Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10787
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ`NİN OLMASI GEREKEN GELECEĞİ

KKTC’NİN STATÜSÜ, HUKUKİ YÖNDEN DURUMU: OBJEKTİF BİLİM ADALET VE EVRENSEL HUKUK DÜZLEMİNDE YERİ VE “OLMASI GEREKEN” GELECEĞİ

 

Mustafa Nevruz SINACI (*)

Siyaset Bilimci-Hukukçu, Araştırmacı-Yazar

            GİRİŞ:

            a) Coğrafi konum ve Jeolojik evrim: Kıbrıs, 340 33’ ve 350 41’ kuzey enlemleri ile 320 17’ ve 340 35’ doğu boylamları arasında yer alan bir adadır. Sicilya ve Sardunya`dan sonra Akdeniz’in 3. büyük adası olup, Türkiye ile arası sadece 71 km (40 mil)’dir. Açık havalarda Kıbrıs`ın kuzeyinden Tür­kiye`nin güney sahilleri çıplak gözle görünmektedir. Ada; Suriye’ye 98 km, Lübnan’a 221 km, İsrail’e 290 km, Mısır’a 316 km ve Yunanistan’a 900 km mesafededir.

            Jeolojik veri ve özgün bulgulara göre Kıbrıs adası, Nuh Tufanı’ndan sonra (yaklaşık M.Ö. 17.000 yıllarında) ana kara Anadolu’nun İskenderun Körfezinden koparak bu günkü yer, konum ve durumuna sürüklenmiş (kaymış) öz be öz bir Anadolu / Anavatan toprağıdır.

            b) Jeo-stratejik konum ve önem: Kıbrıs, Mackinder`ın Kara Hâkimiyet Teorisine göre dünya hakimiyetine talip satıh kuvvet ilerleme mihverlerinin bir kısmını; Mahan`ın Deniz Hakimiyeti Teorisine göre de Süveyş Kanalı vasıtasıyla Hint ve Pasifik Okyanuslarına açılan deniz yolunu coğrafi mevki itibarıyla kontrol etmektedir.  

Deniz yolları bakımından Türkiye`nin güney limanlarını tamamen, diğer limanlarını da kısmen kontrol edebilir. Öyle ki, Tür­kiye Kıbrıs`ın bahşettiği imkânlar olmadan açık denizlere çıkamaz. İskenderun ve Süveyş`i Kıbrıs kont­rol eder. Yani Ortadoğu`da hâkimiyet emeli güden devletler için Kıbrıs bir anahtar; Türkiye içinse “kilit-taşı” değerinde olup; Spykman`ın Kenar Kuşak Teorisine göre coğrafi mevki itibarıyla Kenar Kuşak Devletleri zincirinin halkalarından olan Türkiye ve Ortadoğu ülkelerine amfibi taarruzlar yapma imkânlarını bahşetmektedir.

           Hava Hâkimiyet Teorisine göre Ada; deniz ulaşım yolları ile kara ilerleme mihverlerini tehdit edecek stratejik ve  taktik hava kuvvetleri için ideal bir üs ve aynı zamanda güdümlü mermiler için çok iyi bir atım rampası vazifesi görebilir. Adada konuşlanacak hava gücünün her istikamete tevcihinde bir platform teşkil etmekte ve batmayan bir uçak gemisi özelliği taşımaktadır.

           c) Jeo-ekonomik önem: Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları arasında bir eklem durumunda olan ada; Türkiye`nin güney sahili ve limanları, keza Suriye, İsrail, Sü­veyş Kanalı ve Mısır`a uzanan bölgedeki deniz yollarını etki ve kontrol alanı içinde bulundurmaktadır  

           TARİHÇE:

           a) 1571–1960: Ada, 1571’de Osmanlı tarafından fethedilmiş ve 1878’e kadar Türk egemenliğinde kalmış; 1878’de İngiltere’nin geçici yönetimine bırakılmış; İngiltere bir koloni yönetimi ile 1960’e, sonra da üslerde konuşlanarak buradan çıkmamıştır.

XIX. yy’da başlayan Yunan bağımsızlık mücadelesinde, Rum Ortodoksları da adanın Yunanistan’a bağlanması için çalıştı. Bu çalışmalar 1878’den arttı. Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan’ın aldığı yenilgi, Türkiye’nin Kıbrıs’taki haklarında vazgeçmesi ve adanın 1923 Lozan Antlaşması (madde:17) ile İngiltere’ye geçmesi Rumların ihtiraslarına bir süre gem vurdu..Yunanistan 1950’lerde konuyu uluslararası platforma çıkarmak istedi ve 1954’de BM Genel Kurulu’na götürdü. 1955’te Albay Georgies Grivas EOKA (Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Örgütü) adlı çete kurarak adada silahlı eylemlere girişti. Buna mukabil Fazıl Küçük önderliğinde Kıbrıslı Türkler de adanın Türkiye’ye verilmesini ya da bölünmesini istemeye başladılar. Sonuçta 1959’da Zürih, Londra ve garanti Antlaşmaları imzalanmıştır.

. b) 1960-2009:            Sırasıyla: Bayraktar Camii`nin bombalanması, Akritas, Acheson  ve Geçici Merhale Plan denemeleri, Anayasa değişikliği önerisi ve1963-1964 olayları. Kanlı Noel ve Johnson Mektubu. 1967 krizi. 15 Temmuz 1974 Darbesi. Kıbrıs Barış Harekâtı, Taşkent ve Atlılar Köyü Katliamları ve Yeşil Hat. I. ve II. Cenevre Konferansı  ve Cenevre Antlaşması. KTFD`nin kuruluş bildirgesi. Viyana Görüşmeleri ve mübadele.. I. Doruk ve II. Doruk Antlaşmaları. Nemitz Planı. Kuzey Kıbrıs bağımsızlık bildirgesi. Çerçeve Antlaşma Taslağı, Cuellar Barış Planı ve Fikirler Dizisi

           1998 Loizidu Davası, Annan Planı ve Halk oylaması, Orams Davası, Müzakereler,  Arestis Davası, Petrol krizi, Taşınmaz Mal Tazmin Komisyonu. BM Güvenlik Konseyi’nin 155, 186, 305, 353, 360, 364, 365, 367, 370, 383, 541, 544, 550, 716,  750, 774, 789 ve 1873 sayılı kararları; 814, 3212 ve 3395 sayılı Genel Kurul kararları

Halen ada da: UNFICYP, Kıbrıs Ulusal Muhafızları, İngiltere Kıbrıs Kuvvetleri, KKTC- Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri, Güvenlik Kuvvetleri gibi silahlı güçler bulunmakta; EOKA, PEKA, EOKA-B ile Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği, ve Volkan örgütleri faaliyet göstermekte ve temelde iki esas politika gözlenmektedir:

Rum-Yunan Politikası: Enosis (Yunanistan’a koşulsuz katılım, ilhak) Rum,

Geleneksel ve milli Türk Politikası: Ya Taksim, ya ilhak

Güncel hükümet politikaları: AB müktesebatı gereği uygulanma şansı bulunmayan ve gerçekte, (usul, ahlâk ve hukuka aykırı, yasadışı) AB üyesi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adlı çeteye katılımı öngören “iki toplumlu federasyon”  

            STATÜ:

           1571 –1878 dönemi Türk hakimiyeti, 1923 Lozan Anlaşması (17 madde); İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında vaki I. (29.08/7 Eylül 1955) ve  II. Londra Konferansı’nda (19-23.02.1959) alınan Kıbrıs’ın bağımsızlık kararı; Londra, Zürich ve Garanti Antlaşmaları ile 1960 Anayasası temelinde, 1974 Enosis isyanı ve Türk tarafına saldırı ve soykırımlar esas alınmak ve Kıbrıs Barış Harekâtı ile “uluslar arası kabul görmüş” meşru ve hukuki müktesep hak; usulüne uygun kullanılmak suretiyle hasıl olan fiili durumun resmiyete iblâğı ve dünya ülkelerine ilânı ile kurulmuş ‘evrensel adalet’ ilkelerine dayalı, teamüle uygun meşru devlet..

           SORUN:

Kıbrıs adasında yerleşik ve asırlardır “ada sakini-ada yerlisi” olarak yaşayan Türk’lere karşı; Adada yüzyıllardır müşterek yaşadıkları ve siyasi-sosyal hayatı paylaştıkları Rum yerleşiklere ve Yunan uyruklu göçmenler (palikarya) tarafından vaki sistematik zulüm, sürekli işkence, soykırım teşebbüsleri. Ada Türklerine tahammülsüzlük. Aleni düşmanlık ve bu bağlamda seriye dönüşen (müzminleşen) İnsan Hakları, Adalet ve Hukuk ihlâlleri.

