Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10788
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
Tevhid-i Tedrisat/Eğitim-Öğretim Birleştirirlmesi (Prof.Dr.Abdurrahman KÜÇÜK)

Tevhid-i Tedrisat / Eğitim-Öğretimin Birleştirilmesi ve Türk Milletine Kazandırdıkları

(9/04/2009 15:36:26)

Tevhid-i Tedrisat/Eğitim-Öğretimin Birleştirilmesi ve

Türk Milletine Kazandırdıkları

 

Prof. Dr. Abdurrahman Küçük

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti Eğitim-Öğretim Tarihi’nde Mart Ayı’nın ayrı bir yeri ve önemi vardır. Çünkü eğitimin - öğretimin millîleşmesini ve laikleşmesini temel alan politikanın uygulamasını Atatürk, 1 Mart 1924 tarihinde, TBMM`de yaptığı konuşma ile başlatmıştır. O gün yaptığı konuşmada, eğitim ve öğretimin birleştirilmesinin önemini vurgulamıştır. Ancak Atatürk, bu konunun alt yapısının hazırlığına 2-3 yıl öncesinden başlamış; 3 Şubat 1923 tarihinde, İzmir’de halk ile yaptığı sohbette bile, Milletin ve memleketin eğitim-öğretim kurumlarının bir olması, memleket evladı kadın ve erkeklerin aynı şekilde oradan çıkması gerektiğini vurgulamıştır.

Atatürk’ün önderliğinde mukadderatını eline aldığı günden itibaren Türkiye’de, eğitim ve kültür hayatına büyük önem verilmiştir. Sakarya Savaşı’ndan önce, 15 Temmuz 1921 tarihinde, Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’nde Atatürk; düşmanla savaş halinde olunmasına rağmen, eğitim ve kültür işlerinin ihmal edilmemesini, gelecek için hazırlık yapılmasını ve Millî bir eğitim-öğretim modelinin oluşturulmasını istemiştir.

Mustafa Kemal Atatürk; 1 Mart 1922 tarihinde TBMM’ni açarken yaptığı konuşmada, “Hükümetin en feyizli ve en mühim vazifesi maarif işleridir. Bunda muvaffak olabilmek için öyle bir program takip etmeğe mecburuz ki, o program Milletimizin bugünkü haliyle, içtimaî, hayatî ihtiyacı ile muhitin şartları ile ve asrın icaplarıyla tamamen mütenasip ve mütevafık olsun... Millî dehânın inkişafı ve bu sayede lâyık olduğu medeniyet mertebesine yükselmesi bittabi âlî meslekler erbabını yetiştirmekle ve millî harsımızı yükseltmekle kabildir.” diyerek “yol haritası”nı çizmiştir.

Atatürk, 1 Mart 1923 tarihinde TBMM’ni açış konuşmasında da şöyle demiştir: “Evlâd-ı memleketin müştereken ve mütesaviyen iktisaba mecbur oldukları ulûm ve fünûn vardır. Âli meslek ve ihtisas erbabının tefrik olunabileceği derecât-ı tahsile kadar terbiye ve tedriste vahdet, hey’et-i içtimâiyyemizin terakkî ve teâlisi nokta-i nazarından çok mühimdir. Bu sebeple Şeriye Vekaleti ile Maarif Vekaleti`nin bu hususta tevhid-i fikir ve mesâî eylemesi temenniye şâyandır”.

Atatürk’ün hedef gösterdiği reform, 3 Mart 1924 (1340) ve 430 sayılı Kanun ile hayatiyet kazanmıştır. Bu Kanun, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur. Tevhid-i Tedrisat; Eğitim-Öğretimin birleştirilmesi ve Eğitim-Öğretim kurumlarının Millî Eğitim Bakanlığı denetimine verilmesidir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra değişik kurumlarının bünyesinde bulunan eğitim-öğretim kuruluşlarının tek çatı altında toplanması ve eğitim-öğretimde reform yapılması hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti; ilk icraatları arasına Eğitim-Öğretimin Millîleşmesini ve Laikleşmesini koymuştur. Çıkarılan kanunlar ve yapılan uygulamalar doğrudan bununla ilgili olmuştur.

