölgesi. Baktriya dilindeki bu ad, Bagolango diye telaffuz edilirdi ve anlamı da “kutsal yer, mabet” idi. Baglan’daki ünlü budist mabedin kalıntıları, birkaç yıl önce ortaya çıkarılmıştır. Bakath: Onogur-Bulgarların deprem tarafından yıkılan eski bir şehri. Soğdca -kath “şehir” Unsuruna bakılınca, bu şehrin, Sir Derya’nın orta havzası civarındaki Soğd bölgesinin sınır şehri olması mümkündür. Baktriya: Kuzey Afganistan’ da, Amu Derya çevresinde, Soğdiya’nın güneyinde bulunan, Baktriya dilini konuşan İrani halkın ülkesi. Arap coğrafi kaynakları çağından bugüne kadar Amu Derya’nın güneyinde bulunan eski Baktriya bölgesindeki bir yeri ifade eden Belh adı, Baktriya adının ileri derecede gelişmiş bir başka varyantıdır. Balangar: Bir göçer kavim ile Hazar ülkesinde, Kafkasya’nın doğu uçlarında, Hazar denizi yakınlarındaki dağların, MS. VIII-X. asırlardaki adı. Bu bölge, Savir kavimlerinin yaşadıkları yer olduğu için, Balangar adında Savirlerin yönetici kavminin adını görmemiz gerekmektedir. Bu bölge, M. S. 567’de, Batı Türk (Hazar) egemenliği altına girdi ve Balangar şehri de, aşağı yukarı birbuçuk asır boyunca (yakl. M. S. 730’a kadar) Güney Hazar ülkesinin başşehri olarak kaldı. Barhebraeus: M. S. XIII. asır Süryani piskoposu ve tarih yazıcısı. Barsil: Bir grubu Doğu Türklerinin Tibet dilli kavim kütüklerinde geçen, muhtemelen Tielö kökenli halk. Bir başka kavimi, M. S. VII-IX. asırlarda, batıda, Hazar ülkesinde önemli rol oynadı. Belh: bkz. Baktriya Bösörmeny: Doğu Avrupa’ya, Moğol döneminde adı sıkça geçen Bösörmeny (Terra Biserminorum) ülkesinden, yani Sir Derya çevresinden gelen Müslümanların Macarca’daki eski bir adı. Bu ad, Arapça müslim sözünün Farsça çokluk ekli şekline, müslim-an’a bağlıdır. Türk ve İran dillerinde busulman, busurman, büsürmen; Macarcada böszörmeny, büszürmen varyantları vardır. Bulgar: M. S. 463’te Avrupa’ya ulaşmış ve Karadeniz’in doğusunda ve kuzeyinde yerleşmiş Ogur kökenli bir kavim grubunun adı. Sonraları, Bulgarlarla birlikte yaşayan ve İslav halkları arasında erimiş olan Tuna Bulgarlarının ataları, bu Bulgar kavimleri arasından çıkmıştır. Başka Bulgar grupları (Onogur-. Bulgarların bir kolu), Volga’nın doğu havzasına doğudan komşu olan bölgede, Tatar akınları devrine kadar Doğu Avrupa’nın bu bölümünde önemli bir imparatorluk kurdular. Bulgarlar, genellikle kabul edilmiş bir görüşe göre, Türk şivelerinin, bugün yalnızca Çuvaş dilinin temsil ettiği eski ve farklı bir varyantını konuşuyorlardı. Büyük iskender Efsanesi: M. S. I. asırdan bütün Orta Çağ’a kadar değişik varyantlarla her halka ulaşmış, Mısır kaynaklı halk efsanesi. Bazı destan örneklerine göre, Büyük İskender, kuzeydeki göçer halklara kadar gitmişti. Efsanenin bu varyantları, bozkırların tarihi açısından da çok değerli verileri kapsamaktadır. Büyük İskender: Dünya tarihince önemli olan doğu akını, İç Asya tarihinde dönüm noktası olmuş ve aynca antik coğrafi görüntünün büyük ölçüde ortaya çıkmasına da yol açmış olan Makedonya kralı (M. Ö. 336-323). Büyük Yüeçi: Yüeçilerin (Toharların), Kansu çevresinden Tiyenşan’ı geçerek Amu Derya çevresine, Baktriya’ya göç etmiş bir kolu. Çaç: Bir zamanların Soğd bölgesinin kuzey ucunda, bugünkü Taşkent çevresindeki ülkenin adı. Çang Kien: Çin kralının M. Ö. 138 ‘de, Hiungnulardan kaçan Yüeçilerin peşinden, Yüeçiler ile Çinliler arasında ittifak kurmak için batıya gönderdiği Çinli vezirin adı. Çang Kien, batıdaki ülkelere, Hiungnulara on yıl süren esirliğinden sonra ulaştı. Çin hanedanlarının tarihi eserlerinin de kullanılmasıyla hazırlanan gezi notları, İç Asya tarihinin önemli bir kaynağını oluşturur. Choalita: Bizanslı tarih yazıcısı Menandros’un zikrettiği, Sir Derya’nın orta havzasının kuzeyinde yaşayan ve muhtemelen İran kökenli ve İralli dilli halk. Eserin bize kadar ulaşan el yazmalarında ise, adın okunuşu belirsizdir: Choalita veya Choliata. Başka verilerle karşılaştırıldığında, Choalita okuyuşunun doğru olduğu görülmektedir. Choalitler, M. S. VIII. asır içinde Müslüman oldular. Bu devirden itibaren, yaşadıkları bölgeler, Müslüman ülkelerin bir bölümünü oluşturdu. Doğu Avrupa’nın değişik bölgelerinde, M. S. IX. asırdan beri rol oynayan Hvalisler (Kalizler), büyük ihtimalle, Choalita müslümanlarından türemişlerdi. Çinlilerde Harezm’ in biricik adı olarak geçen Ku ali adı da, Choalitleri ifade ediyordu. Büyük İskender’in doğu akınları tarihinde, Harezm’ e komşu bir ülkenin adı olarak zikredilen Kolch şeklindeki kayıt da, aynı adın çok eski bir varyantı olmalıdır. Çiçi: M. Ö. 1. asır ortasında, Gobi çölünün kuzey kısmında bulunan Hiungnu yerleşim bölgesinden