Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10765
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
KIBRIS SORUNU VE ANNAN BELGESİ- 2

8. Annan Belgesi’nde ortaya konan “Yeni Düzen” anayasal bir zemine oturtulmaktadır. Bu Türk tarafının eşit egemen, kurucu halk ve kurucu devlet statüsü kabul edilmemesi olup 1960 düzenine dönülmesini içermektedir. Bu yaklaşım Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devam ettiğini vurgularken KKTC’ni yok kabul etmektedir. Dolayısıyla eski ortaklığın yenilenmesi sonucu yaratılmak istenmektedir.

Bunun sonucunda Annan Belgesi’nin ortaya koyduğu anlaşmaları Türkiye Cumhuriyeti’nin imzalaması halinde KKTC’nin hükmü şahsiyetine Türkiye kendi eliyle son vermiş olacaktır.

9. Annan Belgesi’nde yer alan düzenleme ve önerilerle ortaya konan “Yeni Düzen” AB’nin öngördüğü düzen olup, Belgede yer alan, yeni anayasa dahil, siyasi eşitlik, bireysel ve siyasi menfaatler AB hukukunun ve siyasi mekanizmaların Kıbrıs’ta uygulaması geliştikçe, çoğunlukta bulunan Rumların Türkler üzerindeki hakimiyeti artacak ve zamanla Kıbrıs Rum-Yunan ikilisinin kontrolü altına girecektir.

Kısa bir süre içerisinde Kıbrıs Türk halkı eşitlik statüsünden mahrum olacak, meşru hak ve menfaatleri ortadan kalkacak ve adadaki Türk-Yunan dengesi Yunanistan lehine değişme gösterecektir.

10. Annan Belgesi’nde, Türkiye’ye AB’den tarih verileceği varsayımı altında toprak ve göçmenler konusunda Rumların tatmin edilmesi karşılığında Kıbrıs Türklerine güvence altına alınmış azınlık hakları veren yeni bir anayasal düzen önerilmektedir. Bu yaklaşım devamlılık anlayışını benimsediğini, Kuzey’de ve Güney’de yasaların geçerliliğinin devam edeceğini ortaya koymakta ise de, Kıbrıs olarak ifade edilen siyasi yapıda gerçekte bir iç düzenleme yapılmak suretiyle 1960 yılındaki ortaklık yenilenmektedir.

Bu durumda 1963-1974 yılları arasında yıkılmış “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin egemenliği ve uluslararası hukuki varlığı aynen devam etmektedir. Dolayısıyla Annan Belgesi’ne göre “Yenilenen Ortaklık” sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nden farklı bir devlet değildir.

11. Annan Belgesi’ndeki yenilenen bir ortaklık durumunun yaratılması nedeniyle kendisine bırakılan yetkileri sadece egemence kullanabilecek olan “Türk Parça Devleti” gerçekte devletler hukuku subjesi olmayacaktır. Bu gerçeği, AB Adalet Divanına “Parça Devletler” e başvurma hakkının verilmemesi ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Türk tarafına egemenliğin verilmemesi anlamı ortaya çıkmaktadır.

12. Annan Belgesi’nde belirtildiği gibi 1960 düzeni, Kıbrıs’ın AB üyeliğini alması ile birlikte köklü bir nitelik değiştirmektedir. Kısaca AB düzeni Kıbrıs’a getirilmektedir. Bu düzenleme ile 1960 Anlaşmaları ile kabul edilen sınırlı egemenliğe sahip ortaklık devleti yerine Kıbrıs Rumlarının egemen olacağı, merkezi otoritenin yetkilerini arttıran “Tam bağımsız ve egemen” bir Kıbrıs Devleti yaratılmak istenmektedir.

13. Belgede KKTC’nin üzerinde önemle durduğu yetki paylaşımı konusundaki üç düzlemli egemenlik yaklaşımına çok az yer verilmekte, tarafların yetkilerle ilgili olarak merkezi otorite ile koordineli çalışması esas alınarak sınırlı egemenlik yaklaşımı ortaya konmaktadır. Bu da egemenliği yerel, özerklik düzeyine düşürmektedir. Dolayısiyle bir kantonal model gündeme gelmektedir.

İçte İsviçre, dışta Belçika modellerinden alınan bu yaklaşım ile “Parça Devletler” in konumu, AB’nin güçlü merkezi bir otorite istemesi de göz önüne alındığında, İsviçre modeli içinde ortak çatının altında “kanton” özelliklerini taşımaktadır.

14. Annan Belgesi’nde önerilerle belirtilen ve oluşturulmak istenen “Basit Federal Sisteme” dayalı federal yapı “Ortak Devlet”e tanınan yetkiler, “Ortak Devlet”in AB ile ilişkilerinin yürütülmesini esas alan yetki düzenlemeleri, “Ortak Devlet”in karar alma mekanizmasındaki çoğunluk esası, gerçekte anayasa ve diğer metinlerde “Parça Devletler” e tanınan birçok yetkiyi kâğıt üzerinde bırakabilecek veya kolaylıkla etkinliği sınırlanabilecek yetkiler haline gelebilecektir.

Bunun dışında KKTC’nin üzerinde önemle durduğu eşit egemenlik ve eşit yetki kullanımı ile ayrı çoğunluk yaklaşımına yer vermemiştir. Ayrıca merkezi kurum ve yetkilerde taraflara eşit statü ve eşit yetki gereğince yansıtılmadığından Türk tarafının egemenlik hakları müphem bırakılmış, “Ortak Devlet”in egemenliğinin “Kıbrıs”ın tamamını kapsaması ve Rumların çoğunluğu nedeniyle de mevcut düzenlemelerin kısa sürede Rumların hakimiyetine geçmesine neden olacaktır.

