Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10786
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
OSMANCIK

         OSMANCIK

         MEHMETÇİĞİN AĞABEYİSİ:OSMANCIK...

        

         Birinci Dünya Harbinde Cesaretli Bir “Birleştirme” Gayretinin Meraklı Hikayesi.

 

         BİR “UNVAN” ARANIYOR

         Birinci Dünya Harbine girmiştik. Halife, yani dünya yüzündeki bütün müslümanların dini yüce makamının sahibi ve Peygamberlerin vekili olan Osmanlı İmparatorluğumuzun padişahı Beşinci Sultan Mehmet Reşat, Cihad-ı Mukaddes=Kutsal Savaş ilan etmişti. Alman uçaklarının ve denizaltılarının Müslümanların toplu halde yaşadıkları yerlere, o yerlerin halkının kendi dil ve lehçelerinde milyonlarca basılmış olarak dağıttıkları bu savaş çağrıları birçoklarının iddialarının aksine olarak geniş yankılar yapmış, en çok Hindistan, Cava, Tunus, Fas, Cezayir, Siyah Afrika gibi, savaştığımız İngiltere ve Fransa’nın sömürgeleri halinde olan yerlerle, Türk Anavatanında baş kaldırma hareketlerine yol açmıştı.

         Harbiye Nezaretimiz için bu hareketi desteklemek ve düşmanlarımızı ellerinde tuttukları o geniş ülkeler üzerinde ihtiyat kuvvetleri bırakmaya mecbur ederek cepheleri mümkün olduğu kadar az kuvvetle bırakmak gerekiyordu. Esalı ve şuurlu bir İslamcılık Cereyanın, din hareketinden büyüme şansını aramış olan  Osmanlı devleti için kuvvetlerden birisi olduğuna inanan Enver Paşa, zaten imparatorluğu teşkil eden çeşitli ırk ve milliyet karmasından kurulu ordulara, devletin adı ve varlığına uygun bir sembol aradı. O sırada, Osmanlı imparatorluğunun fikriyat ve devlet felsefesinde üç ayrı yol çatışma halinde idi:

         Türkçülük, İslamcılık, din ve milliyeti ne olursa olsun, ekonomik ve sosyal kaynaşmaya dayanan unsurlar birliği hareketi...

         Enver Paşa için birincisi, yani Türkçülük, ancak siyasi şartların yaratacağı elverişli coğrafya konusu idi.:Yani, Rus Çarlığı yıkılacak, İran-Afgan yolu üzerinde mahreç bulunacak, İran’daki altı milyon Azeri Türk’ü bir iç iskan hareketiyle Afgan yoluna yerleştirilecek, Afganiztan’da zaten aslı Türk olan ve Afganistan’ın asıl kuvvetini teşkil eden Türkmenistanlıların yerleştirileceği Aşk-Abad üzerinden Türk Anavatanına stratejik bölgeyi kontrolu altında bulunduran tampon devletle, Osmanlı Türkleri, Anavatana bağlanacaktı. Savaş içinde gerçekleşmesi ancak zafere bağlanan ümidi, bu zaferin gerçekleşmesine bırakan Enver Paşa, ikinci felsefeyi benimsedi:Yani, o tarihte, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan, milliyet ve ırkı ne olursa olsun, hepsi OSMANLI ADI ALTINDA Meşruti devletin tebeası, bugünkü deyimi ile vatandaşı olan milyonları bir ülkü ve amaç çevresine toplamak!...

         “KIRK YILDA BİR İŞE YARAYALIM...”