 

a. “Eğitim-Öğretim Birliği”nin Kanunlaşması ve Kazandırdıkları

Atatürk’ün eğitim-öğretimin millî olması ile ilgili eğitim kurumlarının birleştirilip tek çatı altında toplanması konularında yaptığı konuşmalar, 2 Mart 1924 tarihinde Halk Fırkası Grup toplantısında tartışılmıştır. Bu tartışmanın sonunda 3 Mart 1924 tarihinde TBMM’inde görüşülecek 3 ayrı kanun teklifi hakkında görüş birliğine varılmıştır. Bu kanun teklifleri; Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti ile Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Vekaleti’nin kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat’ın kabulü ile ilgilidir. Kaldırılması istenen kanunlar kabul edilmiş ve Din Hizmetleri (Diyanet İşleri Reisliği) ile Türk Silahlı Kuvvetleri siyasetin dışına çıkarılarak güçlenmesinin sağlanması hedeflenmiştir. Devletin laikleşmesinin yolu açıldıktan sonra “Eğitim-Öğretimin Birliği” konusunun acilen görüşülmesine geçilmiştir.

Saruhan Mebusu Vasıf Çınar ve arkadaşları, Tevhid-i Tedrisat Hakkındaki Kanun Teklifi’ni TBMM’ne sunmuştur. TBMM’ne sunulan Kanun’un gerekçesinde şöyle denilmiştir: “Bir devletin irfan ve maarif-i umumiye siyasetinde, milletin fikir ve his itibariyle vahdetini temin etmek için tevhid-i tedrisât en doğru, en ilmî, en asrî ve her yerde fevâid ve muhassenâtı görülmüş bir umdedir... Saltanat-ı Münderise-i Osmaniye, tevhid-i tedrisâta başlamak istemiş ise de buna muvaffak olamamış ve bilakis bu hususta bir ikilik bile vücuda gelmiştir. Bu ikilik, vahdet-i terbiye ve tedris nokta-i nazarından birçok muzır neticeler tevlid etti. Bir millet efradı ancak bir terbiye görebilir. İki türlü terbiye, bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise vahdet-i his ve fikir ve tesânüt gayelerini külliyen muhildir.

Teklif-i Kanunîmizin kabulu takdirinde Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki bilumum irfan müessesâtının merci-i yegânesi Maârif Vekâleti olacaktır...”

Birkaç yıl önceden alt yapısı bizzat Atatürk tarafından hazırlanmış anlayış çerçevesinde gerekçesi belirlenmiş Kanun Teklifi, TBMM’ne sunulmuştur.

Bu Kanunun esası olan 5 madde (sadeleştirilmiş olarak) şöyledir:

1 - Türkiye dâhilindeki bütün bilimsel ve eğitim kurumları Maarif Vekâletine (Millî Eğitim Bakanlığı’na) bağlanmıştır.

2 - Din ve Vakıflar veya özel vakıflar tarafından idare edilen bütün medreseler ve mektepler Millî Eğitim Bakanlığı’na devredilmiş ve bağlanmıştır.

3 - Din ve Vakıflar Bakanlığı’nın bütçesinde mektep ve medreselere ayrılan ödenekler Millî Eğitim (Maarif) bütçesine nakledilecektir.

4 - Millî Eğitim Bakanlığı (Maarif Vekâleti), yüksek din bilgini yetiştirilmek üzere Üniversite’de (Darülfünun) bir İlâhiyat Fakültesi kuracak ve imamlık-hatiplik gibi dinî hizmetleri yerine getirmekle görevli memurların yetişmesi için de ayrı mektepler açacaktır.

5 - Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren genel olarak eğitim ve öğretim işi ile ilgili olup şimdiye kadar Millî Savunma (Müdafaa-i Milliye) Bakanlığı’na bağlı bulunan askerî okullar ile Sağlık Bakanlığı’na (Sıhhiye Vekâleti) bağlı Yetimhaneler (Kimsesizler yurtları), bütçeleri ve eğitim-öğretim kadroları ile beraber Millî Eğitim Bakanlığına (Maarif Vekâleti) bağlanmıştır. (Bir yıl sonra, 22.04.1925 tarihinde 637 sayılı Kanun ile askerî okullar yeniden Millî Savunma /Müdafaa-i Milliye Bakanlığına devredilmiştir).

