Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10788
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
HUKUK-İKTİSAT (AHMET ÖZDEMİR)
HUKUK – İKTİSAT
Ahmet ÖZDEMİR Maliyeci-İktisatçı (Sayıştay Savcı –Emekli- Yardımcısı)
Hukuk: Belli bir toplulukta kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen ve devletin cazdırıcı gücüyle uyulması mecburi kılınan yazılı-yazısız davranış kaidelerinin meydana getirdiği düzendir. Yazılı olsun olmasın hukuk kurallarını öteki toplum kurallarından ayıran en önemli özellik devletin yaptırım-caydırıcı gücüyle desteklenmiş olmasıdır. Hukuk topluluğun ilişkilerine bağlı olarak sürekli değişen bir kurumdur. Devletin giderek artan bir biçimde topluluk yaşantısına müdahale etmesi ve bunu hukuk kuralları koyarak gerçekleştirmesi kişilerin hukuka bağımlılığını artırmanın yanı sıra yazılı hukuk kurallarının karmaşıklaşması sonucunu doğurmuştur. Bu sebeple hukuk ve hukukçuluk aynı zamanda bir uzmanlık sahası ve meslek vasfını da kazanmıştır. Dünyayı kucaklayan yönleri itibariyle medeni milletlerin hepsinde geçerli olan ortak hukuk kurallarının dışında her topluluğun hayat şekli dünya görüşü gelenek ve göreneklerine (örf ve adetlerine) bağlı olarak farklılık gösteren hukuk kaideleri de vardır. Hukuk özü bakımından bir üst yapı kurumu olduğundan toplulukların temel ve yapı özelliklerine göre şekil alması tabiidir. Bu yönde iktisadi yapının hukuk düzeni üzerindeki etkisi büyük önem taşır. Bu bakımdan kâr gayesine ilişkin özel teşebbüse dayalı kapitalist sistemlerde geçerli hukuk kurallarıyla ekonomi etkinlikleri büyük ölçüde devletleştirmiş olan kolektivist sistemlerde geçerli hukuk kuralları arasında önemli farklar bulunur. Bununla birlikte bazı kapitalist sistemlerde devletleştirme ve plânlı kalkınma gibi kolektivist ekonomi düzenine has unsurlar yer alabilir; kolektivist sistemlerde de özel mülkiyet ve rekabet gibi kapitalist ekonomi düzenine benzer unsurlara sınırlı olarak yer verilebilir. Devletin toplum hayatına müdahalesi bakımından özde-esasta büyük farklılıklar taşıyan bu iki sistemdeki hürriyet anlayışına bağlı olarak kişilerin irade serbestliğine ilişkin hukuk kuralları da büyük farklılıklar gösterir. Ayrıca, azgelişmiş memleketlerin hukuk düzenleriyle gelişmiş memleketlerin hukuk düzenleri arasında da önemli farklar vardır. Bir memleketin hukuk düzeni; yasama-kanun koyucu organınca teşkil edilen yazlı hukuk kaidelerini yargı kararlarını ve devletin iradesi dışında hasıl olan genel hukuk ilkeleriyle örf ve adet kurallarını ihtiva eder (içine alır). Genel hukuk ilkeleriyle örf ve adet kuralları gibi yazılı olmayan hukuk kurallarının bağlayıcılık vasfı kazanarak hukuk düzeninde geçerli olabilmesi için devletin bu kuralları tanıyarak onları yaptırıma-müeyyideye-cezai şarta bağlaması zorunludur. Ayrıca, hukuk kuralları emredici ve yasaklayıcı yönde olabileceği gibi kişilerin iradesini tamamlayıcı ve yorumlayıcı vasıfta da olabilir. Bir ülkede hukuk düzeni bir bütün teşkil etmekle birlikte birbirinden farklı bölümleri de vardır. Klasikleşmiş ayrıma göre bunlar kamu hukuku ve özel hukuktur. Kamu hukuku devletin organlarının teşkilini yetki ve görevlerini kişilerin bu organlar karşısındaki hak ve mükellefiyetlerini düzenleyen kaidelerden meydana gelir. Özel hukuk ise kişiler arasındaki hak ve mükellefiyet ilişkilerini düzenleyen kurallardan ibaret olur. Öğretimde, kamu hukuku ile özel hukuku birbirinden ayıran özelliklerin; belirtilen hukuk sahalarında egemen olduğu kabul edilmektedir. Kamu hukuku; kamu yararı ile özel kişilerin çıkarlarını kamu üstünlüğüne zarar gelmeksizin uzlaştırmaya çalışır. Özel hukuk ise kişilerin birbiri karşısındaki çıkarlarını eşitlik kuralını zedelemeden uzlaştırmaya çalışır. Bu sebeple kamu hukuku öznelerinin özel hukuk özneleri (gerçek ve özel tüzel kişiler) karşısında üstün yetkilerle donatılmış olmasına karşılık özel hukuk özneleri arasında eşitlik kuralı geçerlidir. Ayrıca, kamu hukuku ve özel hukuk bölümleri çeşitli hukuk dallarını ihtiva eder. Başta anayasa hukuku olmak üzere milletler arası kamu hukuku idare hukuku ceza hukuku icra hukuku iflâs hukuku ve kamu hukuku gibi hukuk dalları kamu hukuku bölümünü teşkil eder. Buna karşılık medeni