Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10765
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
OSMANLI DEVLETİ AVRUPA BİRLİĞİ ÜYESİYDİ...
Bu bir şaka değil...
Osmanlı Devleti, 1856 da, zamanın Avrupa Birliği sayılan, Avrupa Devletleri Konseyi`nin bir üyesiydi...
Avrupa Birliği`ne `aday`olan Türkiye için  `Avrupa Birliği` hiç de yabancı değil... Çünkü günümüzden 144 yıl önce Osmanlı Devleti, Kırım savaşı sonunda, 1856 yılında Paris`te imzalanan antlaşma gereğince Avrupa Devletleri Konseyi`nin üyesi olmuştu... Bu üyelik de aynen günümüzde yaşadığımız gibi, çok zor koşullar altında gerçekleşmişti. Ve Avrupa Devletleri Konseyi`ne kabul edilen Osmanlı Devleti, o tarihten beri "Avrupalılaşma" sürecine girmiş ve bu süreç günümüze kadar sürmüştü. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı Devleti`nin bir devamı ise-ki öyledir- bu durumda, Türkiye için `Avrupa Birliği` üyeliği `müktesep` bir haktır.
TARİH YALAN SÖYLEMEZ...
1856 yılının 30 Mart`ında Paris`te toplanan Avrupalı devletler;Kırım Savaşı sonucunu değerlendirdiler ve yapılan anlaşma gereğince, Osmanlı Devleti`ni Avrupalı Devletler statüsüne kabul ederler...
Bu anlaşmanın 7. maddesi aynen şöyledir:
"Haşmetlu Fransızların imparatoru ve  haşmetli Avusturya imparatoru ve haşmetlu Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Kırallığı kıraliçesi ve haşmetlu Prusya kralı ve haşmetlü bütün Rusyalar imparatoru ve haşmetlu Sardunya Kıralı; Osmanlı hükümetinin Avrupa Devletleri konseyinden faydalanmasını kabul ettiklerini ilan ederler."
İşte bu anlaşmayla, 1856 yılından beri, iç işlerimizin `düzenlenmesi` konusunda önerilen `tavsiyeler` Avrupa `cenahından` gelir oldu. Daha önce benzeri `uyarılar` Rusya`dan geliyordu. Avrupalı Devletler Osmanlı üzerinde Rusya`nın `tek başına` baskı kurmak istemesini kıskandılar. Bu kıskançlık öyle bir düzeye geldi ki, koskoca bir Kırım savaşı, bu Avrupa-Rusya çekişmesinden doğdu dersek, abartmamış oluruz. Savaş sonunda Rusya`nın kolu-kanadı kırılıp, sesi kısılınca, Avrupalılar, Osmanlı Devleti`ni, bir anlamda `korumaları` altına aldılar. Kuşkusuz bunun da bir bedeli vardı. Bu bedel, onlar istemeden Osmanlı Devleti tarafından `Islahat Fermanı` adıyla verildi.
NASIL BAŞLADI?
Osmanlı Devleti 1849`da kendisine sığınan Macar ve Leh milliyetçilerini Rusya`nın tüm  ısrarlarına karşın teslim etmedi. Bu durum karşısında Rusya, kendisini dünya kamuoyu önünde küçük düşürülmüş olarak gördü ve bunu unutmadı. Bu olayın arkasından Osmanlı Devleti`ni hırpalamak için hıristiyan dünyasını arkasına almayı planladı. Osmanlı topraklarında bulunan ve hıristiyanlarca kutsal sayılan yerler üzerinde hak iddia etmeye başladı. Bununla da kalmadı; Osmanlı yönetimindeki Ortodoksları himayesine aldığını açıkladı... Rusya, aslında meydan okuyordu; ama, Osmalı`da ona papuç bırakmıyordu. Ne var ki, devletin durumu herkesçe ayan-beyan ortadaydı. İngiltere, Fransa, Osmanlı`nın tek başına Rusya ile baş edemeyeceğine karar verdi ve yardım elini uzattı. Onları neden ilgilendiriyor? demeyin;Çünkü, Avrupalılar, Rusya`nın Akdeniz`e doğru yayılmasından korkuyorlar;Süveyş kanalı`nın denetimini ele geçirmesinden endişe ediyorlardı. Yoksa Osmanlı`nın pala bıyığına al fesine vurgun değillerdi.
