Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10765
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
MEHMET AKİF ERSOY

 

 

 

    Yazdığı İstiklal Marşımız, I. Meclis’te iki defa okundu. İkinci okunuşunda tüm milletvekilleri ayakta dinledi. İstiklal Marşı, meclis kürsüsünden Hamdullah Suphi tarafından okunurken, Mustafa Kemal Paşa’nın sözü şu oldu:”Bu şiir, bir zafer gibi…”

 

 

    İstiklal Marşımızın şairi, Mehmet Akif Ersoy’u bundan 63 yıl önce Aralık ayının 27. günü sonsuzluğa uğurladık.

    Her yazar, güzel ve belirgin iz bırakan insanları anlatmanın zorluğunu çeker… “Kalem ehli” olmak yetmez. O büyük insanları “dört başı mamur” tanıtmak zordur; mutlaka bir yönü eksik kalır.

    Şu an, aynı zorluğu yaşamaktayım…

    Durağı uçmak olsun;Akif ile ilgili araştırma yaparken, Hareket dergisinin 1966 Aralık sayısında yayınlanan “ Mehmet Akif’in Rüyası” başlıklı bir yazı, önüme geliverdi.! Yazarı, değerli hocamız Prof. Dr. Ercüment Konukman.. Şimdi 33 yıl önce Akif için yazılmış bu güzel yazıyı okuyalım.

 

  Mehmet Akif’in Rüyası

    63 yıl bu fani dünyada yaşamış nice insan vardır ki, bu kubbede bir hoş seda bil bırakmadan göçüp gitmiştir.

    63 yıl bu mübarek topraklarda yaşayan ,  bu mukaddes vatanın dertleri ile hemdert olan; didinen ve çırpınan, büyük milletimizin kederi ile kederlenen ve sevinci ile sevinen, onun en karanlık günlerinde, ona ışık tutan, şevk ve heyecan veren Mehmet Akif ise, ismi ebediyen unutulmayacakların başında gelmektedir.

    Osmanlı İmparatorluğunun çatırdamakta ve hatta yıkılmakta olduğu yıllarda, bu güçlü devletin üst üste uğramış olduğu felaketler ve imparatorluğu teşkil eden Türk’ten başka milletlerin şuursuz bir şekilde sürdürmek istedikleri milliyetçilik hareketleri karşısında, Mehmet Akif, şöyle haykırıyordu;

    “Şarkın ki menafir dolu mazi-i kemali, Yarab, ne onulmaz yaradır, şimdiki hali, şirazesi kopmuş gibi, manzume-i iman yaprakları yırtık, sürünür, yerde perişan. Ey, tefrika zehriyle şaşırmış giden ümmet nisyana çıkan yolda mı kaldın ? Gümrah, La havle vela kuvveti illa Billah ! “

    I. Dünya harbinden Osmanlı İmparatorluğu’nun mağlup sayılması üzerine, galip devletler,  imparatorluk topraklarını paylaşmışlardı. Son kalan Türk yurdunu da işgal etmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Anadolu’da milli bir hareket başlamıştı. Mehmet Akif bu milli harekete derhal katılmıştı. Anadolu’ya geçmiş, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşarak Türk Milletini Milli Mücadelesine hazırlayabilmek için vaazlar vermişti. Akif bir vaazında;

    “Beni kürsüden görüp, vaaz edecek sanmayınız. Ulemadan değilim, şeklime aldanmayınız. Dinin ahkamını zaten fukehanız söyler, anlatırlar size bir müşkülatınız varsa eğer, bana siz Alem-i İslamı sorun söyleyeyim” diye, söze başlar, yurdumuzun ve bütün İslam Aleminin içinde bulunduğu sıkıntıları anlatır ve Ulu Tanrı’ya şöyle yalvarırdı;

    “Ya İlahi, bize tevhidini gönder,  Amin.

      Ruh-u İslami şedait sıkıyor, öldürecek.

      Zumü te’dip ise maksudu mehibin gerçek.

      Bi günah çoğumuz, yakma İlahi,  Amin.

      Müslüman mülkünü her yerde felaket vurdu.

      Bir bu toprak kalıyor, dinimizin son yurdu.

      Haksar eyleme yarap onu olsun.  Amin.”

    Mehmet Akif, I. T.B.M.M.’de Burdur mebusu olarak vazife görmüş, Hüseyin Avnilerin, Hasan Basrilerin ve Fatin Hocaların safında yer almıştı.

    Milli Mücadelenin en karanlık günlerinde bile o hiçbir zaman, zafere ulaşmak hususundaki imanını ve ümidini kaybetmemişti.

    Bu asil milletin bütün maddi ve manevi imkanlarının seferber edildiği ve bir var oluş veya yok oluş savaşı olan İstiklal Savaşımız için bir ” Milli Marş” yazılması istenmişti. Bu Milli Marşı en iyi yazacak olan da Mehmet Akif’ten başkası olamazdı. Ve öyle de oldu.

    “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,

      Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak,

      O benim milletimin yıldızıdır parlayacak

      O benimdir, o benim Milletimindir ancak.”

    Büyük bir milliyetçi ve gerçek bir vatansever olan Mehmet Akif’in vefatının üzerinden bu gün tam 63 yıl geçti. Akif’ten feyz alanlar, o gün mukaddesatları, hürriyetleri ve istiklalleri için azimle çalışanlar, bugün millet hayatında, ahlakın istisatla birleştiği mukaddes sınırda buluştular.

    Milli hayatiyetimizin artık tek ve vazgeçilmez bir unsuru olan iktisad meselesini, mukaddesatımızın direktifleri ile halletmek görevini üzerlerine aldılar. Bu gaye ile Anadolu insanının davasını ferdi heves ve hırsların bir vasıtası olan serbest iktisadın sınır tanımayan vahşi kapitilazmi ile değil, içtimai yapımızı bütünü ve elbirliği ile kalkındıracak sosyal bir doktrine bağlanıyorlar.