hukuk borçlar hukuku milletler arası özel hukuk ve ticaret hukuku gibi hukuk dalları da özel hukuk dahiline girer. Karma vasıfta hukuk dalları arasında fikri hukuk deniz hukuku hava hukuku iş hukuku ve toprak hukuku sayılabilir. Bu hukuk dallarını teşkil eden hukuk kuralları bazı yönleriyle kamu hukukunun bazı yönleriyle de özel hukukun özelliklerini taşırlar. Diğer taraftan, önceleri idare hukuku dalı içerisinde yer alırken kazandığı önem dolayısıyla giderek bağımsızlaşmaya başlayan maden ve petrol hukuku ticaret hukukundan kopan bankalar hukuku ve milletler arası hukuktan ayrılarak farklı bir dal meydana getiren uzay hukuku gibi yeni hukuk dalları da ortaya çıkmıştır (Bakınız; 1forum.us). İktisat-Ekonomi: Eski Yunan’ca da yer alan ekonomi sözcüğünün kelime anlamı; bir evin mal varlığını yönetme sanatıydı. O dönemde ilgi veya etki sahası bir evden ibaret olan iktisat, bugün bütün Dünyayı ilgilendirmekte ve etkisi altına almaktadır. İktisat, sınırlı kaynakların nasıl kullanılacağını inceleyen sosyal bilim dalıdır. Tarih boyu iktisat birçok farklı şekilde tarif edilmiştir. Belirtilen tarifin de, zaman içinde manasını ve önemini yitireceği bir gerçektir. Bunun sebebi de; fertlerin-gerçek kişi şahısların-bireylerin ihtiyaçları, üretim-imalât şekilleri ve malları, dolayısıyla hayat şekilleri değişmekte ve gelişmekte, belirtilen manadaki değişme ve gelişme de iktisadın manasını ve fonksiyonunu, insanlığın gelişmesine paralel olarak değiştirmektedir. Kendisinden önce iktisat hakkında birçok görüş belirtilse de, klâsik iktisat geleneğinin 1776’da Adam Smith’le başladığı kabul edilir. Onu bu kadar önemli yapan, iktisadın literatür analizinden ve ahlâki araştırmasından çok, işleyişiyle ilgilenmesiydi. A.Smith, 1776’da Milletlerin Zenginliği adlı 5 ciltlik bir eser yayınlamış, burada kendinden önce yapılamayan, geniş çerçeveli ve tutarlı bir iktisadi düzen modeli ortaya koymuştur. Tarihi dönemlere bakıldığında, çeşitli iktisadi düzenlerin varlığı ve yaşandığı görülmektedir. Bu düzenler, üretim kaynağı, miktarı, yöntemi gibi konularda birbirinden çok farklı özellikler göstermektedir. Tarihti iktisadi düzenlerde üretim kaynakları şunlar olmuştur: Toprak, emek, sermaye ve bilgi. Toprağın üretim aracı olduğu Sanayi Devrimi öncesi dönem, insanların sadece toprağı işleyerek yaşadığı ve üretimlerinin-imalâtlarının-istihsallerinin yegane tarım-ziraat ürünleri olduğu dönemdir. Bu yüzden toprak kutsal-mukaddes sayılmış ve savaşların başlıca sebebi olmuştur. Sanayi Devrimi’yle sanayileşen, makineleşen ve seri üretime geçen insanoğlu, tarım üretimi tekelini kırmıştır. Bu dönemde iktisadi aktörler; insanın kol gücünü örnek alan makinalar, bunların bulunduğu fabrikalar ve buralarda çalışan işçiler ve bunları yöneten sermaye sahibi kapitalistlerdi. 20. yüzyılın ikinci yarısında, teknoloji sahasında, özellikle bilgisayar, yaşanan gelişmeler de günümüzde iktisadi aracın bilgi olmasını sağlamıştır. Bu gayeyle ve insan beynini örnek alarak üretilen bilgisayarlar, şimdiki yeni devrin sembolleri haline gelmiştir. Bilgi Çağı’nı başlatan bu gelişmeler bütün insanlığı olduğu gibi iktisadın tanımını da değişime sevketmektedir. Sermaye, emek, hammadde gibi sınırlı kaynakları ve araçları olan, Sanayi Dönemi temelleri atılmış iktisat yerine; günümüzün bilgiye, insan beynine dayanan iktisat sistemi, bilginin ve insan aklının gelişmeye açık olmasından dolayı sınırsız kaynağa ve araca sahiptir. Dolayısıyla iktisat da sınırsız kaynakların idaresini inceleyen sosyal bilim olma gerçeğiyle karşı karşıyadır (Bakınız; ozmena.com). Merkantilist Görüş: Avrupa`da 15. ve 18. yüzyıllar arasında kendini göstermiş bir iktisadi akımdır. Buna göre; bir milletin refahı temel olarak sahip olduğu maden kaynaklarına (özellikle de altın ve gümüş) göre belli olur. Bu yüzden altın ve gümüş gibi madenlerle devlet hazinesi doldurulmalıdır. Belirtilen anlayışa sahip devletler dışarıdan hammadde dışında hiç bir ara mamûl ithal etmezler. Hammaddeleri alır, işler ara veya tam mamûl olarak satarlar. Dolayısıyla dış ticaret sebebiyle oldukça fazla miktarlarda altın veya gümüş elde etmiş olurlar. Sonra hazine altın veya gümüşle dolunca ordu bunlarla beslenir. Ordu beslenince