Türk Meclisi |
|
||||||||
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832 Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10788 Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236 Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756 Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır. |
|
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler |
ERMENİ DİASPORASININ ORTAYA ÇIKMASINI İSTEMEDİĞİ AVRUPA ADALET DİVANI`NIN NİHAİ KARARI |
Y.Müh.Refik Mor Yeminli Tercüman ve Çevirmen Neumünster-Meclis üyesi-CDU (Christlich Demokratische Union-Hristiyan Demokratlar Birligi partisi) Neumünster 25 Aralık 2008 OYUN BITTI, GAME OVER, DER SPIEL IST AUS !!!!!!!! ERMENİ DİASPORASININ SIR GİBİ SAKLADIĞI AVRUPA ADALET DIVANI’NIN (AAD) NİHAİ KARARI • Ön bilği • Konuya giriş • Kararın Türkce çevirisi • Kararın Almanca aslı-AAD birinci dairesinin- • Kararın Fransızca aslı-AAD dördüncü dairesinin nihai kararı- • Kararın Almanca aslı-AAD dördüncü dairesinin nihai kararı- • Ön bilği Avrupa Adalet Divanı(AAD):(European Court of Justice) Merkezi Lüxemburg“da olan Avrupa Adalet Divanı- AAD,Avrupa birliği üyesi Ülkeleri arasında, AB hukukunu ilgilendiren konularda son sözü söyleyen kurumdur. Adalet Divanı’nın görevi, Avrupa anlaşmalarının yasaya uygun biçimde yorumlanması ve uygulanmasını sağlamak. Üye devletlerin anlaşmalarda öngörülen yükümlülükleri yerine getirip getirmediklerine karar vermek, ulusal mahkemelerin başvurusu üzerine topluluk hukukuna ilişkin çeşitli konuların yorumlanması ya da geçerliliği hakkında ön kararlar almak yetkileri arasında. Hukuki bir işlemin tartışmalı bir konu doğurması halinde ulusal mahkemelerden herhangi biri Avrupa Adalet Divanı’ndan ön karar isteyebiliyor. Ancak bunun yapılabilmesi için üye devlette daha yüksek bir temyiz mercii bulunmaması gerekiyor. Ve Divan kararı bağlayıcı oluyor. Avrupa Adalet Divanı(AAD), merkezi Strazburg’da olan ve Avrupa konseyi’nin bir kurumu olan Avrupa Insan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve merkezi Lahey’de olan Uluslararası Adalet-UAD- ile kariştırılmamalıdır Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), uluslararası bir teşkilat olan Avrupa Konseyi`ne bağlı olarak kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireylerin, birey gruplarının, tüzel kişiliklerin ve diğer devletlerin, belirli usulî kurallar dahilinde başvurabileceği bir yargı merciidir. Uluslararası Adalet Divanı-UAD- :UAD, BM`nin başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı`nın merkezi Hollanda`nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi`nden seçilen 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar değişik ülkelerden seçilir, böylece dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi sağlanmaya çalışılır. Divanın yetki alanı, bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması`nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması`nın (BM Şartı) ayrılmaz bir parçasıdır ve Adalet Divanı`nın çalışma esaslarını belirler. -2- • Konuya giriş Aşağıda Türkce çevirisini yaptığım AAD-nihai kararı, bu konuda, başta şu anda tozu dumana katan ‘özür diliyoruz’ kampanyasını