batıya, Çungarya Kapu ve İrtiş ırmağı çevresine, oradan da güneye, büyük bir imparatorluk kurmayı başardığı Kangkü bölgesine yönelen Hiungnu başbuğu. Kurduğu hakimiyete ise, bölge beyleriyle birleşen Çinliler, kısa sürede son verdiler. Daha: M. Ö. III. asıra kadar önemli bir rol oynamış, Türkmenistan bozkırında yaşayan İrani dilli göçer halk. Duhs: Adları, As adıyla birleşik olarak (Duhs-As) şeklinde geçen Kafkasyalı Alanların Arap kaynaklarında bulunan kayıtlarına göre, M. S. IX. asırdaki Alanların önemli bir kavmi. Isıg Köl ve Çu ırmağı çevresinde, M. S. X. asırda yaşamış ve İslami kaynaklarda Batı Türklerinin tebası olarak anılan Tuhs halk unsuruyla aynıdır. Efesli Janos: M. S. 585’ten sonra ölmüş, Süryani piskopos ve tarih yazıcısı. Erdeşir 1: İlk Sasani hükümdarı (M. S. yakl. 224-241). Eski Çince: Çin dili tarihinin, özellikle, M. S. 600 dolaylarındaki dönemi. Eski Farsça: Fars dili tarihinin özellikle Achaimenidalar (M. Ö. 550-300) zamanına düşen devresi. Firdevsi: İran destanının son ve Yeni Farsça ile kaleme alınmış nüshasının, yani hacimli Şehname’nin yazıcısı olan Fars şairi (M. S. 936-1020). Gandhara: Kuzey Hindistan’daki İndus’un aşağı kısmının komşuluğunda yer alan, bugünkü Peşaver çevresindeki bölgenin adı. Gurgan: Hirkaniya’nın Yeni Farsça adı. !:LHirkaniya Hagiografya: Hıristiyan aziz ve şehitlerin hayatıyla ilgili destani edebiyat türü. Han-şu: Han hanedanı tarihinin erken devirlerini (M. Ö. 206-M. S. 25) konu edinen, M. S. I. asırdan kalma Çince hanedan tarihi. Heftal: M. S. 456 ile 557 arasında, Kuzey Hindistan’daki Dar-Hunların yönetici hanedanı. Hanedanından dolayı, UarHunları, Heftalita olarak da adlandırdılar. Heftalita adının Bizanslı telaffuzuna dayalı Eftalita varyantı da kullanılmıştır. Heredotos: (M. Ö. yakl. 484-425), “tarih yazıcılığının babası”. Eserinde, daha eski edebi kaynakları, epik hikayeleri (Hekataios) ve kendi yolculukları sırasında derlediği değişik verileri kullandı. Sadece tarihi bilgileri açıklamaz; aralarında bozkır İskitlerinin de yer aldığı birçok halk ve kavimin folklorik özelliklerini de aktarır. Eseri, benzer konular içeren daha sonraki Grek -Latin ve Bizans literatüründe de olağanüstü bir etki uyandırmıştır. Hint-Avrupa Dilleri: Hintçe, Hititçe, Ermenice, Arnavutça, Grekçe, İtalyanca, Keltçe, Trakça, Frigçe, Toharca ve Germen dilleri dışında İrani dillerin de bağlı olduğu en büyük dil ailesi. Hirkaniya (Hyrcania): Farsların daha sonra Gurgan olarak adlandırdıkları, Hazar denizinin güneydoğu köşesindeki bölgenin adı. Hirkaniya, M. S. 58 sonrasında, Partuş imparatorluğundan ayrılıp bağımsız bir ülke gibi Roma İmparatorluğuyla ilişki kurduğunda, kaynaklarımızda daha sık geçer. Bağımsızlığı bir asır kadar sürdü. Grek-Latin kaynaklarınca da bilinen Hirkaniya hükümdarları (Gev, Godan), İran destanında çok önemli bir rol oynarlar. Hiüan Sang: M. S. 628’de, Çin’in başşehrinden yola çıkıp, İç Asya’yı geçerek Hindistan’a giden ve M. S. 645’te geri dönen meşhur Çinli budist hacı. Bu Yolculuk dönüşünde, çok sayıda budizm kitabını ve kutsal eşyayı Çin’e getirdi. İç Asya ülkelerini de ayrıntılı şekilde konu edinen gezi notları, uzun süre, Çinli aydınların !düşkün oldukları bir okuma kitabıydı; fakat eser, tarihi coğrafya alanında da önemli bir kaynaktır. Hiungnu: Aslında Hyono diye telaffuz edilen, Hunların Asya’ daki kavim gruplarının Çince adı. Batılı kaynaklardaki Hun şekli de, aynı adın bir varyantıdır; ayrıca çeşitli Hiungnu kökenli grupların adının aynı şekli yansıtan Çon ve Hyon varyantlarını da buluruz. Hou Han-şu: M. S. V. asırın ilk yansında hazırlanmış, Han hanedanlık kitabının daha sonraki bölümlerini (M. S. 25-220) konu edinen hanedan tarihi. Hua: Aslen Uar adını yansıtan, yani muhtemelen, Heftalit Uar-Hunların bir kavim grubunu ifade eden, Heftalitlerin M. S. VI.asır kaynaklarındaki bir başka Çince adı. Hukie: (Vukie): Han-şunun raporlarında, Çungarya Kapu ve Tarbagatay dağları çevresinde yaşadığı bildirilen ve Hiungnu başbuğu Çiçi’nin batı akınları sırasında anılan bir halk adı. Hulm: Bugünkü Belh ve Kunduz arasında bulunan Kuzey Afganistan’ ın eski bir şehrinin adı. Hun: bkz. Hiungnu Huo: Bugünkü Kunduz yakınlarında, Heftalit Var-Hunların Kuzey Afganistan’daki başşehri. Çince Huo adı, bir asli Uar’ı yansıtır. Heftalit baş şehrinin adı, Heftalitlerın bir yönetici kavminin adıyla aynıydı. Hvarezm: (Horezm): Amu Derya deltası çevresinde, Aral gölünün güneyinde, eski Fars hükümdarları olan Arşakid ve Sasaniler çağında, İrani bir dil konuşan halkın ülkesi. Hvatay-name: bkz. İran destanı Isaac Antiochenus: M. S. V. asır Süryani kilise yazıcısı; şiir