Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10765
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
MEVLANA CELALEDDİN RUMİ

MEVLANA CELALEDDİN RUMİ hayatı ve şiirleri




Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.

Mevlâna`nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled`dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin`in kızı Mümine Hatun`dur.

Sultânü`l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh`ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü`l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh`ten ayrıldı.

Sultânü`l-Ulemâ`nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar`ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

Sultânü`l-Ulemâ Nişâbur`dan Bağdat`a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe`ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam`a uğradı. Şam`dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende`ye (Karaman) geldi. Karaman`da Subaşı Emir Musa`nın yaptırdıkları medreseye yerleşti.

1222 yılında Karaman`a gelen Sultânü`l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala`nın kızı Gevher Hatun ile Karaman`da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna`nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun` u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna`nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Bu yıllarda Anadolu`nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü`l-Ulemâ Bahaeddin Veled`i Karaman`dan Konya`ya davet etti ve Konya`ya yerleşmesini istedi.

Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya`ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi`ni tahsis etti.

Sultânü`l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya`da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı`nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı`na bugünkü yerine defnedildi.

Sultânü`l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna`nın çevresinde toplandılar. Mevlâna`yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi`nde vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems`te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems`in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî`nin yerini doldurmaya çalıştılar.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk`ın rahmetine kavuştu. Mevlâna`nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna`yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna`nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı.

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah`ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu


Kaynak: www.mevlanavakfi.com


AĞIT

Göz gamın ne olduğunu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu acıyı duysaydı;
göz gece demez gündüz demez ağlardı,
gökler yıldızlara, güneşle, ayla
gece demez gündüz demez ağlardı.
padişah bakardı ününe,
tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez gündüz demez ağlardı.

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.

Zaloğlu bu zülmü görseydi,
ecel bu çığlığı duysaydı,
cellâdın yüreği olsaydı;
Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı kendine ağlardı,
cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.

Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, içine gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

Ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu, gitti dostum benim.
şu dünya bir altüst olsa, aülasa yeri var.
öylesine topraklar altında kalmışım