         Enver Paşa, Padişah Beşinci Sultan Mehmet Reşad’ın, Kanun-u Esası, yani, Anayasa gereğince, Saltanat makamının hakkı olan “BAÇKUMANDANLIK” yetkilerini, Padişahın bu alanda vekili olarak, Başkumandan vekili yetkisiyle elinde tutuyordu. Gerçekte, Başkumandan o idi. Harbiye Nazırlığını da elinde tutan  otuz beş yaşındaki genç kumandanın çevresinde, resmi makamları işgal eden yüksek rütbeli pşaların hemen ardında, çoğu zaman adları sık duyulmayan diğerleri vardı ki, Türk, gayrı Türk, Müslüman, gayri müslüman bir Babil Kulesine benzeyen  imparatorluğumuzun binbir gizli-açık politika cereyanından dertli ve sallantıda olan varlığı içinde asıl büyük ve temel işler, bu adı sanı çok duyulmayan asıl genel kurmayın elinde idi. Enver Paşa, bu işin başında olan arkadaşlarının, emeklerine meşruiyyet verebilmek gayesiyle de, Sultan Reşad’ın yüksek üsaadesini almış, Sait Halim Paşa’nın sadrazamlığı zamanında TEŞKİLAT-I MAHSUSA devlet emniyet ve varlığının öz müessesesi olarak resmi arşive girmişti.

         Enver Paşa, Osmanlı Ordularına bir timsal isim=töre adı bulabilmeyi düşündüğü zaman, Teşkilat-ı Mahsusa’nın reisi ve şüphesis ki en yakın dostu olan Eşref Bey’den şu cevabı almıştı:

         “Kalemleri ve fikirleri ile yeni yetişen edip ve şairlerin önünde giden şöhretler bizim Teşkilat-ı Mahsusa’da vazifelidirler. Onlara söyleyelim. Pek sıkıntı çekmeden beğenilen ve arzulanan bir değil, bir sürü unvan bulabilirler zannederim.”

         Eşref Bey bu kadro içinden pek sevdiği kalem adamını, Ömer Seyfettin ile asıl adı Enia Avni olan Aka Gündüz Bey’i çağırmış, kendilerine, Enver Paşa’dan bahsetmeyerek, Osmanlı askerine alem olabilecek bir isim aradığını, hatta bu isimle, örnek kıtalar teşkil etmek istediğini söylemişti. Ömer Seyfettin biraz düşünmüş, sonra milliyet ve ırkları böylesine karmaşık bir imparatorluk varlığından düşünce, vicdan, gaye birliğini ifade eden bir adın çevresinde toplanacak hareketin değerini kavrayarak şu cevabı vermişti:

         “Desenize ki, kırk yılda bir işe yarayacağız!..”

 

         OSMANCIK ADI BULUNUR

         Rahmetli Ömer Seyfettin ve Aka Gündüz Bey, o sırada yayınlanan Harb, Donanma, Zafer gibi mecmuaların yazı ailelerini teşkil eden ve çoğu Teşkilat-ı Mahsusa ile Harbiye Nezareti kadrosunda olan edip, şair, muharrir ve tarihçilerin fikirlerine de müracaat etmişler, kendilerine verilmiş işi, kendilerinin düşündükleri mevzu halinde bir “anket” yapmışlardı. Fikirleri sorulanlar arasında, Mehmet Akif, Baban Zade Naim, Süleyman Nazif gibi daha çok İslamcı tanınanlarla, Hamdullah Suphi’nin Türk Ocaklarında topladığı genç Türkçüler ve Ağaoğlu Ahmet, Yusuf Akçura gibi Anavatan Türklüğünün büyük kafaları da vardı.

         Bir çokları, imparatorluğun terkibini düşünerek, bir tek adla, böyle bir gayenin ifade edilemeyeceği kanaatinde idiler. Böyle düşünenler, ya gayeye uygun bir tabir bulamadıklarını söylemişler, yahut da, bir isim yerine cümle tavsiye etmişlerdi. Halbuki asıl aranan bir tek kelime idi.

         OSMANCIK tabiri, daha evvel kullanılmış mı idi? Ve kim tarafından bulunmuştu? Bu suale tam ve açık bir cevap vermek güçtür.Çünkü, bir müddet sonra Ömer Seyfettin ve Aka Gündüz Bey, kendilerinin bulduğu veya arkadaşlarının teklif ettiği bir çok isimler arasında hiçbirisi üzerinde durmayarak ve diğerlerini bahis konusu etmeden, Teşkilat-ı Mahsusa reisine OSMANCIK kelimesini aranan ve özlenen tabiri tam ifade eden buluş olarak getirmişlerdi. Belki, diğerlerini de verdikleri zaman, kendilerinin tercih ettiği OSMANCIK üzerinde bir kıyaslamaya girmek istemedikleri için.