Başta Kıbrıs yerlisi Rumlar ve sonradan yerleşik Yunanlılar olmak üzere, sürekli ittifak, iştirak ve işbirliği içinde bulundukları (garantör devletlerden) Yunanistan ile Yunan devleti marifetiyle BM., BM-Güvenlik Konseyi., AB üyeleri ve ABD tarafından müşterek, müteselsil, hasmane ve düşmanca mürettep baskılar. Kast-ı mahsus engellemeler. Ambargo, izolasyon ve abluka girişimleri. (KKTC) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmi konum, hukuki durum, iştigal ettiği alan ve statüsü hakkında, hak, adalet ve hukuk dışı algılamalar. Bu anlama-algılama ve/veya hayat hakkına müteallik düşmanca telkin. tasarruf, haksız gasp müdahale ve teşebbüsler. Zincirleme hak gaspları ve hukuk ihlalleri. İnsanlık ve bilim dışı; Adalet ahlâkı ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı temlik, telkin, tavsiye ve tasarruflar.

Bu ve benzer nedenlerle Kıbrıs Adası’nın Türk halkı için yaşanmaz hale getirilmesi, Türk’lerin vatanlarını terk ve tehcire zorlanmaları, fırsat buldukça saldırı, hunharca katliam, soykırım, Türk mallarını gasp, irtikap, hırsızlık, yağma ve talan teşebbüsleri; Zaman, zaman en doğal insani hak ve hayati ihtiyaçlarını bile teminden mahrum kılınmaları gibi durumlar.

Çağdaş dünya diye anılan tamamı BM ve bir kısmı NATO üyesi ülkelerin bu insanlık dışı zulüm, dram ve yıllardır süren işkenceye ilgisiz, kayıtsız ve sorumsuz kalmaları...Üstüne üstlük Ana Vatan Türkiye’nin her konuda engellenmesi, iyi niyetli ve samimi hükümetlerin baskı altına alınması… 1974’de fiilen sona eren “Kıbrıs sorununun” bir takım insanlık, hak-hukuk, adalet ve Türk düşmanları tarafından halâ “SORUN” olarak algılanması.

Bu akıl, ahlâk ve gerçek dışı algılama yüzünden başta ambargo, izolasyonlar, tanıma, toprak, eğitim, yer isimleri, tek taraflı, mukabil ve mütekabilsiz alım ve edinim teşebbüsleri. AİHM ve diğer uluslar arası mahkemeler kullanılmak suretiyle KKTC’ni zevale-akamete uğratma, yok etme ve “sinsi planlar dâhilinde” güney’e katma, GKRY ile birleştirip, sözde federasyon bağlamında bütünleştirerek menfur emellerini gerçekleştirme çabaları.        

           SÜREÇ:

BM GÜVENLİK KONSEYİ KARARLARI:

a) Esasa taalluk etmeyen yanlı, siyasi ve çelişkili kararlar:  155, 186, 305, 353, 360, 364, 365, 367, 370, 383, 544, 716,  750, 774, 789 ve 1873 sayılı Güvenlik Konseyi ve 814, 3212 ilâ 3395 sayılı Genel Kurul kararları..

            b) BM Güvenlik Konseyi`nin 541 sayılı kararı: Kıbrıs Cumhuriyeti`nin Dışişleri Bakanı ve BM Genel Sekreteri`nin açıklamaları göz önüne alınarak 365 ve 367 sayılı kararların uygulanması ve bütün ülkelerin Kıbrıs Cumhuriyeti`nden başka bir Kıbrıs devletini tanımaması istenmiştir.Kıbrıs Türklerinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`ni kurduklarını ilan edip, bağımsızlık deklerasyonu yayımladıklarından, bu deklarasyonun yasal olarak geçersiz olduğu ve geri alınması gerektiği belirtilmiştir. (Pakistan oylamada karşı, Ürdün ise çekimser oy kullanmış ve diğer 13 üye ise kabul oyu vermişlerdir.)

            c) Güvenlik Konseyi, 550 sayılı kararı: Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin talebiyle Kıbrıs’taki durumu göz önünde bulundurarak; Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından hareketle, Genel Sekreter’in raporunu (S/16519) dikkate alarak, 365 (1974), 367 (1975), 541 (1983) ve 544 (1983) sayılı kararlara atıfta bulunarak; Kararların, özellikle 541 (1983) sayılı kararın uygulanmayışından derin üzüntü duyarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal altındaki bölgesinde 541 (1983) sayılı kararı ihlal eden sözde “karşılıklı Büyükelçi atanması” iddiasında bulunması; ‘anayasal referandum’ ve ‘seçim’in tasarlanması veya bağımsız bir Devlet ve Kıbrıs’ın bölünmesine katkı sağlamayı amaçlayan diğer hareketlerle tehdit unsuru ayrılıkçı hareketleri yakından takip ederek; Son zamanlarda Maraş bölgesine kendi sakinleri dışındaki insanların yerleşmesi tehdidinden endişe duyarak; Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’ne verilen desteği yeniden teyit ederek; 541 (1983) sayılı kararı teyit eder ve kararın acil ve etkili bir şekilde uygulaması çağrısında bulunur; Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği arasındaki sözde karşılıklı Büyükelçi atanması gibi tüm ayrılıkçı hareketleri kınar, bunları yasadışı ilan eder ve bunların acilen geri alınması çağrısında bulunur; Tüm ülkelere, ayrılıkçı hareketlerle kurulan sözde ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ devletini tanımamaları çağrısını yineler ve tüm ülkelere bahse konu ayrılıkçı topluluğa yardım edilmemesi ya da herhangi bir şekilde desteklenmemesi çağrısında bulunur; Tüm ülkeleri Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne, birlik ve tarafsızlığına saygı göstermeye çağırır; Maraş’ın herhangi bir bölümüne kendi sakini dışındaki insanların yerleştirilmesi çabalarını kabul edilmez olarak niteler ve bu bölgenin Birleşmiş Milletler yönetimine devredilmesi çağrısında bulunur; Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün statüsü yada görevlendirilmesi ile ilgili herhangi bir engeli BM kararlarına aykırı olarak addeder; Genel Sekreter’den 541 (1983) sayılı Güvenlik Konseyi kararının derhal uygulanmasını ileri götürmesini talep eder; Genel Sekreter’e verilen iyi niyet misyonunu teyid eder ve kendisinden BM Anayasası prensiplerine ve bir çözüm için ortaya konan GK’nin 541 (1983) sayılı kararı gibi ilgili BM kararlarındaki hükümlere ve bu karara uygun kapsamlı bir çözüm bulunması yönünde yeni girişimlerde bulunmasını talep eder; Tüm taraflara Genel Sekreter’le iyi niyet misyonunda işbirliği içinde olmaları çağrısında bulunur; 541 (1983) sayılı karar ve bu kararın uygulanmaması durumunda, acil ve uygun kararlar alabilmek amacıyla bu bakış açısını sürdürmeyi kararlaştırır; Genel Sekreter’den bu kararın uygulanmasını ileriye götürmesini ve bundan sonraki gelişmeler ışığında GK’ne rapor sunmasını önerir. (13 olumlu 1 olumsuz (Pakistan) ve bir çekimser (ABD) oyla kabul edilmiştir.)

            SÜREÇ’İ ETKİLEYEN FAKTÖRLER:

            1. Acheson Planı: Kıbrıs sorununun tırmandığı 1963 -1964 döneminde ABD’nin özel temsilcisi Dean Acheson tarafından önerilen çözüm yolu. Buna göre Kıbrıs adası her ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan arasında ikiye bölünerek paylaştırılacak, böylece iki müttefik ülkeyi savaşın eşiğine getiren sorun çözülmüş olacak ve NATO dışı güçlerin ada ya müdahalesi engellenecekti. Plan çerçevesinde Türkiye’ye sadece adanın kuzeydoğusunda üs ve kantonlar verilecek; bunun karşılığında Meis adası Türkiye’ye geçecekti. Teklif Türk tarafından önce Yunan-Rum tarafınca reddedildi.

2. Cenevre Konferansları ve Barış Harekâtı: 1964-1974 arası durumun Türkler aleyhine gelişmesi, EOKA’nın sahneye çıkması, 1971’de Grivas’ın EOKA-B adlı örgütü yeniden kurması ile 15 Temmuz 1974’te EOKA-B önderi Nikos Sampson’un Makarios’u bir darbeyle devirerek kendisini başkan ilan etmesi üzerine Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’ni harekete geçirmeye çalıştı ve 1960 Anayasası fiilen ortadan kalktığı için 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a askeri müdahalede bulundu. Gelişmeler üzerine derhal harekete geçen Güvenlik Konseyi, aldığı 353 sayılı kararla, tarafları ateşkes’e, yabancı güçleri Kıbrıs’tan çekilmeye, garantör devletler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’yi görüşmeler yapmaya çağırdı.