şeklinde hitabet eserlerinin (Homilialar) hazırlayıcısı. Jaxartes: Sir Derya’nın İrani adının Grek-Latin kaynaklarda muhafaza edilmiş şekli. Asli anlamı: “İnci (ırmağı)”. Johannes Antiochenus: Bize, ancak parçalar halinde ulaşan, M. S. VII. asırdan Grekçe dünya kroniğinin hazırlayıcısı. Kaçag İskitler: Kangkü ülkesi sakinlerinin Grek kayıtlarındaki Soğdca adı. Kafkasyalı Hunlar: Derbent’in kuzeyinde, Karadeniz kıyılarındaki Hun kavim kalıntılarının ülkesi. Bu bölge, M. S. 567’den sonra Batı Türk (Hazar) egemenliği altına girdi; fakat Ermenice kaynaklarımız, M. S. VII. ve VIII. asırlardaki ArapHazar savaşları devrinde bile Hunlar ülkesinden söz ederler. Kangha: Kangkü ülkesinin Avesta’daki adı.Bkz. Kangkü. Kangkü: Sir Derya’nın orta havzası yakınlarında, Talas ve Çu ırmağı çevresinde, İli vadisinin batısındaki göçerlerin ülkesi. İran kaynaklarında, önce Kangha (Avesta’da), daha sonra ise Kang şeklinde geçer. İran Destanında Kang adı, Turanlı göçerlerin başşehrini ifade etmişti. Batı Türklerinin egemenliği çağında, bu adın Türkçe şekli K(e)ngü idi. Kaynaklarımızda, bunlar dışında, aynı adın Küngü ve Kungi varyantları da kalmıştır. Kang ülkesinin sakinleri Asiler idi. Kaoçö (Kaokü): Anlamı “yüksek araba” olan, Tingling (Tielö) kavimlerinin Çince adı.Bkz. Tingling. Kavad: Sasani çağının en büyük Fars kralı (M. S. 488-531). Kengü-Tarban: Türk runik yazıtlarında geçen coğrafi ad; daha sonraları Otrar (Tarband) adını taşıyan, Sir Derya’nın orta havzası yakınında bir şehir adı. Kuzey İran’ daki geleneğe göre, bir bölgenin adını, o bölgenin şehirleri de ikinci bir ad olarak (burada: Kengü, Küngü adını) kullanabiliyorlardı. İkili adlandırma bu yüzdendir. Sovyet arkeologlar, Otrar’ın yıkıntılarını, Aris ırmağı deltasına yakın bir yerde, Sir Derya yanında buldular. Keyanfler: İran destanı ve Avesta’ya göre, en eski zamanlardan ve eski mitolojik devirlerden başlayarak Zerdüşt devrine kadar hükümran olmuş İran’ın eski destani kralları. Bu adın eski Farsçadaki şekli Kavi idi. Son zamanlarda, bu adın Soğdca varyantı da ortaya çıkmıştır. Eski Kavi adının Yeni Farsça şekli Key, çokluk şekli Keyan’du. Sasani hükümdarları devrinde, M. S. VI-VII. asırlarda, eski Keyani krallarının adlarını kullanmak, Fars hükümdar ailelerinde moda olmuştu. Kidaritler: Doğu Toharistan kökenli bir hanedan. Kuşan yönetici ailesinin varisleri. Hanedanın kurucusu Kidara, M. S. 350’lerde Doğu Toharistan’dan Belh’e, yeni başşehre taşındı. Farslar, Kidarit egemenliğini, M. S.468’de Belh’i ele geçirdiklerinde sona erdirdiler. Kimmer: Güney Rusya” da, M. ö. XII. -III. asırlarda, Trak-Frig dil grubuna bağlı Hint-Avrupalı göçer halk. Kolch: Büyük İskender’in doğu akınları sırasında, Harezm dolaylarındaki bir ülkenin adı. Bizanslı yazıcı Theophylaktos Simokattes’in kaydettiği bu adı, Türk İmparatorluğunun kuruluş devrinde de buluyoruz. Kolch adı, muhtemelen, Choalitler ülkesinin adıyla aynıydı. Bkz. Choalita. Kuali: Çin kaynaklarına göre, Harezm’in başka bir adı. Muhtemelen, Bizans kaynaklarında Choalita şeklinde geçen halkın Sir Derya yakınında bulunan ülkesini ifade etmişti.Bkz. Choalita. Küçük Yüeçi: M. Ö. II. asuda, halkların batıya göçleri sırasında, diğer kavimlerle birlikte batıya değil, Kuzeydoğu Tibet vadisine ve Kuku-nor çevresine göçmüş bir Yüeçi kolu. Çinliler, M. S. VI. asırda, eski Küçük Yüeçi adını tekrar kullanmaya başladılar. Bu durumda ise, M. S. iV. asır ortasından sonra Kidara’nın Büyük Yüeçi başbuğunun oğluyla Kuzey Afganistan’dan Kuzeybatı Hindistan’a taşınan Yüeçiler için, Küçük Yüeçi adını kullanmış oldular. Kungyü: Küngü şehrinin Hiüan Çang’ın gezi notlarındaki adı. Bu ad, eski Kangkü ‘nün daha yeni varyantlarından biridir. Bkz. Kangkü, Kengü-Tarban. Kuzey Vuyi: M. S. III. asırda, Vey-lio’ya göre, Güney Kazakistan’da, Kara-tav’ın kuzey komşusu bir ülke adı. Kuzulakadphişeş: M. S. 1. asırda, Kuzey Afganistan’da ve çevre bölgelerde Kuşan hanedanının hakimiyetini kuran Yüeçi başbuğunun adı. Kuşan: Yüeçilerin (Toharlar) batı göçlerinden sonra, M. S. 1. -111. asırlarda, Kuzey Afganistan’da ve Kuzeybatı Hindistan’da egemen olmuş Toharistanlı hanedan adı. Farslar, M. S. 111. asır ortasında, hükümranlıklarına son verdiler. Kırgız: M. Ö. 1. asırda İrtiş’in aşağı havzası çevresinde yaşamış, daha sonra ise, Yenisey’in aşağı havzasında bulunan Minusinsk bölgesine taşınmış göçer halk. Liang Çi-kung-tu: Liang hanedanının sarayına ulaşan barbar elçilerinin resimlerinin ve bu resimleri açıklayıcı notların yer aldığı resimli bir kitabın adı. Bu kitabı, M. S. asırda, daha sonra Yüan adıyla Liang kralı olan bir Çinli yönetici