Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
ERMENİ İSYANLARINDA MİSYONER OKULLARININ ROLÜ

 

                                  ERMENİ İSYANLARINDA

 

                            MİSYONER OKULLARININ ROLÜ

 

 

                               ( Yakın Tarihimizde Kars ve Doğu Anadolu Sempozyumu)

                                                        (17-21 Haziran 1991)

 

    Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren farklı din ve milliyete mensup toplumlara karşı göstermiş olduğu toleransı 600 yıl boyunca devam ettirmiştir. Bu politika sonucu, Balkanlar’dan Ortadoğu’ya kadar uzanan geniş sahada farklı toplumlar bir arada ve barış içinde yaşamışlardır. Batılı devletlerin Osmanlı idaresi altındaki topluluklara yönelik sömürge politikaları sonucu ortaya çıkan dini, etnik, siyasi ve ekonomik meseleler bu barış dönemine son vermiştir. Önce batılı ve daha sonra da ABD’nin, Osmanlı idaresindeki Ermenilere yönelik misyonerlik faaliyetleri, bu toplumu yüzyıllardan beri birlikte yaşadığı Müslüman-Türk toplumuna karşı isyana yöneltmiştir.

    Tarih öncesi ve tarihi devirlerde hemen her devrin kendine has siyasi, ekonomik ve idari bazı özellikleri vardır. Osmanlı Devleti, orta ve yeniçağlar boyunca geçerli olan sistemlerin dışında kalmak şöyle şöyle dursun, bahsi geçen çağlarda diğer birçok devlete model olmuştur. Yakınçağların en bariz özelliği ise, sömürgecilik zihniyetinin devlet politikasına dönüşmüş olmasıdır. Yakınçağlarda bu politikayı uygulayamayan veya uygulamayan siyasi teşekküller tarihi fonksiyonlarını tamamlamak zorunda kalmışlardır. Batılı devletler ve ABD bu özelliklerinden dolayı yakınçağa damgalarını vurmuşlardır.

    Sömürgecilik zihniyeti, Osmanlı Devletinin uygulamakta olduğu sistem ile taban tabana zıt idi. Bu yüzden, Osmanlı Devleti önce duraklama ve sonra da dağılma dönemine girecektir. Yakınçağlar boyunca batılı devletlerin Osmanlı’ya yönelik politikalarının temelini sömürgecilik anlayışı oluşturmaktadır. Emperyalist zihniyet hedefine ulaşmak için Osmanlı toprakları üzerinde yaşamakta olan toplumların dini ve milli duygularını istismar etmiştir. Bu uygulama önceleri Gayri Müslimlere yönelik iken, daha sonra Müslüman toplumlarda nasibini almıştır. Nitekim XIX. Yüzyıldan itibaren batı dünyasının sömürgeci emelleri uğruna Balkanlar’dan Ortadoğu’ya uzanan geniş sahada bir türlü huzur ve iç barış sağlanamamış, siyasi istikrarsızlığı yönüyle bugün de dünyamızın en problemli yörelerinden birisi durumundadır.

    Bahsi geçen devletlerin, Osmanlı’ya yönelik sömürü politikalarının son halkasını oluşturan Ermeniler, Selçuklular’dan beri Anadolu’da yaşayan, hatta bazı seyyahların kayıtlarına göre “Hıristiyan Türkler” (1) olarak tanınmışlardır. Batılıların amacı, Ermenileri yüzlerce yıl birlikte yaşadığı Türklere karşı kullanarak, Anadolu’da çağın gereği nüfuz bölgeleri kurmaktı. Uygulanmış olan bu politikada okullaşma büyük önem taşımaktadır. Batılıların Osmanlı tebaası olan toplumlara uygulamış olduğu politikanın kısa zamanda başarılı olmasından, Osmanlı Devletinin kapitülasyon adı altında vermiş olduğu ticari imtiyazların rolü büyük olmuştur. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin daha sonraki dönemlerinde yapmış olduğu ıslahat  ve bilhassa Tanzimat Fermanı onları emellerine biraz daha yaklaştırmıştır. Tanzimat’ı takiben, 1876 ve 1908 meşrutiyet hareketleri ile 1878 Berlin Antlaşması batılıların Osmanlı’ya müdahalesini daha da  kolaylaştırmıştır. Bu cümleden olmak üzere, Fatih sultan Mehmet Han’ın Ermenilere 1461 yılında tanımış olduğu haklar 400 yıl sonra yani 1863’de “Nizamnâme-i Millet-i Ermeniyan” adıyla Ermenileri devlete karşı isyana hazırlamak ve dış müdahaleleri kolaylaştırmak maksadıyla hazırlanmıştı.

    XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra görülen Ermeni isyanları ilk bakışta Türk-Ermeni ilişkilerinin sonucu gibi görülse de dönemin kaynakları incelendiği zaman durumun tamamen farklı olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu isyanlar, batılıların “Şark Meselesi” olarak Haçlı Seferleriyle başlatmış oldukları mücadelenin bir halkasından ibaretti. Günümüzde de dünyanın değişik bölgelerinde aynı oyun sahnelenmektedir. Bu mücadelede sadece oyuncular ve oyun biçimleri değişmektedir. Bu meselenin doğuşu, gelişmesi ve ortaya atılan çözüm yolları tamamen suni olup, Türk ve Ermeni toplumlarına ızdırap ve sıkıntıdan başka bir şey getirmemiştir.(2) Ermeni isyanlarının ortaya çıkışında, gelişmesinde etkili olan birçok sebep vardır. Bunlar arasında;