25 Temmuz’da Cenevre’de bir araya gelen Dışişleri Bakanları 30 Temmuz 1974’de Cenevre Deklarasyonu’nu imzaladılar.

3. Cenevre Bildirgesi: Barış Harekâtı sonrasında BM çağrısı ile Cenevre’de bir araya gelen Türk, Yunan ve İngiliz Dışişleri Bakanlarının imzaladıkları bildiri.

 i- 1960 Anayasası ile kurulmuş düzene dönmek için gerekli önlemler alınacak,

ii- Taraflar, 30 Temmuz 1974 tarihli yerleşik alanlarını genişletmeyecekler

iii- 30 Temmuz ateşkes çizgisinde BM denetiminde bir güvenlik bölgesi oluşturulacak

iv- Kıbrıs Rum ve Yunan kuvvetlerinin kuşatması altındaki bütün Türk bölgeleri bu kuvvetlerce boşaltılacak ve bu bölgeler BM kuvvetlerinin koruması altına girecek

v- Adada anayasal düzenin yeniden kurulması için, üç Dışişleri Bakanı, Kıbrıs’taki iki toplumun liderlerinin de katılımıyla 8 Ağustos’ta Cenevre’de yeniden bir araya gelecek.

Anılan tarihte üç ülke Dışişleri Bakanları Cenevre’de bir araya geldi. Görüşmeler sonuçsuz kalınca Türkiye, 14 Ağustos 1974’de II. Kıbrıs Barış Harekâtı’na başladı. Türk birlikleri 16 Ağustos’ta Kıbrıs Türk kesiminin bugünkü sınırlarını oluşturan Atilla Hattı’na ulaştı ve barış harekâtı “maksat hasıl oldu” gerekçesiyle tamamlandı.

Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin Kuruluşu:

Gelişmeler üzerine Makarios’un ada’ya dönerek Aralık 1974’te Cumhurbaşkanlığı makamına yeniden geçmesi ve görüşmelerde bir ilerleme sağlanamayacağının anlaşılması üzerine, 13 Şubat 1975’te Türk kesiminde Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) kuruldu. Dr. Rauf Denktaş devlet başkanlığına getirildi.

4. Viyana Görüşmeleri (1975-1976)

Denktaş-Makarios Anlaşması, 1977:

12 Şubat 1977’de Denktaş ile Makarios arasında imzalanan anlaşma.

Dört maddeden oluşan anlaşmaya göre taraflar “federal bir cumhuriyet” esasını kabul etmiş ve devlet yapısı ve anayasal sistemi bu esasa dayandırmayı kararlaştırmışlardır.

Buna ek olarak toprak düzenlemesi konusunun ekonomik yeterlik ve toprak mülkiyeti ilkelerine göre yapılması kararına da varılmıştır.

            5. Denktaş-Kyprianu Anlaşması, 1979: Sözde sorun çözümü konusunda toplumlar arası görüşmeleri yönlendirecek ana ilkeleri belirlemek amacıyla 19 Mayıs 1979 da Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı Rauf Denktaş ile Kıbrıs Rum Kesimi lideri Spiros Kayprianu arasında varılan anlaşma..

On maddeden oluşan bu anlaşmaya göre toplumlararası görüşmeler BM gözetiminde 15 Haziran 1979’da başlayacak ve 1977 tarihli Denktaş-Makarios Anlaşması ile BM’in Kıbrıs ile ilgili olarak almış olduğu kararlar çerçevesinde yürütülecekti. Toprak ve anayasa sorunları temel olarak görüşülecek ama Maraş bölgesinin durumu öncelikle ele alınacaktı. Maraş konusunda bir anlaşmaya varıldığı taktirde bu anlaşma öncelikle yürürlüğe geçirilecekti.

Anlaşmaya rağmen taraflar ortak noktalarda uzlaşmaya varamadılar.

6. Kıbrıs Türk Federal Meclisi: 15 Kasım 1983’te, Bakanlar Kurulu hazırladığı bağımsızlık bildirgesini oybirliği ile kabul ederek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti. Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanıdığını açıkladı. BM Güvenlik Konseyi 11 Ekim 1991 tarihinde Kıbrıs sorununa ilişkin olarak Genel Sekreter Perez de Cuellar tarafından hazırlanan raporu destekleyen 716 sayılı kararı kabul etti.

Kararda Kıbrıs’ta çözüm için temel ilişkiler;

a) Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün korunması,

b) Adanın tamamının ya da bir bölümünün bir başka ülke ile birleşmesinin, her türlü bölünme ve ayrılmanın dışlanması,

c) İki toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon içinde Kıbrıslı Rum ve Türklerin refah ve güvenliğini sağlayacak yeni bir anayasanın yapılması; olarak belirtilmekteydi.

Bu plandan bir yıl kadar önce, Temmuz 1990’da Rum yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti adına Avrupa Topluluğu üyeliği için müracaat etti. 1992 yılında BM Genel Sekreteri Boutros Ghali önce bir “fikirler dizisi” (set of ideas) ortaya attı. Fakat bir çözüme ulaşmak mümkün olmadı. Bunun üzerine Kasım 1992’de “güven yaratıcı önlemler paketi”ni oluşturdu.

Bu paket fikirler dizisini tamamlıyordu, ve şunları öneriyordu;

a) KKTC’ye uygulanan ambargo ve izolasyonlar büyük ölçüde hafifletilecek,

b) KKTC’nin Maraş Bölgesi, BM denetiminde Rum yerleşim ve kullanımına açılacak.

c) Lefkoşe Uluslararası Havaalanı ulaşıma açılacak.

Türk tarafı, Ercan Havaalanı ile Magosa Limanı’nın da uluslararası trafiğe açılmasını istemiştir. 1994’ten itibaren söz konusu paketin değişikliklere uğramış bir şekli tartışılmaya başlandı. Bu yeni paket, daha çok Klerides’in tercihlerini yansıtıyordu. 31 Mart 1994’te Denktaş, BM’e güven yaratıcı önlemler paketini kabul ettiğini bildirdi. 8 Haziran 1994’te, Rum siyasal partilerinin temsil edildiği karar organı olan Kıbrıs Rum Ulusal Konseyi güven yaratıcı önlemler paketini reddetti.

Böylece, Rum tarafının kararı ile bu paket ortadan kalkmıştır.

1993 sonundan itibaren Yunan-Rum tarafı, Kıbrıs sorunun görüşülme çerçevesini BM’ den AB’ye aktarmak istemekte. Zaten AB devletleri Rumları tek taraf olarak kabul ediyorlar.  Sözgelimi AB Komisyonu Haziran 1993’te yayınladığı avis (görüş)’te Kıbrıs’ın bir Avrupa devleti olduğunu ve dolayısıyla Kıbrıs’ın AB’ne katılması yönünde bir engel bulunmadığını belirtti. Yine Avrupa Adalet Divanı 5 Temmuz 1994’te Kıbrıs’tan AB’ye ithal edilen mallarda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ihraç belgelerinin aranmasına karar verdi.

Bu kararla birlikte AB, KKTC’ye ambargo koymuş oldu..

7. Bir Çete Örgütünün (GKRY) AB’ye Kabulü:

Rum kesiminin (sözde) temsil ettiği Kıbrıs, 1 Mayıs 2004’ten itibaren;.. (Londra, Zürich ve Garanti Antlaşmalarına rağmen, uluslararası hukuk, adalet ve etik-ahlâk ilkelerine aykırı olarak; Dönem Türk hükümeti etkin ve yetkin isimleri TC+ABD çifte vatandaşı Tansu Çiller ile Rum Yunan asıllı Dışişleri Bakanı’nın âli gayretleri ve seri olarak vatana ihanetleri sonucu…)  AB’ye tam üye olarak kabul edilmiştir.

Bu gelişme üzerine iki kesim arasındaki temaslar hız kazanmış, New York’ta yapılan görüşmelerde önce adadaki iki tarafın sonra bunlara ek olarak Türkiye ve Yunanistan’ın katılacağı dört adımlı müzakere planı üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Planın 3.aşamasında anlaşmaya varılamayan kısımlar Annan tarafından dolduruldu ve dördüncü aşama olarak 21 Nisan günü her iki kesimde anlaşma metni halk oylamasına sunuldu.

Rumlar planı tam bir bilinçle reddetti. Türk tarafı gaflet, dalalet ve cehalete düşerek; Annan Planı’nı kabul etti. Sonraki gelişmeler malum: Başta Aziz ve Kadim Mücahit, Milli Kahraman Dr. Rauf Denktaş’ın dışlanması ve parti kongrelerinde Rumca-Ermeni’ce şarkı çalan, İstiklal Marşı’na veto koyan Talat’ın yönetime taşınması ile hızlanan kombine ihanet ve AB-Yunan ideallerine sadakatle hizmet süreci…

Bu süreç meriyettedir, kuvvetli bir güdüm ve süratle icabı yapılmaktadır.  