Görüldüğü gibi Kanun iki ana temel üzerine oturtulmuştur. Bunlardan biri, eğitim-öğretimin birleştirilerek Millî Eğitim Bakanlığına bağlanması; diğeri de Din’in doğru öğretilip yaygınlaştırılmasını sağlayacak kurumların açılmasıdır. Bu iki ana temelden biri, Türkiye’de eğitim-öğretim disipline edilmek üzere Millî Eğitim Bakanlığının yetkisine verilmiş olmasıdır .Diğer temeli de; Türk Milletine, Dini doğru öğretecek Yüksek Din Bilginlerini yetiştirecek İlâhiyat Fakültesi’nin kurulması, dinin doğru anlatılmasını ve dinî ihtiyaçların karşılanmasını sağlayacak imam-hatiplerin yetişmesi için okulların açılmasıdır.

Bu özellikleri dolayısı ile Tevhid-i Tedrisat Kanunu, önemli Kanunlardan sayılmış ve İnkılap (Devrim) Kanunları arasına alınmıştır. Bu Kanunun, 1961 Anayasası’nın 153. maddesinde ve 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 174. maddesinde “Devrim Kanunları”ndan olduğu vurgulanmış; Anayasa’nın kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılmayacağı ve yorumlanamayacağı yer almıştır.

Tevhid-i Tedrisat (Eğitim-Öğretimin Birliği) Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğunda en fazla üzerinde durulan ve önem verilen kanunların başında gelmektedir. Bu önem, yukarıda belirtildiği gibi, sonraki dönemlerde Anayasaların teminatı altına alınarak gösterilmiştir. Çünkü bir ülkenin kalkınması, yetişecek nesillere bağlıdır. O tarihe kadar Türkiye’de eğitim-öğretim kurumlarında ikilik olduğu gibi Türk insanı da, temsili oranında, bu kurumlardan yararlanamamıştır. Bu durum da huzursuzluğun kaynağı olmuş ve Türk insanının aşağılanmasına yol açmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğu günden itibaren, eğitim-öğretim işine büyük önem vermiş, bu konudaki reformları gerçekleştirmeye, sorunlara çözüm bulmaya yönelmiş ve değişiklikleri gerçekleştirmiştir. Bu reformların devamı olarak, 2 Mart 1926 tarihinde Maarif Teşkilâtı Kanunu, 1 Kasım 1928 tarihinde ise Latin Harflerinin kabulünü sağlayan (Harf İnkılabı) Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunlar ile “lâik eğitim-öğretim”e uygun, ilk ve ortaöğretim programları belirlenmiştir. Eğitim-öğretim hizmetleri, modern bir hâle getirilmiş ve “millî model”de eğitim sistemine geçiş yapılmıştır. Eğitim-öğretimin yaygınlaştırılması için ilkokullar, ortaokullar, liseler, meslek okulları ve yüksek okullar açılmaya başlanmıştır. İlkokul, zorunlu eğitim-öğretim kapsamına alınmıştır. Eğitim-Öğretimde çağdaş ülkeler seviyesine çıkmak için yeni program çalışmaları yapılmış ve buna uygun kitaplar yazılmıştır.

 

b. Eğitim-Öğretimdeki Çok Başlılığa Çözüm Arayışı

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, diğer kurumlar gibi eğitim kurumları da büyük bir gerileme içindedir. Osmanlı Devleti’nin eğitim kurumlarından olan medreseler; XVII. Yüzyıldan itibaren, Devletin diğer kurumlarına paralel olarak gerilemiş ve önceki dönemlerdeki fonksiyonlarını yerine getiremez olmuştur.

Devletin yıkılışını önlemek amacıyla yapılmaya başlanan yenilikler çerçevesinde, eğitim-öğretim kurumları da yeniden düzenlenmiştir. XVIII. Yüzyılın sonlarında ordunun subay, teknik eleman ve doktor ihtiyacını karşılamak üzere, çağın gereklerine uygun okulların açılmasına başlanmıştır. Tanzimat Dönemi’nde, askerî okulların yanında, Avrupa’dakilere benzer modern eğitim kurumları açılmıştır.

Medrese ve modern devlet okulları dışında, kendi dillerinde eğitim yapan azınlık ve yabancı okulları da açılmıştır. Bu okullarda okutulan farklı dersler sebebiyle ayrı duygu ve düşünce, değişik kültür ve davranışa sahip insanlar yetiştirilmiştir. Bu durum, ülkede, eğitim-öğretim konusunda karmaşaya da yol açmıştır.