1.      Batılı Devletler ve Rusya’nın siyasi emelleri,

2.      Ermeni Kilisesi ve bilhassa din adamlarının görevi ile bağdaşmayan faaliyetler,

3.      Osmanlı Devleti’nden ayrılmak isteyen diğer Hıristiyan unsurların Ermenilere örnek olması,

4.      Fransız ihtilâlinin tesirleri,

5.      Osmanlı Devlet idaresinde görülen zaaflar,

6.      Misyonerlik teşkilâtlarının faaliyetleri zikredilebilir.

Yukarıda sıralanan sebepler sonucu ortaya çıkarılan Ermeni isyanları, XIX. Yüzyılın sonlarına doğru gittikçe yoğunlaşmış ve sadece 1889-1896 yılları arasında 38 olay cereyan etmiştir. İsyanların, gerek fikri ve gerekse fiili olarak ortaya çıkmasında etkili olan sebeplerden biri ve belki de en önemlisi olan “Misyoner Olayını” ilkokuldan yüksekokula uzanan çizgide ele aldık ve tamamını “Misyoner Okulları” olarak tanımladık. Belirli amaçlar doğrultusunda eğitim verilen bu doğrultuda şartlandırılan insanların yardımıyla Anadolu’da kurulması hayal edilen Ermeni Devleti, batılıların Anadolu üzerindeki sömürü emelleri için kullanılacaktı. Bu okullarda eğitilen isyancıların hamileri olan batılı devletler (İngiltere, Amerika, Rusya ve Fransa) Anadolu’da açmış oldukları konsolosluklar aracılığıyla faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

    Bu yüzden çıkartılan Ermeni isyanları, batılıların Osmanlı Devleti’ne çok yönlü müdahalesi için bahane teşkil etmiştir. Öyle ki, sömürgeci devletlerin açmış olduğu bu misyoner okulları, Ermeni isyanlarının teorisinin hazırlanması, eylemcilerin yetiştirilmesi ve korunması görevini üstlenmiştir. Böylece misyoner okulları, Ermenileri tebaası olduğu ve yüzyıllardan beri birlikte yaşadığı Osmanlı Devletine karşı yabancılaşırken onları batılı ve bilhassa ABD’ye yakınlaştırmıştır. Misyoner okulları, bir yandan Ermenileri yeni bir geleceğe doğru yönlendirirken, diğer yandan da çağın geçerli sömürü aracı olan manda rejimlerinin Anadolu’da kurulmasına zemin hazırlamıştır.

    Hıristiyan dünyasının orta ve yeniçağlar boyunca, Türk-İslam dünyasına yönelik olarak düzenlemiş olduğu haçlı seferlerinin yakınçağlardaki tezahürü “Misyoner Okulları” olmuştur.

    Avrupa’da gelişen coğrafi keşifler ve sanayi alanlarındaki gelişmelere paralel olarak, Hıristiyanlık da yeni ve eski dünyada yeni yeni taraftarlar kazanmıştı. Bu maksatla Hıristiyan dinini vaaz etmek ve ayinleri idare etme yetkisiyle donatılmış olan bu din adamlar’ına  “misyoner” (missionary) bu uygulamaya da misyonerlik denilmiştir. Ticari, siyasi ve dini maksatlarla başka yerlere özel görevliler gönderilmesine de  “misyon” denilmiştir.(3) XIX. ve XX.  Yüzyıllar misyonerliğin altın çağı olmuştur. Zira Amerika kıtası bu misyonerlik faaliyetleri sonucu Hıristiyanlığa kazandırılmıştır. Günümüzde de devam eden bu faaliyetler sonucu Afrika kıtası siyasi, dini ve ticari emeller uğruna suni parçalara bölünmüştür. Çünkü Afrika’da kurulması istenilen sistemin özünde birlik değil, parçalanmışlık vardır. İşte bu zihniyet, dün de Anadolu’da aynı oyunu sergilemiştir. Günümüzde de Anadolu’da bu oyunun yeni senaryoları hazırlanmaktadır.

    Tarih boyunca misyonerlik faaliyetleri dini görüşlerine rağmen dünyevi amaçlara alet edilmiştir.

    Osmanlı Devleti, misyonerlik faaliyetlerinin yoğunluk kazanması üzerine, misyoner kuruluşlarını ve bilhassa yabancı okulları yakın takibe almıştır. Bu dönemde misyoner okulları asli görevlerini unutup, Ermeni çetelerinin yuvası hâline gelmişti. Bu görüşümüzü 1 Aralık 1831 tarihli bir misyoner talimatnamesi doğrulamaktadır. Bu talimatnamede misyonerler hitaben “bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın, mücadele manevi alanda kafanın kafayla, kalbin kalbe mücadelesi ise de Napolyon’un askeri faaliyetleri kadar düşünmeyi ve araştırmayı gerektirir. Bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar, silahsız bir haçlı seferiyle geri alınacaktır” (4) demektedir. Bu talimatname, misyonerlerin hedeflerinin dini olmaktan çok dünyevi olduğunu, zaman ve zemine göre değişik metotların uygulandığını, hedefe ulaşmak için okullaşmanın mutlak olduğunu ortaya koymaktadır.

    Batılı devletler, misyonerlik faaliyetlerini sürdürmek için Ermenileri farklı mezheplere ayırmışlar ve her biri bir mezhebin koruyucusu olarak ortaya çıkmıştır. Öteden beri Rusya, Osmanlı idaresi altındaki Ortodoks Hıristiyanları, Fransa Katolikleri, İngiltere ve daha sonra sahneye çıkacak olan ABD’de Protestan mezhebinin haklarını savunmuşlar ve onlar adına dini ve siyasi icraâtda bulunmuşlardır. Bu mezheplerin gelişme ve halk nazarında söz sahibi olması da koruyucuları olan devletlerin siyasi ve ekonomik güçleri ile yakından ilgilidir. Nitekim en son kurulan ve ilk zamanlarda taraftarları çok az olan Protestanlar, Amerika’nın devreye girmesinden sonra en güçlü misyon teşkilatına sahip olacaklardır. Misyonerler en büyük desteği konsoloslar ve elçilerden alıyorlardı. Önceleri ticari maksatlarla ve bilhassa liman şehirlerinde açılan konsolosluklar, misyoner faaliyetlerinin yoğunluk kazanmasından sonra Sivas, Harput, Erzurum gibi şehirlerde açılmıştır.