de dış ticaret yollarını kontrol altında tutar. Böylece bir çevrim (döngü) meydana getirilmiş olur. Yine, değinilen görüşte olanlar özellikle Dünya maden yataklarının sabit olduğu (sınırlı) bu yüzden elde edilebilecek kadar çok maden kazanmanın en akıllıca iş olduğu üzerine tartışmalar yapmışlardır (Bakınız; itusozluk.com). Fizyokrat Görüş: Toprağın yegane zenginlik kaynağı, dolayısı ile gerçek üretken faaliyetin de lanmla uğraşmak olduğunu; diğer mesleklerin varlıklarını tarıma bağlı olarak sürdürmeleri sebebiyle bunların net hasıla üretmeyen kısır meslekler olduğunu savunan 18. yüzyıl iktisat ekolüdür. Buna göre, yeryüzünde kendiliğinden işleyen tabii bir düzen vardır; mülkiyet hakkı da tabiatın insanlara tanıdığı tabii haklardan biridir; insanların tabii haklarını kullanmalarının engellenmemesi gerekir; devletin temel fonksiyonu tabii düzeni korumaktır. Fizyokratların bu görüşlerinin, liberalizmin temel sloganı olan bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinlere. ilham kaynağı olduğu; söz konusu fikirlerin A. Smİth başta olmak üzere tüm klasik iktisatçıları etkilediği kabul edilir. Ayrıca, fizyokratların ileri gelenlerinden F. Quesnay`in, bir ekonominin değişik kesimleri arasındaki karşılıklı ilişkileri çözümlemeye tâbi tuttuğu iktisadi tablo`sunun, makro ekonomi modeli oluşturma denemelerinin ilki olduğu ve genel denge modellerine kaynaklık ettiği kabul edilmektedir (Bakınız; sozluk.ihya..org). Thomas Robert Malthus (1766-1834)’un Görüşü: İnsan nüfusunun var olan gıda kaynaklarına göre çok hızlı arttığını, gıda kaynaklarının aritmetik (Örnek: 1, 2, 3, 4 …) tarzda artmasına karşılık nüfusun geometrik (Örnek: 2, 4, 8, 16 …) olarak çoğaldığını söyledi. Mevcut gıda kaynaklarının yetersizliği; fakir, beceriksiz ve güçsüz olanların, bu kaynaklara diğerleri kadar başarılı bir şekilde erişememelerine ve böylece ölerek elenmelerine sebebiyet verecektir. Bu, güçlü olanın yaşaması, güçsüzün ise tabii terki hayata uğraması manasını taşımaktadır (Bakınız; canertaslaman.com). Hukuk ve İktisat konulu bu makalemizle-yazımızla ilgili olarak; dip notlu olarak, yukarıdaki hususları okuyucularımıza aktarmakta fayda gördük. Şimdi, kendi değerlendirmelerimizi ve/veya açıklamalarımızı yapmak istiyoruz. Buna göre; Hukuk: Ammenin ve toplumun faydasına olmak üzere, ihtiyaçtan-zaruretten, örf ve adetten meydana getirilen, herkes tarafından uyulması, bunlara riayet etmeyenlerin cezalandırılmasını gerektiren yazılı-yazısız düzenlemeler manzumesidir-bütünüdür. Bu meyanda, İngiliz Anayasası Manga Carna’nın yazısız olduğunu belirtmek isteriz. Hukuk’un unsurlarından olan ve/veya bu yöndeki düzenlemelerin kaynaklarından olan örf ve adetlerin (görenek-gelenek); hukuk muhteviyatından sayılabilmesi için, bunların yazılı hukuk kuralları-kaideleri meyanında tadat edilmesi, bunlara uyulmamasına ilişkin cezalarının hükmen gösterilmesi gerekmektedir. Olmayan, yani; insanların tasarrufunda-fiil ve işlerinde-işlemlerinde yer almayan veya olması mümkün olamayan bir husus için hukuki düzenlemelere gidilmez. Meselâ: Güneş’e gidenlere şu kadar hürriyeti bağlayıcı ceza-şu kadar lira para cezası hükmü, bugünkü şartlar karşısında ihdas edilemez. Hukuki düzenlemenin ilk sırasında anayasalar yer almaktadır. Bizim, belirtilen yöndeki kanunumuz Teşkilâtı Esasiye’dir. Yani, T.C. ANAYASASI’dır. Anayasalar; sert ve sert olmayan (yumuşak) anayasalar, yazılı-yazısız anayasalar, şeklinde çeşitlenmiştir. Bizim Anayasa’mız yazılı ve sert anayasalar grubunda yer almaktadır. Sert anayasa; diğer milli kanunların, yürürlükteki anayasaya ters-aykırı olamayacağı, demektir. Memleketimizde, kanunların Anayasa’mıza uygunluk denetimini Anayasa Mahkemesi yapmaktadır. Kanunlar, Anayasa icabı yasama organınca, başka bir ifadeyle TBMM tarafından yapılmaktadır. Yabancı memleketlerle yapılan anlaşmalar, TBMM tarafından kabul edilerek kanunlaşır ve yürürlüğe girer. KHK’ler, Anayasa ve kanunlar gereğince Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe girer. Yönetmelikler de, çıkmasına atfedilen kanun hükümleri gereğince Bakanlar Kurulu’nca veya ilgili bakanlıklarca, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca çıkarılır. KHK’lerle yönetmelikler, Resmi