Belgede egemenliğin iki halktan kaynaklanacağına yer verilmemesi ve eşit egemenlikten söz edilmemesi Kıbrıs Türklerinin statüsünü belirsizliğe itmektedir.  Kıbrıs Türklerinin hukuken ve siyaseten toplum, halk ve millet gibi kategorilerinden hangisine ait olduğu düzenlemelerde yer almamaktadır.

15. Annan Belgesi’nde iki kesinlik ortadan kaldırılmaktadır. Belgede belirtilen mülkiyet düzenlemesi ve AB normları ile ilgili yaklaşımlar “Türk Parça Devleti” ne bırakılacak bölgeye 15 yıl içerisinde yerleştirilecek Rum nüfus oranı (%28) ve toprak tavizleri gibi hususların düzenleniş biçimi iki kesinliliği ortadan kaldırması yanında Kıbrıs Türk halkının büyük bir bölümünü yeniden göçe zorlayacağı gibi, iki halkın yeniden iç içe yaşaması yeni gerginliklere de yol açacaktır.

16. Yine Belgede Kıbrıs’ta iki kesimliliği ortadan kaldırılacak ve Kıbrıs Türk varlığını tehlikeye düşürecek bir yaklaşım bulunmaktadır. Bu “Türk Parça Devleti” nde Türk kimlik ve varlığını da tehdit altına sokarak, sürekli gerginlik oluşturacak  bir ortam yaratacaktır.

17. Belgede bir yıl içerisinde mülkiyetini kaybeden herkese başvuru ve geri dönüş hakları tanınmaktadır. Ayrıca 10 yıllık bir görev süresi olan “Mülkiyet Kurulu” kurulmaktadır. Mülkiyet Kurulu yerel mahkemeler üzerinde olup meclis kararlarının bile üstünde olabilecek kadar olağanüstü yetkilerle donatılmış ve yerel mahkemelere göndereceği konularda zamanaşımı kaldırılmıştır. Ayrıca alacağı kararların yerine getiriliş biçimini gösterme, tebligat ve tahliye yetkisi ile mali ceza verme yetkisi de öngörülmüştür. Bu niteliği ile “Mülkiyet Kurulu” mal-mülk konusunda tek karar mercii olmaktadır.

Bu yaklaşımda “Parça Devletler” in mal-mülk düzenlemelerinde ve kararlarında söz hakkı bulunmamaktadır.

18. Annan Belgesinde yer alan toprak konusundaki düzenlemeler Türk tarafı açısından güvenlik, ekonomik ve sosyal düzen açısından son derece risklidir. BM Genel Sekreteri’nin önerdiği iki harita  da bu riski taşımaktadır.

Birinci haritaya göre KKTC topraklarının %28.6’ sı ve bu topraklar içerisinde yer alan 50 yerleşim birimi Rumlara terk edilecektir. Bu da 60-65 Bin Türk’ün yeniden göçü demektir.

İkinci haritaya göre ise KKTC topraklarının %28.5’ i ve bu topraklar içerisinde yer alan 39 yerleşim birimi Rumlara terk edilecektir. Bu haritaya göre 50-55 Bin Kıbrıs Türk’ü yeniden göç etmek zorunda bırakılacaktır. Sunulan bu haritalarda öngörülen toprak tavizlerine kuzeye yerleştirilecek Rumlara verilecek asgari %9 oranındaki toprak miktarının da eklenmesiyle KKTC topraklarının %37.6 ile %37.5 Rumlara terki anlamına gelmektedir.

19. Bu oranda toprak tavizinin verilmesi KKTC’nin nüfusunun 202 bini aştığı dikkate alındığında 15 yıl içerisinde her yıl KKTC nüfusunun %1 oranda Rum’un kuzeye yerleştirilmesi  planı çerçevesinde asgari 40 bin Rum’un yerleşmesi gerçekleşecek  ve  KKTC nüfusunun %28’i Rum olacaktır. Bu durum KKTC’ni ekonomik ve siyasal açıdan büyük kayıplara uğratacağı gibi ciddi risklere sokacaktır.

20. Yukarıda açıklanan haritalarda verilmesi öngörülen Gazi Magusa ve Güzelyurt bölgesi doğal kaynaklar ve ekonomik açıdan KKTC’nin en zengin bölgeleridir. KKTC’nin ana su kaynağını teşkil eden Güzelyurt ve Aküferi’ne kadar olan toprakların Rumlara terk edilmesi bütün verimli toprakların elden çıkarılması anlamına gelmektedir.

Bu bölgelerin verilmesi ile KKTC ekonomik, sosyal ve siyasal açılardan büyük kayıplara uğrayacağı gibi KKTC’nde ve Kıbrıs Türk halkında başta psikolojik durum ve inanç olmak üzere büyük yıkım olacaktır.

Bunun dışında Karpas’da bir Rum Kantonu’nun önerilmesi Meserya Ovasının tamamen elden çıkması ciddi sıkıntılar yaratacaktır. Bu durumda 55-60 bin Türk’ün göç etmesi sonucunda üretimin yaklaşık %75’i, GSMH’nın %22’si (200.3 milyon dolar) kaybolacak, 1400’e yakın işyeri kapatılacak ve 13 bin kişi işsiz kalacaktır.