Konsoloslarla misyonerler arasındaki işbirliğini fark eden Osmanlı Devleti, konsolosların faaliyet alanlarına ve konsolosluk açma isteklerine bazı sınırlandırmalar getirmiş ise de, ABD ile imzalamış olduğu 1830 tarihli ticaret anlaşması buna engel olmuştur. Osmanlı Devleti konsolosların Osmanlı tebaasına mensup olmaması şartını getirmiş, Amerikalılar da bu engeli aşmak için misyonerlik faaliyetlerinin yoğun olduğu merkezlerde “acente” adı altında birimler açarak, buralarda gayri Müslim Osmanlı vatandaşlarını görevlendirme yoluna gitmiştir(5). Öyle ki ABD’nin konsolosluk açma isteğinde bulunduğu bazı yerleşim merkezlerinde hemen hiç vatandaşı yoktu, Amerikalılar, bu isteklerine gerekçe olarak da konsolosluk açmak istedikleri yerlerde Rusya ve İngiltere’nin de konsolosluklarının bulunduğunu, ayrıca kendilerinin Osmanlı Devleti nazarında “En ziyade müsaadeye mazhar devlet” olmalarını ileri sürmüşlerdir. Osmanlı Devleti ise, Amerikan konsoloslarının misyoner okulları aracılığıyla isyanlara destek olduklarından dolayı, bu faaliyetlerini yakından takip etme, çeşitli bahaneler  ileri sürerek, atamalarını geciktirme yoluna gitmiştir. Osmanlı Devleti, Harput konsolosu olarak atanmış olan William D. Hunter’i, İngiliz konsolosu olarak görev yaptığı sırada Harput’taki bazı olaylara karışmış olmasından dolayı kabul etmemiş, Amerikan ısrarı karşısında 1900 yılında Herbert Norton’u konsolos olarak tanımak mecburiyetinde kalmıştır. Bu tarihlerde Harput şehrinde 16 Amerikan vatandaşı, 260 tane de Amerikan vatandaşlığına geçmiş olan Ermeni asıllı vatandaşı vardı.

    Bahsi geçen dönemlerde Harput başta olmak üzere Anadolu şehirlerinden Amerika’ya yoğun bir göç olayı vardı. Bu göçlerin büyük bir bölümü siyasi maksatlarla yapılmaktaydı. Zira nedenlerin büyük bir bölümü Amerikan tâbiyetine geçtikten sonra tekrar eski yerlerine dönüyorlardı. Bu yolla, Osmanlı Devleti’nin Amerika ile imzalamış olduğu 1830 tarihli ticaret anlaşmasının 4. maddesinde yer alan “Amerikan vatandaşlarının Osmanlı makamlarınca mahkeme edilemeyişi hükmünden istifade ediyorlardı. Osmanlı Devleti de bu meseleye tabiyet değiştirenleri yeniden tebaalığa kabul etmemek” suretiyle çözüm bulmuştur. Ancak Amerika’ya gidenler ister dönsün isterse dönmesin müfrit bir Osmanlı düşmanı oluyorlardı. Amerika’da kalanlar Türk (Osmanlı) düşmanlığını kendilerine sermaye yaparak, topladıkları paraları Anadolu’daki isyancı çetelere gönderiyorlardı. Bu ve benzeri uygulamalar hakkında Hariciye Nâzırı Sait Paşa’nın Sadrazam Cevat Paşa’ya yazmış olduğu 19 Mart 1883 tarihli arzda “Harput’tan kaçarak Amerika’ya giden ve orada Protestan papazlığı yapan Şişan’ın faaliyetlerine” (7) yer verilmiş ve göç olayının önlenmesi için çareler aranmıştır.

    Protestan misyonerler bir yandan Amerika’nın desteği diğer yandan da 1856 yılında ilan edilen Islahât Ferman’ından istifade ederek çalışmalarına hız vermişlerdir. Bu çalışmalarının yoğunluk merkezi okullar olmuştur. Zira açılan misyoner okullarında Ermenice eğitim yapılıyor, Ermeni tarihi ve kültürü ders olarak veriliyordu. Okullardan üstün başarıyla mezun olanlar ile varlıklı ailelerinin çocukları Avrupa ve Amerika’ya gönderiliyordu. Eğitimlerini bu merkezlerde tamamlayanlar, dönüşlerinde genellikle misyoner okullarında öğretmenlik yapıyorlardı. Bu yolla bir yandan misyoner okulları batının kültürel yayılmacılığına alet oluyorlar, diğer yandan da geleceğin isyancılarını yetiştiriyorlardı.

    Osmanlı Devleti cereyan eden bu olaylar karşısında seyirci kalmamış, fakat almış olduğu her tedbirin karşısında ya Amerika’yı veya batılı bir devleti bulmuştur. Bu yüzden olmalı ki, büyük devletlerle bozuşmamak için bazı genel kararlar almış ve bunları azami ölçüde uygulamıştır. Bu tedbirler arasında misyoner okullarını ilgilendireni “mahalli okullarda yabancı uyruklu kimselerin öğretmenlik yapmalarının yasaklanması” (8) idi. Ayrıca konsolosluk açma isteklerini de askıya alıyordu. Amerika ve batılı devletlerin konsolosluk açtıkları yerlerde bir müddet sonra isyanlar çıkmış, konsoloslar veya yanlarındaki görevliler, bu isyancıların bazen destekçisi bazen de şefaatçısı olarak rol almışlardır. Nitekim bir emrivaki sonucu açılan Harput konsolosluğunun açılmasından hemen sonra Eğin-Malatya ve Harput’ta olayların çıkması bir tesadüf değildi. Harput’taki olayda Bacıyan Kirkor adlı bir Ermeni evinden ateş ederek, Hoca Mustafa, Vatafilli Ali ve Bekir adlı üç Müslüman’ın yaralanmasına sebep olmuştur.