ÇÖZÜM’E IŞIK TUTAN VE YOL GÖSTEREN İLKELER:

1. “Türk demek; Türkçe düşünmek, Türkçe konuşmak ve Türkçe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene.” (Mustafa Kemâl Atatürk)

2. “Efendiler, Kıbrıs’a çok dikkat ediniz!..Kıbrıs düşmanın elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir” (Mustafa Kemal Atatürk)
3. “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük, Kıbrıs ve adaları geri alacağım. Selanik de dâhil, Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım”  (Atatürk, 1933 Amerikalı General Mc. Arthur ile yaptığı görüşmede söyledikleri) 

OBJEKTİF NORM VE EVRENSEL KRİTERLER

HAK:

Özgür irade (fıtrat) teoremi bağlamında, bireyin, doğuştan sahip olduğu haklar (beslenme, barınma, öğrenme, inanma ve inandığı gibi yaşama) ile diğer insanların kendi özel hayatlarını yaşama şekline müdahale etmeden, yaşamlarını biçimlendirme hürriyeti ve hukuk düzeninin bireye tanıdığı yetkilerdir. Bu yetkiler sınırlıdır. Sınırlar aşıldığı ve ihlâl edildiği takdirde fail, ceza veya mağdura tazminat ödemeye mahkum edilir. Hak kullanılırken başka birilerinin haklarını çiğnemek haksız fiildir. Suç teşkil eder. Hukuk sistem ve düzeninin temel unsuru ve bileşkesi hak’tır. Hak’lar üç ana başlık altında şekillenir.

Özel haklar, Kamu hakları ve Evrensel haklar. Yetkiler yönündense:

Yetkinin içeriği ve yönetileceği veya etkileyeceği varlıklar;  Öğesi öne çıkar.

HUKUK:

Hukuk kelimesi Arapça hak kökünden gelir ve hak kelimesinin çoğuludur. Arapçada "hak" kelimesinin çoğulu ahkâktır. TDK`na göre hukuk: "Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünüdür". Bunun dışında hukukun "haklar" anlamı da vardır. Mecazen de, ahbaplık, dostluk anlamında da kullanılır. Hukuk, toplumun genel menfaatini veya fertlerle ortak iyiliğini sağlamak maksadıyla konulan ve kamu gücüyle desteklenen kaide, hak ve kanunların bütünüdür. Hukuk’un uygulama cihazı adalettir.

ADALET:

Hak’ın gözetilmesi ve hukuk’un hayat bulmasıdır. Hak ve haksızlık ile haklı ve haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır. Adalet kuramı temelde hukuk kurallarına uygunluk kesp eder. Ancak, temel toplumsal işlevi nedeniyle din-ahlâk ve buna alenen aykırı olmayan töre, örf, adet, geleneksel kurallarla birleşik ve bütünleşik olmak zorundadır. Aksi takdirde kuram, kanun, kural ve kurumlar “adalet” vasfını haiz olamaz.

Kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunur. Platon’a göre adalet en yüce erdemlerden biri, insan ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristoteles’in hareket noktasını ise eşitlik kavramı oluşturur. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir hukuk düzeni, güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir. .

Sorunsalın “Objektif Hukuk, Evrensel Bilim ve Adalet Düzleminde (mukayeseli olarak) İrdelemesi, İncelenmesi ve Değerlendirilmesi”

            a) BM güvenlik konseyi kararlarının 541–550 hukuk bilimi içinde etkili olup olmadığı. BM’nin kuruluşundan beri kaç kez uygulandığı, egemen devletlerin yeni kurulan devletleri tanıma veya tanımama iradesine bağlayıcı etkisi var mı?

            Kıbrıs’la ilgili BM Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi kararları incelendiğinde; kararlar arasında hiçbir insicamın bulunmadığı, aksine çok derin ve fevkalade aykırı (vahim)  çelişkilerin varlığı açıkça görülür. Keza, 541 ve 550 sayılı kararlar da, o güne, 13 Şubat 1975 tarihine kadar verilen kararların tamamına aykırı ve çelişkilidir. Esas itibarıyla, öncelik ve özellikle izlenen prosedür ile yaşanan süreç’e nazaran BM Güvenlik Konseyi böyle bir karar alma hak ve yetkisi yoktur. İzlenen süreç ve belirli aşamalarda uygulanan usul ve esaslar, örneğin Londra-Zürich ve Garanti Antlaşması, 1960 Kıbrıs Anayasası ve 1974 EOKA isyanı ve mukabil olarak “uluslar arası kabul görmüş antlaşmalara dayanılarak” yapılan Barış Harekâtı, bütünüyle “meşru ve yasal bir hak’ın” kullanımından ibarettir. Şu hale nazaran anılan kararlar hukuka aykırı, yanlı ve siyasidir. Çeçenistan kararı gibi uygulamaktan mahrum ve Makedonya kararı gibi tashihe muhtaçtır.

ÖRNEK: 1, Makedonya konusu:1991`de Makedonya`nın bağımsızlık ilan etti. Yunanlılar, kendilerine ait gördükleri ad ve simgelerin kullanılması bahanesiyle ilâna itiraz ederek bu ülke tanımadı..Sırf bu yüzden BM ülkeye geçici olarak `Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti` (FYROM) adını takmak zorunda kaldı. Yunan ABD Organizasyonları Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a bir mektup göndererek, Bush’un FYROM (Former Yugoslav Republic of Macedonia-Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti) olarak tanınan ülkenin “Makedonya Cumhuriyeti” olarak isimlendiren hatalı kararın iptalini ve mezkür ülke NATO üyeliğinin de engellenmesini istediler. Mektup, Pan-Makedon Amerikan Deneği, Yunan Amerikan Ulusal Konseyi, HANC, Uluslararası Koordinasyon Komitesi, Kıbrıs için Adalet (PSEKA) ve Amerikan Kıbrıs Federasyonu tarafından, Dışişleri Bakanı Clinton`ın Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni ile Washington`da yaptığı toplantının arifesinde gönderildi.

Sonuçta: BM ve Amerika dâhil egemen devletler Yunanistan’ı kale almadılar ve yeni kurulan devlet ilân edildiği biçimde tanındı. Çeçenistan BM’e üye yapılmasına rağmen, Rusya korkusu nedeniyle tanınmadı. Yani, BM veya BM Güvenlik Konseyi’nin 541-550 benzeri hiç bir kararı, KKTC örneğinde olduğu gibi uygulanamadı.541 ve 550’nin tam olarak uygulaması ve bu kararlardan netice alınmasının sırrı: Özellikle dönem TC hükümet üyelerinin çok pasif, korkak, güdümlü ve milli perspektiften uzak olmaları ile Yunanistan, AB + ABD ittifakıdır.

ÖRNEK: 2, Yunanistan Temyiz Mahkeme Kararı: Yunanistan Temyiz Mahkemesi 21 Mart 1979 tarihinde 2658/79 sayıyla bir karar verdi. Karar: TSK’nın Kıbrıs`a müdahalesini  (batı, Amerika ve sair tereddüt unsurları nezdinde) yasallaştıran bir hüküm olup; kararda ‘esas itibarıyla suç, Yunan subaylarına aittir’ hükmü yer almaktadır. Bu karar, dönemin Başbakanı Konstantin Karamanlis tarafından, "Yunanistan aleyhine kullanılabilir" gerekçesiyle halka ve kamuoyuna duyurulmamış ve açıklanması yasaklanmış; dava dosyaları "Çok gizli" kaydıyla kasaya konulup gizlenmiştir. 

-"Türk Ordusunun Kıbrıs`a müdahalesi yasaldır" kararının alınmasıyla ilgili gelişmeler dosya münderecatına göre şöyledir: 1976 yılında bir Yunanlı, mahkemeye başvurarak, 22.07. 1974 tarihinde Lefkoşa üzerinde uçarken, Güney Kıbrıslıların açtıkları ateş sonucu düşüp parçalanır ve Yunanlı pilot hayatını kaybeder..Sonra ölen pilotun babası Yunan Delta nakliye uçağının içinde bulunan ve ölen oğlu için tazminat talebiyle Atina Mahkemesinde dava açar. Davacı bir Yunan vatandaşı... Duruşmalar başlar ve dava 1978’de sonuçlanır. Mahkemenin 1978 yılında verdiği karar şöyledir: "Davacı davasında haklıdır. Hazineden tazminat alması gerekmektedir." Ekonomi Bakanlığı tazminatı ödememek için, karara karşı çıkar ve temyize başvurarak, kararın bozulmasını ister.

“KARAR BOZULMADI. AKSİNE GÜÇLENDİRİLDİ.”

Yunan Temyiz Mahkemesi kararı bozmadığı gibi, tam aksine güçlendirici bir karar veriyor. 21.03.1979 tarih ve 2658/79 sayılı kararın tam tercümesi şöyle:-"Davacı tarafından öne sürülen iddiaların gerçek olduğu, mahkememizce yapılan araştırma sonucu kanıtlandı. Zürich Antlaşmasını imzalayan taraflar, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere "Garantör" devletler olarak, Kıbrıs`ın herhangi bir devlet ile birleşmesini ya da bölünmesini önlemek için, "Kıbrıs Cumhuriyeti" nin güvenliğini garanti altına alıp koruyacaklarına dair taahhütte bulunmuşlardır.