hazırlatmıştır. Bu kayıtları, Liang hanedan yıllıklarının batı halklarıyla ilgili bölümlerinde de kullanmışlardır. Liang-şu: M. S. III.asırda hazırlanmış, Güney Çinli Liang hanedanını konu edinen tarih kitabı. Liao (Liu): bkz. Yen, Yensay. Maes Titianos: Adamları, M. S. 100 dolaylarında, İç Asya’yı batıdan geçerek Çin’e giden kervan yolu üzerindeki ülkeleri keşfeden Makedonyalı tüccar. Onun kayıtlarını, Marinos, büyük coğrafi eserinde kullanmıştır. Ptolemaios, İç Asya ülkeleriyle ilgili verileri, haritası için bu kaynaktan almıştır. Mar Mu’avin: Kuzey Mezopotamya’daki Süryani bölgesinde Singara ve Dura Europos çevresinde, Sasani hükümdarı II. Şapur (M. S. 310-379) devrinde görev yapmış Fars komutan. sonra Hristiyan rahibi olmuştur. Marinos (Tyrosi Marinos): Matematik temellere dayalı coğrafya eseri, Ptolemaios Coğrafyası’nın biricik ve en önemli kaynağı olan Grek coğrafya bilgini. Marinos’un M. S. 110 civarında yazdığı eseri, maalesef bize asli şekliyle ulaşmamıştır. Massaget: Achaimenida çağında, Avrasya bozkırının orta kısmında, Kazak bozkırlarında yaşamış, büyük, İrani dilli göçer kavim grubu. Massagetlerin adını, Grek-Latin ve Ermeni yazıcılar, daha sonraları, kendi çağlarının göçer halklarını ifade etmek için de genişletilmiş bir anlamda kullandılar. Menandros: M. S. VI. asır sonunda yaşamış Bizanslı tarih yazıcısı. Eseri, ancak parçalar halinde ulaşmıştır. Bu parçalar, Bizanslılar’ın bozkır halklarıyla, yani Avarlar ve Türklerle ilişkilerinin yanı sıra, Bizanslılar ile barbar halkların birbirine gönderdikleri elçilik heyetleri konusunda da ayrıntılı bilgi vermektedir. Ayrıca bu parçalarda, elçilerin not defterlerindeki bilgiler de kayıtlıdır. Nişibiş: M. S. 363 ‘ten beri Farslara ait olan, Kuzey Mezopotamya’ daki Süryani yerleşim bölgesi. Ogur: Bazı grupları, M. S. 463’te Avrupa’ya ulaşmış olan ve birçok kavimden oluşan göçer halk. Onogurlan, kaynaklar, Onogur-Bulgar adıyla da zikrederler. Çin kaynaklarına göre, büyük kavim gruplarının bağlı olduğu Ogurların adı, Tielö idi. Bu kavimler birliğinin doğu kavimleri, Orhon’daki Türk İmparatorluğu’nun kuzeyinde, Altaylar’dan Baykal gölüne ve Mançurya ‘ya kadar yayılmış olan bölgede yerleşmişlerdi. M. S. 600’lerde hazırlanmış Çin kavim kütüklerine göre, Tielölerin orta grupları, Soğdiya’nın kuzeyine, yani Sir Derya yakınlarına; batı grupları ise, Bizans İmparatorluğu’nun Karadeniz eyaletlerinin doğu komşuluğuna, Kafkasya’nın kuzeyine yerleşmişlerdi. Doğu Tielö grupları içinde en önemli rolü, Tokuz Oğuz ve dokuz kavimden oluşan Uygur kavimler birliği oynadı. Bizans ve Çin kaynaklarına göre, Tielölerin batı kavim grupları, Ogur kavimleriydi ve yine bu kaynaklara göre, Oğuz ve Ogur kavimleri, çok eski ve çok büyük bir bölgeye yerleşmiş kavim grubunun doğu ve batı kollarını oluşturuyorlardı; doğu kolu Oğuz, batı kolu Ogur idi. Onogur: Ogur halklarının, daha sonraları, adlarını Macar ve Ugor (Vogul ve Ostyak) halklarının de kullandıkları bir kavim grubu. Macarlığın Onogur adı, İslavca aracılığıyla batıya da (Ongri, Ugri, Hongrois, Ungar, vb.; Ugor halklarının Rusça adı: Yugn) yayıldı. Onogur Bulgarlarının üç kolundan birincisi, Kafkasya önlerinde, Kuban çevresinde; ikincisi, Volga’nın orta havzasının doğusunda, Kazan çevresinde; üçüncüsü ise, Tuna ‘nın güneyinde, bugünkü Bulgaristan bölgesinde yerleşmişlerdi. Volga Onogur-Bulgarları, başta Fin-Ogurlar olmak üzere, komşu halklar üzerinde hakimiyet kurdular. Orosius: M. S. 418’den sonra ölmüş, İspanyol kökenli, Latince yazmış kilise yazıcısı; yaygın olarak kullanılmış olan bir dünya tarihi özetinin hazırlayıcısı. Orta Farsça: Arşakid ve Sasani çağlarındaki Farsça. Orta lrani Diller: İrani dil ailesine bağlı, birbirleriyle yakın akrabalık gösteren diller: Orta Fars, Partuş, Soğd, Harezm, Baktriya dilleri. Bu dillerin tarihleri, Arşakid ve Sasaru çağlarına rastlamaktadır. Oset: Kafkasya sırtlarının orta bölümünün kuzey ve güneyinde yaşayan, eski Alan diline benzer bir İrani dil konuşan Kafkasya halkı. Ülkenin Gürcüce adı: Ovs-ethi; anlamı: “Os ülkesi”. bkz. Asi, As. Otrar: bkz. Kengü-Tarbatı. Oxus: Amu Derya’nın Grek-Latin adı. Bu ad, ırmağın aşağı havzasının İranca adına (Vahş’ a) bağlıdır. Partuşlar: Dilleri Farslarınkine (Orta İrani diller) yakın olan Kuzeydoğu İranlı kavim. M. Ö. III. asır ortasından sorıraki yönetici ailesi, Arşakid hanedanıydı. (bkz. Apam). Pasiani ( Pasianlar): Strabon’un coğrafi eserinde, Soğdiya ile Baktriya ‘yı işgal eden bir göçer halkın adı. Adın daha doğru biçimi için bkz. Asiani. Pey-şi: Birçok Kuzey Çinli hanedan yıllığından yararlanılarak, M. S. VII. asırda hazırlanmış Çin