Gazetede yayınlanmak suretiyle yürürlüğe girer. Hukuka herkesin uyması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle hukuk ve kanunlar; herkes için aynı şekilde uygulanır. Hukuki düzenlemeler (kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, tüzükler-yönetmelikler) Resmi Gazetede yayınlanmaktadır. Bu yönüyle, herkes tarafından bilindiği kabul edilir. Öyle olunca, kanunların cezayı gerektiren bir fiilini işleyen herhangi bir kimsenin, ben buları bilmiyordum iddiasıyla-savunmasıyla cezadan kurtulması, mümkün olamamaktadır. Avamdan, düşünürlerden bazıları: Kanunlar kuvvetliden yanadır, siyasi-idari-askeri kişilere,zenginlere tatbik edilmez; zengin, konvoyunu dağdan aşırır; fakir, yolunu düz ovada şaşırır; derler. Sivil-asker bürokratlar ve üst yöneticiler-görevliler ile milletvekilleri bakımından ihdas edilen bir kısım dokunulmazlık uygulamaları, meselenin başka taraflarını teşkil etmektedir. Ancak, Dünya’dan bir örnek vermek isteriz. Kendi zamanında yürürlükte olan kanunlara rağmen iktidardan işgal güçleri ve yerli işbirlikçileri tarafından düşürülen Irak Eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin; kendi kanunlarıyla ve kendisinin istihdam ettiği yargıçlardan-savcılardan müteşekkil olarak teşkil edilen olağan üstü bir mahkeme kararıyla-hükmüyle idama mahkûm edilmiş-temyiz hakkı dahi tanınmadan-kullandırılmadan ve önceden Mesut Barzani’yle beraber Kuzey Irak için bölücü durumunda gösterilen, bilâhare tahtına-koltuğuna oturtulan Celâl Talabani’nin onayından dahi geçmeden darağacında sallandırılmak suretiyle idam edilerek hayatını kaybetmiştir (Doğum; 28 Nisan 1937 – Ölüm: 30 Aralık 2006). Yakın tarih itibariyle bunlara; Afganistan (Eski) Devlet Başkanı Muhammed Necibullah (1947-28.09.1996)’ı (Taliban’ın idareyi ele almasıyla sığındığı Birleşmiş Milletler binasından zorla alınmış, işkence yapılmış, kurşunlanmış ve henüz can çekişir iken elektrik direğine asılmıştır.), Yugoslavya (Eski) Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç (1941-13.03.2006)’ı (Avrupa Savaş Suçları Mahkemesinde tutuklu olarak yargılanır iken ceza evinde öldü.), Romanya (Eski) Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku (26.01.1918-25.12.1989)’yu (Kendi subaylarından iki-üç kişilik bir heyetin karşısında bir saati bile bulmayan bir yargılamadan sonra, karısı Elena /1919-25.12.1989/ ile beraber yan yana çakılmış iki direğe bağlanarak kurşuna dizilerek öldürüldürler.), Bulgaristan (Eski) Devlet Başkanı Todor Jivkov (07.09.1911-05.08.1998)’u (Komünist rejimin yıkılmasıyla tahtından indirildi, kendi hakim-savcılarınca muhakeme edildi. Beraat ettirildi ve zatüreden öldü. İktidar hayatının son on yılında Türk soylu vatandaşlarına büyük eziyetler yaptırdı. İsimlerini zorla değiştirtti. İslâmi ibadetlerini-oruçlarını, erkeklerin sünnet edilmelerini yasakladı.). Değinilen kişilerin hepsi de Türk soyuna düşmanlardı. Binlerce ile ifade edilen Türk’leri, Müslüman Türk’leri, Müslüman’ları so kırımına tabi tutmuşlardı. Bilen bilir ve tarihi bir gerçektir ki, Türk’e ve Türk soyuna ve Müslümanlara savaş açanlar-katledenler asla iflâh olmamışlardır. Bundan sonrada olmayacaktır. Çünkü, Müslüman Türkler; ALLAH’ın yer yüzünde beyaz at üzerinde kılıcını sallayan ırktır-soydur. Buna nazaran, hukuk kimden yanadır, diyelim ve cevabı okuyucuların olsun, isteriz. Hukuk tahsili pozitif ilme dayanmaz. Sosyal bir ilim dalıdır. Bilhassa kamu görevine galenler veya kamu görevi sayılan işleri yapanlardan bazıları (hakimler-savcılar, kamu avukatları-serbest avukatlar, bunların dışında kalıp da sair şekilde kamu hizmetinde bulunanlar-özel sektörde bağımsız veya bağımlı olarak çalışanlar) yeri gelince; hukuk fakültesi çıkışlı olduklarından bahisle üstün yönlerini tebarüz ettirmek, muhataplarına belirtilen vasıflarıyla kendilerini kabul ettirmek isterler.Hatta, bunların birçoğu, yaptıkları görevlerin-işlerin atalarından tevarüs ettiğini ve sûlpleriyle de devam edeceğini zannederek, bu anlayışa paralel hal ve hareket içine girebilmektedir. Zaman içinde ve fiziki ömürleri-yaşları kemâle erince, yanlışlarını anlarlar, amma, beklide; geçmişteki hatalarından-tutuculuklarından düzeltebilecekleri herhangi bir imkâna-fırsata sahip olamamak