Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10763
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
İRTİCANIN KORKUNÇ YÜZÜ
 
KURTULUŞ GÜNLERİNİ BİLMEK,BUGÜNÜ ANLAMAK DEMEKTİR
 
 

… ve kimin dost kimin düşman olduğu uzun süre anlaşılamadı.İşgalciler bu
karışıklıktan çok fazla yararlandılar ve isteklerinden en ufak bir taviz
vermeye yanaşmadan Osmanlı Devletinin önüne Sevr Barış Antlaşmasının
esaslarını koydular. Bu gelişmeler günümüzde dahi pek çok kimsenin çok iyi
bilmesi ve ders alması gereken olaylar olduğu için, keşke imkan olsa da
partisi ne olursa olsun, bütün siyasiler ve devlet adamları bu yazıyı
okuyabilselerdi.O Dönemdeki gelişmeleri tarafsız bir gözlemci olarak bir
Alman yazar Johannes Glasneck’in kaleminden izliyoruz:

*“Ulusal kurtuluş hareketine karşı iç ve dış güçlerin imha seferi başlamıştı
bile. İngiliz işgalciler, sıkıyönetim altında bulundurdukları İstanbul’da
sayısız tehdit eylemleri işliyorlardı. 27 taş kırma işçisi, çetecilere
yardım ettikleri şüphesi uyandırdığı için hemen kurşuna dizildi. İşgal
birliklerinin komutanı General Wilson, İngilizlerin, Yunanlıların, İtalyanların
ve Fransızların, Anadolu’nun içlerine doğru bir saldırıya geçmesini
planladı. Ama belki de bundan vazgeçebilirdi. Damat Ferit ile Padişah,
“yangını” söndürmek için paylarına düşeni yapıyorlardı. 11 Nisan’da
İstanbul’un en yüksek din yetkilisi olan Şeyhülislam’dan bir karar
çıkarttılar. Bu fetva, Mustafa Kemal ve yandaşlarını isyancı olarak ilan
etti.”**(1)*


Müminlerin bu isyancıları öldürmesi dinsel bir görev olarak gösterildi.
İngiliz ve Yunan uçakları fetvayı bildiriler biçiminde bütün Anadolu üzerine
attılar. Hocalar bunu camilerde meydanlarda okudular. Bu iç savaşa çağrıydı.Bir
hafta sonra Padişah, halkın ağzında *“Halife Ordusu“* adına alan düzenli
birlikler kurdu.Gerici hocaların kışkırtmaları etkisiz kalmadı. Anadolu
üzerinde bir ayaklanma dalgası esti ve Ankara’ya kadar yaklaştı. *“Büyük
Millet Meclisi“* seçimleri yapılırken Halife ordusu da kanlı eylemlere
girişti. Mustafa Kemal yanlılarının başını taşla ezdi, gözlerini oydu ve
astı.(2)

Türkiye’de siyasal-askeri didişmenin boyutları bir kaç ay öncesine göre daha
açıklıkla belirdi. Sertleşen kavga henüz kararsız olan birçok kişiyi karar
vermeye zorladı; ya İstanbul’dan yana –böylece de feodal- dinci gericilikten
ve İngiliz emperyalistlerinin iradesine teslim olmaktan yana-ya da
Ankara’dan yana- ulusal durumun gelişmesi yolunda(3) olacaklardı.

Halide Edip Adıvar’ın o günlerle ilgili anıları hayli ilginçtir:

*“İstanbul’dan gelen Peyami Sabah gazetesinde Kürt Mustafa mahkemesinin
verdiği idam ilanı ile fetva vardı. İdama mahkûm olan yedi kişi arasında
sırasıyla Mustafa Kemal Paşa, Bekir Sami Bey, Dr. Adnan, Ali Fuat, Ahmet
Rüstem, Kara Vasıf ve Halide Edip vardı… Fetvada herhangi birimizi
öldürmenin bütün Müslümanların dini bir görevi olduğu yazılıydı. Aynı
zamanda, İstanbul’da evimin hükümet tarafından işgal edildiğini, başımızı
getirene ödül verileceğini de yazıyordu… Bolu hareketinin başlarında halkı
aydınlatmak ve tarafımıza çekmek için Gerede mebusları bulunan Binbaşı
Hüsrev Bey’le Osman Bey oraya gönderildiler. Binbaşı Hüsrev, yanında yirmi
atlıyla Gerede’ye girmişti. Köprünün başında, öbür tarafından bir alay
insanın kendisine bayrak ve el salladığını görmüştü. Bunu barış ve dostluk
belirtisi sanarak köprüden geçmişti. Geçer geçmez, halk onu attan indirmiş
taşlamaya ve dövmeye başlamış. Garip olarak, canını kurtaran şey, sırf çok
yakışıklı bir adam olmasıydı. Kalabalık arasından ihtiyar bir kişi Binbaşı
Hüsrev’in üstüne kapanarak: “Bu kadar cesur ve güzel adamı nasıl
öldürebilirsiniz? Ben ömrümün sonuna geldim, Allah ve Peygamber aşkına
öldürmeyin” diye feryad etmiş. Garip olarak, bir an için kalabalık durmuş,
Binbaşı Hüsrev’le Osman Bey’in boyunlarına ve ellerine zincirler takılarak,
bir yandan taşlanarak bir yandan da yüzlerine tükürülerek hapishaneye
götürülmüşler.”**(4)*

**

*“Büyük odadaki manzara gözlerimin önündedir. Mustafa Kemal Paşa, lambanın
ışığı altında kâğıtları karıştırır. Albay İsmet Bey durmadan dolaşır. Cami
Bey, dizinde kâğıtlarla konuşma fırsatını beklerdi. İçişlerinde sorunlar
gittikçe çoğalıyordu. Her yarım saatte bir Hayati Bey gelir, telgraflar
getirirdi. Bunların arasında şöyle leri vardı: “Ben hilafet ordusunun
yaklaştığını görüyorum. Halkın onlara katılmasından korkuyorum. Onlar girip
telgraf tellerini kesmeden emirlerinizi bekliyorum.” Bunlardan biri
okunduktan sonra, Hayati Bey asker selamı vererek: “Teller kesilmiştir”
dedi. İşte ihtilalin manzaralarından biri”**.(5)*

**

*“Her gece etrafımızdaki merkezler ve kasabalardan böyle telgraflar alırdık.
Bu durum, her gece şafak sökünceye kadar sürer, hepimiz yorgunluktan bitkin
bir halde gelirdik. Mustafa Kemal Paşa’nın o günlerdeki kadar yorgun ve
bazen de umutsuz olduğunu görmüş değilim. Genellikle birkaç saat uyuyabilmek
için sabahın erken saatlerinde aşağıya inerdik. Fakat rahat uyumak da pek
elde olmazdı. Çünkü Hilafet ordusu mensuplarının ne zaman bizim yerimizi de
basıp, yatağımızda bizi boğazlayacaklarını bilemiyorduk. Bugünlerde, bu
vatan hainleri Bolu hastanesinde yatan bazı subayları da yataklarından
sürükleyip hastanenin önünde kafalarını taşla ezmişlerdi.**Yine bu
sabahlardan birinde, çiftliğe girerken, Karabaş’ın sesini duymadım. Ertesi
sabah, bilinmeyen bir adam tarafından kurşunla öldürülmüş olduğunu öğrendik.
Aynı hafta içinde altı aylık yavrusunu da bilinmeyen bir adam zehirlemiş.
Tabii bizim durumumuzun da ne olacağı belli değildi.**Mücadele kuvvetlerinin
tek güçlü olduğu yer, bu ara, Mudurnu idi. Orada, Bolu’dan gelen saldırılara
Binbaşı Nazım yönetimindeki kuvvet karşı koyuyordu. Binbaşı Nazım’a
Selanik’ten eski ittihatçı Binbaşı İbrahim de katılmıştı. Çok vatansever ve
alçakgönüllü bir adama benziyordu. Mudurnu köylülerini bizden yana çevirmeyi
başarabilmişti. İşte tek umut noktamız buydu. Ama saldırılar dinmedi. Bolu
ile Ankara arasındaki köyler birer birer ayaklanmaya başladılar. Bunlar hep,
öldüren, yakan ve savaşan küçük güruhlardı.(6) Bir sabah, kendimi hasta
hissettiğimden, karargahtan erken ayrıldım.. Dr. Adnan geldiği zaman dedi ki
“En tehlikeli geceyi geçirdik. Hemen bütün teller kesildi. Yakından silah
sesleri geliyordu. Ortalıkta bir panik havası var. O akşam, Dr. Adnan,
Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine beni arabayla göndermek önerisinde
bulunduğunu söyledi. Ben, “Halk tarafından parçalanmaktansa, zehir alır
ölürüm” dedim. Dr. Adnan, üstünde bu günlerde hep kuvvetli bir zehir
taşıyordu.(7) Albay Refet de İzmir dağlarından üç yüz zeybekle geldi. Bir
süre sonra Mudurnu’ya gidecekti. Herhalde halk arasında bize karşı bir gidiş
vardı. Bizleri öldürmek istedikleri muhakkaktı. Aynı zamanda, bütün tıraşlı
ve gömleklilere de kâfir gözüyle bakıyorlardı.(8) Refet Bey’le konuşurken
Hayati Bey tekrar o kötü haberle geldi. “Bütün teller kesildi” dedi. Bunu
söyler söylemez dışarıdan tüfek sesleri gelmeyi başladı. Önce, herkes
heyecanlandı. Mustafa Kemal Paşa, ayakta dolanarak emirler veriyor, hemen
herkes ömrünün son dakikasını yaşadığına inanıyordu. Garip olarak, o dakika
bende büyük bir merak uyandırdı. Siviller beni ilgilendirmiyordu. Çünkü
hepsinin korktuğu belliydi. İki büyük asker, Kemal Paşa ile Albay Refet
Bey’di. Albay Refet, yerinden kımıldamadı. Sükûnla sigarasını içmeye devam
etti. Mustafa Kemal Paşa her zaman tehlikeyle karşılaşmış büyük bir askerdi.
Fakat o da bilinçsiz kalabalıktan hoşlanmıyordu. Ama o dakika, selametin
milli hareketin başarısında olduğunu seziyordu… Odanın dışında subaylar
savunma hazırlıkları yapıyorlardı. Sakindiler.”(9)