1974 Temmuz ayının ilk haftası içinde Kıbrıs Devlet Başkanı Makarios, ada`da görev yapan bazı subayların, darbe girişimi hazırladığı içinde bulundukları ve kendisini öldürmeyi planladıklarını öğrenmiş ve durumu Atina`ya duyurarak, Devlet Başkanı General Gizikis`ten önlem alınmasını istemiştir. Ancak Atina`daki yönetim, bu talebe resmi bir cevap vereceği ya da önlem alacağı yerde, 15 Temmuz 1974`de General Yoannidis, Makarios`a karşı, Kıbrıs`taki Yunan Birliğinin Komutanı General Yorgitsis ve General Yanakodimos ile birlikte 102 Yunan subayının yer aldıkları darbeyi gerçekleştirmiş ve Makarios`u öldürmeye teşebbüs etmiştir. Lefkoşa`daki Başkanlık Sarayı ağır silahlarla ateşe tutulmuş, Başkan Makarios bu saldırıdan bir mucize olarak kurtulmuştur. Kıbrıs Anayasası asi Yunan subayları tarafından çiğnendikten sonra, Nikos Samson başa getirildi. Türkiye İse 20 Temmuz 1974`de, yaratılan durum nedeniyle hukuki hakkını kullanarak Kıbrıs`a müdahalede bulunmuştur"

BU KARARLA: Bu kararla, Türkiye`nin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ve Garanti Anlaşmasının 4 ncü maddesi uyarınca, Türkiye`nin hukuki haklarını kullandığı ortaya çıkmış;.Yunanistan tarafından gönderilen bir Generalin yönettiği ve üst düzey subayların neredeyse tamamı Yunanlı olan RMMO`ya esir düşenler, hayatını kaybedenler, aileleri, yaşamları ve düzenleri bozulanlar, işlerini kaybedenler, yerini-yurdunu terk edip göç etmek zorunda kalanlar ve mağduriyete uğrayan herkes; Kararı emsal gösterip Yunanistan`a karşı tazminat davası açabilecektir. Bu yolun açıldığı, açık olduğu görülmektedir.

TÜRKİYE ISGAL ETMEDİ: Türkiye, Zürich ve Londra Anlaşmalarıyla kurulan "Kıbrıs Cumhuriyeti" ni ne parçalamış ve ne de işgal etmiştir. Zaten bu müdahale, işgal olarak kabul edilmiş olsaydı, uluslararası tepki herhalde çok daha farklı boyutlarda olurdu.1974’den bugüne kadar geçen zaman içinde, BM`in ortaya koyduğu çözüm formüllerini, Kıbrıs Türk tarafı hiçbir zaman reddetmedi. Hep görüşmelere açık olmasına rağmen, karşı taraf her defasında anlaşma masasından kaçmış, dünya kamuoyunun karşısına değişik ve anlaşılması zor koşullarla çıkmıştır. Ne var ki, AB başta olmak üzere, Batı dünyasındakilerin büyük bir bölümü, bu gerçeğin ya farkında değildir, ya da politikaları gereği böyle davranmaktadırlar.

Türkiye, "acilen ve derhal" bu ve benzer karinelerle Lahey Yüksek Adalet Divanı`na başvurmak ve dava açmak suretiyle; GKRY’nin, “kabul görmüş ve tescil edilmiş antlaşmalara rağmen ‘evrensel hukuka aykırı olarak" AB`ye kabul ve katılımının "keellemyekün" (bütün sonuçları ile) yok sayılarak, fesih ve iptali için dava açmalıdır. Açmak zorundadır da…(Prof. Dr. İsa Kayacan, Mustafa Nevruz Sınacı)

Örnekler, kararın ne kadar subjektif, hak, hukuk ve adaletten uzak olduğunun ve özellikle BM (ve) Güvenlik Konseyi’nin, dünyada adalet, hukuk, istikrar ve insicam için değil; Sadece ve yalnızca belirli ve sınırlı ülkelerin “her şeye / hak, adalet ve hukuka rağmen” çıkarları için var olduğunun ispatıdır. Bu nedenle olayın “hukuk bilimi” yönünden asla bir önem ve değeri yoktur. Kararlar tam bir değersizlik, çürümüşlük, küstahlık, despotluk, bilim, hak, hukuk, ahlak, insanlık ve adalet düşmanlığıdır. Üzerinde “ikiyüzlü siyaset” yaftası vardır.        

Gerçekte bu (Kıbrıs/KKTC) sorunla ilgili BM, (Güvenlik Konseyi) ve NATO bağlamında bir örnek vermek mümkün değildir. Aleni meydan okuma, haksızlık, gasp, haçlı dayanışması ve Türk-İslâm düşmanlığı bu örneği “dünyada tek” yapmaktadır.   

Kaldı ki, evrensel hukukun cari kural, norm ilke ve akaidine göre egemen devletlerin bu ve benzeri kararlara uyma zorunluluğu yoktur. Bu nevi kararlar ihtiyaridir.

b) BM Güvenlik konseyi daimi üyelerinin “Batı Yanlıları” Kosova’nın, “Doğu Yanlıları” da Osetya ve Abaza Cumhuriyetlerinin gelişmelerinde sergiledikleri tavırları karşısında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin statüsü.

Bu konuda yapılacak inceleme, irdeleme ve değerlendirme bizi asla doğru ve isabetli bir yol, karar, kanaat ve sonuca götürmeyecektir. Zira Güvenlik konseyi daimi üyelerinin “Batı Yanlıları” Kosova’nın “Doğu Yanlıları” olması Osetya ve Abaza Cumhuriyetlerinin gelişmelerinde sergiledikleri tavırlar karşısında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin statüsü hakkında olumlu bir pay, hareket tarzı veya strateji üretmek mümkün değildir. Gayretler boşa çıkacaktır. Zira Kafkaslarda ABD ve Rusya bir oyun oynamakta, gaflet ve dalalet içindeki bir takım Türk unsurlar da “ana dil ve etnik kök” karinesi ileri sürülerek kandırılmakta ve kendi yararları uğruna kullanılmaktadır. Orada mesele bir paylaşım ve çıkarlara uygun yerleşimdir.     .            Oysa Kıbrıs ve özellikle KKTC meselesi, bütünüyle iyi niyetten vareste, yıllar önce bitmiş bir pazarlığın peşkeş unsurudur. Taraflar arasında Anavatanda mukim Türk, İslâm ve Atatürk düşmanları, Lozan murahhasları, 1938-1950 özellikle 1944 dönemi 12 adayı onursuz ve fütursuzca Yunan’a hediye kabili peşkeş çeken hükümetler, harici monşerler ve “Ermeni-Rum-Yunan” üçleminde hareket eden sözde “Türk Solu” vardır. Bu “Türk Solu” ki, TMT’yi kontrgerilla olarak tarif ve tavsif eden, 6-7 eylül ve 27 Mayıs’ın da mimarı olan güruhtur.

c) İzolasyonların hukuksal statüsü ile geçerli olup olmadıkları, dünya ile KKTC’nin bağının nasıl engellerin aşılarak sağlanabileceği…

Konuyu salt ‘izolasyon’ biçiminde algılamak yanlıştır. Gerçekte KKTC, yasa, hak, adalet ve hukuk dışı, haksız, hasmane, kasıtlı ve düşmanca bir abluka altındadır. Bu küstahça ve alçakça bir kuşatmadır. Hukuksal statüsü yoktur. Yoktur zira, hukuksal statü uluslar arası geçerli olan bir mahkemenin vereceği kararla mündemiç olmak zorundadır. Ortada Lahey yüksek Adalet Divanı, AİHM, BM Genel Kurulu veya NATO kararı yoktur.

Bu nedenle, kısaca izolasyonlar dediğimiz “abluka unsurları” hukuki meşruiyetten yoksundur. Geçersizdir. Haksız işgal, gasp ve irtikaptır. Hiçbir evrensel tutamakları ve hukuki dayanakları olmadığından darb edilmeleri ve şiddetle bertarafları meşrudur. KKTC veya TC Silâhlı Kuvvetleri tarafından (varsa) fiili unsurlar, gerekli ihtar ve ihbaratı müteakip (çekilmemeleri halinde) yok edilebilir.

Diğer taraftan GKRY’nin AB üyeliği yasa dışıdır. Bütün sonuçları ile her an iptali kabildir. Bu nedenle,

1) Bilumum ticaret TC üzerinden tam bir güvenlik ve serbestlikle yapılabilir.