Osmanlı Devleti’nde Eğitim-Öğretimde yenileşme hareketlerine, 1773 yılından itibaren başlandığı ve 1839 yılına kadar sürdüğü dikkati çekmektedir. Batılı anlamda eğitim-öğretime ise, genelde, deniz subayı ve mühendis yetiştirme (1773 yılında Deniz Mühendis Okulu ve 1793 yılında Kara Mühendis Okulu) ile başlanmıştır. Bu alanlarda başlayan eğitim-öğretim Tanzimat ile değişik alanlara yayılmış ve günümüze kadar gelmiştir.

1826 yılında bazı okulların bağlandığı Evkaf (Vakıflar) Bakanlığı kurulmuştur.1839 Tanzimat Fermanı ile siyasî ve sosyal bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemenin eğitim-öğretim kurumlarına da etkisi olmuştur. Örgün öğretim alanında önemli gelişmeler olmuş ve çok sayıda yeni okul açılmıştır.

Medreseler dışında kalan ilk, orta ve yükseköğretim için düzenlemeler yapılmıştır. Kız öğretmeni yetiştiren okullar ile üniversite açılmış ve meslekî öğretimin temelleri atılmıştır. 1846 yılında Daru’l Fünun (Üniversite) açılması kararlaştırılmıştır. 1869 yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi çıkarılmıştır. Bundan sonraki dönemde ihtiyaç duyulan her alanda Batı tarzı okullar yaygınlaştırılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde askerî eğitim alanında başlanmış ve zamanla diğer alanlara da yayılmış olan “Batı tarzı eğitim kurumları” yanında Medreseler de varlığını sürdürmüştür. Böylece ortaya iki farklı okul tipi, iki farklı eğitim yöntemi çıkmıştır.

Değişme ve yenileşme genelde bu yeni okullarda ve onların programlarında olmuştur. Bu yeni okullar ile rekabet etme ihtiyacı hisseden medreselerde ıslahat çalışmalarına başlanmış ancak bu yenileştirme ve uyarlama çalışmaları 1924 yılına kadar tamamlanamamıştır. Bu durum eğitim kurumları arasında rekabeti ve kamplaşmayı da beraberinde getirmiştir.

Bunların yanında Yabancıların açtığı okullar, Misyonerler tarafından açılan okullar ve Türkiye’deki azınlıklar tarafından açılan okullar da olmuştur. Bu okulların her biri farklı bir baş çekmiş ve uyguladıkları yeni yöntemler ile ilgi odağı haline gelmiştir/getirilmiştir.

Ermeni Meselesi’nin çıkarılmasında, Birinci Dünya Savaşı’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda “dinî azınlıkların ayaklanması”nda Yabancılar tarafından açılan bazı okullar ile yabancı devletlerin desteğinde açılan Misyoner nitelikli çalışmalara ağırlık veren okullar “üs” görevi yapmıştır. “Üs görevi” yapmanın yanında bu okullar, görevli Misyoner öğretmenleri vasıtasıyla, eğitim-öğretim verdikleri öğrencileri “bilinçlendirmiş” ve Türk düşmanı olarak yetiştirmiştir. Denetim dışı çalışan bu okullar ülkenin politikasına ters düşmüş, eğitimde ayrı bir baş çekerken ülkede hem “ikilik” çıkmasında hem de eğitim-öğretimdeki “karmaşa”da etkili olmuştur.

Osmanlı Devleti`nin parçalanmasında etkili olan Yabancı Okullar ile Misyoner nitelikli okullar için Türkiye Cumhuriyeti Devleti çeşitli tedbirler almak zorunda kalmıştır. Alınan bu tedbirlerden biri de; 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu olmuştur. Bu kanun ile eğitim-öğretim tek çatı altında toplanarak denetim altına alınmış ve yöntem birliğinin sağlanması yoluna gidilmiştir.