durumunda kalırlar. Heyhat, biz ne diyebiliriz ki. İsteriz ki; herkes, bu Dünya’da artı-eksi yöndeki ektiklerini biçsinler. Halbuki, belirtilen kimseler; hukuk fakültesi diplomalarıyla derhal avukat, hakim-savcı olabilme haklarını elde etmiş olamazlar. Değinilen hakları, hakim-savcı mesleği için imtihan kazanmak-mesleki eğitimi başarı ile tamamlamak; serbest avukatlık için muayyen bir süre hakim-savcı olarak çalışmak veya avukatlık stajını yapmış olmak şartıyla elde edebilmektedirler (Avukatlar için ihdas edilen imtihan kazanmak şartı bu mesleğe mensup kişilerin ve odalarının baskısıyla hayata geçirilmeden kaldırılmış olup, okuyucularımızdan birçoğa belirtilen hususları hatırlayacaklardır, herhalde). Kamu avukatları da, avukatlık ruhsatına dayalı olarak istihdam edilebilmektedir. Şimdi, soralım; bir devlet olmasa, anayasa olabilir miydi; insanlar arasında borç-alacak ilişkisi olmasa borçlar kanunu uygulamada olur muydu? Bunları diğer sahalar itibariyle (adli-idari yargı hukuku, malî hukuk…) de çoğaltmak mümkündür.Demek ki, bir hukuktan bahsedilebilmesi için, onun konusuna giren bir hadisenin-olgunun mevcudiyeti gereklidir. Bunlar da, daha ziyade iktisadi-malî, sosyal-medeni hadislerden ibarettir. İktisat: Yer yüzündeki kıt kaynakların-malların, sonsuz olduğu farz edilen insan ihtiyaçlarının en verimli bir şekilde karşılanması hususunda faaliyet gösteren bir sosyal ilim dalıdır. Bugün itibariyle; hava-deniz suyu, Güneş ısısı, bulutlar, yağmur, rüzgâr gibi unsurlar mal sayılmamaktadır. Onun için mübadele konusu olamazlar. Yani, malın başka bir mal karşılığı ve/veya malın para karşılığı alış veri konusu olması mümkün değildir. İktisadın başlıca çeşitleri; sosyalizm, kapitalizm, karma olarak sıralanmaktadır. Sosyalizm’de (Kapalı iktisadi sistem), üretim araçları tamamen devletin elinde bulunmakta, ferdin iktisadi faaliyetleri yok derecesindedir. İnsanların, çok sınırlı olarak evleri bahçesinde sebze yetiştirmesine ancak izin verilmekte, bunların pazarlara arzı ise mümkün olamamaktadır. Milletler arası mübadele de yok derecesindedir. Zorunlu hallerde de, klıring sistem uygulanmaktadır (Meselâ: Komünist-demirperde döneminde, SSC ile hür blok arasında bu usule müracaat edilmiştir.). Kapitalizm’de ise, üretim araçlarının tamamına yakını fertlerin-kişilerin elindedir. Bu sistem de; özel mülkiyet, veraset hakkı, rekabet edebilme şartları hukuken sağlanmıştır. Bir de karma iktisadi sistemden bahsedilir. Devlet, ferdin sağlayamayacağı yatırımları-üretimleri üstlenir. Yurdumuz’da, karma iktisadi sistem uygulanmıştır (KİT faaliyetleri ve bu meyanda demir çelik, limanlar, demir-hava-deniz yolları…). Yani, devlet-özel sektör; birbirleriyle rekabet etmeksizin pazar ekonomisinde kendilerini gösterir. Devlet iktisadi kuruluşlarında istihdam edilenler-çalıştırılanlar kolhozlarda çalıştırılanlar gibi iş gördürülmez. Özel sektörde bağımlı çalışanların eşiti hukuki haklarla işçi-emekçi olurlar. İktisadi faaliyetlerin ve belirtilen işlerde işveren-işçi olarak çalışanların; gerek birbirlerine karşı ve gerekse pazar münasebetlerine dayalı olarak üçüncü kişilerle olan münasebetleri bakımından, hukuki düzenlemelerin ihdasına lüzum hasıl olmakta ve gerekli kanuni düzenlemeler ona nazaran hayata geçirilmektedir.. Dolayısıyla, hukukun hitap edeceği iktisadi bir saha yok ise kanuni düzenlemeye gitmek zarureti-ihtiyacı olamaz. Nitekim, İlâhi nizamlarda böyledir. Önce, bir iş ve hadisenin vuku ve buna karşılık hukuk ve cezai müeyyide, ortaya konulur. Meselâ: ALLAH Adem’i Cennet’te anasız ve babasız, Havva’yı da anasız ve babalı olarak Adem’in kaburga kemiğinden halk etmiş, Cennet’ te bulunan her meyveden yemelerini, ancak; buğday ağacındaki meyvelerden yememelerini, bunun için Şeytan’ın kendilerini kandırabileceğini, yerlerse Cennet’ten çıkarılacaklarını ve Dünya’ya gönderileceklerini bildirmiştir. Adem’le Havva yasaklanmış meyveyi yiyince cezalandırılarak Dünya’ya gönderilmişlerdir. Burada da görüldüğü üzere, önce iktisadi bir faaliyet ve sonunda da hukuki düzenleme ve caydırıcılık söz konusu olmaktadır. Zamanımız itibariyle hatırlayalım; başkalarının telefon hatlarına girerek hırsızlık yapılması yaygınlaşınca, elektronik ortamla banka