    Amerika’nın Harput şehrinde konsolosluk açmak için Osmanlı Devleti’ne çeşitli yollarla baskı yapmadan önce bu şehrin bir misyonerlik merkezi olarak taşıdığı önemi bildiği muhakkaktır. Zira bu konuda hazırlanmış olan bir raporda “bildiğime göre böylesine şahane imtiyazlı imkanları olan bir bölgede Birleşik Devletlerin gelecekteki ticari üstünlüğünü muhafaza için Amerikalı öğretmenlerin, eğitim araçlarının ve kitaplarının, Amerikan metot ve fikirlerinin adapte edilmesi” ni (10) tavsiye etmektedir.

    Bu ve benzeri raporlar incelendiği zaman, misyoner okullarının açılış maksatları ve Ermeni toplumunu isyana hazırlamak için takip etmiş oldukları metotlar gün ışığına çıkmaktadır. Osmanlı Devleti misyonerlerin faaliyet alanlarını sınırlamak için birçok tedbirler almış ise de, bunları o günkü şartlar altında uygulamaya koymak oldukça güç olmuştur, Alınan bu tedbirlere örnek olmak üzere 5 Ocak 1896 tarihli bir padişah buyruğunda Berlin ve Kıbrıs Antlaşmalarından sonra, Anadolu’da ıslahat bahanesiyle yapılan faaliyetler üzerinde durulmaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse,  bu padişah buyruğunda devletin şerefi, askerin namusu korunarak, Türk-İslam halkının Ermeni çetelerine karşı korunması için gerekli olan tedbirlerin alınmasına Ermenileri koruma ve kahraman göstermek isteyen bir devletin alınan yasal tedbirlere engel olduğu, yine aynı devletin, hapishanelerde bulunan asi Ermenileri kurtarma amacına yönelik olarak  “ gezici mahkeme”  gibi akıl alma bir teklifte bulunduğunu, böyle bir mahkemenin alacağı kararların şimdiden belli olduğunu, bu yüzden tekliflerinin kabul edilmediği belirtilmektedir. İsyancı Ermeni çeteleri yakalanıp cezaevine konduğu zaman bahsi geçen devletin konsolos veya elçileri araya girerek eşkıya’nın serbest bırakılması için değişik yollar deniyorlardı. Padişah buyruğunda, bu ve benzeri uygulamalara son verilmesi gerektiği üzerinde ısrarla durulmaktadır.

    Ayrıca daha önce yine Cevat ve Kamil Paşalar zamanında, bir kimsenin uyruk değiştirdikten sonra Osmanlı ülkesine geri dönüp, medeni haklardan faydalanmasına müsaade edildiği, artık bu tür uygulamaların kaldırıldığı, gezici mahkemeler yerine de  “Adliye Müfettişlikleri” nin kurulmasının daha isabetli olacağı görüşüne yer verilmiştir (11). Gönderilen bu padişah buyruğuna rağmen, başta kapitülasyonlar ve daha sonra yabancı devletlere tanınmış olan çok yönlü imtiyazlar yüzünden Osmanlı devlet adamları Ermeni çetelerine karşı gerekli tedbirleri alamamış ve uygulayamamışlardır.

    Osmanlı toprakları üzerinde faaliyet gösteren misyoner kuruluşları farklı mezhepleri desteklemeleri ve sömürgeci devletlerin uzun vadeli sömürü politikaları doğrultusunda yönlendirildikleri için aralarında bir türlü anlaşma sağlanamamış ise de, Osmanlı düşmanlığı onları birleştiren ortak nokta olmuştur. Zira misyoner talimatnamelerinde, mukaddes ve vaat edilmiş topraklar olarak gösterilen Anadolu topraklarının silahsız haçlı seferiyle yani misyonerlerin gayretleriyle tekrar Hıristiyanlara açılacağı ve bunun onlar için mukaddes bir görev olduğu zikredilmektedir (12). Anadolu’da faaliyet gösteren Ermeni mezheplerinin etrafında oluşan misyoner okulları yanında, hayır cemiyetleri, kiliseler, hastaneler de aynı görevi üstlenmişlerdi. Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar uzanan bu kuruluşların esas faaliyet alanları Ermenilerin yaşadıkları yöreler olmuştur.

    Amerikan misyonerlerinin diğerlerinden farklı yönü, eğitim faaliyetlerine öncelik vermiş olmalarıdır. Zira bu misyonerlerin Ermenilere “Osmanlı içinde belirli bir yer edinmek için mutlaka ve mutlaka eğitim alanında diğer toplumları geride bırakmaları” gerektiği konusunda telkinlerde bulunuyorlardı (13). Bu düşüncenin Ermeniler arasında yayılmasından sonra, misyonerler Ermeniler için çok yönlü eğiticiler olarak görülmüşlerdir. Çünkü Amerikalılar Protestan mezhebini destekledikleri halde, Amerikan konsolosları ve misyonerleri, suçlu-suçsuz, mezhebi ne olursa olsun Ermeniler Amerikan misyoner okullarına öğrencilerini gönderiyorlardı. Amerikan misyonerlerinin Ermeni isyancıları desteklediklerine dair bir örnek vermek gerekirse, misyoner Henry Morden’in Süleymanlı (Zeytun) isyanı sonucu tutuklanan Ermenileri kurtarmak yani affedilmelerini temin için göstermiş olduğu çabaları zikredebiliriz.(14)

    Fatih Sultan Mehmed Han tarafından 1461 yılında Patrikhaneye tanınmış olan haklardan Ermeni cemaati de istifade etmiş, bu cümleden olmak üzere, kendi dilleri ile eğitim-öğretim yapmışlar, sosyal ve kültürel faaliyetlerinde serbestçe hareket etmişlerdir. Gayri Müslimlere verilmiş olan bu haklar, her padişah zamanında hem yazılı hukukta ve hem de fiili olarak devam etmiş ve zamanla daha da artmıştır.