*
Bu çatışmalar sırasında özellikle Ankara’ya göçenlerin çok iyi tanıdığı,
Milli Mücadelenin en büyük destekçilerinden biri ve Ali Fuat Paşa’nın
yardımcısı durumundaki 24′üncü Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey’in,
Meclis’in açılmasından bir gün önce, 22 Nisan 1920′de Düzce yakınlarında,
masum halkın zarar görmesini önlemeye çabalarken pusuya düşürülüp öldürüldü.
(10) Bu ölüm Milli Mücadele elemanları arasında büyük bir üzüntü ve moral
bozukluğuna sebep oldu. Her şeye rağmen yapılması gereken milli bir görev
vardı. Meclisi açmak.Askerlerin karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri
Halife-Padişah Vahdettin’in emirlerine itaat etme telaşındaki masum halka
gerçeği anlatmak, aydınları, din adamlarını dava için kazanmaktı. Bu dönemde
Umum Kuvayı Milliye Komutanı Ali Fuat Paşa ve Albay Refet Bey’in çabaları
büyük önem taşımaktadır. Ayrıca özgür din adamlarının yayınlayacağı karşı
fetvalar da büyük önem kazanmaya başlamıştır. Meclis’in açılma günü
arifesinde, Ali Fuat Paşa Bursa’dadır ve karşılaştığı bir olayı şöyle
nakletmektedir:*“21/22 Nisan gecesi 70–80 kadar Hoca Efendi, Vali ve
kumandanın daveti üzerine Bursa Belediyesi dairesinin büyük salonunda
toplanmışlardı. Bekir Sami Bey’le ben de içtimada hazır bulunuyorduk. Gündüz
hoca efendilerden ekserisini ziyaret etmiş, hepsinden yardım edeceklerine
dair söz almıştık. Kürsüye çıkarak kendilerine bir kere daha vaziyeti
anlattım. Heyeti Temsiliye’den gelen telgrafı da okudum. Bunun üzerine
müzakereler başladı. Birkaç saat sürdü. İleri sürülen mütalaalar toplanmış,
tam bir mutakabat hâsıl olmuştu. Karar ittifakla verilecekti. Yanımda
bulunan Bekir Sami Bey’e Bursa ulemasından ben esasen bunu bekliyordum
dedim. Tam bu sırada bir hoca birden ayağa kalktı:**Hakikat sizin bildiğiniz
gibi değildir diye bağırdı. Sonra bugün İstanbul’dan geldiğini, bir gün
evvel de huzuru şahaneye kabul edildiğini, Padişah tarafından millete selam
getirdiğini söyledi ve şunları ilave etti:
Ne Padişahımız efendimiz ve ne de hükümet esir vaziyette değildir. Bizzat bu
hakikati efendimizin ağzından işittim.
Salon birden karıştı. Bazı zevat mütereddit bir vaziyet aldılar. Yüzlerde
endişe alametleri okunuyordu. Bütün emekler boşa mı gidecekti? O günlerde
Entelicens Servis’in, bir takım ajanlarını hoca kılığına sokarak Anadolu’ya
gönderdikleri hatırıma geldi. Acaba bu genç de onlardan biri olamaz mıydı?
Kaybedilecek zaman yoktu. Derhal yerimden fırladım.**Yerinden kıpırdayayım
deme karışmam, diye bağırdım. Sonra iki polis çağırarak hocayı
yakalamalarını emrettim. Neticenin nereye varacağını merakla bekleyen
hocalara da, bugünlerde hoca kıyafetine giren bir takım hainlerin Bursa’ya
geldiklerini ve bir kısmının yakalandığını söyledim. Hoca, polislerin
elinden kurtulmaya çalışıyordu. Yaverim İris Çora’ya:
Bu adamın üstünü başını arayınız emrini verdim. Böyle bir harekete intizar
etmeyen genç birden şaşırdı. Sonra üstünü aratmak istemedi, bağırıp
çağırmaya başladı. Fakat itaat etmekten başka çare olmadığını çabuk anladı.
Hocanın iç ceplerinden çıkan birçok vesika arasında İngiliz polisi emrinde
bulunan Yüzbaşı Benetti’nin imzasını taşıyan bir mektup da vardı. Bundan
İngiliz polisinin ücretli bir memuru olduğu anlaşılıyordu. Bursa’lı olmadığı
ve şehre yeni geldiği de tahakkuk etmişti. Kendisinin Divanı Harbe
verilmesini emrettim. Sükûnet iade olmuştu.