yürütenleri zor duruma sokacağa benziyor. Avrupanın en yüksek yargı organlarından olan ve milli parlamentolarda siyasi olarak alınan sözde Ermeni soykırımı kararı veya kararları, en yüksek nihai hukuki bu karar karşısında geçerliliğini artık tamamen kaybetmiştir. Sivil toplum örğütleri ve politikacılar hukuki temsilcileri kanalı ile veya bizzat, bu kararı Federal Almanya’nın diğer meclis üyelerine ve basına zaman kaybetmeden ulaştırmalıdırlar. Türkiye Cumhuriyeti dışişleri bakanlığındaki hukuk uzmanlarının da bu konuda artık harekete geçmeleri ve bu meclislerin aldıkları siyasi kararın hukuken artık hiç bir değeri olmadığı bildirilmesi gerekmektedir. Kararın çevirisi AB ülkelerinin tüm dillerine zaten yapılmiş durumda. İhtiyaç halinde aşağıdaki adresten temin edilebilir. http://curia.europa.eu/jurisp/cgi-bin/form.pl?lang=de Şimden sonra da herhangi bir Avrupa ülkesi, sözde Ermeni soykırımı hakkında karar aldığında, yine Türkiye Cumhuriyeti dışişleri bakanlığı hukukcuları tarafından o ülke hakkında, AAD’nın bu konudaki kararını ihlal ettiğinden dolayı girişimde bulunulmalıdır. Demokrasinin olmazsa olmazı olan aşağıda sıraladığımız üç ayağı vardır (Medya’yı şu an saymayalım) • Yasama -kanun koyucu, meclisler v.s.-(legislative) • yargı -mahkemeler- (Judikative) • yürütme –Polis, Jandarma, asker v.s.kolluk kuvvetleri -(Exikutive) Bu anlamda, AAD’nın bu nihai kararını-yarğıyı- kabul etmeyenin hukukun üstünlüğü konusunda hazımsızlığı olduğu, böyle kişilerin de asla demokrat olamıyacağı belirtilmelidir. Söz konusu davada, Avrupa Adalet Divanı’nın Ermenilere son sözü: ‘’Sözde soykırımı önce ispatlayın, ondan sonra tazminat isteyin’’ olmuştur. Her ne kadar Ermeni diasporası tarafından bu dava ; ‘’akit ((Antlaşma)) dışı sorumluluktan kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davası’’ Olarak lanse edilse de, mahkemede bunu hak etmek için de, sözde soykırımın ve bu soykırımdan kaynaklanan zararın ispatlanması, davanın ana damarını –esasını- teşkil etmiştir. Ermeniler bu dava ile kıyısından bucağından göle bir maya çalmaya çalışmışlardır ama tutmamıştır. Bazı hukukçular bu gibi subjektif konularda, dolayısıyla tüm siyasi alanda doğan problemlerin mahkemelerin yetkilerinin içine girmediğini (doctrine of political question) iddia etseler de, peki o zaman adama: ‘AAD’ı bu davayı neden kabul etti’ diye sormazlarmı.? Tüm medeni ceza kanunlarının mihenk taşı-çoğu zaman birinci maddesi- içerik olarak hemen hemen aşağıdaki gibidir. ‘’Nulla poena sine lege, nullum crimen sine lege’’ ’’Kanunsuz ceza kesilmez, kanunsuz suç olmaz’’ „keine Strafe ohne Gesetz, kein Verbrechen ohne Gesetz“, Kanunsuz ceza kesilmez. Bir eylemin cezalandırılabilinmesi ise, bu eylemin yapılmasından önce kesinleşmiş bir kanunla ancak mümkündür. Diğer bir deyişle, örneğin 2000 yılında kesinleşmiş bir kanunla, kalkıpta 1999 yılında işlenen bir suçu yarğılayamazsınız. -3- Bu anlamda, Ermeni’lerin şu andaki soykırım hukukunu, siyasi zorlamalarla geçmişe uyğulamaya kalkmaları, abesle iştiğaldir. Böyle hallerde, kanunun makabline şümul yasağı veya yeni Türkce ile söyleyecek olursak: Geçmişe uyğulama yasağı