BAHAR Sevgili tutmuş yularımdan beni, develer gibi habire çeker. Esrik devesini böyle nereye götürür, böyle hangi katara? Hem canımı çiğnedi benim o, hem bedenimi çiğnedi. Gönlümü bağladı benim o, kırdı şişemi. Ne iş yaptırmaya götürür, bilmem, nereye götürür beni. Sevgili takar beni oltasına, atar karaya balık gibi. Sevgili kurar gönlüme bir tuzak, avcıdan yana çeker sürür beni. Bakarım tabiat başlar büyük işine: Bulutlar gelir uzaktan katar katar, küme küme. Bulutlar sular ovaları. Bulutlar yürür dağlara doğru. Uyanır açar gözlerini yeryüzü. Gökler çalar davulunu. Dalların gönlüne çeker gülün özü en güzel kokusunu baharın. Tohumun gönlü başlar vermeye tohum. Ağaç durmadan söyler, döker içini.
BAŞKA YARINLAR Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin, bugün dudağında başka bir tad var, boyunda başka bir yücelik. Bugün kırmızı gülün bir başka daldan. Ayın gökyüzüne bugün sığmamış. Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş. Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle, bir başka kavga var dünyada senin yüzünden, dünyada bir başka gidiş Biz senin gözlerinden gördük arslanlara meydan okuyan o ceylanı, Başka bir ovası var o ceylanın bugün iki cihandan da dışarı Seven insanın ayağı mı yok, işte ona ölümsüzlük kapandı. Yukarlarda onunla uçar gider. Gözlerinin denizinde onu arama. Oinci bir başka denizde. Bakarsın bugün sever bu yürek, yarın sevilir bakarsın. Yüreğimin özünde başka yarınlar var.
BEN BENDE DEĞİL Ben bende değil, sende de hem sen, hem ben, Ben hem benimim, hem de senin, sen de benim, Bir öyle garip hale bugün geldim ki Sen benmisin, bilmiyorum, ben mi senim.
BERİ GEL Beri gel, daha beri, daha beri. Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? Bu hır gür, bu savaş nereye dek? Sen bensin işte, ben senim işte. Ne diye bu direnme böyle, ne diye? Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye? Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye? Zengin yoksulu hor görür, ne diye? Sağ soluna yan bakar, ne diye? İkisi de senin elin, ikiside, Peki, kutlu ne, kutsuz ne? Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. Başımız da tek, aklımız da tek. Ne diye iki görür olup kalmışız İki büklüm gökkubbenin altında, ne diye? Sen habire gevele dur bakalım, Habire `Usul boylu birlik çam ağacı` de, Sonu nereye varır bunun, nereye? Şu beş duyudan, altı yönden Varını yoğunu birliğe çek, birliğe. Kendine gel, benlikten çık, uzak dur, İnsanlara katıl, insanlara, İnsanlarla bir ol. İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz. Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane. Erkek arslan dilediğini yapar, dilediğini. Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini. Tertemiz can canlığını işler, canlığını. Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini. Ama sen canı da bir bil, bedeni de, Yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine, Hani bademler gibi, bademler gibi. Ama hepsindeki yağ bir. Dünyada nice diller var, nice diller, Ama hepsin de anlam bir. Sen kapları, testileri hele bir kır, Sular nasıl bir yol tutar, gider. Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak, Can nasıl koşar, bunu canlara iletir.
BİR GECECİK Bir gececik uyuma, ne olur. Ayrılık kapısını çalma bir gececik. Bir gececik dostların gönlü olsun, ne olur sabahı et bir gececik. Bir gececik gözlerimiz seninle aydın olsun, kör olsun şeytan bir gececik. Dünyayı güzel kokular sarsın bütün. Karanlıklardan ışıklar aksın ovalara. Sofrandakiler dirilsin bir gececik. Bir gececik uyuma, ne olur. Ayrılık kapısını çalma bir gececik. Bir gececik ata bin, meydana gel. Gönüller bir gececik rahat olsun, göğüsler meydana dönsün bir gececik. Yeniler giyinelim biz kulların. Musa gibi sen bir sopa al eline. Sopa bir anda elinde yılan olsun. Süleyman gibi sen karıncaların yanına var. Karıncalar bir anda birer Süleyman olsun. Ne olur, bir gececik kapısını çalma ayrılığın.