hanedanlık kitabı. Batı Türkistan ülkeleri hakkında önemli kayıtlan kapsamaktadır. Pişiyotan: Zoroastrianlann “ölümsüz” başkanlarından biri. İranlıların inancına göre, Kang’ın başşehrinde inzivaya çekilmiştir ve orada da gizli bir yerde Meşşiaşların gelişini beklemektedir. Pontus (Euxinus): Karadeniz’in Grek-Latin adı. Priskos: Maximinos ‘un elçilik heyetiyle, yazıcılık göreviyle Attila’nın sarayına da gelen Bizanslı tarih yazıcısı. Bize ancak parçalar halinde kalan eserini, muhtemelen, M. S. 472 yılında bitirmiştir. Bizanslı yazıcıların çoğu gibi, Priskos da, barbar halklarla ilgili kayıtlarda, Heredotos’tan kaynaklanan eski edebi örnekleri kullanır. Prokopios: M. S. VI. asımı ilk yarısında birçok tarihi eser hazırlayan, Bizanslı tarih yazıcısı. Kuzeydeki göçer halklar (Bulgarlar, Heftalitler, Savirler, Hunlar) hakkında da sayısız bilgiler verir. Bu çalışmalarında, o da, zaman zaman eski edebi örnekleri kullanır. Pseudo-Avar: bkz. “Sahte” Avar. Ptolemaios: M. S. il. asırda yaşamış olan, İskenderiyeli Grek matematikçi, astrolog ve coğrafya bilgini. Büyük İskenderin akınlarından sonra yaygınlık kazanan antik coğrafya verilerini de astronomik temelde, yer küresi geometriği olarak düşünülen uzunluğuna ve genişliğine dairelerle bölünmüş haritanın hazırlayıcısı. Sahte Avar: Bizanslı tarih yazıcısı Theophylaktos Simokattes, M. S. 557’de Avrupa’ya ulaşan Avarların, gerçekte Ogor kökenli halklar olduklarını ve bu yüzden, haksız yere, başka halkları yanıltmak amacıyla, ürkütücü bir şöhrete sahip Asyalı Avarların adını alıp kullandıklarını ortaya atar. Antik literatürde sık sık kaydedilmiş, başka yazarların başka halklarla ilgili olarak, Avar çağından asırlar önce de anlattıkları bu folklorik hikaye, bugün artık bilinen bir konudur; yani aslında, Avrupa’ya gelen Avarları, “Sahte” Avarlar saymak için hiçbir kanıt yoktur. Avar adının kaynaklarımızda da sık sık geçen bir başka şekli Uar’dır. Saka: Kazak bozkırlarında, Pamir ve Tiyenşan vadilerinde ve Doğu İran’ da yaşamış olan, İrani dilli göçer halk. Kazakistanlı Sakalar, Achaimenida çağından sonra bozkırdan sürüldüler; Pamir dolaylarındaki Sakalar ise, bin yıl sonra da asıl yerleşim bölgelerinin yakınlarında yaşadılar. M. S. ilk bin yıl boyunca da, Tarım havzasının gfüıey kısmının sakinleri Saka dilli idiler. Sakarauka: Grek-Latin kaynaklarının, Toharların M. Ö. TTf asırdaki batıya göçleriyle ilgili olarak zikrettikleri Saka kavmi. Sakastan (Segestan, Seistan, Sistan): Eski Saka ahalisi ile Güneybatı Afganistan ülkesi. Kendisinde, tarihi Gondopherres ‘in özelliklerini de taşıyan, İran destanının büyük kahramanı Rüstem de bu ülkeden çıkmıştır. İran destanına göre, M. S. I. asırda, Oxus üzerinden gelen göçerler, Sakarauklar ve Tolıarlar, Kangkü (Kang) sakinleri veya “Turanlı/ar,,, daha sonraki asırlar boyunca da İran’ ın göçer düşmanları olarak kaldılar. S. I. ve III. asırlarda, İranlıların, özellikle de Hirkaniyalıların (Gev ve Godarz ailesi) ve Sakastanlı Saka-Pehlevi hükümdarların (Gondopherres ve ailesinin) göçer akınlarını püskürtme görevini yüklenmeleri gerekmişti. Saragur: Büyük bölümü Ogur kavimleriyle birlikte, M. S. 463’te Avrupa’ya ulaşan Ogur halkı. M. S. 466’da, Saragurlar, Kafkasya’nın tek geçidinden geçerek Ermenistan, İberya ve Fars ülkesine karşı büyük bir akın düzenlediler. M. S. V. asır sonrasında, kaynaklarımızda, Saragurlardan pek söz edilmez. Sarmat: İskit kavimler birliğinin nihai yıkılışından sonra, Güneydoğu Avrupa’da ve Volga’nın doğusunda kalan topraklarda yaşamış olan büyük İrani kavim grubunun adı. Sasaniler: Arşakidlerden sonra, M. S. 224-632 arasında hükümran olmuş Fars hanedanı. Savir (Sabir): M. S. 508 civarında, Onogur-Bulgarların ardından Avrupa ‘ya ulaşan göçer halk. Savir yerleşim bölgesi, Hazar bölgesinin merkez kısmında, Volga ağzı ile Kafkasya’nın doğu uzantısı arasındaydı. Verilerimize göre, Balangarlar ve Semenderler de onların kavimleri arasında yer alıyordu. Savirler, M. S. 567’de, Batı Türk egemenliği altına girdiler ve Ugorlarla birlikte, daha sonraları Batı Türk hakimiyeti altında kurulan Hazar kavimler birliğinin çekirdeğini oluşturdular. Semender: Hazar ülkesinde kavim ve dağ adı. Kaynaklarımızda, Semender kavminden, Balangar ile birlikte, M. S. VI. asır ortasında söz edilir. Bu iki kavmin adını taşıyan dağlar, eski Savir bölgesinin en önemli yerleşim bölgesi olduğu için, bu iki kavmi, Savirlerin en önemli kavimleri olarak görmemiz gerekir. Sienpi: Bazı kavimleri, başka göçer halkların kavimleriyle birleşerek, özellikle Hiungnu hakimiyetinin sona ermesiyle, M. S. 11-IV. asırlar boyunca, Gobi çölü çevresinde ve