Tevhidi Tedrisat Kanunu eğitim ve din eğitimi yapan okulların tamamı Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Bu kanunlar ile okullarda haç ve heykel gibi “dinî semboller”in bulundurulması ve dinî ayinlerin yapılması yasaklanmıştır. Fransız ve İtalyan Okullar dershanelerindeki Katolik sembolleri kaldırmayı kabul etmediklerinden Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, 1924 yılında, Fransız ve İtalyan okullarını kapattırmıştır. Ancak Amerikan Board yetkilileri bu kanuna uymayı kabul ettiklerinden bir müddet Amerika destekli okullar varlığını sürdürmüştür. Onlardan da Kanuna uymayan okullar, eğitim-öğretimden menedilmiştir.

Amerikan okullarında İngilizcenin kullanılması ve yabancı dil eğitiminin ön plana çıkması; Amerikan ve İngiliz Protestan Misyonerlerin çalışmalarına kolaylık sağlamıştır. Kendilerine sağlanan imkânlardan ve hoşgörü ortamından cesaret alan Misyonerler; okullarda, çeşitli yöntemleri kullanarak Türk gençlerini Hıristiyanlaştırmaya girişmişlerdir. Bunun bir örneği Bursa Amerikan Kız Koleji’nde görülmüştür. Bu Kolej’de üç kız öğrenci Hıristiyanlaştırılmıştır. Olayın duyulması üzerine bizzat Atatürk’ün emriyle okul kapatılmış ve yabancı okullar yakın takibe alınmıştır. Bu okulları destekleyen devletler de uyarılmış ve onlar da okullara olan açık desteğini çekmek durumunda kalmışlardır.

Devlet desteğini kaybeden okullar, günümüze kadar gelen birkaçı hariç, zamanla birer birer kapanmış veya kapatılmıştır. Bu kapanmada; 1929 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın bilgisi ve izni olmadan okul açılamayacağı kararının alınması, 23 Mart 1931 tarihinde Türk çocuklarının ancak Türk okullarına gidebileceği kanunun çıkartılması, 1935 yılında yayımlanan Yabancı Okullar Yönergesi ile derslerin okutuluş biçimi, okutulacak kitaplar ve eğitim-öğretimin denetimi, okullara vergilerin konulması, öğretmenlerin ve öğrencilerin uyacakları kuralların belirlenmesi de etkili olmuştur.

Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından sonra başlayan ve 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanununa kadar, ülkede, Maarif Bakanlığına bağlı okullar yanında, Meşihat’a, Şeriyye ve Evkaf Bakanlığına bağlı ve eski usûle göre eğitim-öğretim yapan mektep ve medreseler de faaliyet göstermiştir. Farklı yöntem uygulayan bu eğitim kurumları, farklı anlayışı temsil eden kurumlar; farklı “insan tipleri yetiştirir olmuştur.

Bu farklı insan tipleri de; toplumda çok başlılığın, birbirine farklı gözle bakabilmenin, kamplaşmanın ve zıtlaşmanın gerekçesi sayılmıştır. Gün geçtikçe de aradaki makas açılmış ve zıtlaşma artmıştır. Hem bu makası kapatmak hem zıtlaşmayı önlemek hem de modern teknolojiden yararlanmak için eğitimin-öğretimin tek çatı altında toplanmasına ve denetlenmesine ihtiyaç duyulmuştur. Alt yapısı 1919 yılından itibaren bizzat Atatürk tarafından hazırlanan bu durumun, 1923-1924 yıllarında, ciddî olarak gündeme alınması ve gereğinin yapılması sağlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Türkiye’de Türk insanının/Anadolu insanının okuma oranı çok sınırlıdır. Özellikle büyük ve belirli merkezlerin dışında kalan Türk insanı ne medreselerden ne de modern mekteplerden yararlanabilmiştir. Ülkenin “sahib-i aslisi”; okullardan, eğitim-öğretimden de temsili ve çoğunluğu oranında yararlanamamıştır. Askerlik ve sık aralıklarla olan savaşlara katılma dışında pek hatırlanmaz olmuştur. “Aslî unsur” için  asker olma ve çiftçilik yapma “kader “ haline gelmiştir. Bu “kader”, Atatürk’ün bu konuyu benimseyip Türk insanının eğitim öğretimine önem verilmesini emrettiği 1924 yılına kadar devam etmiştir.