    İşte Osmanlı Devleti’nin kendi rızasıyla vermiş olduğu bu haklar zamanla batılı devletlerin emperyalist duygularını harekete geçirmiş, haksız müdahalelere yol açmıştır. Bilhassa 1839 ve 1856 fermanları yabancı müdahalesini daha da kolaylaştırmıştır. İşte bu müdahalelerde misyoner kuruluşları aracılık etmişlerdir. 1839 yılında Misyoner kuruluşu sayısı 5 iken, 1870 yılında bu sayı 17’ye yükselmiştir. İstasyon adı verilen bu kuruluşların yanında, gayri Müslimlerin sayıca az olduğu veya küçük yerleşim birimlerinde de “uç istasyonları” kurulmuştur. Bu uç istasyonların 1870’lerdeki sayısı 180 idi. Misyonerliğin yayılma sahası Anadolu olmuş ise de merkezi İstanbul olup, gelişme batıdan doğuya doğru olmuştur.(15)

    1871 yılında Anadolu’daki misyonerlik teşkilatı üç bölgeye ayrılmıştı;

    Birinci Bölge, merkezi İstanbul olan “Batı Türkiye Misyonu”, bu misyona bağlı yerleşim merkezleri arasında, İzmit, Kayseri, Bursa, Manisa, Sivas ve Merzifon bulunuyordu. Bu misyon merkezlerine bağlı Amasya, Tokat, Çarşamba, Samsun, Ünye, Yozgat, Niğde, Aksaray, Sungurlu, Talas, Bandırma, Bilecik, Kütahya, İzmir, Aydın, Akhisar, Afyon, Zara ve Gürün gibi uç istasyonlar vardı.

    İkinci Bölge, merkezi Antep şehrinde bulunan “Merkezi Türkiye Misyonu”na bağlı, Halep, Adana, Antakya, Maraş ile bunlara bağlı, Urfa, Kilis, Elbistan, Adıyaman ve Siverek uç istasyonları bulunuyordu.

    Üçüncü Bölge, merkezi Harput şehri olan “ Doğu Türkiye Misyonu”na bağlı istasyonlar, Bitlis, Erzurum ve Mardin ile bunlara bağlı, Arapkir, Eğin, Muş, Diyarbakır ve Trabzon uç istasyonları faaliyet göstermekteydi. Bu istasyon ve uç istasyonlar ile bunlarla irtibatı olan insanların sayıları süratle artmıştır. 1893 yılında sadece Amerikan misyonerlerinin kontrolü altında 463 kilise ile 1317 misyoner görev yapmaktaydı. Amerikan misyon teşkilatına bağlı  tabiri geçmektedir.

    Yabancıların desteği ve aşılamış olduğu idealler sonucu, misyonerlerin görev sahaları kısa zamanda genişlemişti. Zira misyonerler sadece kilise papazları ve öğrencilerle ilgilenmekle kalmıyorlardı. Ermeni isyanlarına katılmış olan komitecilerin ceplerinde Amerikan pasaportu, cüzdanlarında dolarlar vardı. Yakalanan çete mensuplarını misyonerler, konsoloslar ve hatta elçiler himaye ediyorlardı. Fakat Ermeni çetelerinin yakıp yıktığı yerlerde yaşayan, işkence gören ve katliamlara maruz kalan Müslüman Türk halkının çekmiş olduğu ızdıraplar onları ilgilendirmiyordu. Öyle ki, Ermenileri himaye etme uğruna zaman zaman Amerika ile Osmanlı Devleti karşı karşıya gelmişlerdir. 1890 yılları misyoner yayınlarında Ermeniler için “Doğulu Yankeeler”(17)

    Misyonerlerin Ermenilere yönelik faaliyetleri;

a.      Okullaşma,

b.      Siyasi maksatlı örgütlerin kurulması ve teşvik edilmesi,

c.       Silahlı ayaklanmaların başlatılması,

d.      Bir dış müdahaleyi gerektiren eylemler düzenleme ve gerçekleştirme şeklinde planlanmıştı.

   Okullaşmayla başlayıp, isyanlarla devam eden bu hadiselerde misyonerler maddi ve manevi alanda her türlü desteği verdikleri gibi zaman zaman kendileri de bu olaylara iştirak etmişlerdir. Dışarıdan aldıkları bu desteklerden cesaret alan Ermeni çeteleri akıllarına gelen her türlü yolu denemişler, cinayetlerin bayağısını işlemekten çekinmemişlerdir. Ermeni isyanları bu gelişme çizgisinde incelendiği zaman isyanların temelinin misyoner okullarında atılmış olduğu ve bir dış müdahaleye sebep olabilmek için akıllarına gelen her türlü yolu denedikleri görülür. Bu yüzden misyoner okulları isyanların teori ve eylem merkezleri olmuştur. Misyonerler aracılığı ile açılan, Amerika ve Avrupa’daki devletlerin bilhassa başkentlerinde faaliyet gösteren Ermeni cemiyetleri bir müddet sonra Anadolu şehirlerinde de şubelerini açmışlardı. Bu cemiyetlerin görevi, bulundukları yerlerde Müslüman-Türk halkını tahrik ve tehdit ederek olayların çıkmasını sağlamaktı. Maksatlı olarak çıkartılan bu olaylar mahalli Ermeni basını aracılığıyla Avrupa ve Amerika’daki gazetelere aktarılmakta ve Anadolu’daki Ermeni olayları kendi değerlendirmeleri doğrultusunda dış basına aktarılmaktaydı. Böylece yabancıların gözünde masum Müslüman halk suçlu, isyancı Ermeniler de masum olarak tanınıyordu. Ermenilerin bu tür faaliyetlerine engel olmak isteyen kamu görevlilerinin bazıları faili meçhul cinayetlere kurban giderken, bazıları da adli veya idari baskılara maruz kalıyordu.