hesaplarına girilme fiilleri baş gösterince, gasp hadiseleri şekil değiştirerek artınca, derhal hukuki düzenlemeler yapılarak zecri tedbirlere gidilmiştir. İktisadi yönden de önemli görülen bir sözü hatırlatmak isteriz. Aç ayı oynamaz derler. İnsanlar bakımından da, doygun olmak çok önemlidir. Bir savaş sırasında dahi, her şeyden önce askerin gıdası ön plânda gelmektedir. Hatırlayalım, eski yokluk ve çaresizlik zamanlarında da, Doğu Karadeniz’de, Yurdumuzun birçok bölgelerinde ve bu meyan da kasabada oturanların birçoğu da benzeri durumda olmak üzere, Tirebolu’muz köylerindeki ailelerin çoğunluğu adeta kapalı iktisadi sistem içinde hayat sürdürürlerdi. O günlere dönelim; herkes meyvesini-sebzesini-yiteceğini kendi bağından-bahçesinden- tarlasından çıkarır, yoğurdunu-sütünü-yağını-peynirini-çökeleğini kendi standartları ve imkânları dahilinde hayvanından-hayvanlarından sağlar, ekmeğini mısırdan temin ederek ve kendi ihtiyaçlarına kullanırdı (Yiyecekleri: Lahana çorbası, otluğu-diblesi, yalancı dolması, katığı-ayranı, yoğurdu-sütü, keşki ( bir nevi çökelek) ve çorbası, mısır ekmeği, mısır çorbası ve dolması, mevsim sebzelerine dayalı yemekleri-sebzeleri-domatese, kartopu-patatese dayalı yemeklerden mütevellit olurdu. Bir köyün bir hanesinden dahi et-balık kokusu dahi koklanamazdı, herhangi bir yemeğe katılabilen içyağı-kızartılmış tereyağı büyük haz ve tat verirdi, neredeyse. Zaman içinde de hamsi-istavrit ve mezgit gibi geçmişte diğer balıklara nazaran daha ucuz olanlar yenilebiliyordu…). Geniş manada pazara açılınamazdı. Üst baş giyeceklerinin bazılarını da dokuma yoluyla (yün-dastar dokuma ve bunlardan yapılan dış donlar/pantolonlar, ceketler-kazaklar…), ayak giyeceklerini hayvan derisinden (çarık ve benzerleri, daha daha sonraları kara lastik ayakkabılar…), çoraplarını ve ev yer döşemelerini, yatak ve yorganlarını hayvan yünlerinden, tek veya bir katlı evlerini kendi imkânlarıyla taş duvardan-tahtadan-ağaçtan ve damını hartamadan yaparak temin ederlerdi. Isınmaları odun-çalı-tezek (hayvan dışkısının kurutulmuşu) ile ve ocak başında olabilir, aydınlanmaları da ocakta yanan ateş ışığı ve/veya çıra ile olurdu. Dışardan-kasabadan temin ettikleri; sıvı gaz (gaz lâmbası ve lüks lâmbasına geçildiğinde)-tuz-bez-şekerden (pekmez yeme dönemini müteakip) ibaret kalırdı. Şimdiki hayat imkânlarımızı, değindiğimiz dünkü günlerimizle mukayese edelim. Bütün siyasi keşmekeşlere-çatışmalara-hiziplere-ihtilâllere ve siyasi kurbanlarımıza (Rahmetle, minnetle-şükranla ve Fatihalarımızla daima ve her fırsatta yadettiğimiz merhum eski Başbakanlarımızdan Adnan MENDERES, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü ZORLU, Maliye Bakanı Hasan POLATKAN ve Kara Harp Okulu penceresinden atlayarak intihar ettiği ileri sürülen İçişleri Bakanı Namık GEDİK) rağmen; geçmişten bu güne siyasi-idari-askeri otorite sahipleri, her sahada çalışan insanlarımız (esnaf-sanatkâr-ziraat erbabı-serbest meslek erbabı-işçiler…) Memleketimiz ve Milletimiz için yine de çok büyük işler yapmışlar ve hizmetler vermişlerdir. Herkes elinden geldiği kadarını yapmış ve daha çok şeylerin yapılmasına gayret sarfetmişlerdir. Geçmiş tarihten günümüze; Türk Devletimize-Türk Milletimize hizmet edenleri (özel-resmi her sahada) minnet ve şükranla anıyoruz-yadediyoruz. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere ve bize göre de; önce iktisadi faaliyetler önemlilik-öncelik göstermektedir. Bunun üzerine (iktisadi faaliyetler ve mübadeleleri), ortaya konulan hadiseleri kucaklayacak hukuki düzenlemelere gidilmektedir. Böylece ve nihayetinde, hukuki düzenlemeler; iktisadi faaliyetin teminatı ve koruyucusu durumuna geçmiş olmaktadır. Evet, herkesin dediğini tekrarlayalım. Hukuk ve düzenini direkt ve/veya endirekt yolla da olsa yersiz eleştirmelerle kısmen dahi yıpratmayalım. Zira; gün gelir herkese, sizlere-bizlere de lâzım olabilir. Birde, yargılama süresi hız kazansa ve vijdanları da tatmin eden kararlar daimen zuhur etse, diyelim. -------------------------------------------- NOT: Bu makalemiz, 01.12.2009’dan itibaren Yeni Tirebolu (İnternet) Gazetesinde yayında olup, aynı zamanda geneli de ilgilendirmekle Türk Meclisi (İnternet) yayınına da gönderilmiştir.
 