Çin’in kuzey sınır bölgesinde önemli bir rol oynamış, Doğu Moğolistanlı göçer halk. Bir çok Kuzey Çin hanedanının kuruluşu da, Sienpilerin adıyla bağlantılıdır. Sin Tang-şu: Tang hanedanı (M. S. 618-906) yıllığının Xl. asırdan kalma ikinci nüshası. Sin-şu: Sin hanedanı (M. S. 265-419) tarihinden söz eden,M. S. VII. asırda hazırlanmış Çin hanedan tarihi. Sir Derya: Batı Türkistan’ın Aral gölüne dökülen büyük ırmağı. Sir Derya’nın aşağı havzasından kuzeye doğru uzanan şehirler dizisi, bazen Harezm’e, bazen de Soğdiya’ya bağlı kalmış, ayrıca bozkırın göçerlerine de yurt olmuştur. Bu şehirler, daha sonra, islamın bozkıra yönelen misyonerlerinin ve ticaretin merkezleri oldular. Soğd: Kaynaklarımızın eski Fars yazıtları çağından başlayarak bilgi verdikleri İrani halk. Yerleşim bölgeleri, Sir Derya ile Amu Derya arasında, Semerkand ve Buhara dolaylarında, Zerefşan ırmağı vadisindeydi. Bu bölgeler dışında, Soğdiya’nın kuzeyinde, Fergana’da, Çaç’ta, Sir Derya’nın orta havzası yakınında, Talas ve Çu ırmakları çevresinde de Soğd yerleşim bölgeleri ortaya çıktı. Soğd tüccarlar, kervan yollarıyla Çin’e kadar ulaştılar. Çin’e giden kervan yolunun kıyılarında da Soğd yerleşimleri ortaya çıktı. En son araştırmalardan elde edilen verilere göre, bazı Soğd grupları, İç Asyalı Türklere katıldılar ve kavimler birliğinin tarihinde önemli roller oynadılar. Strabon: Grek ve aynı zamanda bütün eski çağ dünyasının en büyük coğrafya bilgini (M. Ö. 63-M. S. 19). Büyük bölümü bize kadar ulaşmış olan eseri, Doğu İranla ilgili çok önemli bilgileri de kapsamaktadır. Sükü: “Onaltı Devlet” çağında, M. S. 397 ve 439 arasında, Sarı ırmağın büyük kıvrımı dolaylarında, bugünkü Kansu’nun doğu kısmında egemen olmuş, Hiungnu kökenli Pei Liang hanedanının hükümdarlık ailesinin adı. Sung Yün: Hui Şeng ve maiyetiyle, M. S. 518’de, Hindistan’a hac için giden Çinli budist hacı. Kuzeybatı Hindistan’da iki yıl geçirdi ve M. S. 522’de Çin’e geri döndü. Yolculuğundan söz eden raporu, bir çok İç Asya ülkesi hakkındaki kayıtları kapsar. Şahname: bkz. İran Destanı. Şanyü: Hiungnu hükümdarlarının ortak adı; içlerinde en ünlüleri, I. Şapur (M. S. 241-272) ve II. Şapur (M. S. 310379)’dur. Şi-ki: En eski zamanlardan M. Ö. 99’a kadar olan devri konu edinen Çince yazılmış ilk tarih eseri. Asli metin (daha sonraki ilaveler dışında), M. Ö. il. ile 1. asırlar arasında hazırlanmıştır. Tahiya: Çin kaynaklarında Toharistan’ın adı. Talakan: Toharistan’da, Kunduz’un doğusunda yer alan dağların adı. Talas: Güney Kazakistan’ da Carnbıl yakınlarında, Kırgız Cumhuriyeti’nin batı sınırı ve Talas ırmağı yanında bir şehir. Tayi: Çin kaynaklarında, Batı Türkistan bölgesinin adı. Verilere göre, Dahaların Türkmen bozkırlarındaki eski bölgelerine işaret etmekteydi. Theophanes Byzantios: On ciltten oluşan ve M. S.566-581 arasındaki Bizans dönemini anlatan kitabın yazan. Eserden bize ancak bazı bölümler kalmıştır. Theophylaktos Simokattes: Eserini Bizans kralı Herakleios (M. S. 610-641) zamanında yazmış olan Bizanslı tarih yazıcısı. Eserlerinde, sık sık, eski tarih yazıcılarını örnek alan Bizanslı tarih yazıcılarındandır. Yazdıklarına, eski edebi anonim metinler ve unsurlar karıştırdığı için, kendi çağıyla ilgili olan bilgilerinin incelenmesi ve kullanımı bile büyük ölçüde zorlaşır. Tielö: bkz. Ogur Tingling: Hiungnular döneminde, Hiungnuların kuzeyine yerleşmiş olan, büyük Güneybatı Sibirya kavimler birliğinin adı. Batıdaki kavimleri, İrtiş ırmağı çevresinde yaşadılar. M. S. IV. asırdaki İç Asya halk göçleri sırasında, Tinglinglerin batı kavimleri, Güney Kazakistan’a; ortada bölgedeki kavim grupları Altay ve Tiyenşan çevresine; doğudaki grupları ise, Çin sınır bölgesine göçtüler. Daha yeni araştırmalara göre, Tingling adı, Çin kaynaklarında sonradan ortaya çıkan Tielö adının ilk şekliydi. Bkz. Tielö. Tohar: Çinlilerin Yüeçi adıyla zikrettikleri, Hint-Avrupalı (ama İrani olmayan) bir dil konuşan halk. Çin’in kuzeybatı komşuluğundan, M. Ö. II. asırda, batıya, Amu Derya çevresine göçtüler. Arap-Fars kaynakları, Yeni yerleşim bölgelerinin Amu Derya’nın güneyinde kalan bölümünü, Kuzey Afganistan’daki Talakan, Kunduz ve Belh çevresini, Toharistan olarak adlandırır. Bkz. Yüeçi. Toharistan: Bkz. Toh(lr. Trogus (Pompeius Trogus): Augustus (M. Ö. 42-M. S. 14) döneminde yaşamış olan ve 44 kitaptan oluşan eserinde dünya tarihini özetleyen tarihçi. Tarihi eseri Roma’yla sona erer. Biz, eseri, ancak Justinus’un M. S. Il. asırdaki kopyasıyla bilmekteyiz. Tuhsi: Bkz. Duhs Tung-tien: Tu Yu’nun M. S. 801 ‘de hazırlanmış ve kaybolmuş ansiklopedik tarihi eseri. Aralarında Vey-şu’nun batı