    Misyoner okullarının açılış biçimi, faaliyetleri ve bilhassa Ermeni isyanlarının başlatılması, desteklenmesi doğrultusundaki faaliyetlerine örnek olmak üzere Harput ve Merzifon’daki okullaşma olayı ile bu iki merkezde açılmış olan iki yüksekokul hakkında Osmanlı arşiv belgeleri ile yabancı kayıtlara dayanarak bilgi vermek istiyoruz. Aslında bu okulların açılış biçimleri, takip edilen metot ve kullanılan vasıtalar hemen aynıdır. XIX. Yüzyılın ortalarından itibaren Amerikalı misyonerler devletlerinin Osmanlı ile yapmış olduğu ticari anlaşmalardan a istifade ile Osmanlı tebaası Hıristiyanlar arasında Protestanlığı yaymaya çalışırlar. Nitekim 1852 yılında Amerikalı misyoner George W. Dunmore, bağlı olduğu misyoner teşkilatınca Doğu Anadolu gezisine memur edilmiştir. Dunmore’nin bu gezi sonunda düzenlemiş olduğu rapor, misyon merkezinin Harput şehrinde kurulmasında etkili olmuştur. Dunmore, raporunda Harput için “Harput ovası Anadolu’da gördüğüm en zengin ve en çok umut vaadeden bir mevkide” (18) ifadesini kullanmaktadır. Bu rapor üzerine burada bir misyon merkezi kurulur ve aynı yıl içinde bir de okul açılır. Kısa zamanda gelişen misyon merkezi Amerika’nın doğu misyonunun merkezi haline gelmiştir. Daha sonra Amerikalıların “Ermenistan Koleji” (Armenia College), Ermenilerin ise “Yeprad Kolej” diye adlandırdıkları yüksekokul açılmıştır. Bâb-ı Al-i’nin Ermenistan Koleji adına karşı çıkması üzerine okulun adı “Fırat Koleji” olarak değiştirilmiştir.(19) Bu okulun on kişiden olan mütevelli heyetinin tamamı Boston ve civarında oturan Amerikan vatandaşları, okulun Türkiye’deki yönetim kurulu üyeleri de Harput’daki Amerikalı misyonerlerce seçilmişti. Fırat Koleji, ilkokuldan yüksekokula kadar uzanan geniş bir alanda eğitim veriyordu. Osmanlı Devleti bu okulu açılışından uzun bir zaman sonra 1891 yılında resmen tasdik etmiştir. Okulda öğretim dili Ermenice, yardımcı dil olarak da Türkçe ve İngilizce öğretiliyordu. Okulun öğretim kadrosu misyonerler ve yerli Ermeniler olup, çok az sayıda Türk okulun harici işlerinde görevlendirilmişti. Okul, yan kuruluşları ile, yaşlı, genç, kadın ve erkek hemen her meslek dalında eğitim veren bir özelliğe sahipti.

    Fırat koleji’nin açılmasından bir müddet sonra, uç istasyonlarda ve daha sonra da Harput’da olaylar çıkmıştır. Ermeni isyanları bir bütün halinde ele alındığı zaman, metot ve malzemenin aynı olduğu anlaşılmaktadır. Harput’da başlatılan Ermeni isyanı sırasında misyonerler de kendilerini isyanın içinde bulmuşlar, kendileri ve okulları bundan zarar görmüştür. Ancak her zaman olduğu gibi Amerika araya girerek, isyanlara yataklık eden bu merkezlerin mali bakımdan uğradıkları zararı Osmanlı Devleti’ne ödetme yoluna gitmiştir. Fırat Koleji müdürü Gates’in bir diploma töreni sırasında “Yaşasın Ermenistan”(209 mealindeki sözleri ile bu isyan dolayısıyla Harputlu Şair Hacı Hayri Bey’in kaleme almış olduğu manzume incelendiği zaman isyanın kimler tarafından hazırlandığı, nasıl bir seyir gösterdiği ve sonucu açıkça ortadadır. Şair H. Hayri’nin şiirinden seçtiğimiz bazı mısralarda geçen isimler ve bunların isyanın başlatılması ve yürütülmesi sırasındaki faaliyetleri hakkında,

  Ateş düştü Mornik’teki o hiyanet keşişe,

     Mıstir Barnum korkusundan kaçıp girmiş kümese,

     Mıstır Barnum yazar ise yazadursun sefire,

     Mıstır Barnum kim yapacak bu yıkılan damları.” (21) mısraları misyoner okul müdürü olan Dr. Barnum’un isyandaki durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu isyan sırasında Fırat Koleji bünyesindeki okul binalarından bazıları yanmış, alınan tedbirler sonucu can kaybı olmamıştır. Bâb-ı Alî’ye çekilen telgraflardan olaya misyonerlerin sebep olduğu ve Ermenilerin de buna alet oldukları anlaşılmaktadır. Konu Encümen-i Mahsus’a havale edilir ve alınan karar İstanbul’a gönderilir. İsyana katılan ve bu işte parmağı olan misyonerlerin sınır dışı edilmesi hakkında karar çıkartılır ve bu karar valiliklere ve bilhassa Anadolu Umum Islahat Müfettişi Şakir Paşa’ya bildirilir.(22) Okulda yapılan aramalar sırasında, vilayet merkezindeki Ermenilere ait ev ve iş yerlerinde 5 000 silah, 300 bomba, 40 kg. bomba fitili, 200 paket dinamit ve 5 000 adet dinamit misketi ele geçirilmiştir.(23)