BİR OLUR MU? Biri geldi, hoca Senai öldü dedi. Yabana atılır bir er değildi ki, omuz silkelim. Saman çöpü değildi ki uçtu diyelim. Su değildi ki, soğuktan dondu diyelim. Tarak değildi ki, bir saç teli kırdı onu diyelim. Buğday tanesi değildi ki, toprakla kayboldu diyelim. O şu toprak yurtta bir altın gömüsüydü. Bir arpaya sayardı iki cihanı. Aldı topraktan yaratılan bedeni bir gün, fırlattı toprağa attı. Aldı götürdü akıl denen şeyi. Yanlış laf mı ediyoruz ne? Kimsenin bilmediği bir can daha vardı, bağışladı gitti o canı sevgiliye. Saf şarap tortu koyvermişti. Safı tortunun üstüne çıkmıştı, arınmıştı tortudan. Günlerden bir gün, azizim, yolda birbirlerine rastlamışlar, birlikte yolculuk etmişlerdi, bir kürt, bir maraga`lı, bir rey`li, bir de rum ülkesinden biri. Biri olur muydu atlas kumaşla kara çul? Elbet yollar ayrıldı bir gün. her biri kendi yurduna gitti.
BİZİM CANIMIZA GELSİN Hastalıklar senden uzak olsun, ey canlarımızın rahatı, ey gören gözümüz, kem gözler senden uzak olsun! Bedenin sağlam olsun, ay yüzlü güzel, gölgen başımızdan eksik olmasın! Gül bahçesine benzeyen yüzün, o gönül otlağımız, ovamızın yeşilliği, nasılsa hep öyle kalsın, hep öyle taze, yeşil. Bizim canımıza gelsin senin bedenine gelen ağrı.
BU AYRILIK Kusuruma bakmayın benim, dostlar, bağışlayın beni. Ben davullara, bayraklara aldırmayan bir padişahın yoluna düşmüşüm, deli divane olmuşum. Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben, çok uzaklardan geçen bir hayal gibi. Ama yok da sayılmam hani, var olan bir şeyim ben. Haydi ben bensiz geleyim, sen sensiz gel. Ne varsa şu ırmağın içinde var, soyunalım iki can, dalalım şu ırmağa, hadi. Bu kupkuru yerde yakınmadan gayri ne gördük, bu kupkuru yerde ne gördük zulümden gayri. Bu ırmakta ne ölmek var bize, bu ırmakta ne gam var, ne keder var, ne dert. Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan, bu ırmak iyilikten, cömertlikten ibaret. Durma, çabuk gel, gelmem deme. Ne evet demek yaraşır sana, ne hayır, dostum, senin şânına sadece gelmek yaraşır.
BU ŞİİR ONDAN UTANIYOR Bu ne güzel koku böyle, bu ne güzel koku. Gül bahçesinden yoksa gelen o mu? Gece mi bu gelen, misk mi bu, amber mi bu? Bu ne güzel koku böyle, bu ne güzel koku. O pazardan tezcecik yoksa o mu geliyor, yoksa güzelimiz geri mi geliyor ne? Bu nasıl yüz böyle, bu nasıl ışık? Bu nasıl ay böyle, bu nasıl güneş? Mağradan mı çıktı, dağdan mı iniyor, o yalnızlığın adamı, o dost? Boş yere arama şarap testisini sen. Koklama onun ağzını sen boş yere. Şu meyhaneciden mi geliyor sandın onu; dostum, onu sen kendin gibi belleme. Yolda o yapayalnızsa ne olur? Başında sarık yoksa ne çıkar? Ne bundan güneşe bir leke olur, ne ayın gösterişine zarar. Bu gece uyuma dostum, uyuma. Bir kolayına getir onu bul. Sarhoşlar meclisine hep böyle geceleyin gelir o. Bu gece uyuma dostum, uyuma. Biz duvara asılı duran resimleriz. Bizi yapan ressamın varlık şavkı duvarın üzerine bir vurdumu, bakarsın o anda canlanıvermiş, kımıldanmışız Onun selvi boyu bir göründü mü, bakarsın dünya güllük gülistanlık. Kalktı bir salındı, kendinibir gösterdi mi. bakarsın kıyamet koptu gitti. Bakarsın Calinus gibi hastalar ülkesindendir o. Bakarsın hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi. Sustum artık ben, sustum artık Bu şiir utanıyor ondan.