 

c. Atatürk’ün Dine Verdiği Önem ve Din Eğitimi Konusunda Türk Milleti`ne Sunulan İmkânlar

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluncaya kadar ihmale uğramış Türk insanı için "güneş yeniden doğmuş”tur. Çünkü Anadolu’nun Selçuklularla kurulan, en az 600 yıllık geçmişi olan köylerinde okullaşma 1924’lerden sonra olduğu belirtilirse; o güne kadar birkaç köyde/yörede okur-yazar oranın bir elin parmakları ile sayılırsa konun ne kadar önemli olduğu ve ne kadar ihmal edildiği anlaşılacaktır. Burada akla medreseler yok muydu ve Kuran Kursları yok muydu?" gibi sorular gelebilir. Hemen belirtilmeli ki medreseler genelde büyük şehirlerde ve kültür merkezlerindedir. Teşkilatlı Kuran Kursları yaygın değildir, yaygın olanlar ise sadece Kuran’ı yüzünden okutmaya veya çok sınırlı olarak hâfız yapmaya yöneliktir. Bu kurslarda Arapça öğretimi, okur-yazar eğitimi yok seviyesindedir. Kuran’ı okutma yanında verilen dinî bilgiler yeterli değildir. Bu bilgiler de, genelde, namaz, oruç ve benzeri konularla sınırlıdır. Kısacası sadece günlük bazı dinî bilgileri vererek geçiştirme genel politikalardandır.

Bundan dolayı Cumhuriyet Döneminde ilk açılan okullar, Anadolu’nun yıllarca ihmale uğramış Türk insanın yoğun olduğu yerleşim yerleridir. Başlatılan bu eğitim-öğretim reformlarına değişik gerekçelerle özellikle 1 Kasın1928 tarihinde kabul edilen “Harf Devrimi”nden itibaren Latin harflerine geçilmesinden sonra, “Gavur harfleri ile okumayın ve çocuklarınızı okutmayın, dinden çıkarsınız!” propagandası yapan kimseler yüzünden Türk insanı uzun zaman direndirilmiştir. Zamanla bu konuda tedbir alınmış ve kısmen çözüm bulunmuş; fakat “aynı yobaz ve cahil kesim” kızların okutulmamasını hedef almışlardır. Türk ailelerince erkek çocuklara olur çıksa da uzun zaman kızlara olur verilmemiş; kızların okutulmaması için “hadisler” uydurulmuş ve İslâm malzeme yapılmıştır. Halbuki İslâm okumayı ve ilim yapmayı en temel emirlerden saymaktadır. İlimle, bilgiyle, düşünmeyle, okumayla, akıl erdirmeyle ilgili Kuran’da 500’den fazla ayet, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.) de yüzlerce Hadisi vardır. Kuran’ın ve Hz. Muhammed’in bu olumlu yaklaşımlarına rağmen okumaya veya okutmaya karşı bu olumsuz tavır, cahillik ve yanlış şartlandırma, Türk insanının “samimî dindarlığı”nın günümüze kadar uzanan istismarına yol açmıştır. Bu konuda Atatürk’ün fark edip emrettiği Türk insanının istediği orta çözüm yolu zamanla ihmal edilmiştir. Sonraki dönemlerde önerilen çözüm yolları; ikna edilmekten daha çok baskıya dayalı olmuş, Türk insanının samimî dindarlığının sosyolojik ve psikolojik tahlili yapılamamıştır. Bundan dolayı yeni bir zıtlaşma ve kamplaşma süreci başlamıştır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun Türk Milleti için diğer önemli bir yanı, 4.Madde’de yer alan İlâhiyat Fakültesi’nin ve İmam-Hatip Okullarının açılmasının emredilmesidir. Bu madde ile Din Eğitim-Öğretimi de Millî Eğitim Bakanlığı’na verilmiş ve Türk Milletine dinin öğretilmesi devletin görevleri arasına alınmıştır. Türk Milleti’nin İslâm’ı öğrenmesi, Türkçe’de yazılmış kaynak kitaplar yolu ile dinini anlayıp uygulamaya çalışmasının önü açılmıştır. Bizzat Atatürk döneminde, İstanbul’da İlâhiyat Fakültesi yanında, Türkiye’nin birçok ilinde önce  24, sonra da 5 tane olmak üzere toplam 29 İmam-Hatip Okulu açılmıştır ( İlâhiyat Fakültesi 1933 yılında kapanmış ve 16 yıl sonra 1949 yılında Ankara Üniversitesine bağlı olarak açılmıştır. İmam-Hatipler, ilgisizlik ve öğrencisizlikten zamanla kapanmıştır. 1951-1952 yılında yeniden İmam-Hatip Okulları açılmıştır.).