2) Tanıma konusuna bu kertede ağırlık verilerek, ilişki alanı genişletilebilir. Bu konuda konjoktür en müsait dönemindedir. Dolayısıyla TÜRKİYE; Konuyla ilgili AB kararlarına sonuna kadar ve her şeye rağmen direnmeye; KKTC Rumlarla görüşmekten vazgeçmeye “Hakim ve Hükümran” özgür ve müstakil bir devlet olarak yola devam etmeye ikna edilmelidir. KKTC’nin bütün dünya ile serbestçe entegre olmasının tek ve yegâne yolu “devlet olmaya devam etmesidir”…

ÇÜNKÜ: Kıbrıs Türklerinin kan, gözyaşı, soykırıma uğrama, defalarca göç ve yıllarca süren zulüm karşısında pes etmeyip, 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekâtı sonrasında kurmuş oldukları “KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ” ya ebed müddet sürmek; Veya, “KIBRIS ADASININ TAMAMINI ŞAMİL OLARAK” günü gelince ANAVATAN’a katılmalıdır. Bu zorunludur ve olmak zorundadır.

ÇÜNKÜ!... “Kıbrıs Türk dünyası ve İslâm aleminin “KİLİT TAŞI” dır.    

GERÇEKLER VE HEDEFLER:

            1. Türkiye hariç hiçbir devlet KKTC’ni tanımamakta. Fakat, KKTC ile GKRY aynı masaya oturup, bütünüyle “hukuk ve yasa dışı” görüşmeler yapmakta. Üstüne üstlük BM ve Güvelik Konseyinin dahli muvacehesinde!... Olur şey değil!.. Bu çok saçma, kabulü gayri kabil ve neticeten geçersiz bir paranoyadır. Zira: Hukuk bilimi yönünden “yekdiğeri hukuki muhatap ve dava ehliyetini haiz olmayanlar; Veli veya vekilleri yoluyla temsil olunurlar” Hukuki muhatap olmanın şartı öncelikle ve mutlaka “kabul”, yani “tanıma”dır. Aksi takdirde muhataplık kabil olamaz. Bu cihetle: 1974 ve sonrası, GKRY ile doğrudan veya dolaylı, ama KKTC’den neş’et ve neticeten KKTC’ne dayalı bilumum dava, (T.Louzidiu vb.) KKTC’nin hukuki tasarruf ve hükümranlık alanına ilişkin konularda; Kendisi ve TC hariç olmak üzere, hangi ülke ve ülkeler olursa olsun alınan kararlar, dayatılan yaptırımlar butlandır.

            2. Bu meyanda KKTC üzerinde vaki ve uzun süredir “tek taraflı olarak” uygulanan tecrit, ambargo ve izolasyonlar bütünüyle hak,  hukuk, adalet ve “evrensel bazda” yasa dışı olup; Ayrıca herhangi bir dayanak, uluslar arası mahkeme ve uluslar arası geçerliği olan makbul bir kurul veya kurum kararına da müstenit olmadığından, Bütün yönleriyle bir zulüm, politik baskı ve işkencedir. Bu haliyle BM ve AB Anayasası, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, yerel ve lokal “hak kuramı, beyan, şart ve antlaşmaları” tamamına aykırıdır.      

3. AİHM’de Kıbrıs Türkleri aleyhine açılan davalar devam ediyor. Adeta Rum’un malı toprak, Türk’ün malı denizmiş gibi adaletsiz bir hak iddiasıdır gidiyor. Oysa, AİHM, Avrupa Konseyi’ne bağlı olarak kurulmuş bir uluslararası mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi (AİHS) ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireyler, birey grupları, tüzel kişiliklerin ve devletlerin, belirli kurallar dâhilinde başvurabileceği bir yargı merciidir.

“Kıbrıs Cumhuriyeti” 1962’de AİHS’yi onaylayarak iç hukukuna dâhil etmiştir.

Aralık 1963 olayları ile ortaya çıkan fiilî durum, KKTC ve GKRY’nin AİHS ile ilgili durumları açısından her ne kadar karmaşık bir tablo ortaya çıkarmış ise de; AİHS olaylardan önce 1962’de Kıbrıslı Türk ve Rumların ortak parlamentosu olan Temsilciler Meclisi’nde onaylandığı için, GKRY’nin olduğu gibi KKTC’nin de iç hukukunun bir parçasıdır.

Ancak, KKTC, Türkiye dışında bağımsız bir devlet olarak tanınmadığı için AB’ye üye ve AİHS’ye taraf olamamıştır. Her ne kadar GKRY’nin AB üyeliği sahte, geçersiz ve hukuksuz ise de, bu husus gerçekleşinceye kadar; KKTC, AİHS’nin ihlal edildiği hallerde AİHM’e hem “Devletlerarası başvurular” bağlamında kendi adına başvurular yapmalı ver hem de halen (hukuken) mümkün olan “kişisel başvuruları” teşvik ederek desteklemelidir.

4. Louzidiu, Arestis, Orams ve Sercem davaları yalnızca Rum haklarının söz konusu olduğu tek yanlı, sakat ve antidemokratik bir anlayışla açılan, haksız kabul sonucu görülen hukuk dışı davalardır. Bu davalar gerçekte bütün sonuçları ile geçersizdir. Kararları kabul ve uygulamaya vasıta olan taraflar her kim olursa olsun “ihanet derecesinde” suçludurlar. Zira ortada iki ulus vardır ve iki ulus arasında “mutlak mütekabiliyet” esastır. Tanınmış olsun veya olmasın, Eegemen bir devlet (KKTC) konusunda Türkiye dahil olmak üzere dünyanın hiçbir kurum veya devletinde gıyabi karar alınamaz ve yaptırım uygulanamaz.

Nitekim aynı AB, ABD, BM, NATO ve Güvenli Konseyi Yunanistan Temyiz Mahkemesi kararını yok saymış ve görmezden gelmiştir.  Bu bir haksızlıktan öte, küstahlık ve aymazlıktır. Hukuk-u Düvel’e göre bu ve benze haller “misillemeyi” muciptir. Dolayısıyla KKTC’nin “başta GKRY olmak üzere, kendisini hukuken, resmen ve fiilen tanımayan devletlerle teması, TC’nin PKK ile teması gibidir.”

ARTIK!...

KKTC BİR DEVLET OLDUĞUNUN FARKINA VARMALIDIR!... 

5. Dahası: AİHM’de başvurular ve davalar ele alınırken şu gerçekle bir kez daha yüzleşiyoruz. Türkler üzerinde, AB’nin de devreye girdiği yeni bir baskı ortamı yaratılmaya çalışılıyor..  AİHM Başkanı Jean Paul Costa, GKRY’ye geçekleştirdiği ziyarette sadece Rum tarafını muhatap aldı. KKTC yetkilileriyle temasta bulunmadı. Bu olay birçok gerçeği gözler önüne sermeye yeter. Tarafsızlığını koruyamayarak, bu ayrımcılığı yapan böyle bir kurumun başındaki kişiden baskı ortamı yaratacak davranışlar bekleniyordu. Haliyle, ayni kurumdan adil ve eşit davranış beklemek çok büyük saflık olurdu. Dolayısıyla Orams’tan sonra gelen Sercem davasında da hukuk içerisinde göğüslenebilecek bir güçlü duruş sergilemek için, güçlü bir savunma hazırlamamız gerekirdi. Çünkü bugün Sercem, yarın diğer büyük şirketler, hepsi sırayla ‘başkasının taşınmaz malına izinsiz ihlal’ suçundan suçlanacak aleyhlerine dava açılacak ve bizim güçsüz kalan savunmamızdan Rum’ların lehine karar çıkacak ve bu karar AB’deki tüm ülkelerin mahkemelerinde alınmış bir karar gibi sayılacak.

O nedenle önce devlet olarak, sonra da Türk tüzel kişileri ve şahıslar adına GKRY işgal ve tasallutu altında mahkum mal, imkan, kaynak, kayıp, zarar, hasar vs. her ne kadar hukuki hak ve mesnet varsa, GKRY ve Yunanistan aleyhine ve gerekiyorsa; Garantörlükte ihmal cihetiyle (dönem yöneticilerinin şahsı ve varisleri adına) Türkiye aleyhine de davalar açılması şarttır. Zorunlu ve mutlaka gereklidir.

6. Bir başka mesele de; Bugüne kadar, GKRY liderlerinin ne kadar kurnaz olduklarını tarihi süreçte hep birlikte öğrendik. Türkiye hükümet yöneticilerinin de ne kadar Türk’çe duruş, ilkelilik, onurluluk ve kararlılıktan yoksun olduklarını tabii!.. Yani, Rumlar, AB şemsiyesi altında dolaylı ENOSİS’i gerçekleştirmenin de rahatlığıyla, bizleri Türk azınlık olarak “ Kıbrıs Cumhuriyeti” içerisine nasıl çekebileceklerini o kurnaz tavırlarıyla ortaya koyuyorlar. Kurnaz Makarios’la yapılan barış ve sonucu ne ise; kurnaz Hristofyas ile yapılacak barış ve sonucu da yani olacaktır. Peki bizler güneyde istimlak edilen Türk malları için neden AIHM’ye başvuramıyoruz? Bize gelince, güneyde iç hukuk yolu ile hak aramak mümkün gibi görünse de mümkün olamıyorsa ve her iç hukuka başvuru sonucunda “ Kıbrıs sorunu çözülmeden bir karar alınamıyorsa” ve bu karar onlar için yegane kararsa, hangi haktan ve hukuktan bahsedeceğiz ve hangi insan haklarından?