KKTC yüzölçümünün %28.6 ’sının Rumlara verilmesi ile 55-60 bin, ayrıca “Türk Parça Devleti”ne yerleştirilecek 80 bin Rum sebebiyle KKTC nüfusunun %53’ü tahminen 100-110 bin kişi göç etmek zorunda kalacaktır.

21. Anılan belgede Garantiler ve Güvenlik konusundaki düzenlemeler KKTC’ni tatmin edecek nitelikte görülmemektedir. Kıbrıs’ın AB gireceği göz önüne alındığında Garanti ve İttifak düzenlemelerinin etkinliği azalarak erozyona uğrayacaktır. Ayrıca Türk Askerini, AB sürecine endekslemeden azaltılması da rahatsız edicidir.

22. Parça Devletlere ticari ve kültürel konularda anlaşmalar yapma yetkisi tanıyan belgenin AB sistemi içerisinde işlerlik kazandırılması tartışmalıdır. Zira “Türk Parça Devleti” nin yapacağı bir ticari anlaşma AB’nin sıkı denetim ve onayından geçecektir.

 

ÜÇÜNCÜ ANNAN BELGESİ :

 

Türk tarafının istediklerini karşıladığı iddia edilen ve değiştirilemez olarak belirtilen “Annan Belgesi” ikinci kez değiştirilerek 23 Şubat 2003 tarihinde taraflara yeniden sunulmuştur.

İlk Annan Belgesi’nin temel felsefesini ve yapısını koruyarak birkaç küçük değişiklikle sunulan belgede Rum-Yunan ikilisinin 1963 yılında yaptığı “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni devam ettirme, Rumlarca değiştirilmiş kendi anayasalarında değişen koşullara göre Kıbrıs Türk halkına güçlendirilmiş ve korumaya alınmış haklar verilerek Türkleri azınlık statüsüne sokacak bir düzen devam etmektedir.

Üçüncü Annan Belgesi’nde yukarıda açıkladığımız hususlar saklı kalmak üzere bazı açıklamaların yapılmasında fayda müteala edilmektedir.

1. KKTC ve Kıbrıs Türk halkının var olan egemenliği kabul edilmemektedir. Üçüncü belge ile Anayasada Kıbrıs Türk halkı lehine yapılan Yeni Düzenlemede Anayasanın birinci maddesinde yapılan bir değişiklikle kurulacak ortak devletin adı “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak belirlenmiştir. KKTC’yi tatmin etmek için “Federal Hükümet” yaklaşımı da dahil edilerek Rum tarafın doğru bir açılım yapılmıştır.

Anayasada yapılan böyle bir düzenleme Türk tarafının egemenlikle ilgili beklentilerini karşılamamakta ve endişelerini ortadan kaldırmamaktadır.

2. Toprak konusunda Karpas Bölgesindeki talepten vazgeçilmekle birlikte buna karşı Güzelyurt’un tamamı Yedidalga, Gemikonağı, Yeşilırmak, Yılmazköy, Kırklar, Türkeli ve Ercan Havaalanı ile Mesarya’daki bazı topraklar Rumlara verilmektedir. Böyle bir toprak düzenlemesi, en verimli topraklar ile yer altı su kaynaklarının %80’ini Rumlara bırakırken  55-60 Bin Türk’ün göç etmesine neden olmaktadır.

3. Karpas bölgesindeki taleplerinden batıda toprak tavizi alarak vazgeçilirken, 1974 yılında Karpas’dan GKRY bölgesine göç etmiş 25-30 Bin Rum’un aileleri ile dönmesi (tahminen 40 Bin kişi) ve bölgeye otonomi verilmesi öngörülmektedir. Ayrıca Pirhan ve Dörtyol köylerinin Rumlara bırakılması istenmektedir.

Bu isteklerle KKTC topraklarında ilave kantonlar oluşturmak ve Lefkoşe-Gazi Magosa anayolunu kesmek istemektedirler.

4. Üçüncü belgede mal-mülk konusundaki düzenleme daha karmaşık ve içinden çıkılamaz bir duruma getirilmiştir. Türk tarafına yerleşim (toprak) yüzdeleri %14’den %20’ye ve %9’dan %10’a yükseltilmiştir. Buna göre gayrimenkule geri dönüşün şehir bazında %20’ye, parça devlet bazında %10 yükseltilmiştir. Bu duruma göre “Türk Parça Devleti”ne kalacak toprakların asgari %10’luk bölümü de Rumlara bırakılmış, bu orana kilise ve manastır mülkleri dahil edilmemiştir.

Bu belgede mülkiyet konusunda yapılan yeni düzenleme ile dini mahalin kapsamı genişletilmiş, bu düzenleme ile KKTC’de 60.000 dönüm arazi bulunan kilisenin KKTC’ne dönmesi sağlanmaya çalışılmıştır.

5. Üçüncü Annan Belgesi’nde Türkiye’den göçmen olarak KKTC’ne giden kişilerin “Kıbrıs” vatandaşlığı alabilmelerine olanak veren kategoriler ortadan kaldırılmış, yerine hukuki boşluk içeren bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme ile 30.000 den fazla Türkiye’den giden KKTC vatandaşı Türkiye’ye geri gönderileceği ortaya çıkmıştır.

Ayrıca belgede anavatanlardan gelenlerin Kıbrıs’ta ikamet hakkı kurucu devletlerin nüfusunun %10 la sınırlandırılması Türk varlığını sürekli sayısal azınlık konumunda tutmaya mahkum etmektedir.