    Fırat Koleji’nin yöredeki Ermeni isyanları ile doğrudan bağlantısı olduğunu ve bu doğrultuda eğitim-öğretim verdiğini ortaya koyan bir diğer belge de bahsi geçen dönemde misyoner merkezlerini gezerek, onların faaliyetlerini yerinde gören ve zaman zaman müfettiş gibi ifadeler kullanan Henry Tozer’in hâtıratıdır. Nitekim H. Tozer, Fırat Koleji’nin açılışı ve işleyişi ile ilgili olarak “değişik meslek dallarında Hıristiyanlar yetiştirmek, Anadolu’da Hıristiyan medeniyetini yeniden kurmak gayesiyle Amerika’dan gönderilen paralarla hizmetin yürütüldüğünü” ifade etmektedir. Okul Müdürü Wheeler de bir konuşmasında, “bugün veya yarın İngilizlerin Ermenistan idaresini üstleneceklerini, şimdi konsolos olarak görev alacaklarını, bunun da nihâi kontrol olacağını, Ermenilerin henüz memleketi kendi kendilerine idare edemeyeceklerini”(25) söylemek suretiyle gerçek niyetini ortaya koymuştur.

    Misyoner okulları arasında faaliyet sahası ve etkinliği yönüyle Merzifon’da açılmış olan “Anadolu Koleji”, Fırat ve Robert kolejlerinden sonra gelmektedir. İstanbul Hasköy’de bulunan yatılı okul, misyoner faaliyetleri için daha emin ve verimli olması düşüncesiyle 1865 yılında Merzifon’a taşınmıştır. 1883 yılında Amasya, Tokat, Sivas, Yozgat ve Kayseri’de bulunan orta dereceli misyoner okullarına öğretmen yetiştirmek maksadıyla Merzifon’daki bu okul “Anadolu Koleji” adı altında yüksekokula dönüştürülmüştür.(26) Bir emrivaki sonucu açılan bu okulda diğer misyoner okulları gibi uzun bir süre gayr-i resmi olarak faaliyette bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin misyoner okullarının açılışını şuurlu olarak geciktirdiği bilinmektedir. Artık devlet, bu okulların fesat ocağı olduğunu, tebaayı bölmek için çalıştıklarından haberdardı. Misyoner teşkilatları, batılı devletler aracılığıyla siyasi veya ekonomik baskılar sonucu okullarını tasdik ettiriyorlardı. Nitekim Merzifon Anadolu Koleji de 1883 yılında öğretime açılmasına rağmen Bâb-ı Ali 1889’da “Amerikan Mektebi” olarak onaylamıştır.(27)

    Merzifon’da bu okulun açılışından hemen sonra olayların çıkması, okulun idareci, öğretmen ve öğrencilerin olaylar sırasındaki durumlarına bakarak, okulun Ermeni isyanlarının planlandığı bir merkez olduğu söylenebilir. Sultan Abdülhamit Han, hatırâtında “Merzifon’daki bu okulun Ermenileri tahrik ettiği ve mezun öğrencilerin de komiteler oluşturarak, devlete karşı isyan ettiklerini”(28) kaydetmektedir. 1890’lı yıllardan itibaren Anadolu’da görülen isyanlar sırasında misyoner okulları fikir bakımından olduğu gibi fiili olarak da bu isyanlara destek olmuşlardır. Osmanlı Devleti’nin isyancıları yakalaması ve mahkum etmesi halinde de misyonerler bu olayı bir devlet meselesi hâline getiriyorlardı. Zira Merzifon’da başlatılan olayların faili olarak tutuklanan kolejde görevli öğretmenlerden Tamalyan Karabet ile Kayayan Cevavik adlı iki Ermeni suç delilleriyle birlikte yakalanmış ve yargılanmışlarsa da okul müdürü M. Herricks i suçluların kurtarılması için kampanyalar açtırmıştır. Yapılan tahkikat sonunda okul müdürünün de işbirliği halinde olduğu ve isyanlarla ilgili bildiri ve benzer şeyler için okul matbaasının kullanıldığı, bildirilerin okul duvarlarına asıldığı ortaya çıkmıştır.(29) Okul müdürü ve suç ortakları Ermeni isyanları ile ilgili evrakları ortadan kaldırmak için okul binasını yakmışlar, okulun Müslüman halk tarafından yakıldığına dair çıkardıkları haberleri de konsolos ve elçiler aracılığıyla Amerika ve Avrupa’ya ulaştırmışlardır.(30) Ancak yapılan incelemeler sonucu yangını okul müdürü ve iki suç ortağının bilerek çıkartmış oldukları otaya çıktığı gibi suçlular da suçlarını itiraf etmişlerdir. Suçluların yargılanması ve mahkûm edilmeleri üzerine Anadolu’da ve Avrupa’da suçluları kurtarma operasyonuna gidilmiştir.(31) Misyonerlerin aracılığıyla “Hıristiyan Ermenileri Savunma Komitesi” kurulmuş ve bu komite, mahkemenin görüldüğü doktrini sebebiyle Osmanlı uyruğundaki Protestan Ermeniler için Ankara’da yürüyüş tertiplemiş, Avrupa devletlerine delegeler göndererek, bu olayı batılıların müdahalesi için malzeme olarak kullanmıştır. Amerika, Montreo sebebiyle Osmanlı uyruğundaki Protestan Ermeniler için beklenen reaksiyonu gösterememiş ise de, İngiliz parlamentosu ve kamuoyundan beklenenin üzerinde tepki gelmiştir.