                 ÖZGEÇMİŞ

 

            Ali ve Safiye evliliğinden mütevellit olarak 16 Mart 1945 Tirebolu (GİRESUN) doğumlu olup, babasından ötürü Aşağı Ortacami Köyü nüfusuna kayıtlıdır.

 

            1957 yılında Tirebolu Sakarya İlkokulu’ndan, 1960 yılında Tirebolu Ortaokulu’ndan, 1963 yılında Ankara Maliye Meslek Okulu’ndan mezun oldu.

 

            30 Temmuz 1963 tarihinde ve Çarşamba günü itibariyle Giresun Defterdarlığında Stajiyer olarak kamu görevine başladı. Daha sonra Ordu Defterdarlığında Stajiyer-aday memur,memur olarak çalışmakta (05.09.1664 – 24.04.1967) iken Manisa 1. Piyade Er Eğitim Tugayına intisapla piyade er, piyade onbaşı ve S – 3 yazıcısı olarak 24.04.1967–26.04.1969 yılları ve zaman diliminde askerlik hizmetini yaptı.

 

            Askerlik dönüşü Giresun Defterdarlığı Vergi Dairesinde (28.04.1969–04.09.1969) vergi memuru olarak göreve başladı. Aynı yıl ve ilk defa uygulanmaya başlanan imtihana girerek üç aylık temel teknik mesleki eğitim semineri görerek ve bunun bir ayını Hesap Uzmanları Kurulu Ankara Grup Başkanlığında defter ve belge incelemesi yaparak Defterdarlık Vergi Kontrol Memuru oldu ve sırasıyla Trabzon’a (01.11.1970-20.04.1972), Ordu’ya (24.04.1972–03.01.1975) ve Ankara’ya (10.01.1975 –03.04.1979), tayin edildi.