6. Belgede Türk ve Yunan vatandaşlarına Kıbrıs’ta eşit giriş ve ikamet hakları tanınırken, bu amaçla yapılacak anlaşma, üçüncü belgede Schengen kuralına uyumlu olma koşuluna bağlanmaktadır. Bu düzenleme ile AB üyesi olmayan Türkiye vatandaşları vize sorunu ile karşılaşırken, Yunan vatandaşları Kıbrıs’a serbestçe girecektir.

7. 1960 Anlaşmaları ile Türkiye ve Yunanistan’a tanınan “En fazla müsaadeye mazhar ülke” uygulaması yer almış, ancak bu uygulamanın AB üyeliğine uygun olduğu ölçüde geçerli olabileceği belirtilerek, Türkiye açısından işlenmez hale getirilmiştir.

8. Belgede Kıbrıs’ta kalacak Türk Askerlerinin sayısını 6.000 e düşürülmesi ve Türkiye’nin AB üyeliği ile tamamen adadan ayrılması öngörülerek Türkiye’nin İttifak ve Garanti Anlaşması ile kazandığı haklar ortadan kaldırılmaktadır. İngiliz üsleri ve GKRY bölgesindeki Yunan deniz ve hava üslerinden bahsedilmemektedir. Ayrıca operasyonel bir güç haline getirilen ve yetkileri arttırılan BM Barış Gücü’nün sayısı 6.000 olarak belirtilirken adanın askersizleştirilmesi adı altında KKTC Güvenlik kuvvetleri ve Rum Milli Muhafız Ordusunun dağıtılması belirtilmektedir.

9. Bu belgede de çoğunluğun azınlığa hükmedeceği bir sistem önerilmekte, Kıbrıs Türklerine verilen haklar ileride işlemiyor veya yargı yoluyla AB normlarına ters düşüyor gerekçesi ile ortadan kaldırılabilecek düzenlemeler içermektedir.

Sonuç olarak;

BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlanan belgenin temel felsefe ve amacının “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin varlığını esas alan, Kıbrıs Türklerine kâğıt üzerinde haklar vererek adayı AB’ne üye yapma yönündedir.

Belgede Türk tarafının egemenliği ortadan kaldırmakta, siyasi eşitlik yer almamakta, iki bölgelik ve iki kesimliliği ortadan kaldırarak, Kıbrıs Türk varlığını tehlikeye düşürecek, toprak, mal-mülk, göçmenler ve askeri düzenlemeler konusunda kabul edilemeyecek öneriler sunmaktadır.

Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi önce aşındırılmakta, Türkiye’nin AB üyeliği ile tamamen ortadan kaldırılmaktadır.

Belgede Türkleri azınlık statüsüne düşürecek federe yapı empoze edilirken, verimli topraklar, su kaynakları Rumlara bırakılmakta, 55-60 bin Türk göçe zorlanmaktadır. Mal-mülk sorunları içinden çıkılamaz bir kargaşaya sürüklenmektedir.

Belge 80 bin Rum’u Türk bölgesine yerleştirecek ayrıca 100 bin Türk’ün göç etmesine neden olacaktır. Bunun dışında 40-50 bin Türkiye’den giden KKTC vatandaşının Türkiye’ye geri dönmesini sağlayacaktır.

Kıbrıs’ta adil, kalıcı, yaşayabilir barışı gözetmeyen ve Kıbrıs gerçeklerine ters düşen, müzakereleri yapılmamış bu plan; BM Genel Sekreterinin daveti üzerine 10 Mart 2003 tarihinde Lahey’de yapılan zirvede KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf R. DENKTAŞ ve GKRY Lideri Papadopulos tarafından kabul edilmemiştir. Olasılı bir çözüm için istedikleri değişiklikleri tartışmaya açmışlardır. GKRY Annan planını kabul edilmez bulurken, KKTC iki tarafın plan üzerinde anlaşmaları halinde, her şeye rağmen referanduma gidilmesini kabul etmiş, bir adım daha atarak anlaşma olmadan referanduma gidilmesini bile kabul etmiştir.

Rum Liderinin “Referandum yapılmadan muhtemel sonuçların Garantör ülkelerce onaylanması” gibi hukuk kurallarına aykırı önerisi ve ısrar etmesi görüşmeleri tıkamış ve David Hannay’ın ise “Referandum olmayacaksa görüşmelerin sürmesinin anlamı olmayacak” değerlendirmesi de BM Genel Sekreterinin “Benim misyonum burada sona eriyor” kararında etkili olmuştur.

Basında belirtildiği gibi zirvenin başarısızlığından KKTC değil GKRY sorumludur. Ancak AB sözcüleri yine Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye’nin AB üyeliğinde bir gelişme olmayacağını ve Mayıs 2004 yılına kadar çözümsüzlük devam ederse Türkiye’nin Kıbrıs’ta işgalci konuma düşeceği açıklamaları, Annan planının hazırlanış şeklini ortaya koymaktadır.

Sonuçta BM Genel Sekreterliği, AB, Yunanistan, GKRY, ABD ve İngiltere ile yoğun işbirliği içerisinde hazırlanan belgenin asıl hedefi Kıbrıs’ı ve Kıbrıs Türkü’nü Rum’a teslim etmektedir.

 

 

     KIBRIS VE ANNAN BELGESİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ :

 

BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla hazırladığı Annan Belgesi ile ilgili görüşleri aşağıya çıkarılmıştır.

Kıbrıs Türklüğü, yakın tarihimizin önemli trajedilerini yaşamış; uzun yıllar Yunan Megalo idea’sının kurbanı olmuştur. Özellikle 1963 yılında başlayan ve 1974 yılına kadar yaşanan olaylar ve Rum katliamları hafızalarda unutulmaz izler bırakmıştır.