VE SAVAŞ!
O meşhur Kırım savaşı başlayıverdi... Allah için, Kars cephesi hariç, Karadeniz cephesinde Fransızlar ve özellikle İngilizler Osmanlı Ordusu ile beraber canla-başla savaştılar. Ve Kırım Savaşı kazanıldı....
Kırım Savaşı kazanıldı kazanılmasına da, Osmanlı için `Baskılar dönemi` geçmemişti. Bu kez, Rusya`nın rolünü Avrupalı Devletler üstlenmişti. Yalnız bir farkla; Avrupalı devletler, Ruslar gibi `Kutsal yerlerde denetimim var! `Ortodokslar himayemde! gibi; `kaba`, `emir verir` nitelikte bir baskı kurmuyorlardı... Onlar ne de olsa kibardı ve de `şövalye ruhu` taşıyorlardı. Osmanlı`yı `parçalamanın` iç direncini kırmanın `ince` yollarını iyi biliyorlar ve masum, insancıl, çağdaş, demokratik haklardan `Osmanlı tebaasının da yararlanması gerekir;iç hukukunu düzeltirsen iyi olur` gibi `centilmence` önerilerde bulunuyorlardı.
Bu öneriler, Kırım Savaşı sürdüğü sıralarda, Bab-ı Ali`ye her fırsatta fısıldandı...
ISLAHAT FERMANI
Osmanlı Devleti, Kırım Savaşı`nda kendisine yardım eden Avrupalıların savaş sonunda `masa başında` ne isteyeceklerini artık öğrenmişti. Onların `isteğiyle` yapıyor olmamak için, savaşın bitmesine üç ay kala, bilinen `Islahat Fermanı` hazırlandı ve 18 Şubat 1856 tarihinde ilan edildi.
Islahat Fermanında özet olarak şu konular vardı:Can, mal, ırz ve namusun korunması...(Sanki o zamana kadar korunmuyormuş gibi). Tüm vatandaşların kanun önünde eşitliği. Memuriyet ve askerliğe gayrimüslimlerin de alınması(Osmanlı almak istedi, fakat onlar bu işleri, `kazancı az olduğu için` pek sevmediler). Mezhep eğitim hürriyeti... Hıristiyanlara her konuda eşitlik(Bu eşitlik üstünlüğe kadar vardı).Rüşvetin kaldırılması, mali, hukuki, adli, sosyal ve zabıta konularında iyileştirmelerin sürdürülmesi... Ve daha bunlara benzer pek çok konuda , `Avrupa standartları` yakalanmaya çalışıldı.
 
PARİS ANTLAŞMASI
 Islahat Fermanı`nın yayımlanmasından bir ay, onbeş gün sonra, yani 30.Mart 1856`da Paris`te taraflar bir masada toplandı. Rusya`nın yenik olmasından dolayı bu toplantı sonunda imzalanacak antlaşmada, zararlı çıkacağı hesap ediliyordu. Ama olmadı!Kırım Savaşı müttefikimiz olan Fransızlar yan çizdi ve Rusya`nın safında yer aldı. İmzalanan anlaşmada Osmanlı için pratikte pek faydalı maddeler yoktu. Üstüne üstlük;Padişahın Islahat Fermanı da, bir madde olarak antlaşmaya yerleştirilmesin mi?
Ama tüm bunlara karşın Osmanlı Devleti artık Avrupa Devletleri Konseyi`nin bir üyesi oldu. Yukarıda okuduğumuz 7. madde`ye bu konu yazıldı. Böylelikle, dolaylı olarak, Osmanlı Devleti `Avrupa tarafından` kontrol edilebilecekti... Batı Avrupalı devletler böyle düşünüyordu ama, zaman içinde baskılar yine kaba usluplu Ruslar`dan gelecekti. Çünkü, Rusya Osmanlı`nın yanıbaşındaydı!