vardır. (Rückwirkungsverbot). Gerçi bazı hukukcular insanlığa karşı işlenen suçlarda hukukun geçmişe uygulama yasağının geçerli olamıyacağını v.s. savunuyorlarsa da, şu anda henüz bu konuda herkesin bir noktada birleştiği kesinleşmiş uluslararası bir karar bulunmamaktadır. İspat yükünün davacıda olduğu bu davada, sözde Ermeni diasporası, kendilerinden istenilen ‘sözde ermeni soykırımı’nı ispatlama konusunda, siyasi söylem ve iddiadan başka hiçbir varlık gösterememişlerdir Bu ‘’tazminat’’ davasının kazanıldığını ve bir de ondan sonra koparılan velveleyi düşünebiliyormusunuz. Bu dava kazanılsa idi, anında EMSAL dava olarak kainata ilan edilirdi ve sonucunda ise: • Türkiye Cumhuriyeti AB’ne üye olması için, önceden Ermeni soykırımını kabul etmek mecburiyetinde kalacaktı. • AAD’nın bu nihai kararı EMSAL karar olarak gösterilip, Ermenilerin ardı arkası kesilmeyen isteklerinin yanı sıra, Türkiye’den birşeyler koparmak isteyen bazı devletlerin siyasi santajları..v.s ile karşı karşıya gelinecekti. AAD’nın rededtiği T-346/03, C-18/04 P Esas sayılı davanın 25 nolu gerekcesinde, hakim aynen söyle demektedir: 25. ((Hüküm vermenin)) şartına gelince; davacıların gerçekten somut olarak zarara uğramış olmalarının tesbit edilmesi gerekir. Davacıların dava dilekcesinde talep ettikleri, şahıslarının ve Ermeni cemaatinin uğradığı, genel tarifi ile yetindikleri sözde manevi zararın ispatı konusunda, ki davacılar bu konuda ne kapsamı, ne de varlığı hususunda zerre kadar somut bilği sunmuş değiller. Davacılar bununla, kendilerinin gerçekte, somut olarak zarar görüp görmedikleri hakkında mahkemenin hüküm verebilmesi için yeterli bilği verememişlerdir. (AAD’nın bu konuda 2 Temmuz 2003 tarihli T-99/98, Hameico Stutgart /konsey ve komisyon davası kararı ve komisyonun no.68 ve 69, Slg.2003, II-0000 emsal kararları)’’ Yine, iddianamenin 10.cu numarasında Davacilar: 10. Davacılar ayrıca, bir çok temel insan haklarının, özellikle 4.Kasım 1950 yılında Roma’da imzalanan insan hakları ve temel özgürlükleri koruma altına alan Avrupa sözleşmesinin 3. ve 8. maddesine dikkat çekerek, burada sözü edilen, özel yaşam hakkının kutsallığı, aşağılayıcı veya insanlık dışı Muameleye tabi tutulmama haklarının ihlal edidiğini, savunmaktadırlar. Hakim ise, bu iddiaya istinaden aşağıdaki cevabı vermiştir 21. .Temel hakların sözde ihlali konusunda ise, (yukarıdaki 10. numaraya bakınız) davacıların, böyle temel insan haklarının ihlali iddiası ile sınırlı kalıp, bunun davalı organlara atfedılen suç ile ne kadar ilğili olduğunu açıklayamamasını belirtmek yeterlidir. -4- Olayların gelişimi: Tarih 20 Temmuz 1987. Avrupa parlamentosu C-190 esas nolu karari ile, içerik olarak : ‘’Türkiye Ermeni soykırımını tanımadığı müddetce, AB’ne üye olamaz’’ denen bir karar alır. Yıl 1999. AB ve o anda başbakanı sayın Bülent Ecevit olan Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye’nin AB’ne üyelik için aday olup olamıyacağı konusunda restleşmektedirler. Başbakan Ecevit Avrupalıların restini görür ve ‘bizi istemeyeni biz hiç istemeyiz ‘ der ve nihayet, o hatırlayacağınız sahnelerle Başbakan sayın Ecevit ertesi gün apar topar Helsinki’ye