Türkiye 1974 yılında Garantör devlet olarak adaya çıkmış ve adaya barış getirmiştir. Harekâttan sonra 9 yıl boyunca “Adada iki toplumun eşit olarak yönetimini içerecek” bir formülü kabul ettirme çabalarının sonuç vermemesi üzerine KKTC ilan edilmiştir.

Bu gelişmelerin ardından BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 550 sayılı kararla KKTC’nin tanınması yasaklanmıştır.

1963 yılında yıktıkları Kıbrıs Cumhuriyeti’ne 1974 Barış Harekâtından sonra sahip çıkan GKRY fiilen olmayan sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında 1990 yılında AB üyelik başvurusunda bulunmuş ve 1999 Helsinki zirvesinde adaylık statüsüne alınmış ve Nisan 2004 yılında Kopenhag’da yapılacak zirvede tam üyeliğe kabulü kararlaştırılmıştır.

AB Kuzey Kıbrıs’ta var olan KKTC gerçeğini kabul etmeyerek GKRY’ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak muhatap almakla birlikte, sorunlu yapıyı AB’ye taşımak istememektedir. Bu tartışmalı durumu aşmak için, bir an önce sorunu çözmek istemektedir. Bu amacına ulaşmak için biran önce ABD, İngiltere, Yunanistan, GKRY ile birlikte hazırlattığı Annan planına işlerlik kazandırmak istemektedir. Bunun içinde Türkiye ve KKTC’ne baskı uygulamaktadır.

Esasen GKRY’nin Kıbrıs’ın AB’ye üyelik başvurusu, Londra ve Zürih Anlaşmaları gereği uluslararası hukuk açısından tartışmaya açıktır. Bu başvuruda Garantör devlet olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de imzası bulunmalıydı.

Kopenhag zirvesinde, Annan Belgesi’nin kayıtsız biçimde kabulü için KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf R. DENKTAŞ ’a anlaşılmaz baskılar uygulanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Politikasının gereklerini yapan ve Kıbrıs Türk halkının menfaat ve yaşamını garanti altına almaya çalışan Sayın DENKTAŞ; bu plana kişisel endişeleri ile yaklaşmakla ve uzlaşmaz tavır koymakla suçlanmıştır.

Bu kapsamda, Annan Belgesi konusunda toplumumuz yeterince bilgilendirilmemiş, gündeme geldiği ilk günden itibaren henüz gereği gibi değerlendirilebilecek bir zaman dahi geçmeden bazı akademisyen, uzman, yazar, medya kurullarda Türk tarafı için bulunmaz bir fırsat ve şans olarak değerlendirilirken etkili bir medya planlaması ile de Milli Duruş ve refleksimiz, tepkilerimiz zayıflatılmaya çalışılmıştır.

Zirve öncesinde ve sırasında, Belçika modelinin dillendirilmesi, ardından bu sorunun Türkiye’nin AB ’ye üyeliği ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğinin söylenmesi fevkalade yanlış olmuştur. Ayrıca, geçmişte devletin önemli mevkilerinde görev alarak yetki ve sorumluluk üstlenmiş bazı zevatın, Türkiye’nin özellikle toprak konusundaki tezlerini zayıflatıcı beyanlarda bulunması şaşkınlıkla ve teessürle karşılanmıştır. Böylesine kritik bir dönemde Türkiye, iktidarı, muhalefeti, basını ve “Milli Politika” etrafında buluşamamış ve dağınık bir görüntü sergilenmiştir.

Kopenhag zirvesinin ardından günümüze kadar geçen süreç Sayın DENKTAŞ’ı ve duruşunu destekleyenleri haklı çıkarmıştır. Nitekim değişemez olarak adlandırılan Annan Belgesi iki kez değiştirilerek bazı düzeltmeler yapılmıştır. Yine bu süreçte GKRY’ne yönelik duyulan güvenliksizlik ve nihai hedeflerine ilişkin endişeler konusunda ne kadar haklı olunduğu, GKRY’nde yapılan son seçim sonuçlarıyla ortaya çıkmış, Klarides seçimleri kaybederken EOKA yanlısı Papadapulos ilk turda seçimleri kazanarak GKRY’nin cumhurbaşkanı olmuştur.

AB’ye girmenin bedeli olarak Annan Belgesini imzalamaya hazır olan anlayışı doğru bulmayan BBP, AB üyeliğini de Türkiye için ne bir “Kızılelma” ne de bir “Medeniyet Projesi” olarak görmemektedir. SSCB’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni dengeler Türkiye için başka seçenekleri de ortaya koymaktadır. Türk Milleti, kendi beşeri, coğrafi ve tarih derinliklerinden köklenecek bir medeniyet projesini gerçekleştirebilecek durumdadır.

Kıbrıs’ın stratejik öneminin kalmadığına dair iddiaların, İngiltere’nin adadaki mevcut üstlerinden kesinlikle vazgeçmemesi ve ABD’nin yeni üstler konusunda bir takım talepleri olması değerlendirildiğinde, gerçek dışı olduğu görülmektedir.

Dünyanın öbür ucundaki ABD ve İngiltere için hâlâ stratejik öneme sahip olan Kıbrıs’ın sadece 70 Km. mesafedeki Türkiye için stratejik olmaması kabul edilemez bir gerçektir. Türkiye’nin Akdeniz’e açılımı kapanacak iken, bir savaş halinde güney bölgemiz yani yumuşak karnımız yangın sahası olabilecek iken, böyle yanlışların kasıtlı olduğu akıllara gelmektedir.