BUGÜN AHMET BENİM Bugün ahmet benim, ama dünkü Ahmet değil. Bugün anka benim, ama yemle beslenen kuşcağız değil. Enelhak kadehiyle bir yudum içen sızdı Tarılık şarabından. Şişelerle, küplerle içtim ben, sızmadım, ben, sultanların aradığı sultan. Ben hâcetler kıblesiyim. Gönlün kıblesiyim ben. Ben cuma mescidi değilim, insanlık mescidiyim ben. Ben saf aynayım, sırım dökülmemiş, paslanmamışım. Ben kin dolu bir gönül değilim, Sinâ dağının gönlüyüm ben. Üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum, benim sarhoşluğumun sonu yok. Tarhana çorbası içmem ben, can yemeği yerim, içerim can şerbeti. İşte sarttı seni bir gümüş bedenlinin özlemi. Altın haline geldin artık. Sen altına âşıksın, altın benim rengime âşık. Gönlü saf sûfiyim ben, benim tekkem âlem, medresem dünya benim. Değilim abalı sûfilerden. İster yakarış eri ol sen, meyhane eri istersen, bundan sanki ne çıkar? Yok cumartesiymiş, yok cumaymış, bence ne farkı var? Gerçeğin tadını alan er ne altına aldırış eder, ne kalendar tacına bakar. Ne tasası vardır, ne kini. Ey Tebriz`li hak Şems`i, yüzünü göstermediysen sen, yoksul çaresiz kalırdı kulun; ne gönlü olurdu, ne dini.
DEMEDİM Mİ? Oraya gitme demedim mi sana, seni yalnız ben tanırım demedim mi? Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben`im? Bir gün kızsan bana, alsan başını, yüz bin yıllık yere gitsen, dönüp kavuşacağın yer ben`im demedim mi? Demedim mi şu görünene razı olma, demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben`im asıl, onu süsleyen, bezeyen ben`im demedim mi? Ben bir denizim demedim mi sana? Sen bir balıksın demedim mi? Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın, senin duru denizin ben`im demedim mi? Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi? Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben`im, senin kolun kanadın ben`im demedim mi? Demedim mi yolunu vururlar senin, demedim mi soğuturlar seni. Oysa senin ateşin ben`im, sıcaklığın ben`im demedim mi? Türlü şeyler derler sana demedim mi? Kötü huylar edinirsin demedim mi? Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi? Yani beni kaybedersin demedim mi? Söyle, bunları sana hep demedim mi?
DENİZLERİN ÜZERİNDE Pek acayip bir şey bu: Güz mevsiminde olduğumuz halde birdenbire güneş koç burcuna girdi baktım. Baktım birden bire ilkbahar oldu. Birdenbire kaynadı kanım. Nerdeyse hani bulanıp kanıma bir deve gibi köpürecek, bir deve gibi oynamaya başlayacağım. Bir uzaklaşıp bir yakınlaşması kan dalgalarının. Kendisinden geçmiş insanla dolu bir ova. Ölümsüz gözle görülmez bir içki âlemi. Baktım birdenbire canlandı ölü. İhtiyarlar baktım genç oluverdi. Baktım bakırlar kesildi som altın. Daha iyisi geldi yerine, daha güzeli geldi baktım, şehrimizden ayrılanın. İçki, eğlence, tad sarmış şehrimizi. Elinde bir kadeh var her sarhoşun. Kimi doymuş, rahat, kendinde, İçkiye doğru koşmakta kimi. Gürül gürül süt ırmağı bir yanda, bir yanda gürül gürül bal nehri. Pek acayip bir şey bu: Bir şehirde padişah bir tane olurdu. gökyüzünde ay bir tane. Bu şehir padişahlarla dolu, gökyüzü aylarla, zuhallerle. Sen haydi koş var git hekimlere, orda işiniz yok de sizin. Orda ne dermansızlık, ne dert var,de. Orda ne gam, ne kasvet var, de. Orda ne kadı, ne vali. Ne bey, ne beyin vergicisi. Davalar, düşmanlıklar, kavgalar zaten denizlerin üzerinde hiç bir zaman yürüyemedi.
DUY ŞİKAYET ETMEDE HER AN BU NEY Duy şikayet etmede her an bu ney, Anlatır hep ayrılıklardan bu ney. Der ki feryadım kamışlıktan gelir, Duysa her kim, gözlerinden kan gelir. Ayrılıktan parçalanmış bir yürek İsterim ben, derdimi dökmem gerek. Kim ki aslından ayırmış canını, Öyle bekler, öyle vuslat anını. Ağladım her yerde hep ah eyledim, Gördüğüm her kul için dostum dedim. Herkesin zannında dost oldum ama, Kimse talip olmadı esrarıma. Hiç değil feryadıma sırrım uzak, Nerde bir göz, nerde bir candan kulak? Aynadır ten can için, can ten için, Lakin olmaz can gözü her kimsenin. Ney sesi tekmil hava oldu ateş, Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş! Aşk ateş olmuş dökülmüştür ney`e, Cezbesi aşkın karışmıştır mey`e. Yardan ayrı dostu ney dost kıldı hem, Perdesinden perdemiz yırtıldı hem. Kanlı yoldan ney sunar hep arz-ı hal, Hem verir Mecnunun aşkından misal. Ney zehir, hem panzehir, ah nerde var, Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar? Sırrı bu aklın bilinmez akl-ile, Tek kulaktır müşteri, ancak dile. Gam dolu günler zaman hep aynı hal, Gün tamam oldu, yalan, yanlış, hayal. Gün geçer yok korkumuz, her şey masal, Ey temizlik örneği sen gitme, kal! Kandı her şey, tek balık kanmaz sudan, Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can. Olgunun halinden ah, anlar mı ham? Söz uzar, kesmek gerektir vesselam.