ülkelerini konu edinen kayıp bölümlerinin de yer aldığı eser, eski eserlerden derlenmiştir. Turan: Eski İran tarihinin epik ve mitolojik düşmanı. Coğrafi konumunu, eski kaynaklar, tam olarak belirtmezler. Daha sonraki devirde ise, bu ad, açık bir biçimde, göçerlerin Amu Derya ötesindeki ülkelerini ifade eder. Türk çağında Farslar, Turan adını, aynı telaffuzlu, fakat farklı kökenli Türk adıyla birleştirdiler. Turan’ın başşehri, Part ve Sasani çağında, Sir Derya yakınındaki Kang şehriydi (bkz. Kangkü). Bu durum, İranlıların gözünde, daha çok erken dönemlerde bile Turan’ ın, bozkır göçerlerinin ülkesiyle aynı olduğunu gösterir. Bu noktada, aynı adın, İran tarihinin en erken devirlerinde adı tam olarak Turan olan Güney Afganistan’daki bir bölgeyi ifade etmiş olabileceği konusu ortaya çıkar. Türkler, İran destanıyla tanıştıklarında, kendilerini Turan halkı saydılar ve kendilerini, gururla, Turan kralı Efrasyab’ın torunları olarak gördüler. Türk: M. S. 555’te, İç Asya’nın daha önceki beylerinin, Yuan Yuanların (Avarların) hakimiyetine kesin olarak son veren İç Asyalı büyük kavimler birliği. Türkler, M. S. 557’lerde Heftalitleri yendikten sonra, hakimiyetlerini, kısa zamanda, Gobi çölü çevresi, Çin sınır bölgesi ve Amu Derya arasında bütün İç Asya’ya ve Batı Türkistan’a yaydılar. M. S. 567’de, batıya doğru yayılarak Volgayı da geçtiler ve Ogurlar ve Hazar denizinin batı kıyılarında yaşayan Savirlerle Hazar kavimler birliğini kurdular. M. S. 581 ‘de, o zamana kadar, bir kağan (doğu kavimleri) ile bir yabgu-kağan (batı kavimleri) yönetiminde, doğu (kuzey) ve batı kavim grupları halinde bulunan Türk İmparatorluğu, doğu ve batı diye ikiye ayrıldı. Doğu Türkleri, Gobi çölü çevresindeki bölgelerde, Batı Türkleri ise, İli ırmağı vadisi ile Kafkasya arasında egemen oldular. Hazar ülkesi, Batı Türkistan ve Afganistan, Batı Türk bölgesine bağlıydı. M. S. 630’da, Çinliler, Doğu Türk kavimleri, yirmi yıl sonra da Batı Türk kavimleri üzerinde hakimiyet kurdular. M. S. 680’i izleyen yıllar sırasında ise, hem Doğu Türk hem de Batı Türk kavimleri tekrar bağımsızlıklarını kazandılar. Doğu Türkleri, M. S. 744’e, Uygur İmparatorluğunun kuruluşuna kadar İç Asya’nın egemenliğini ellerinde tuttular. Batı Türklerinin hakimiyetine, M. S. 766’da, Uygurların müttefiki olan Karluklar son verdiler. Uar-Hun: Çinlilerin Yuan-Yuan adını verdikleri, eski Hiungnu (Hyon, Çon) ve kökeni bilinmeyen Uar (Avar) unsurlarından, M. S. N. asırda oluşan kavimler birliği. (bkz. Avar, Yuan-Yuan ). Varvaliz: Kuzey Afganistan’da, bugünkü Kunduz çevresindeki Uar-Hunların başşehri. Ven-Çeng: Kuzey Vey kralı (M. S. 452-465). Vey-lio: Kaybolmuş Çince tarih. Yazıcısı, M. S. 235 civarındaki durumları kaydetmiş ve bize, M. S. N. asırda yaşamış başka bir tarih yazıcısının eserindeki notlar biçiminde ulaşmıştır. Vey-şu: Kuzeydeki Vey hanedanı tarihinden söz eden Çince hanedan tarihi. Asıl metin, M. S. VI. asırda hazırlanmıştır. Batı ülkelerinden söz eden, kayıp bölümünü daha sonra Pey-şi’ye yerleştirdiler. Bkz. Pey-şi. Viştaspa : (Key Viştasp): Kral Keyani, İran dini geleneğinde ve İran destanındaki bir Zerdüşt papazıdır. İlk oğlu İsfendiyar, İran destanının büyük kahramanıdır; ikinci oğlu Pişiyotan, destanda ve İran dini geleneğinde Meşşiaş idi. Yeni Farsça kaynaklarda, Viştaspa adının daha yeni şekli: Guştasp. Bkz. Pişiyotan. Vusun: Çin kaynaklarında, daha önceleri Tiyenşan’ın doğu uçlarında, Barköl gölü çevresinde oturdukları ileri sürülen, Tiyenşan’ ın batı kısmında, Kuça’nın kuzeyindeki vadilerde yaşayan halkın adı. Vusunları, M. Ö. II. asırdaki Tohar göçü nedeniyle anan kaynaklarımız, daha sonralan, M. S. 91 ‘de, Hiungnu kökenli Yüepan kavminin, Vusun bölgesinin kuzey kısmına yerleştiği Kangkü ve Vusun savaşlarını bildirirler. İlie: İli ırmağı çevresinde, M. Ö. 1. asır ve sonrasında bir devlet adı. İran Destanı: Bazı bölümleri daha Zerdüşt çağında ve eski Fars devirlerinde de var olmuş, daha sonra Partuş çağında yeni epizotlarla genişlemiş, çok yaygın destanımsı eser. İran destanının yazılı özeti, Hatayname adıyla, Orta Fars dilinde ve Sasani çağında ortaya çıktı. Daha sonra, Müslüman işgali sırasında Arapça ve M. S. X. asırda da Yeni Farsça kaynaklar, bu metinden kopyalar çıkardılar. Son olarak da Fiıdevsi, Hataynamelerin tam bir Yeni Farsça kopyasını, dünya edebiyatının en yaygın ve ünlü destanı olan Şahname’yi hazırladı. İskit: Kimmerlerin ardından, M. Ö. VIII. ve III. asırlar arasında Güneydoğu Avrupa bozkırlarını elinde tutmuş, İran! dil konuşan büyük göçer kavim grubu. İslam: Hz. Muhammed’in vaazlarından doğan, “(Allah’ın isteğine) boyun