Diğer yandan, Kıbrıs’ta bir çözüm kararı için sadece Kıbrıs Türklerinin değil Türkiye Türklerinin de iradesine başvurmak gerekmektedir.

Annan Belgesi, Kıbrıs Türklerinin egemenliği, can güvenliği, ekonomisi, insanı ve hukuki hakları, getirdiği ek mali yükümlülükler; ayrıca Türkiye’nin 1959-1960 Zürih, Londra, Garanti ve İttifak Anlaşmaları ile kazandığı garantörlük hakları konusunda ortaya koyduğu yaklaşımlar sebebiyle, gerek KKTC ve gerekse Türkiye için kabul edilemezdir.

1959-1960 Zürih ve Londra Anlaşmalarına göre, Kıbrıs’ta Türkler ve Rumlar siyasi açıdan eşit iki toplumdur. Türklerin 1960 Anlaşmalarından doğan haklarını yok etmek isteyen Makarios’un Kıbrıs Türklerine teklif ettiği azınlık hakları ile ilgili teklifi sonrası söylediği “Beğenmezseniz gettoların içinde çürüyüp eriyiniz” sözü, 40 yıl sonra Annan Belgesi ile Kıbrıs Türkü’ne teklif edilmekte ve adeta “Beğenmezseniz kuzey de çürüyüp eriyiniz” denmektedir.

Bu durumda Annan Belgesi’ni ikinci bir Makarios planı olarak tanımlamak mümkündür.

 Annan Belgesi hakkında Temel görüşlerimiz aşağıya çıkarılmıştır.

1. Annan Belgesi’nin Türkiye’nin garantörlük hakkını ortadan kaldırmadığı biçimindeki iddialar doğru değildir. Planda “Türkiye’nin garantörlük hakkının yeni şartlara göre revize edilerek devam edeceği yönündeki ifade”, Kıbrıs’ın tam üyeliği halinde AB hukukunun işleyeceği göz ardı etmesi bakımından çok anlamlı değildir.

2. Annan Belgesi imzalanarak Kıbrıs’ın AB üyeliğine girmesi halinde, AB üye olmayan bir Türkiye adanın tümü üzerinde, 1960 anlaşmalarından doğan haklarından feragat etmiş olacak, ayrıca Yunanistan’ın aksine AB hukukunun işlemesinden kaynaklanan, engelleme ve kısıtlamalarla karşı karşıya kalacaktır.

3. Annan Belgesinde belirtilen “Parça Devlet” bu güne kadar hiçbir uluslararası hukuk belgelerinde ve diplomasi dilinde yer almamış bir kavramdır. “Ortak Devlet” kavramı ise, daha önce Kıbrıs’ta meydana gelen gelişmeleri dikkate almayan, sadece hukuk çerçevesi düşünülerek ve her iki tarafın iyi niyetle hareket edeceği varsayımı üzerine kurulmuş, iki ayrı dil, kültür ve inanç varlığı; ayrıca 1974 barış harekatından sonra ortaya çıkan iki bölgelik ve iki kesimlilik yok sayılmaktadır.

4. GKRY’nin yaptığı bütün anlaşmalar, Annan Belgesi çerçevesinde “Ortak Devlete” mal edilirken KKTC’nin yaptığı anlaşmalar yok sayılmakta, bu kapsamda GKRY’nin 12 milyar dolar’ı geçen borçları da, ortak devlete; dolayısıyla Kıbrıs’ta Türklere de yüklenmektedir.

5. Belgeye göre ortak devlet tarafından kurulacak olan ve on yıllık bir görev süresi olacak “Mülkiyet Kurulu” Kıbrıs Rumlarının arsa, ev ve diğer malların eski sahiplerine iadesi, geçmişe yönelik kira ödenmesi, eğer mallarda bir zarar varsa bunların tanzimi konusunda karar verecektir. Mülkiyet kurulunun en önemli özelliği, kararlarına itiraz hakkının olmamasıdır. Bu yaklaşım Türkiye’nin 1974 yılından bu yana Kıbrıs’ta işgalci olduğu iddialarını adeta tescil ettirme çabasının bir sonucudur.

6. Annan Belgesi KKTC’ne ait toprakların ortalama %40 a (haritalarda önerilen %28.6, Rum yerleşmesi ile %10) yakınının Rumlara verilmesini istemekte ve 90 bine yakın Rum’un KKTC topraklarına yerleşmesini öngörmektedir.

KKTC’nin en verimli topraklarıyla, sahip olduğu su kaynaklarının %80 ne yakın bir kısmı Rumların eline geçmektedir. Bu toprakların verilmesiyle 55-60 bin Türk mal ve mülkünü kaybederken dördüncü kez göçmen durumuna düşmektedir.

Belge mağdur olacak 55-60 bin Türkün mağduriyetine ev ve işinde yaşayacağı kaybın tanzimi konusunda herhangi bir düzenlemede getirmemektedir.

7. Adada bulunabilecek Türk askeri varlığını 6.000 e düşürmekte ve Türkiye’nin AB üyeliği ile tamamen adadan ayrılması öngörülmektedir. Bu Türkiye’nin İttifak Anlaşmasından kaynaklanan Kıbrıs’ta süresiz asker bulundurma ile garanti Anlaşmasının sağladığı etkin ve fiili garanti hakkının zaman içerisinde yok edilmesidir.

BM Barış Gücüne yetki arttırması ve operasyonel bir güç haline getirilmesi ve Kıbrıs’ta kalış süresinin açık hale getirilmesi ise kabul edilemez bir öneridir.