 

            Ankara’daki memuriyeti sırasında A.İ.T.İ.A. Mali Bilimler ve Muhasebe Yüksek Okulu (İşletme ve Muhasebe) gece bölümünden, 1974 – 1978 itibariyle lisans eğitimini  tamamladı ve mezun oldu.

 

            Daha sonra Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü Merkez Teşkilatında geçici görevli, genel müdürlük müşaviri (Üçlü Karar: 28.02.1979/22087, RG.14.03.1979/16578; 03.04.1979 – 01.08.1979) kadrosunda şube müdürü olarak çalışmakta iken Trabzon Bölge Vergiler Muvazzaf İtiraz Komisyonu Başkanı (Üçlü Karar: 28.06.1979/22448, RG. 08.07.1679/16690; 13.08.1979 – 22.04.1980) olarak tayin edildi. Buradan Bağ-Kur Genel Müdürlüğüne naklen geçerek genel müdürlük müşaviri (24.04.1980 – 30.06.1980), Mali İşler ve Muhasebe Dairesi Başkanı (30.06.1980 – 01.04.1981) olarak hizmet verdi. Bunu müteakip tekrar Gelirler Genel Müdürlüğüne döndü. Şube Müdürü (02.04.1981 – 27.02.1982), Grup Başkanı (27.02.1982 – 08.02.1985) ve daha sonra bu kadronun kaldırılmasıyla yeniden şube müdürü  (08.02.1993 – 23.12.1993) kadrosunda görev yaptı. 1977 ve 1990 yıllarında iki defa kısa süreli Almanya’ya (Bon – Nürünberg) Türk vatandaşlarımızın emlâk vergisi beyannamelerinin doldurulmasına yardımcı olmaya görevlendirildi. Hizmet içi eğitimlerin bazılarında konuşmacı yapıldı. Gazi Üniversitesine devredilmeden 1982 yılı ikinci döneminde Maliye Bakanlığı Maliye Önlisans Yüksek Okulunda eğitim görevlisi oldu.

 

            Ayrıca, Futbol Hakemliği (Bölge lisans no: 2682, Milli lisans no: 791) yaptı ve memuriyetinin elvermemesi ve özel sebepleriyle 1979 yılında bu faaliyetini bıraktı.

 

            Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu’nun 1983/258 sayısında yer alan <<GÖTÜRÜ GELİR VERGİSİ MÜKELLEFİYETİ>> ile makalelerinden derlediği <<SPORUMUZA BAKIŞ>>, <<BÜROKRASİ VE BÜROKRAT>> ve <<GEÇMİŞTE BİR ZAMANLAR>>  başlıklı eserleri/kitapları yayınlanmıştır.

 

            MALİYE VE SİGORTA YORUMLARI DERGİSİ (15.10.1998 – 01.11.2008) ile MALİYE POSTASI’nda (1986 – 1992 ve 1994), İLLER VE BELEDİYELER DERGİSİ’nde (1996 – 2001), MALÎ HUKUK DERGİSİ’nde (1997 – 2002), MALİYE DERGİSİ’nde, SAYIŞTAY DERGİSİ’nde, ASMMM Bülteni’nde (Temmuz/Ağustos 2000 – Ocak/Şubat 2002)  ve diğer birçok dergilerde - gazetelerde ortalama 500 – 600 civarında yayınlanmış mesleki makaleleri ve derlemeleri mevcuttur. Halen, YENİ TİREBOLU (İnternet) Gazetesinde makale yazmakta, TÜRK MECLİSİ (İnternet) ile TÜRK HUKUK DERGİSİ’nde de aynı yazılarından bazıları yer almaktadır.

 

            Evli olup, birinci ailesinden 13.11.1967 doğumlu Erkan ve 08.04.1973 doğumlu Özlem adında iki çocuğu vardır.

 

            Üçlü kararnameyle (Üçlü Karar: 15.12.1993/42526, RG. 18.12.1993/21792) tayin edilip 23 Aralık 1993 tarihinde başladığı SAYIŞTAY Savcı Yardımcılığı görevinden yaş haddini beklemeden ve kendi isteğiyle 16 Mart 2007 tarihinin tesadüf ettiği Cuma gününde emekliye ayrılmıştır.

 

Halen, YENİ TİREBOLU (İnternet), TÜRK MECLİSİ (İnternet) ve HUKUK DERGİSİ’nde yazıları yayınlanmaktadır.

 

            ASMMM Odası, AN-MES BİR, İLESAM; Türkiye Futbol Hakemleri-Ankara Şubesi, Başkent İktisatçılar, dernekleri ile 12 Eylül 1980 öncesi ÜMİD – BİR üyesidir.



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.