Atatürk’ün direktifi ile Diyanet İşleri Reisliği (Diyanet İşleri Başkanlığı) kurulmuş ve Diyanet İşleri Reisi’ne en yüksek maaş verilerek önemi vurgulanmıştır. Bunun yanında Kuran`ın Türkçeye çevirileri yapılmış, İlmihal kitapları yazılmış, Tefsir Kitapları hazırlatılmış ve Buharî’nin Hadis külliyatı Türçe’ye tercüme ettirilmiştir. Türk Milleti, dinini öğrenmeye ve Türkçe anlamaya, din konusunda bilgilerin genelleşmesine Türkiye Cumhuriyeti ile kavuşmuştur. Bunun devamı olarak bu gün ülkemizde 500 civarında İmam-Hatip Lisesi ve 24 İlâhiyat Fakültesi faaliyet göstermekte, yaklaşık 110 bin kadrolu görevlisi ve büyük bütçesi ile Diyanet İşleri Başkanlığı hizmet vermektedir. Bu, 3 Mart 1924 ve 430 sayılı Kanunun kazanımlarındandır.

Türk Milleti’nin dinini öğrenmesinde ve din eğitim-öğretiminin yaygınlaşmasında Atatürk’ün Din ve Hz. Muhammed (a.s.) .hakkında söyledikleri etkili olmuştur. Atatürk; Türk Milleti’nin dinini öğrenmesinin yeri olarak da mektepleri göstermiş ve şöyle demiştir: “Bizde ruhbanlık yoktur. Hepimiz müsaviyiz ve dinimizin ahkâmını (hükümlerini) mütesaviyen (eşit bir şekilde) öğrenmeye mecburuz. Her fert dinini, diyânetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır; orası da mekteptir.”. Hz. Muhammed (a.s.) hakkında da Atatürk; “O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. benim, senin adın silinir; fakat sonsuza kadar o ölümsüzdür.” değerlendirmesinde bulunmuştur.

Atatürk, toplum için dinin önemine ve lüzumuna da şöyle işaret etmiştir: “Din vardır ve lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmiş. Aksine olarak bir çok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış... Din lüzumlu bir müeessedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur.”

Atatürk, Türk Milletinin dindarlığı ile ilgili olarak da şöyle demiştir: “Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinimize, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuûra muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor...”.

Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.”diyen Atatürk, Arapça okunan hutbeler konusuna da çözüm sunmuş ve okuduğu Türkçe hutbe ile ilk örneğini de kendisi vermiştir. O, Balikesir’de, 7.2.1923 tarihinde, Zağnos Paşa Camiinde, minbere çıkıp bir hutbe irad etmiştir. Türkçe okuduğu Hutbe’de “Ey millet, Allah birdir, şanı büyüktür.” ifadeleri ile başlayıp Türkçe devam etmiştir. Bu Hutbeden sonra sorulan soruları da cevaplandırmıştır. Cevabında “Hutbeler hakkında sorulan sualden anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı milletimizin fikrî hisleri, dili ve medenî ihtiyaçlarıyla uygun görülmemektedir.” diyerek Hutbelerin Türk Milletinin anlayacağı dilde yani Türkçe ve anlaşılır olmasını dile getirmiştir. Hutbelerin o yıldan itibaren Türkçe olması için tedbirler alınmış ve bu uygulama Milletin bilinçlenmesine katkı sağlamıştır.

 

Sonuç

Eğitim-Öğretimde Birliğin sağlanmasının ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetimine verilmesinin, günümüzde, üzerinde durulması ve tahlil edilip ders alınması gereken yönleri bulunmaktadır.

O dönemde birkaç grup eğitim-öğretim kurumu bulunmaktadır. Bunların bir kısmı Yabancı Ülkeler tarafından açılmış yabancı okullar ve azınlık okullarıdır. Bu okullar, uyguladıkları modern yöntemler ile Türk Eğitim-Öğretimine katkıları olmakla birlikte, daha çok yabancı ülkelerin amaçlarına hizmet etmişlerdir. Hatta bir kısmı geçiş dönemindeki karmaşadan yararlanarak Misyonerlik de yapmıştır.