Kıbrıs’ta Türkleri BM Barış gücü ile Rumların insafına terk etmek demektir. Her ikisinin de tutumu 1963-1974 yılları arasında test edilmiştir.

8. Annan Belgesi’nde “Türk Parça Devleti”ne yerleşecek Rumların seçme ve seçilme hakkına sahip olmasıyla, Türk tarafına verilen siyasi eşitlik “sözde” kalmaktadır.

Başlangıçta “Türk Parça Devleti”ne yerleşecek Rum sayısının ortalama 80 bin olduğu düşünülürse ve 202 bin olan KKTC nüfusundan 35 bin Türkiye’den KKTC giden ve vatandaşlığı düşen Türk’ün geri dönmesi ile KKTC’deki Rum oranı %59’ a çıkmaktadır. Kısaca kuzeydeki “Türk Parça Devleti”nde de Rumlar çoğunluğu sağlamaktadır.

Rumların “Türk Parça Devleti” kontenjanından da seçilerek 24’er üyeden oluşacak 48 üyeli mecliste çoğunluğu ele geçirmeleri kaçınılmaz olacaktır.

 

 

 ANNAN BELGESİ’NE  TEKLİFLER :

 

Yukarıda açıkladığımız temel tespitlere göre;

Kıbrıs ve KKTC’nin Türkiye için jeopolitik ve jeoekonomik açıdan hayati önemi dışında Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk’ünün 1959 ve 1960 Londra, Zürih, Garanti ve İttifak Anlaşmaları ile kazandığı hak ve statülerin korunması, uluslararası hukuk ve Türkiye’nin ulusal çıkarları arasından vazgeçilemeyecek bir Milli onur ve ilke meselesidir. Bir takım oldu bittiler ile Kıbrıs’ta kazanılan statü ve hakların tartışılabilir duruma girebileceği değerlendirilebilir.

Bu nedenlerle Kıbrıs davası Milli bir dava olup, bunun neticesi Türkiye açısından bir direnç ve psikolojik kırılma özelliği taşımaktadır.

Bütün bunlar dışında KKTC’de yaşayan 200 binden fazla Türk’ün varlığının devamı, güvenliğinin sağlanması ve mevcut huzur ortamının korunması zorunluluğu Türkiye için Kıbrıs ve Kıbrıs Türk’ünün vazgeçilmezliğini tartışılmaz bir şekilde ortaya koymaktadır.

1960 yılında Zürih ve Londra Anlaşmaları ile iki halkın ortak egemenliğine ve yönetimine dayalı olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıs Türk halkı eşit kurucu ortak statüsüne sahip ve Rumlarla eşit haklara sahiptir. Bu haklardan ödün verilmesi düşünülemez.

Kıbrıs’ta Türkler bir azınlık statüsünde değildir. Annan Belgesi’nde Kıbrıs Türklerine öngörülen “Kuvvetlendirilmiş Azınlık Statüsü” 1960 yılında Türk halkının kazandığı eşit kurucu ortaklık statüsü ve ortak egemenlik ve yönetim haklarının gerisine götürmektedir. Bu haliyle Annan Belgesi taraflıdır ve kabul edilemez.

28 yıllık KKTFD ve KKTC gerçeğinin, muktesabatlarıyla beraber dikkate alınması sağlanmalı, BM Güvenlik Konseyi’nin 550 sayılı kararının gözden geçirilmesi için gerekli başvuru yapılmalıdır.

Kıbrıs’ın AB üyeliğine alınması girişimindeki uluslararası hukuk ihlali gündeme getirilmeli, 1960 uluslararası anlaşmalardaki gerçeklere uygun tespitler doğrultusunda, konu Lahey Adalet Divanı’na götürülmelidir.

Annan Belgesi’nde yer alan “Ortak Devlet” Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı şeklindedir. Devletin ortak değil “Ortaklık Devleti” olması, bu devletin kurum ve kuruluşları “İki Parça Devlet” arasında değil, Türk ve Rum Milli kimliklerine dayalı toplumların iki kesimliliği esas alınarak yapılandırılmalıdır.

Kurulacak yeni ortaklık devleti, kurucu devletlerin ortaklığına dayanmalı, bu yönü ile uluslararası hukuk karakterli bir devlet yapılanması inşa edilmelidir. Yeni bir anayasaya dayandırılmış olan ortak devlet egemenlik beklentilerini karşılamaktan uzak olacağı gibi, yetki ve meşruiyetin kaynağı iki kurucu halka dayandırılmalıdır.

Türkiye’nin adanın üzerindeki mevcut etkin ve fiili garantisi, daraltılarak “Türk Parça Devleti”nin toprak bütünlüğü ve anayasal düzeninin garantisi düzeyine düşürülmektedir. 1960 Garanti ve İttifak Anlaşmasıyla kazanılan hakların sınırlandırılması ve sulandırılması kabul edilemezdir.

BM Barış Gücü’nün ilanihaye Kıbrıs’ta kalması, yeniden yapılanarak yetki ve gücünün arttırılması ve operasyonel bir güç haline getirilmesi, Türkiye’nin AB üyeliği ile askeri varlığının adadan ayrılması Türkiye’nin Garanti Anlaşması ile sağladığı etkin ve fiili garanti hakkını zaman içerisinde yok edecek ve Türk askeri varlığı Kıbrıs’ta silinecektir. Türkiye’nin stratejik ve uluslararası menfaatleri yönünden Ada’da Türk askerlerinin tamamen çekilmesi kabul edilemez.