DUYDUM Kİ BİZİ BIRAKMAYA Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
DÜN GECE Ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi: Onunla sarmaşdolaş, dudak dudağa, talih kapısı ardına kadar açık, güneş kucağımızda. Ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi: Şarap tasını her sunuşunda diyordu aklına başına al. Hani dün gece aklın da tam sırasıydı ya!
EY BALÇIK DÜNYA Seni bildim bileli, ey balçık dünya, başıma nice belâlar geldi, nice mihnet, nice dert. Seni sırf belâdan ibaret gördüm, seni sırf mihnetten, dertten ibaret. İsa`nın yurdu değilsin sen, yayıldığı yersin eşeklerin. Nerden tanıdım seni bilmem ki, nerden parçası oldum bu yerin, Bana vermedin bir yudum tatlı su, sofranı yaydın yayalı. Elimi ayağımı bağladın gitti, elimin ayağımın farkına varalı. Bırak da bir ağaç gibi yerin altından çıkarıp ellerimi sevgilinin havasıyla sarmaşdolaş olayım, uzayıp gideyim bâri. Ey çiçek, dedim çiçeğe, dedim, bu küçük yaşta sen, neden ihtiyar oldun bu kadar, dedim, nasıl oldu bu böyle? Çocukluktan kurtuldum, dedi çiçek, sabah rüzgârını tanıyalı, hep yukarlara doğru çıkar yukarlardan gelmiş bir ağaç dalı. Şunu da söyledi çiçek: Madem aslımı tanıdım, madem yersizlik âlemi aslım, artık bana tek bir şey düşecek: Yücelip aslıma gitmek. Sus yerter artık, var git yokluğa haydi, yoklukla yok ol. Git, yokluklardan tanı yokluktan var olanı.
GEL Gene gel, gene. Ne olursan ol, ister kafir ol, İster ateşe tap, ister puta, İster yüz kere tövbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tövbeni... Umutsuzluk kapısı değil bu kapı, Nasılsan, Öyle gel...
GELİN DE BİZİ GÖRÜN Ey aşıklar, gelin bakın, gelin bakın, ey iş erleri. Gelin de bizi görün işte. Bakın nasıl yıldızlar gibi ateş kesilmişiz, ayın yöresinde bütün gece nasıl oynayıp dönmeye koyulmuşuz. Güneşimiz gideli ortaya nasıl çıkmışız işte bakın. Bakın nasıl anadan doğma çırılçıplak olmuşuz, nasıl başıboş olmuşuz bakın. Ey aşıklar, gelin, gelin ey iş erleri, şarabın en tatlısı burada işte bakın, işte burada şarabın en iyisi, işte burada yıllanmışı şarabın. Tanyeri ağarınca her gün, güzeller sıltanımız çağırır, haydi der, ey çaresizler der, gelin, aşıklara derman olan biziz asıl, aşıklara bizi asıl tek çare, der. Turdağı o şarabı içti. Körkandil şarhoş oldu. Turdağı kendinden geçti. Bizim elimizden ne gelir, biz demirden dağ değiliz ki! Gökyüzünde, harman yerinde, yanan yıldızlarız ama, kesilsek dilim dilim, bölünsek parça parça, olsak arpa gibi, tane tane, gene de söz açamayız sırdan yana, veremeyiz ondan bir zerre bile. Diyorlar aşk deli. Ama biz zırdeliyiz. Diyorlar kötülüğe götürür insanı insanın içi. Ama biz o iç`e emrederiz Tek bir aşka tutulmuşuz yani, yani senin aşkına tutulmuşuz. Sen bir kez daha şu yolculuktan dön gel, gel Allah aşkına bir gör halimizi.