İşte muhterem ulema, dedim. Sizin haklı kararlarınıza muhalefet etmek
isteyen bu adam, vatanımızı parçalamak isteyen İngilizlerin memurudur.
Hocalar “Esarette bulunduğu muhakkak olan fetva eminin fetvasıyla padişah
iradesinin muta olamayacağı muhakkaktır. Cümlemiz bu kanaatteyiz” yazılı bir
kâğıdı imzalayıp bana verdiler.” (11)

*

Bu nedenle Halife ve şeyhülislamın gösterdiği en büyük düşman, ne İşgal
Güçleri ne de Batı Anadolu ve Trakya’yı istila etme hazırlığı yapan
Yunanlılardı. En büyük düşman emirlere uymayan subaylardı. Vatanlarını
işgalcilerden kurtarmak için dağıtılmış ve toplamı 50.000′e indirilmiş Türk
Ordusunu yeniden toparlamaya çalışan subaylar, özellikle din adamlarından
destek görecek yerde, o güne kadar akla dahi gelmeyen iğrenç iftiralarla ve
devamlı olarak karalanıyorlardı. Mesela, 19 Mayıs 1920 tarihinde yayınlanan
bir bildirinin subayları hedef alan ve halkı direnç göstermeye davet eden
sözleri şöyledir:

*“Ey padişaha, dine, devlete beş yüz seneden beri bağlılığı ile  dünyayı
hayrette bırakmış olan gerçek Müslümanlar: Bolşevik adı altında dört yüz
yıllık din ve devlet düşmanımız olan Moskoflardan çıkmış dinsel yasaya
aykırı ve kanun dışı olan bir görüşe kapılan bir takım eşkıya, vatanı
kurtaracağız diye Anadolu’nun siz saf ve dürüst halkını aldatarak,
Padişahına, Müslümanların halifesine isyan bayrağı çekmişlerdir.
Bolşeviklik, paranın, malın ve arazinin ayak takımı yersiz, yurtsuz bir
takım haydutlar tarafından yağma edilerek bu haylaz, tembel, cani herifler
arasında bölünmesi, hiç kimsenin nikahlı karısı olmayıp her kopuğun her
kadını istediği gibi kullanması, çocuklar iki yaşına kadar analarının
kucağında kaldıktan sonra alınıp genelevlerde beslenerek anasız ve babasız
yetiştirilmesidir ki, ne bir baba çocuğunu, ne bir evlat ana babasını
tanımaması demektir. Bu, dinimiz olan İslama aykırı olduğu gibi aile
hayatına, insanlığa her şeye zıt bulunduğu için Müslüman memleketlerinde
sökemez…**Ancak memleketimiz öteden beri haydutluk ve soygunculuğa  alışmış,
seferberlik sürdüğü müddetçe vurgun vurarak kanunun üstünde bir üst gibi
bulundukları yerlerde zorbacasına hareket ve rahat yaşamayı, eğlence ve
içkiye rezaletle ulaşmış birtakım subaylar ile hapishaneden kaçmış yahut her
nasılsa yakasını şimdiye kadar kanunun pençesine vermemiş olanlar vardır ki
bunlar kanunu, hükümeti, padişahı tanımıyorlar. Vatanı kurtaracağız,
Padişahımız tutsaktır kurtaracağız diye zorla asker ve para topluyorlar.”
(12)** *Anzavur ayaklanmasını bastırmak için Eskişehir’den gönderilen İkinci
Piyade Alayı’nın taburları Bursa’dan geçerken, Bursa halkının kötü söz ve
davranışlarına maruz kalmışlardır. Hatta onlar ölümsüz sözlerle
zehirlenmişlerdir. Bahçelerde çalışan kadınlar bile askerlerin karşısına
çıkarak *“subaylarınız sizi padişahımızın gönderdiği Anzavur Paşa’ya karşı
kavgaya götürüyorlar. Padişah askerlerine karşı kurşun
arttıracaklar”*diyerek bir taburun daha Bursa’ya varmadan önce diğer
bir  taburun da
Bursa’dan çıktıktan sonra dağılmasına yol açmışlardır.(13)Padişah taraftarı
hocalar, din adamları inanılmaz bir gaflet içinde, ne olup   bittiğinin
farkına varmadan, sadece inançları etkisinde kalarak Padişah’ın hükümetinin
emirlerine uymakta ve subaylara karşı sanki ateş püskürtmektedirler.Haziran’ın
üçüncü günü Konya’nın Aziziye camiinde halka vaaz veren 40 yaşlarında
Müderris Hacı Ahmet adında birisi, vaaz esnasında

*“Subayların evlerinde erkek hizmetçi bulunduranları (hizmet erleri
kastediliyor) deyyus, çocukları da piçtir. Bu çocukların bazısı kumandan
olarak yetiştiği için memlekete mazarratlarından başka faydaları olmaz
demiştir.”*(14)

Din adamları tarafından akıtılan bu zehirlerle Anadolu’nun her tarafında
isyanlar başladı, askerler bu isyanlarla da boğuşmak mecburiyetinde
kaldılar. Her şeye rağmen Türk ulusunun Meclisi artık açılmıştı, bundan
sonra alınacak tedbirlerle bu meclisin özgür bir şekilde çalışması
sağlanmalıydı. Bütün zorlukların teker teker üstesinden gelinecekti.

Dr. M. Galip BAYSAN

DİPNOTLAR:

*(1) Johannes Glasneck: Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye (Onur Yayınları,
Ankara–1976) ;Fetva için bknz. E. Aybars, s.269–370, Bayram Sakallı, Ankara
ve Çevresinde Milli Faaliyetler, s.98–101 (Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, s.863, Ankara–1988)**(2) Bknz. İstiklal Harbi VI’ncı Cilt, İç
Ayaklanmalar, s.27–88 (Genkur Basımevi, Ankara–1964)**(3) İç Ayaklanmalar,
s.29, 30, 40, 49, 58, 59

(4) Türk’ün Ateşle İmtihanı, s.114, 121

(5) Aynı eser, s. 124

(6) Türk’ün Ateşle İmtihanı, s.124–125

(7) Türk’ün Ateşle İmtihanı, s.126

(8) Aynı eser, s. 126, 127

(9) Aynı eser, s. 126, 127

(10) İç Ayaklanmalar, s.48

(11) A. F:. Cebesoy, Milli Mücadele Haturaları, s.355, 356

(12) Ömür Sezgin, a.g.e., s.28, 29

(13) Şükrü Erkal, İkinci Asker Tarih Semineri, s.165

(14) F. Altay, 10 Yıl Savaş, s.246



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.