Annan Belgesi’nde Kıbrıs Türklerinin statüsünün açıklığa kavuşturulmamasının altında sözde bir “Kıbrıs Milleti” yaratma niyetleri yatmaktadır. Dili, dini, milliyeti, kültürü birbirinden farklı olan iki halkın varlığı dikkate alınmadan yapılacak her düzenleme başarısızlıkla suçlanacağı bilinmelidir.

İki bölgelik ve iki kesimlilik muhafaza edilmeli, hayati önem taşıyan bu konuda taviz verilmemelidir. KKTC’ne yerleştirilecek Rum sayısı kurulacak “Türk Parça Devleti”nin siyasi yaşamını etkilemeyecek düzeyde tutulmalıdır.

Ayrıca iki halkın yeniden iç içe yaşamaya başlaması ile yeniden gerginliklere ve sıcak çatışmalara yol açmayacak miktarda olmalıdır.

Kıbrıs’ta iki ulusluluğu ortadan kaldıracak ve Kıbrıs Türk varlığını tehlikeye düşürecek yaklaşımlar kabul edilmemelidir. Türk kimlik ve varlığını tehdit altına sokacak, sürekli gerginlik yaratacak, tansiyonu yükseltecek girişimlere prim verilmemelidir.

1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkan Kıbrıslı Rumlardır. 1963-1974 yılları arasında yaptıkları katliam ve vahşet sonucu Kıbrıs bugün iki devlete bölünmüştür. 30 yıldır üzerinde oturulan mal ve mülkler Kıbrıs Türk’ünün malı olmuştur. Bunlar üzerinde hak iddia etmek iki devleti de uzun süre tedirgin ve meşgul edecek ve Kıbrıs’ta huzuru yeniden bozacak konulardır.

Öncelikle mülkiyet kuruluna geniş yetki verilen ve Türk tarafının takas ve tazminatları göz ardı edilen mülkiyet konusunda iki taraflı takas ve tazminat yöntemi kabul edilmelidir.

Toprak konusunda Kıbrıs Türk tarafı için güvenlik ve ekonomik yaşanabilirlik açısından uygun olmayan her türlü teklif ve öneri reddedilmelidir. Kıbrıs Türklerinin güvenliğini tehlikeye düşürecek, Kıbrıs Türk parça devleti içerisinde kantonlar yaratacak her türlü öneri ile, ekonomik değerler açısından zenginlik yaratan verimli toprakların ve su kaynaklarının Rum tarafına verilmesi kabul edilemezdir.

Özellikle savunma ve güvenlik açısından ciddi sıkıntılar yaratacak stratejik derinlik ve girintili çıkıntılı sınır düzenlemesi dikkatle değerlendirilmelidir.

İki kesimliliği ve iki bölgeliliği mutlak bir şekilde ortadan kaldırmaya yönelik “Türk Parça Devleti”ne yerleştirilecek Rum sayısı ile yaratılan ucu açık düzenleme kabul edilemezdir. Türk kontrolündeki bölgeye Türk Devleti’nin nüfusunun %10’dan fazla Rum kabul edilmemelidir. Rumların Türk Devletindeki siyasi etkinlikleri kısıtlanmalıdır.

Rum tarafına verilebilecek toprak tavizi KKTC yüzölçümünün küçük bir bölümünü kapsamalı, Kıbrıs Türkleri yeniden göç zahmetine sokulmamalıdır. Kıbrıs Türkleri arasında psikolojik bunalım, inanç, ekonomik ve sosyal yaşamda ciddi bir yıkıma neden olunmamalıdır.

Küçük de olsa verilecek toprak tavizi sonucu Kıbrıslı Türklerin mağduriyetleri GKRY’ce karşılanmalıdır.

Türkiye’den göçmen olarak giden KKTC vatandaşlarının “Türk Parça Devleti”nin vatandaşı olduğu kabul edilmeli, sayısı sınırlandırılmamalı ve azaltılmamalıdır.

Türkiye ve Yunanistan’a 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nde tanınan “En fazla müsaadeye mazhar ülke” uygulaması devam etmeli, AB üyeliğine uygun ölçüde geçerli olabileceği gibi varsayımlar ortadan kaldırılmalıdır.

Kıbrıs’ta Türk ve Yunan vatandaşlarına eşit giriş ve ikamet hakları herhangi bir kurala bağlanmamalı, Türk ve Yunan vatandaşları arasında vize uygulaması gibi eşitsizlik yaratmamalıdır.

 

SON SÖZ  :

 

Bu haliyle Annan Belgesi “Entrikalarla dolu Entegre bir plandır.” sözünü doğrulamaktadır.

Bu BM Eski Genel Sekreteri özel temsilcisi GOBBİ’nin “Kıbrıs’ta uyum içerisinde bir birlik yaratmak hayal” sözüne en güzel örnek olmaktadır.

Lagzkos, Papulyas Cunıs ve Teodoropulas adlı dört eski Yunan Büyükelçilerinin yazdığı “Politikada Düşünceler” kitabında yer alan ve “Tek Gerçekçi Çözüm” olarak belirtilen “Kıbrıs Rumlarını ve Türklerini, yollarında serbest bırakmak en iyi çözümdür. Rumlar Güneyde kendi devletini kurarlar, isterlerse ve alınırlarsa AB’ye girerler, bu onların bağımsızlığı hususunda garanti oluşturur. Kuzeyde zaten kurulmuş devlette ne isterse onu yapar.”

Sanırız Kıbrıs’ta en güzel çözümü yine Yunanlılar söylemektedir.

  

                                                            Atila Şimşek

 



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.