         Eşref Bey der ki:” Bulunan ve teklif edilen bu tabir, ben de bir anda büyülemiş gibi idi. Başkaları yok mu diye sorma ihtiyacı duymadım. Bu tabirde, Türklüğe has olan tevazu da vardı. Malum ya, cak, cık, cağız ekleri, Türkçemizde tevazuu ve iddiasızlığı ifade ediyordu. Yavrucak, adamcağız gibi... Dil ulemalığı değil, doğru dürüst cümle fukaralığı içinde benim bile ilk anda pek benimsediğim tabiri Enver Paşa’ya söylediğim zaman o da bir anda ısındı ve benimseyiverdi. Birkaç defa tekrarladı:

         “Osmancık, Osmancık, Osmancık... Hiç de yadırgayamadım... Mükemmel...Şimdi bizim bu unvan ile düşündüklerimizin tatbiki size düşüyor. Allah kolaylık versin.”

 

         “OSMANCIK” TABİRİNİN GENİŞ SINIRLARI

         Enver Paşa’nın arkadaşına Allah’tan kolaylık dilemesi boşuna değildi:Osmanlı İmparatorluğumuzun o binbir millet, ırk, din, neseb, mezhep, dil ve düşünce farkları arasından, dili, rengi, dini, damarında dolaşan kanı aynı olmasa bile, aynı düşünen topluluğu çıkarabilmek kolay şey mi idi?

         Askere alınanların çoğu, zabitlerinin dilinden anlamıyorlardı.Aynı dili konuşan zabitlerin kumandanlarına, kendi milliyet ve çevrelerindeki asker, vermek de Harbiye Nazırlığının pek arzulamadığı şeydi: İmparatorluğun bazı bölgelerinde ayrılık hareketleri almış yürümüştü. Bölgecilik ayrılıkları, milliyet çatlakları ve mahalli otonomi (muhtariyet) münakaşalarının yapıldığı bir zamanda, askeri kuvvetleri bu cereyanlara kapılması ihtimali olanların kayıtsız, şartsız elinde bırakmak, aklın ve mantığın kolaylıkla benimsemeyeceği aşırı cesaret olacaktı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın çok gizli kaydıyla ordu kumandanlarının dikkatine sunduğu gerçeği, bir örnek olarak teşkil edilecek Osmancık taburunda vermek, nazariyesi yapılan telkinlerin güzel ispatı olabilecekti.

         Hazırlıklar, ilk anda düşünüldüğü kadar zor ve çetin olmadı:Teşkilat-ı Mahsusa, Osmancık Taburları’nın hiç olmasa her orduda bir tane olmasını arzuluyordu.Kurulan ilki, yine Teşkilat-ı Mahsusa’nın kadrosunda vazifeli olan  Süleyman Askeri, Yakup Cemil, Enver Paşa’nın Başyaveri Mümtaz Bey gibi, Osmancık taburlarının kuruluş gayelerini bilen zabitlerin emrine verildi. Bunlar imparatorluğu teşkil eden bütün ırk, milliyet, mezhep, ve hatta din ve dil ayrılıkları içinde olan insanların bir araya gelmesinden ve Osmanlılık Mefküresi çevresinde birleşmelerinden vücud bulmuştu. Daha çok, siyasi bir devrenin yarattığı görüş ve dilekler, harbin akışı içinde gaye ve ideal halinde milletin içine yerleşemedi, fakat, Osmancık’tan başlayan kök, asıl ve öz temele dayanınca, Türklük, bilhassa bizim teşkil ettiğimiz Batı Türklüğünün hürriyet, istiklal, hayatiyet ve devam sembölü oldu;MEHMETÇİK!...

Tanrı’nın koruyucu varlığının lütufları ve esirgemesi bu temel varlığımızın üzerinde olsun...

         (Cemal KUTAY-Tarih Aydınlığı Seçmeler 3- Ekim 2000-Sayfa:271-272-273-274-275-276-277-278)


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.