Bunların yanında 1839’lardan itibaren Batı’daki gelişmeleri ve teknolojiyi alarak açılan modern anlamda okullar da eğitim-öğretim vermiştir. Bu okulların başarısı ve ileri gelenlerin çocuklarını bu okullara göndermesi rağbeti artırmış ve buraları ilgi odağı yapmıştır. Modern anlamdaki okullarda okuyanlar ve buralardan mezun olanlar, medreseleri küçümsemiş ve zaman zaman oraları “karşıt/çağdışı” görmeye başlamıştır. Bu durum sürtüşmenin, kamplaşmanın ve düşmanlığın odağı haline gelmiştir.

Bir tarafta bu çeşit okullar, diğer tarafta Medreseler faaliyet göstermiş ve farklı bir baş çekmiştir. Aynı zamanda farklı bakanlık bünyesinde faaliyet gösteren medreseler, gelişen ve değişen teknolojiye adapte olamamanın sıkıntısını yaşamışlardır. Bu sıkıntı içindeki medreseler, modern anlamdaki okullar ile yabancılar tarafından açılan okullar ile rekabet edemez duruma gelmişlerdir. Bundan dolayı medreseler, çözümü, kendileri dışındaki eğitim kurumlarına karşı tavır almakta görmüşlerdir.

İlk planda en az 3-4 çeşit eğitim-öğretim kurumu ve anlayışı, ortaya bazı sıkıntılar çıkarmıştır. Bu sıkıntılara çözüm bulmak yanında Türk insanının daha kolay ve zorunlu olarak eğitilip öğretilmesinin önünün açılması arayışlarına girilmiştir. Bunlara çözüm bulma yanında Türk Devletinin Millî Devlet olması ve büyük dönüşümlerin temeli 3 Mart 1924’te gerçekleştirilmiştir.

Günümüzde, dünyada, Müslüman toplumu, laik, demokratik, hukuka saygılı bir Devlet olarak dikkati çeken “Türk/Türkiye Modeli”; 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan kanunlar ve konuşmalar ile atılmıştır demek bir hakkın teslimi olacaktır.

Türkiye’nin değişik coğrafî bölgelerinde farklı din, farklı mezhep ve farklı din anlayışları, farklı “etnik köken iddiası içinde olan” milyonlarca Türk insanı ortak bir eğitim potasından geçirilerek, Türk Milleti bilincini sahiplenmesi, Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşı olmanın hazzını tatması Tevhid-i Tedrisat’ın/Eğitim-Öğretimde Birliğin hedefleri arasındadır. Bu süreçte -son 5-6 yıldaki gelişmeler hariç- din, mezhep, inanç, etnik köken, bölge gibi farklılıklar aşılmış, bütün bunların üzerinde, herkesin kendini Türk Milleti’nin ferdi olarak görmenin, “Ne Mutlu Türküm Diyene!” demenin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olmanın bilinci ve sorumluluğu içinde yaşamaktan mutlu olmuşlardır.

Sonuç olarak 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu; Eğitim-Öğretimin Birleştirilmesini ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetimine verilmesini; çok başlılığın ve ikiliğin giderilmesini, eğitim-öğretimin yaygınlaştırılmasını, zorunlu eğitim-öğretime geçilmesini, Türk insanının kolay yoldan okur-yazar olmasını, Türk Milleti’nin din eğitim-öğretiminin devlet tarafından verilmesinin yolunu açmıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra bizzat Atatürk’ün talimatı ile Kur’an’ın Türkçe tercümeleri ve mealleri yapılmıştır. Bunun yanında, Cumhuriyetin ilk 15 yılında, Kuran-ı Kerim’in tercüme ve tefsirine dair neşredilen eser sayısı 9 olmuştur. Günümüzde de önemini koruyan Elmalılı Hamdi Yazır tarafından hazırlanan “Hak Dini Kur`an Dili” adlı Türkçe Tefsir bizzat Atatürk’ün emriyle yazılmıştır. Türkçe hazırlanan Kur’an Mealleri, Tefsirler, İlmihaller ve Hadisler ile vaaz ve hutbelerin Türkçe yapılması; Türk Milletinin dinini öğrenmesinin, Türkçe düşünmesinin ve dinî bilgilerin yaygınlaşmasının önünü açmıştır.



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.