GİTTİN Buradan bir nice acıyla, özlemle gittin, sonra yalvardın yakardın amma eline düşmüştün bir kere kaderin, ne fayda sevgili, ne fayda. Her yanda çareler aradın kendine, olmadık şeyler yaptın her yanda. Bulamadın bir çare, sonunda gittin, ne fayda sevgili, ne fayda. Kucağın güllerle doluydu senin, ayın öndördü bir yüzün vardı . Kopup halkasından dostlar meclisinin, o aşağılık, o bayağı yere sen, o karıncaların, yılanların yanına ne oldu, nasıl oldu da gittin? Nerde hani o cânım sözlerin şimdi? Nerde hani o sırları çözen akıl? Nerde hani gül bahçesine giden ayak? Elimizi tutan el nerde hani? Hoştun, güzeldin, eşin yoktu senin, insanları hemen elde ederdin. Ama kalktın çıktın bir uzun yolculuğa, insanları yiyen toprağa gittin. Ağlaya inleye sen gittin ama, gökler de arkandan durmadı ağladı. Parça parça etti yüzünü ay. Gönlüm arkandan kan bağladı. Şimdi ne edeyim, kime sorayım seni? İyi insanlar arasında mısın orda? Yani dostlar meclisinde mi? Yoksa bir kenarda boynun bükük mü kaldın? Öyle bir yere gittin ki bu sefer, izinin tozu bile belli değil. Ne kadar da kanlıymış gittiğin yol!
GÜNEŞE KULUM BEN Mademki ben güneşe kulum, güneşten söz açmalıyım size. Mademki gece değilim ben, mademki karanlığa tapmıyorum, düşten dem vurmak nafile. Mademki tıpkı güneşe benziyorum, elimi eteğimi çekmeliyim üzerinden ferah, mâmur olan yerin. Mademki tıpkı güneşe benziyorum, doğmalıyım ortasında harabelerin. Gerçi bugün bir kuru elmayım, ama değerim ağacımdan çok. Gerçi sarhoşum, yıkılmışım ama doğru lâf etmedeyim, erkekçe konuşmadayım. Benim gönlümün kokusu yöresindeki topraktan gelir. Ben o topraktan utanırım da nedense bir tek söz söyleyemem suya dair. Güzel yüzünden kaldır perdeni, böyle konuşmayı yakıştırma bana. Taş gibi kaskatıysa senin kalbin, bak benim kalbim yanmış, ateş haline gelmiş. Bir iyilik eder, şişeyi alırsan eline, bir de bakacaksın ki kadehle şarap bende dile gelmiş.
HANGİSİYİM BEN Şu insanlardan hangisi ben`im? Hele sen şu kavgayı, gürültüyü dinle, ağzıma, sözüme kulak asma. Hem sen beni elden çıktı bil. Yoluma kadeh madeh koyayım da deme. Önüme ne çıkarsa tuzla buz ederim. Hem ben tıpatıp sana benzerim. Ağlarsan ağlarım, gülersen gülerim. Asıl sen vardın ortada, ben senin elinde bir ayna. Sen yeşillikte bir ağaç, ben senin gölgen. Ben senin gôlgen olduktan sonra hemen gider kendime bir dost ararım kurmak için yanında çadırımı, ararım bir taze gül fidanı. Sonra sâkinin kapısına varır, vurur testimi kırarım. Sonra oturur bardak bardak içerim ciğerimden akan kanı
HAPİSTELER AMA Yürü, can gözünü aç, şu âşıklara bir bak hele: Nasıl sarmaşdolaş, gönül gibi bir şey olmuşlar, nasıl gelmişler can gibi elsiz, ayaksız hale. Bahçeden daha güler yüzlü onlar, gülden daha güler yüzlü. bilgiden daha doğru, akıldan daha hünerli, serviden daha hür. Ölmezlik suyundan daha arı, duru. Hep zerreler gibi hovardalar. Güneş onlara kaftan. Balçığa ayak basmışlar, baş komuşlar gönül dizine. Kanların üzerinden geçmişler, kan denizlerin dalgaları arasından. Etekleri gene tertemiz; bir şey bulaşmadan eteklerine. Diken içindeler, ama gül gibiler. Hapisteler, ama şarap gibiler. Balçık içindeler, ama gönül gibiler. Gece içindeler, ama sabah gibiler. Sen onların şarabını bir iç de gör: Naıl birdenbire ferah olur, aydınlanır yüreğin, birdenbire nasıl unutulur her şey, nasıl birdenbire gözlerinin içi güler.
HATIRLA AMA Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin, ayrılık atına eyer vurdun inadına. Ama bizi unutma, hatırla ama. Sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar yeryüzünde de var. gökyüzünde de var. Eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama. Sen her gece ay değirmisini başına yastık edince yollarda, dizimde yattığın geceleri hatırla ama. Sen ey, hüsrev`i kendine kul, Şirin gibi bir nice güzeli esir eden, aşkının ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama. Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında bir aşk ovasını görmüştün hani; sarfan dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş. Bunu unutma, hatırla ama. Ey Tebrizli Şems, dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli, benim dinim senin yüzünde övünür, ey sevgili. Bunu unutma, hatırla ama.
HEP O Aşk geldi, kan gibi Damarlarıma derime doldu. Beni benden aldı, Varlığımı sevgiliye doldurdu. Kısaca; Bana benden kalan bir ad; Ancak ötesi hep o...