SONUÇ VE ÖNERİLER:

            Gerek Türkiye ve gerekse KKTC büyük bir Helen oyunuyla karşı karşıyadır.

            Başta AB ortakları olmak üzere ABD dâhil birçok ülke ve PKK bu alçakça, kalleşçe oyunun aktörleri durumundadır.

Ayrıca bu işin “AB’ye katılım sevdası ile yanıp tutuşan, dönme-devşirme esaslı dâhili” ve “bir an önce Türkiye’yi bölmek ve parçalamak ihtirasıyla kıvranan harici” bedhahları vardır.

BU NEDENLE:

Kıbrıs Türkleri bu topraklarda misafir değil, vatanın hakiki, kadim ve tarihi sahipleri olduklarını, dolayısıyla vatan toprakları üzerinde en az Rumlar kadar hak ve hukuka sahip bulunduklarını bilmek ve bunu aksini iddia edenlere inanç ve bilinçle haklarını anlatmak, açıklamak, ikna etmek, korumak ve savunmak zorundadır.

YANİ!...

Türkçe düşünmek, Türkçe yaşamak ve Türkçe konuşmak zorundayız…

Türk demek; Türkçe düşünmek, Türkçe konuşmak ve Türkçe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene.” (Mustafa Kemâl Atatürk)

Kıbrıs’ın bize “kutsal bir emanet” ve “vasiyet” olduğu idrak etmeliyiz.

“Efendiler, Kıbrıs’a çok dikkat ediniz!..Kıbrıs düşmanın elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir” (Mustafa Kemal Atatürk)

Ne pahasına olursa olsun; En az ada Rumları ve palikarya (Yunanlılar) kadar, azimli, kararlı, atılgan, cesur ve mücadeleci olarak  “devletimiz KKTC’ni, hükümran, özgür ve bağımsız olarak” payidar etmeliyiz.

“Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük, Kıbrıs ve adaları geri alacağım. Selanik de dâhil, Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım”  (Atatürk, 1933 Amerikalı General Mc. Arthur ile yaptığı görüşmede söyledikleri) 

ÇOK İYİ BİLELİM Kİ!...

Bu saldırgan tavrı, haksız, hukuksuz ve adaletsiz tutumlarıyla bize asla güven vermeyen GKRY ile birleşik Kıbrıs yaratmak mümkün değildir.

Üstelik bizzat kendisi, adadan Türkleri imha ile ENOSİS’i gerçekleştirmek için icra ettiği katliamların hesabını; gasp ettiği Türk mallarının hesabını vermezken sadece Osmosis yoluyla Türkleri yok etme hesapları yapan; ve bugün Türkleri mahkemelerde yargılayan bir GKRY ile anlaşmaya imkân ve ihtimal yoktur.

Bunu düşünenler cahil ve gafil;

Bu uğurda çalışanlar ise muhakkak casus, kripto, ajan provokatör, dönme-devşirme veya  asaleten Rum-Yunan yahut Ermeni, yahut da, ilmini, irfanını ve vicdanını düşmana satmış haindir. 

DÜŞÜNÜN BİR KERE!...  

Sadece, alçakça, haince ve kalleşçe vurulup, sırtından hançerlenerek veya diri-diri yakılıp, küvetlerde boğularak katledilerek bu topraklarda yatan masum, müsemma, şehit ve şühedanın hakkı ve kanı için GKRY’nin AİHM’de, dünyada eşi görülmemiş cezalarla cezalandırılması gerekir.

Eğer, insan gibi hak ve adaletten bahsedeceksek diri diri toprağa gömdükleri ve nice katlettikleri kardeşlerimizin yok edilen yaşam haklarından bahsedelim.

Sıra katliamların davasına gelmedi mi?

Getirin. Getirelim.

Rumların malları mal da bizim mallarımız mal ve canlarımız can değil mi?

Onlar, her türlü hile ve desise ile mallarının tazminatını istiyor, isteyecek de biz; Açıkça, mertçe, dürüstçe, “kıyılan canlarımızın” ve güneyde kalan, kuzeyde olup cebren elimizden alınan mallarımızın tazminatını istemeyecek miyiz?

Bizim güneyde bıraktıklarımız mal, mülk ve toprak değil mi idi?

Yıkılan ve yok edilen kutsal mezarlıklarımız, ibadet ve imarethanelerimiz, ev-barklarımız, adı değiştirilen cadde ve sokaklarımız ne olacak?  

Ey, Rum’dan, Yunan’dan medet uman, zalimden, alçak, hain ve katilden himmet bekleyen, gâvurdan icazet alan zavallılar!... Türk’çe konuşamayan, düşünemeyen, Türk gibi duramayan gafiller!..

Lütfen artık kendinize gelin ..

Uyanın…

El ele olun, gönül gönüle verin ve; Kendini kurnaz ve uyanık sanan ve kirli elleri ve menfur emelleri uğruna AB’yi de kullanarak üzerinizde oyunlar oynayan GKRY’ne gereken cevabı artık verin..

UNUTMAYIN!..

KKTC meşru, hukuki, evrensel ve yasal bir devlettir.

Dünya devletlerinden herhangi birinin sahip olduğu bütün hak-hukuk ve kendi alanında mutlak surette ve behemahal icraat, temlik ve tasarruf hakkına sahiptir.

Bu hak asla tartışılamaz.

Tartışanlar adalet ve hukuk normlarının içinde kabul edilemez. 

ŞİMDİ, HEMEN!...

“HAKSIZLIĞA VE ADALETSİZLİĞE KARŞI”

İSYAN ETMELİYİZ…

Rum ve AB oyunlarının ortaya koyduğu bu adaletsiz yaklaşım karşısında insan isyan etmez mi? Böyle bir durumda isyan, hainleri linç, tard ve tecrit KKTC halkı için meşru bir haktır;

Zira ANCAK:

Hakkıdır hak’a tapan,

Milletlerin İSTİKLAL………

(Ankara, 29 Ekim 2009)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KKTC SEMPOZYUMU HAKKINDA

Mustafa Nevruz SINACI

            Bizim de bir bildiri ile temsil olunduğumuz “KKTC’ni Koruma Derneği”nce hazırlanıp, düzenlenen “KKTC’nin Statüsü Sempozyumu” 15 Kasım 2009 günü, çok başarılı bir organizasyon, katılım ve yönetim bakımından fevkalâde bir şekilde tamamlandı.

            Ben, kısmen de olsa devem eden rahatsızlığım nedeniyle katılamadım.

Bundan dolayı elbette çok üzgünüm ve çok şey kaybettiğimin farkındayım.

            Fakat Dernek yetkilileri gönderdiğim “bildiri”mi sunmak nezaketini gösterdiler.

            Minnettar ve müteşekkirim.

            Başta “Milli Dava Kıbrıs” olmak üzere; “Sivil İnisiyatif” yani, HALK tarafından “KKTC’nin hukuki statüsü ve geleceği” yönünden belirleyici bir irade ve kararlılığın ortaya konduğu bu toplantı, her türlü takdirin üstündedir. Bu aksiyonla büyük bir başarı ve güçlü bir iradeye imza atılmıştır. Böylece, yıllardır süregelen oyunlar bozulmuş ve gerçekten, kanının son damlasına kadar Türk, Kıbrıslı kardeşlerimizin sesi-soluğu, yiğitçe haykırışı duyulmuştur.

            Umarım artık, eli kanlı, insanlıktan nasipsiz, mertlikten aciz, kahpe, sinsi ve kurnaz ‘AB, Rum-Yunan’ ikilisi ‘birleşik Kıbrıs’, ‘iki toplum tek devlet, kalıcı barış’ gibi Kazıklı Voyvoda (vampir) tuzakları, iğrenç yalan ve mürai teranelerini seslendirmeye cüret ve cesaret edemeyeceklerdir. Bunun daha bir kalleşçesi var. Sanki ortada bir sorun yaşanıyormuşçasına bu teraneleri üç maymunlar misali ‘hayâsızca’ tekrarlayıp duran dâhili bedhahlar.

            CEMİL ÇİÇEK’İN REST’İ:

KKTC’nin 26. kuruluş yıldönümü töreninde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, “Kıbrıs meselesini Türkiye`nin AB politikasının önüne koyarak, eğer birileri `Ya (KKTC) Kıbrıs ya AB` diye düşünüyorlarsa Türkiye`nin tercihi, sonsuza kadar Kıbrıs Türk’ünün yanında olacaktır. Bunu herkes iyi anlamalıdır” diye rest çekerek hükümet görüşünü açıklaması, Türkiye açısından yerinde, olumlu ve sevindiricidir.