davet edilerek, Türkiye’nin AB üyeliğine adaylık kararı verilir Bunun üzerine adeta çileden çıkan Ermeni diasporası: -20 Temmuz 1987 tarihli Avrupa parlamentosunun C-190 esas nolu kararına atıfta bulunarak- ‘’Türkiye önce Ermenilere yaptığı soykırımı kabul etsin, ondan sonra üyeliğe adaylık statüsü verin, aksi takdirde AB akit dışı sorumluluğunu zedelemiş olur’’ diyerek, • Avrupa Parlamentosu’na, • Avrupa Birliği Konseyi’ne ve • Avrupa Birliği Komisyonu’na karşı Avrupa Adalet Divanı’nda-AAD’nında- ‘Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekcesizlik) konumu ‘ İçerikli dava açar. Yukarıda , davanın içeriğini oluşturan; ‘’BİRLİĞİN AKİT ((Antlaşma)) DIŞI SORUMLULUĞUNDAN’’ kasdedilen, uluslararası insan hakları ve 1915 olaylarında yaşanan trajik tarihi olaylardır. Daha net söyleyecek olursak: Eğer bu dava kazanıılsa idi, Ermeniler soykırım davasının dörte üçünü kazanmış olacaklardı. Eğer Ermeni diasporası bu davayı kazansa idi, bir dakika dahi durmadan İLK işleri Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurup, Türk’ler hakkında soykırım davasını açarlardı . Ama bu dava, AAD’nın birinci dairesi tarafından 17 Aralık 2003 tarihinde Esas No: T-346/03 kararı ile rededilir. Ermeni diasporası bunun üzerine temyize gider (karar”a itiraz eder) ve AAD’nın dördüncü dairesinde görülen temyiz davası, (itiraz davasI) 17.04.2004 tarihinde, C-18/04 P Esas nolu nihai karar ile yeniden rededilir ve bu nihai kararla Ermeniler ayrıca 30.bin Avro’luk mahkeme masrafını da ödemeye mahkum edilirler -5- Kararın Türkce çevirisi Y.Müh.Refik Mor Yeminli tercüman ve çevirmen, Neumünster /meclis üyesi-CDU, (Christlich Demokratische Union-Hristiyan Demokratlar Birligi) AVRUPA ADALET DİVANI BİRİNCI DAİRESİ K A R A R I 17.ARALIK 2003 Esas No T-346/03 Şansolye H.Jung Başkan B.Vesterdorf Hakim P.Mengozzi Hakim E.Ribeiro Davacı Gregoire Krikorian, Bouc-Bel-Air (Fransa) ikametli Davacı Suzanne Krikorian Bouc-Bel-Air ikametli Davacı Avrupa Ermeni Birliği, Marsilya (Fransa) Vekili Av. P. Krikorian Davalı Avrupa Parlementosu Vekili R.Passos ve A.Baas, Tebligat adresi Luxenburg Davalı Avrupa Birliği Konseyi Vekili S.Kypriakopoulou ve G Marhic Davalı Avrupa Birligi Komisyonu Vekili F.Dintilhac ve C. Ladenburger. Tebligat adresi Luxenburg Dava ‘’Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekcesizlik) konumu’’ Davacı, verdiği manevi tazminat dava dilekcesinde, güya, özellikle de Türkiye Cumhuriyetine Avrupa Birliğine girmesi için adaylık statüsü tanındıgından dolayı, zarara ugradıklarını beyan etmiştir. 1. 1915 de Türkiye’de yaşayan Ermenilere yapılmış olan soy kırımını kabul etmeyi redettiği halde, Türkiye Cumhuriyetine Avrupa Birliğine girmesi için üyeliğe adaylık statüsü tanındıgından dolayı, güya, özellikle kendilerine maddi zarar verildiğini beyan eden davacılar, 9.Eylül 2003 tarihinde mahkemeye ulaşan dava dilekcesinde aşagıda sözü edilen tazminat davasını açmışlardır. 