AVRUPALI OLMAK GEREKLİ MİYDİ?
Gerekliydi... Müspet bilim zihniyeti onlardaydı... Teknolojik ürünlerin binbir çeşidi onlardaydı... 1683 Viyana Bozgunu`ndan sonra, askeri insiyatif `onlara` geçmişti. Ve onlar, müspet bilimi kanat yapmışlar, yükseklerde uçuyorlardı. Evet... Bu anlamda, Avrupalı olmak gerekliyidi. Ne var ki, `İnsan`a bakış açısı bakımından, Osmanlı tümüyle yaya kalmış değildi. Hıristiyanların özgürlükleri alabildiğine vardı. Ve bu özgürlükler Avrupa`da yok iken, Osmanlı`da tüm diriliği ile yaşadı yüzyıllar boyu...
1860`larda Amerikan Amiralı Perry, Japonları, Avrupalıların Osmanlı`yı bunalttıkları kadar sıkmamıştı. Ama, ne var ki, Osmanlı, artık Avrupa`nın içindeydi... Tanzimat Fermanı ile, içli dışlı olmuşlardı. Aslında iyi de olmuştu. Ancak, Osmanlı Dışişleri yetkilileri Avrupa`daki topraklarında bir başka devletle sorun yaşadığında `Avrupa`daki devletler arası hukuku` uygulamak istediklerinde;Onlar:"Bir dakika! Siz Avrupalı değilsiniz" diyorlardı... İşte Paris Antlaşmasındaki 7. madde ile bu eksiklik gideriliyordu. Diğer taraftan Avrupa Hukuku içine alınmış olan Osmanlı Devleti, Rusya`dan kendisini korumuş oluyordu. Çünkü Rus çarları akılları estiğinde, Hıristiyan teba`yı, kutsal yerleri filan bahane ederek, iki de bir çıngar çıkartıyorlardı.
SONUÇ
Paris Antlaşması ile Avrupalı Devletler, ilk kez hukuken Osmanlı üzerinde etkin olmaya başladılar. Bu etkinlik, öyle bir hal aldı ki, Osmanlı Padişahı`nın yayınladığı `Islahat Fermanı`ndaki maddelerin uygulanması konusunda baskı yapmaya giriştiler. Ve hatta, kendi uzmanlarını Osmanlı`ya göndermek ve bu düzenlemeleri kontrol ettirmek;yani `denetlemek`düşüncesi gibi, iç işlerimize karışmakta tereddüt dahi etmediler.
Avrupalılar, bu antlaşmadaki maddelere önce kendileri uymadılar ve Osmanlı`yı parçalamak için ellerinden geleni yaptılar. Osmanlı vilayetlerinde okullar açıp, Osmanlı vatandaşı olan gayrimüslimleri kışkırtmaya başladılar. Ve Osmanlı`yı `Şark meselesi`olarak görmeye devam ettiler... Ta ki `Sarı Paşa` çıkana kadar!
Neyzen Teyfik, 1920`nin işgal altındaki İstanbul`unda bir meyhanede içmektedir. Vakit ilerlemiştir. İngiliz, Fransız askerleri meyhanenin kapanmasını isterler. Buna kızan Neyzen Tevfik, sarhoş kafasıyla masanın üstüne çıkar ve işgal askerlerine şöyle der:"Viyana`da Kara Mustafa`nın elinden kurtuldunuz ama, Ankara`daki Sarı Mustafa sizlerin .... ...." der.
Öyle de oldu!
Ne var ki, o Sarı Mustafa`mız yok şimdi...
Şu günlerde onun yokluğunu öyle arıyoruz ki...
 
(Yeni Düşünce Dergisi, Orhan DOKUZOĞUZ, 28 Ocak-3 Şubat 2000, Sayı:668, Sayfa:66-67)


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.