Bu, TC devleti ve RTE (AKP) hükümeti adına “çok net bir taahhüt” ve “mutlak surette bağlayıcı” bir açıklamadır. İşbu taahhüt aksine, AB, GKRY Rumları veya Yunanistan lehine, ada Türkleri (KKTC) aleyhine bir adım atılması, eylem, söylem vaat veya (açık-gizli) taahhüt eğilimine girilmesi; Cemil Çiçek’in mensup olduğu parti ve hükümetin iki yüzlü, hain ve dış patentli olduğu anlamına gelir.   

VELEV Kİ!

Böyle bir emelin şu an için dahi varlığı AKP meşruiyetini ilgaya kâfidir.

Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, ise "Kıbrıs`ta çözüm, bizim insanlığa yapabileceğimiz en büyük katkıdır", "Kıbrıs Türk halkı, bu güzel adayı sizinle paylaşmaya hazırdır. Gelin, çözüm çabalarımıza siz de katkı koyun; güzel adamızın bir dostluk ve işbirliği adası olmasını engellemeyin" tarzında konuşması,.utanç ve hicap verici.

Bu sözler ancak bir işbirlikçiye yakışır. Yazık, çok yazık!..

RUM KÜSTAHLIĞI VE SÜNEPELİK!..

İkiyüzlü, kalleş ve kahpe Yunanlı, bir yandan Akritas plânı ve Megale idea’yı dayatır, diğer taraftan, büyük Yunanistan hayallerini İyonya (Anadolu) üzerine kurar, bunu ders kitaplarına yazar ve (kendince mert ve cesur) küstah bir tavırla açıklarken;

“Kıbrıs Türk’ün Milli davasıdır. Taksim ihanet, ortaklık felâkettir..Kıbrıs’ın tamamı Türk olmak ve Türk kalmak zorundadır. Kıbrıs Türk’ün kan hakkı, can hakkıdır, şüheda emanetidir. Stratejik olarak Anadolu’nun “KİLİTTAŞI” dır.

Büyük ATA; Mustafa Kemal Atatürk, başta Kıbrıs olmak üzere Ege’de 12 Ada’lar ve Selanik dâhil Batı Trakya’nın alınmasını vasiyet etmiştir. Bu vasiyet mutlaka yerine getirilecektir..”

Diyecek kadar mert ve TÜRK bir siyasetçimiz yok mu?

Türk’e Talat gibi konuşmak düşmez, Çiçek’te sözünün eri olmaya mecburdur.

            Neyse ki, aşağıda arz edeceğim “Kapanış Bildirisi’ni” okuyunca biraz ferahlayacak, ama yine de, ‘bizi resmen temsil edenler yönünden” bu kaygı, menfi kanaat ve geleceğe dair derin endişeyi paylaşacaksınız. İşte buyurun:

            KKTC’NİN GELECEĞİ VE STATÜSÜ SEMPOZYUMU 

            KAPANIŞ BİLDİRGESİ

            Toprak birliğine, egemenliğe, demokratik bir işleyişe ve kurumları oturmuş (yerleşik) bir siyasi yapılaşmaya sahip ve kendi kaderini belirleme hakkı bulunan bir “Halk” oldukları, en son 2004 Annan Planı’nda uluslararası hukuk kurallarına uygun olarak bir kez daha tescil edilen Kıbrıslı Türklerin, 15 Kasım 1983 yılında kurdukları “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” (BM Anayasası, uluslar arası antlaşmalar ’Londra, Zürich, Garanti’  ve sözleşmeler ile Hukuk-u düvel ‘evrensel hukuk’ gereği, dört başı mamur ve noksanlıktan münezzeh) yasal statüde bir devlettir.

            Cumhurbaşkanı Sayın M. A. Talat’ın açılış konuşmasında “Yeminime sadığım, asla teslim olmayacağım” vurgusu ile dile getirdiği “Müzakerelerin hedefi KKTC’yi kurmak değildir. KKTC bir gerçektir” sözleri, tanınma stratejisinin artık seçeneksiz tek gerçek olduğunu göstermektedir.

            Bağımsızlıklarını iki kez ilan eden Kosova Arnavutlarının, soğuk savaş sonrasında dünya siyasi konjonktüründe oluşan değişimi kullanarak üçüncü kez ilan ettikleri Cumhuriyetleri, aksi yöndeki bir BM Güvenlik Konseyi kararına rağmen BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin de dâhil olduğu altmış beş ülke tarafından tanınmıştır.

            (KKTC’nin uluslar arası camiada tanınması önünde de hiçbir engel yoktur)

            KKTC’yi Koruma Derneği’nin düzenlediği;

KKTC’nin Statüsü” konulu sempozyumun katılımcıları ve sempozyum organize komitesi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını deklare etmenin ikinci aşaması olan tanınma stratejisinin ertelenmeksizin yürürlüğe sokulması gerektiği kararını almıştır.

(Bu vecibe; Ana Vatan Türkiye Cumhuriyeti  ve meşru Türk hükümeti ile özgür iradeye sahip bütün Türk-İslâm ülkeleri için kaçınılmaz bir görev ve mutlak bir vazifedir. İçinde bulunduğumuz dönem itibarıyla Türkiye’nin, geçici de olsa “BM Güvenlik Konseyi üyesi” olması tarihi bir fırsattır.

Bu fırsat çok iyi kullanılmak ve değerlendirilmek zorundadır.) 

Bu anlamda, Cumhurbaşkanı Talat ve Rum lider Hristofyas tarafından sürdürülen görüşmelerin tamamlanması sonrasında “KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ” nin tanıtılması ve Birleşmiş Milletlere üye bağımsız bir ülke statüsünde varlığını devam ettirmesi çalışmalarının başlatılmasını hedefleyen “KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN TANITILMASI” dönemine girilmesi, “KKTC’nin STATÜSÜ” sempozyumu’nun “Kapanış Bildirgesi” olarak kararlaştırılmış ve bu fikir birliğinin;

Dünya, Türkiye ve KIBRIS TÜRK HALKI’NA duyurulması kararı alınmıştır.”

İşte mesele budur.

Hayırlı olsun.

“EBED-MÜDDET” Başarılar diliyor;

Bildiriye bütün kalbimizle katılıyor,

Ve “KKTC’Nİ KORUMA DERNEĞİ” Sayın Başkan ve üyeleri ile Sempozyuma katılarak “bu istikamette karar ve kanaat beyan eden” değerli kanaat önderlerimizi yürekten kutluyorum.  (Ankara: 25 Kasım 2009)

 

NOT: Bu bildiri ve eklerinin, (Mustafa Nevruz SINACI’nın rahatsızlığından dolayı fiilen KKTC sempozyumuna katılamaması nedeniyle) 15 Kasım 2009 tarihinde Sayın Prof. Dr. Ata ATUN tarafından sunumu yapılmıştır.

 

 

(*) 

 

gerçek demokrat

MUSTAFA NEVRUZ SINACI

 

Mustafa Nevruz SINACI 1954 Niğde doğumlu. İlk, Orta ve Liseyi Konya’nın Ereğli ilçesinde bitirdi. Tahsilini Ankara’ da tamamladı. Hukukçu, Siyaset Bilimci, İktisatçı-İlâhiyatçı. Sırasıyla; Demokratik Parti Gençlik Teşkilâtı Genel Başkanlığı, Tüketicileri Koruma Birliği Genel Başkanlığı, TÜRK-KONUT Kurucu Üyeliği ve Birlik Başkanlığı, EKKON Genel Başkanlığı, Kuruluş dönemi ANAP’ta (3. Cumhurbaşkanı Merhum Celâl Bayar’ın ricası ile) Başkan Yardımcılığı, Demokrat Parti’de ‘yeniden açılış dönemi’ Genel Koordinatör Yardımcılığı, 7. ve 9. dönem Genel Başkan Yardımcılığı, Genel Sekreterlik, İdari ve Mali İşler Başkanlığı ve nihayet İnsan ve Kültür Ocağı Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu. Adalet, Sabah, Akşam, Zafer, Son Havadis, Bugün, Her Gün, Ortadoğu, Tasvir, Zaman , Meydan, Haber Gazetelerinde ve Bilim Teknik dahil pek çok Dergide yazarlık yapan Mustafa Nevruz SINACI 2002 yılında emekli oldu. Halen merkezi Amerika’da olan “TURKİSH FORUM” (Dünya Türk Kongresi) Danışma Kurulu Üyesi, Bilinç Akademisi Başkanı ve BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ Rektör Yardımcısı olan yazar. Evli ve üç çocuk babasıdır.

 

 

 

 

 

 

 



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.