    Milliyetçi ve ruhçu bir sosyal doktrine bağlananlar, fertleri cemaatin selamet ve hayatiyetinden mesul tutan, dünyada olduğu gibi, Allah huzurunda da kul hakkının sorulacağı kabul eden büyük Mehmet Akif’i kendilerine rehber yapmışlardır.” (Hareket Dergisi, Aralık 1966)

  Akif’in kişiliği

    “ O, ‘çemenzar-ı terakki’, ‘esbab-ı terakki’, ‘edvar-ı terakki’ ve ‘seyr-i tekamül’e inanmıştır. O halde, şairimize göre, asıl insan, taklitçinin biri olamaz. Asıl insan, ‘marifet’ sahibi, yani, çağın bilim ve tekniği ile donatılmış, ‘fazilet’ insandır. ‘Fazilet’, ona göre, dindarlık, vatanperverlik, doğruluk, samimiyet, çalışkanlıktır, hürriyeti, hakka ve eşitliğe inanmaktır.

  Çalışması …

    Akif’in çalışma yeri oktu. Bir masanın olduğu yer ona yeterdi. Mutlaka masa üstünde yazmaya mahkum olan Akif, “sığır dili” dediğimiz, uzun birkaç kağıt ve bir de kurşun kalem varsa, bir masanın üstünden “Safahat”ın en güzel sayfalarını matbaaya gönderebiliyordu. (Ömer Rıza Doğrul, Safahat’ın girişi)

  Akif ve Sanat

    “Olaylardan bir sanatçı duyarlılığı ile yararlanma, gözlem yapma ve onları değerlendirme, belirgin özelliğidir. Kaçmanın ve bir takım sığınaklar oluşturup, onlara sığınmanın pek tabi mümkün oluğu göz önüne alındığında, Akif’in bu tür sığınaklara itibar etmediği kesindir. Devrinde, toplumun kendini yenileme ve arayış içindeki sancılarına rağmen, fildişi kulesinden güvercin uçuran, gerçek dünya ile aralarında aşılmaz hayal duvarları ören sanatçı ve aydınların varlığı, Akif’in durumunu ve gayretlerini anlamlı kılmaktadır. Çünkü Akif, memleketin apaçık ve görünür gerçeklerinden yola çıkmaktadır. Anlamı, ayrıntıda kaybetmeden, söylemek istediğini doğrudan, anlaşılır ve yalın kelimelere dönüştürebilmiştir.” (Dr. İsmail Doğan, Milli Kültür, Aralık 1990)

  Akif ve İnsan

    “En kolay ve anlaşılır görünümlü, fakat anlaşılması zor mahluk, yani insan, Mehmet Akif’i yakından ilgilendirmiş; arzu ettiği insanı müşterek bir mizaç halinde ortaya koymuştur… Tarih içinde Türk şiiri incelendiğinde görülecektir ki; pek çok şairimiz, bazen kendini, bazen bir sembolü ve bazen de kainattaki bütün mahlukatın emrine verildiği herhangi bir “İnsan”ı ele alarak mevzu yapmışlardır. Mehmet Akif’in başlı başına bir mevzu olarak ele aldığı “İnsan” şiiri, Akif’e ayrı bir hususiyet kazandırmakta ve Akif’in nazarında diğer mahluklara göre insana verilen önem ve kıymeti göstermektedir.” (M. Halistin Kukul, Milli Kültür, Aralık 1990) 

  Akif ve Toplum

    “ Şair olarak kaldı. 1912’den sonra şiirlerinde haykıran ve zaman zaman isyana varan bir hava sezilir. Bu haykırışın ve isyana kaçışın sebebi neydi ? Türk milletinin o zamanki hali onun kalbini devamlı hançerliyordu. Geri kalmışlığın utancı içinde ıstırap duyuyordu. Türk milleti geri kalmışlıktan bir an önce kurtulmalı, dünya devletleri arasında mümtaz yerini almalıydı. Geri kalmışlığın mikropları diyebileceğimiz; bilgisizlik, tembellik, taassup, nemelazımcılık, batıl itikatlar, çekememezlikler, bilerek bölünmeler ve inançsızlıklar; Türk milletini ilerleme sürecinde frenliyor, bu yüzdendir ki Akif, çok üzülüyor ve bazen bu olumsuz çalkantıların onu isyana götürdüğü bile oluyordu.” (H. Fethi Gözler, Milli Kültür, Aralık 1990)

    Yazdığı İstiklal Marşımız, I. Meclis’te iki defa okundu. İkinci okunuşunda tüm milletvekilleri ayakta dinledi, İstiklal Marşı, meclis kürsüsünden Hamdullah Suphi tarafından okunurken, Mustafa Kemal Paşa’nın sözü şu oldu; “Bu şiir, bir zafer gibi...”

    Ve ödül olarak hükümetin vermek istediği 500 lirayı reddederken; sırtına giyeceği paltosu yoktu !

    Ömrünün son günlerinde hasta yatağında yatarken, “İstiklal Marşı’nı yeniden yazsak…” diyen dostlarına Akif, şöyle diyordu: “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.”

    Evet… Allah, bu okunmuş millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın !

    1873’de doğdu, 27 Aralık 1936’da öldü…

    Ruhu şad olsun.

 

                         (Yeni Düşünce,Orhan Dokuzoğuz, 24-30 Aralık 1999, Sayı; 663, S.66-67 )

   

     (www.turkmeclisi.org sitemiz kaynak gösterilmeden kullanılamaz) 

 

   



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.