eğmek, itaat etmek” anlamlı Arapça kelime. Bu din mensuplarının kendilerini ifade etmek için kullandıkları müslim kelimesi de bu kelimeyle ilgilidir. İzmaelitler: Arapların İncil’deki eski atası İsmail’in adından gelme ve müslümanların batıda kullanılmış adlarından biri. Yas: bkz. As, Asi Yen: Emba ırmağı aşağı havzası çevresinde, Ural dağlarının güney uzantılarında bir göçer ülkesi. Yen ülkesi, kendisiyle birlikte zikredildiği Lio ile beraber, M. Ö. 1. asır ve sonrasında kürkleriyle ünlenmişti. Yensay: M. Ö. il. asır ile M. S. III. asır arasındaki Çin kaynaklarında geçen, Güney Kazakistan’ da ve Sir Derya deltası çevresinde yaşayan İrani göçer halk. Yurtları, batıda bulunan Yen ve Liao (Liu) ülkeleriyle birlikte uzak batıya yayılmıştı ve Karadeniz çevresindeki ülkelerle sınırdaş idi. Bu bölgede, GrekLatin kaynakiarı, önce Aors kavimler birliğine işaret ederler. 1.S. 50 sonrasında, her üç devletin ülkesi, Sir Derya delta bölgesinden Don’a ve Kafkaslara kadar yayılan bozkır, Alan kavimlerinin egemenliği altına girer. Yüan An: Hayat hikayesi olan Hou Hanşu’da, M. S. 91. yıl olayları hakkında Hiungnularla ilgili önemli bilgiler veren Çinli yazıcı. Yuan-Yuan: Asyalı Avarların Çincedeki adı. Yuan-Yuan dönemi, M. S. iV. asır sonundan M. S. 555’e kadar sürdü.Bkz: Avar, Uar-Hyon. Yüeçi: Sarı ırmak yakınından M. Ö. il. asırda Kuzey Afganistan’ dan Toharistan’ a göç eden Toharların Çince adı. Yüepan: M. S. 1. asır sonunda Tiyenşan dağlarının batı kısımlarına yerleşmiş Hiungnu kökenli kavim grubu. Kaynaklarımız, M. S. V. asır boyunca da onlar hakkında bilgi vermektedir. Yuval-As: Arap kaynaklarında, M. S. IX. asırda geçen Kafkasya’daki Alanların bir büyük kavminin adı. Zacharias retor (Pseudo-Zacharias Rhetor): Bir Grek kilise yazıcısı. Süryanilerin misyonerlik çalışmaları yanında, M. S. VI. asır ortasında yazılmış bir Bizans kaynağına dayanarak göçerlerin ad listeleri ile yeni veriler ortaya koyduğu eserini Süryani diline aktarmıştır. Zavulistan: Adını Heftalitlerın orada bulunan kavminden alan, Güney Afganistan’ da bir bölge. Zemarchos: Bizans kralı II. Justinos’un (565-578) elçisi. 569 ve 571 yılları arasında Batı Türklerinin Tiyenşan’daki sarayına gitmiştir. Menandros, onun yolculuk notlarından bölümler ortaya koyar ve Süryani kilise tarihçisi Efesli Janos da ondan söz eder. Zonaras: XII. asırda yaşamış olan Bizanslı tarih yazıcısı. Tarih el kitabı, dünyanın yaradılışından M. S. 1118’e kadar olan zamanları konu edinmiştir. . Zoroaster: Farsların İslamiyetten önceki dini olan Zoroastrianizmin (Mazdeizm, ateşperestlik) peygamberi. Doğu İran’da, Achaimenidalar dönemi öncesinde, belki M. Ö. VII-VI. asırlarda yaşamıştır. KRONOLOJİK TABLO 1.Ö. XII-VIII. asır: Kimmerler, bozkırların Güney Rusya bölümünde. VIII-III. asır: İskitler, Karpatlar ve Sir Derya arasındaki bozkırda; Sakalar, Sir Derya’nın doğusunda, Tanrı Dağları, Pamir ve Sakastan (Doğu İran) bölgelerinde, aynca Minusinsk havzasında; Toharlar, Çin’in kuzeybatı sınırlarında. 600 (?): Zoroaster’in Doğu İran’da faaliyet göstermesi; Harezmliler, güneydeki Merv ve Herat bölgesinde. 550-330: Eski Fars krallığı (Achaimenida hanedanı) devri. 484 öncesi: “Tarih yazıcılığının babası” olan Herodotos göçerlerden bilgi verir. 334-323: Büyük İskender’in Fars ve Hindistan seferi. III.-M. S. IV.: İskit kavim gruplarından Sarmatların hakimiyeti; Aors kavimleri Sir Derya ile Kafkaslar arasında. yakl. 250-M. S.yakl. 224: İran’da Part hanedanı (Arşakitler). 206-M. S. 220: Çin’de Han hanedanının hakimiyeti. III. asır sonu: Hiungnular (Asyalı Hunlar), Gobi Çölü çevresinde imparatorluk kurarlar; Tinglinglerin kuzey kolu, Hiungnuların kuzeyinde Baykal Gölü’nün güney komşuluğunda; Tinglinglerin batı kolu, İrtiş Irmağı çevresinde. yakl. 174-160: Toharlara karşı Hiungnu saldınsı; Toharların batıya çekilmeleri ve Tanrı Dağları çevresinde, Saka kavimlerini tebaları arasına katmaları; bazı Saka kavimleri Kuzey Hindistan’a giderler. 133-129: Toharlara karşı Vusun saldırısı; Toharlar batıya çekilerek Soğdiya ve Baktriya’yı ele geçirirler. 129 sonu: Çang Kien, Fergana’ya ulaşır. 120 sonrası: Partuş kralı II. Mithridates, Toharlara karşı savaşır. 76: Partuş kralı ·Sinatrukes ve Sakarauklar. 43-36: Doğu Kangkü’de, Hiungnuların batıdaki ilk yerleşimi; Batıda Çiçi’nin savaşları. 36: Kangkü bölgesinde, Hiungnu hakimiyetinin yok edilişi. M:S. 10 civarında:I.Kuzulakadphişeş, Kuzey Afganistan bölgesinde, Kuşan hanedanını (M. S. yakl. 10-250) kurar. 12-yakl. 38: Partuş kralı ili. Artabanos. 18-50 sonrası: Sakastan’da, Gondopherres .


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.