    Bu tepkiler sonucu olmalıdır ki, suçlu iki öğretmenin suçları Temyiz mahkemesinde de onaylandığı hâlde uygulanmamış, sadece suçluların sınır dışı edilmesiyle yetinilmiştir.(32) Baskı altında bulunan Osmanlı idarecileri Merzifon’daki Anadolu Koleji için ruhsat talebinde bulunan Amerikan elçiliğine olumlu cevap vermiştir. Sadece, okulun açılışından beri Ermeni fesadına alet edilmiş kimselerce yönetildiği ve bundan böyle eğitim-öğretim, ders kitapları ve öğretmenlerin sıkı bir denetime tâbi tutulması doğrultusunda karar alınmıştır.(33)

    Misyonerler tarafından açılan ve finansmanları karşılanan bu okullar, Milli Mücadele sırasında işgalcilere karargah olmuştur.(34) Ulu önder Atatürk, misyoner okulları için “Bunlar mektep değil, memleketimizde düşmanın işgali altındaki kalelerdir”(35) ifadesini kullanmaktadır. Merzifon’daki Anadolu Koleji, Milli Mücadele sonrası (Ağustos 1921)’de kapatılmıştır. Yunanistan, kapatılan bu Selanik yakınında “Anadolu Koleji” adıyla yeniden açmıştır. Yunanistan’ın bu uygulaması, Anadolu üzerindeki emelleri ile uyum gösterirken, Cumhuriyet hükümetlerinin aynı ad altında “Anadolu Kolejleri”, yabancı dil ile eğitim yapan okullar açmasına bir mana veremiyoruz. Gerçi daha sonra bu okulların adı “Anadolu Liseleri” olarak değiştirilmişse de, bu adın ortadan kalktığı söylenemez.

    XIX. yüyılın sonlarında ilahsız Haçlı Seferi olarak adlandırılan misyoner faaliyetlerinin sonucu Anadolu kan ve ateş gölüne çevrilmiş, milyonlarca masum insan kendi vatanında silahsız ve savunmasız katledilmiştir. Bu katliamın plan ve programcıları misyonerler, katilleri ise bunlara alet olan Ermeni çeteleridir. Hangi ad ve niyetle olursa olsun misyoner okullarının yeniden açılması, yeni felaketlere davetiye çıkartmaktır.

 

 

                                                                                       Doç. Dr. Abdülkadir Yuvalı

                                                                                Yeni Düşünce,27 Ekim-2 Kasım 2000

                                                                                               Yıl 18, Sayı;707

         

     

 DİPNOTLAR

1.Helmuth Von   Moltke, Türkiye Mektupları, Türkçe tcr., Hayrullah Örs; İstanbul, 1969, s.35; Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası,Ankara,1983,s.66-67.

2.Bayram Kodaman,”Ermeni Meselesinin Doğuş Sebepleri”,Türk Kültürü,sayı:219,(ANkar,1981)s.240-249

3.The Oxford English Dictionary,Oxford,1961,s.531

4.Uygur Kocabaşoğlu,Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika,İstanbul.1989,s.32-33

5Bilal Şimşir,”Ermen Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine; Tarih Boyunca Tüklerin Ermeni Toplumu ile ilişkiler Sempozyumu”, (8-12 Ekim 1984,Erzurum) Ankara,1985,s.81-82

6.Bilai Şimşir,a.g.e.,s.118

7.Başbakanlık Arşivi Osmanlı Belgeleri Kataloğu,C.II,Nu.11,s.250

8.A.g.e.,s.358

9.Kamuran Gürün,a.g.e.,s.156

10.Osmanlı Arşivi Yıldız Tasnifi,Ermeni Meselesi,C.II,İstanbul,1989,s.387

11.A.g.e.,s.388

12Uygur Kocabaşoğlu,a.g.e.,s.33

13.Bilal Şimşir,British Documents on Otoman Armenians (1856-1880),s.419

14.Frederick D. Grene, The Armanian Crisis in Turkey,Newyork,1895,s.153

15.Uygur Kocabaşoğlu,a.g.e.,s.92

16.Uygur Kocabaşoğlu,a.g.e.,s.106-110

17.Bilal Şimşir,a.g.m.,s.90

18.Bilal Şimşir,a.g.m.,s.95

19.Uygur Kocabaşoğlu,a.g.e.,s.189-191;İshak Sunguroğlu,Harput Yollarında,C.II,İstanbul,1950,s.90-91

20.Sultan Abulhamit,siyasi Hatıratım,İstanbul,1974,s.63-65

21Harputlu Hacı Hayri Bey’in Manzumesi.

22.Başbakanlık Yıldız Arşivi,Resm.75,No;236.H.1313(1895)

23.Ermeni Komitelerinin Hazırlıyan H.Erdoğan Cengiz.Ankara,1983,s.239

24.İhsan Sungurluoğlu,a.g.e.,s.90

25İhsan Sungurluoğlu,a.g.e.,s.91

26.Bilal Şimşir,a.g.m.,s.96-97;U.Kocabaşoğlu,a.g.e.,s.193

27.Uygur Kocabaşoğlu,a.g.e.,s.194

28.Sultan Abdulhamit,a.g.e.,s.65

29.Başbakanlık Arşivi Osmanlı Belgeleri,Ermeni Kataloğu,C.10,s.193

30.Başbakanlık Arşivi,a.g.k.,C.12,s.97

31.Başbakanlık Arşivi,a.g.k.,C.12,s.5

32.Başbakanlık Arşivi,a.g.k.,C.13,s.20

33.İlknur Polat Haydaroğlu,Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar,Ankara,1990,s.139

34.Kazım Öztürk,Atatürk’ün TBMM.Açık ve Gizli Oturumlardaki Konuşmaları,Ankara,1981,s.180-182

35.Kemal Atatürk,Nutuk,C.II,İstanbul,1953,s.557-626.



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.