HERGÜN BİR YERDEN GÖÇMEK Her gün bir yerden göçmek Ne iyi Her gün bir yere Konmak ne güzel Bulanmadan, donmadan Akmak ne hoş Dünle beraber Gitti cancağızım Ne kadar söz varsa Düne ait Şimdi yeni şeyler Söylemek lazım
İSYAN ETMİŞİM Aya öfkelenmişim ben, işte böyle kapkaranlık bir gece olmuşum. Padişaha kızmışım, çırılçıplak bir yoksul olmuşum. Güzeller sıltanı gel demiş, evine çağırmış beni. Ben bir yolunu bulmuşum, yola baş kaldırmışım. Sevgilim baş çeker, naz ederse, gamlara atar, kararsız korsa beni, bir kez olsun ah demem, inad için. Ah`a da kızmışım ben. Bir bakarsın altınla aldatırlar beni o. Bir bakarsın şanla şerefle aldatırlar beni. Oysa altın falan istemiş değilim ondan, şanla şerefe hele çoktan boş vermişim. Ben bir demirim, mıknatıstan kaçıyorum. Bir saman çöpüyüm ben, mıknatıslara yan çizmişim. Ben öyle bir zerreyim ki, bütün âleme isyan etmişim. Havaya, toprağa isyan etmişim, Ateşe, suya isyan etmişim. Altı yöne isyan etmişim. Beş duyuya isyan etmişim. Hava, toprak, ateş, su da neymiş ki, altı yön de neymiş, beş duyu da ne. Benim için hiç bir şey umurumda değil.
KARDEŞİM Kardeşim sen düşünceden ibaretsin, Geriye kalan et ve kemiksin, Gül düşünür gülüstan olursun, Diken düşünür dikenlik olursun.
KENDİME YEDİREMEM Düşman saçmasapan lâflar eder, duyar can kulağım. Benim için kötü şeyler düşünür, görür can gözüm. Üzerime köpeğini salar, ısırır köpek ayağımı, çok acılar çekerim, çok acılar. Köpek değilim, onu ısıramam, ısırırım dudağımı. Büyük kişilerin sırlarına ortağım, gene de na şu kadar övünemem. Bütün ayıplar bende ama, ne yapıp yapmalı, ulaşmalı dostlara, geride kalmayı kendime yediremem.
O GELİYOR O yollara sular dökün, bahçelere müjdeler edin, bahar kokuları geliyor, o geliyor, o Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor. Yol verin, açılın, savulun. Beri durun, beri. Yüzü apaydınlık, akpak, bastığı yeri ardında gündüzler gibi bırakarak O geliyor, o. Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor. Gökler yeryüzünü kapladı, örttü bir anda. Bir anda dört yanı misk gibi bir koku sardı. Bir anda bir velvele, bir kıyamet koptu cihanda. O geliyor, o. Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor. Bir anda can geldi bağlara, bağlar ışıdı. Bir anda açıldı baktı bağlara gözler. Bir anda bizde ne gam kaldı, ne dert kaldı, ne keder. O geliyor, o. Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor. Yayından fırladı ok. Hedefe ha vardı, ha varacak. Bahçeler selama durdu. Selviler ayağa kalktı. Çayır çimen yollara düştü. İşte konca, ata binmiş geliyor. Biz ne duruyoruz, O geliyor, o. Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor. Sen bizim yöremize gelirsen göreceksin, ey şems, Huyumuz sadece susmak olmuş bizim, susmak. Senin güzel gözlerinçin işte canım pusuda. Rahatım kaçtı benim, geceleri uykum kalmadı gitti ama, bak işte o güzel günler yola çıkmış geliyor.
O KAPIYI KAPA O kapıyı kapa. Gayret kemerini kuşan. Bize can şarabını sun. Bu meyhaneye aşık kişileriz biz, hem çok uzaklardan geliyoruz bak, çok uzaklardan. O kapıyı kapa. gel sen asıl bizi gör, gör halimizi, acı. Bir başka kapı aç, işte na şurda, bir gizli kapı. Bir büyük sağrak bul getir bize. Sonra doldur şarabı eski dostluğumuzun şerefine. O kapıyı kapa. Gel bizi yıka, arıt. Hani bir gün, bilmem unuttun mu, biz hepimiz uykudaydık. Sen bir tekme atmıştın bize, derken bir, bir daha. Sıçramış uyanmıştık uykudan. Oturup şarap içmiştik sonra. Şarap başımıza vurmuştu O zaman olmuştu işte ne olduysa. Denizleri yüksük gibi gören timsahlarız artık, tirit, mercimek, aş erleri değil. Haydi inadı falan bırak, inadı bırak da kendine gel, bize şarap ver, şarap.
OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN Güneş gibi ol şefkatte,merhamette. Gece gibi ol ayıpları örtmekte. Akarsu gibi ol keremde,cömertlikte. Ölü gibi ol öfkede ,asabiyette. Toprak gibi ol tevazuda,mahviyette. Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol.
SU DEDİ Kİ Gönül buğday tanesine benziyor, bizse değirmene. Değirmen nereden bilecek bu dönüşün sebebi ne? Değirmen taşına benziyor beden, düşünce ce kaygı, suyu. Su kulak kabarttı, dinledi, taş başından geçeni söyledi durdu. Su der ki: Değirmencidir suyu ark`a döken, ona sor sen bu işi. Ey ekmek yiyen, der sana değirmenci, ekmekçi dediğin de kim oluyor bu değirmen bir dönmedi mi? Başından geçenler uzar gider, gelmez sonu bir türlü. Yücelik sayesinde bilgi değirmeni bir hayli tane övüttü. Söylesin sana, ona sor. Tebrizli Şems devlet kuşu, padişahın kutluluk göğünde yücelere doğru uçuyor da uçuyor.
ŞİAR EDİNDİK Bu dünyada ne kimseye uymuşluğumuz var, ne şu atlas kubbe altında ev kurmuşluğumuz. Biz susuz kalmışız, içtikçe içiyoruz. Güzel bir sarhoşluğumuz var, güzel, hiç doymayan. Rahmet denizinin dalgasıdır bu; bir saman çöpünden başka bir şey değildir bu dalganın üstünde düşman. Aşşağılık kişinin peşine düşmemeyi şiar edindik biz. Gönül dalgasını bırakmamayı şiar edindik. Şu yokluk yurdunda Nuh veHalil gibi, ölmezlik denen yerde aşk çardağı kurmak varken, burnu büyük Âd ve Smud gibi köşkler kurmamayı, Kafdağı`nda avlanmak duruken Gerkes gibi leş avlamamayı, iyi yürekli, tertemiz dostları bırakıp kahpeleri aldatan dev`e yönelmemeyi, şu kara toprağa meyvası cefa olan fidanı dikmemeyi, kafiye de, şiir de önem vermemeyi, bizden olmayan şeylere pek aldırış etmemeyi şiar edindik.
VAR OLANLAR GELİYOR Sarhoşlar göründü. Şaraba tapanlar bir bir gelmeye başladılar. Güzeller nazlı nazlı yollara düştü. Salına salına gül bahçesinden gül yanaklılar geliyor. Bir anda hem var olan, hem yok olan, bir anda değişen, yenilenen şu dünyadan yoklar bir bir çekip gittiler. Var olanlar geliyor. Eteklerini altınla doldurmuşlar. Som altın kesilmişler. Darda olanlara verecekler. Hastalar, yorgunlar, arıklar iyileşmişler, kanlanmışlar, canlanmışlar, aşk yaylâsından geliyorlar. İyi insanların şarkıları ta yukarlardan aşağılara güneşin ışıkları gibi iniyor. İyi insanlar yağmur demiyor, kar demiyor, ortalık kış kıyamet, kolları sıvamışlar, taze taze meyveleri yetiştiriyorlar. Ben sustum. Sofra kuruldu. Onlar bir gül bahçesinden yola çıktı, bir gül bahçesine doğru.
VERDİM CANIMI GİTTİ Nerde bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: Kaçan bir kul gördünüz mü ey insanlar, de, tertemiz kokan bir kul gördünüz mü, ay parçası bir yüzü var, baştanbaşa fitne. Savaş vakti tez gider, de , tellal, barış vakti uysal olur, de. Nerde bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: İnce boylu, güler yüzlü, tatlı sözlü, tez canlı, çevik bir kul gördünüz mü? Sırtında bir al kaftan taşıyor. Kucağında bir rebap, elinde bir yay var, de , tellal, Çaldığı hep güzel, hep sıcak havalar, de. Nerede bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: Onun bağından bir meyva devşiren var mı ey insanlar, de, onun gül bahçesinden bir demet gül deren var mı? İş ki çıksın bir habercik getirsin biri ondan bana, tellal çıksın biri ondan bana bir şeyler desin iş ki, söyle, verdim canımı ona gitti, telal, verdim ona gitti.
YERLİ YERLİ YERLİ YERLİ Yine gel sen dinle benden Yerli yerli yerli yerli Hep Çalarım ten ten tenen Yerli yerli yerli yerli Yerla ve yerlem yerlela Yerla ve terlem terlela Bir söz söyle sessiz durma Yerli yerli yerli yerli İçki sunan sun içkiyi Çalgı çalan çal şu neyi Söyle telala talela Yerli yerli yerli yerli Ten ten tenen ten ten tenen Söylenirsin kuş gibi sen Uveys gibi ender Karen Yerli yerli yerli yerli Şems gibi kendini sustur Git kinden kibirden kurtul Şems-i Tebrizi`yle otur Yerli yerli yerli yerli



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.