2. Davacılar dilekcesinde ayrıca, • Avrupa Parlementosunun 18.Haziran 1987 tarihli, Ermeni sorununun siyasi çözümü konusunda aldıgı kararının, (Esas: C-190, resmi gazete sayfa 119)Avrupa Birliği için de hukuken bağlayıcı olduğununa, • Davalıların, birlik hukukunu vasıflı olarak , davacılara zarar verecek şekilde ihlal edip etmediğine, • Davallıları, her davacıya bir Euro, tazminat olarak ödemeye mahkum etmeye, • 30.000 Euro mahkeme masraflarının faizi ile birlikte olmak üzere, davalılara yüklenmesine, 3. Davacılar ayrıca, mahkemeye 9.Ekim 2003 tarihinde ulaşan geçici tedbir kararı alınmasını istediği özel dilekcesinde de, davalılardanTürkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliği üyeliği statüsünün incelenmesinin ertelemesini ve görüşmelerin tekrar başlaması için ise, bu devletin sözü edilen soykırımının önce kabul etmesinin, karara bağlanmasını talep etmiştir. -6- Kararın gerekceleri Tarafların beyanı 4. Davacıların görüşüne göre, Avrupa Birliği için akit dışı sorumluluk gerektiren ilk durum, Avrupa Konsey’inin Türkiye Cumhuriyeti’ne 10 ve 11 aralık 1999 Helsinki’deki (Finlandiya) toplantısında, resmi olarak Avrupa birliği üyeliği statüsünü verirken, bu devletin, sözü edilen soykırımı önceden tanıması şartına bağlamaması ile hasıl olmuştur. Davacılar ayrıca,Türkiye Cumhuriyetinin üyelik ortaklığından fadalanarak, küçümsenmiyecek yardımlar alarak, geriye dönüşü olmayan üyeliğe doğru yol alabileceğine dikkat çekmektedirler.Bu konuda çeşitli kaynaklar göstermektedirler. Örneğin Konseyin 26 Şubat 2001 tarihli Türkiye ile yakınlaşma ştratejisi çerçevesinde Türkiye’ye yardım konulu(EG) 390/2001 nolu kararnamesi ve bilhassa üyeliğe hazırlık hakkında 17 Aralık 2001 tarihinde konseyin (EG) Nr.2500/2001 (Abl.L 58, S 1) nolu kararnamesi.Ayrıca(EWG)No.3906/89,(EG)No.1267/1999,(EG)no.1268/1999 ve (EG)No.555/2000 (ABl.L342,S 1) ve yine konseyin 8.Mart 2001 2001/235 sayılı kararları. (ABl.L85, S13) 5. Bu sebeplerden dolayı da, davalı organlar Helsinki kararını ayan beyan bir şekilde ihlal etmiş olmuşlarmış. Avrupa Parlamentosunun bu kararı, Türk hükümetinin sözü edilen soykırımını kabul etmemesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin AB’ne olası üyelik statüsünün görüşülmesinde, aşılması mümkün olmayan bir engel olarak görüyormuş. 6. Davacılara göre, 1987 yılında alınan parlamento kararı, aynı zamanda tavsiye ve mutelaa olarak hukuki sonuçlar oluşturabilecek, hukuki bir eylemdir. (AAD’nın13 Aralık 1989 tarihli C-322/88 esas nolu Grimaldi kararı, Slg.1989, 4407). 1987 ylında alınan bu parlamento kararının, Görüşülen bu davada hüküm oluşturduğu (inkişaf ettigi) veya parlamentonun sıradan işlerinin çerçevesini aşan, hükümler oluşturacak boyutta olduğu savunulmaktadır. (AAD’nın 2 Ekim 2001 tarihli T-222/99, T-327/99 ve T-329/99 esas nolu kararları, Martinez /Parlamento, Slg. 2001, II-2823). Parlamento , sözü edilen soykırımının önceden tanınmasını şart koşan bu kararı ile, Türkiye Cumhuriyeti’ne, kamu oyu önünde olağanüstü üyelik şartları koymuştur, denmektedir. 7. Davacılar, 1 Haziran 1987 tarihinde uzlaşılmış Avrupa Birliği Dosyasının yürürlüğe girmesi ile 237 EWG/akit maddesinin yürürlükten kalktığını hatırlatarak, parlamentonun artıkTürkiye Cumhuriyeti’nin üyeliğine karşı gelme selahiyetine sahip olduğuna dikkat çekip, parlamentonun artık şimden sonra Avrupa Birliği hakkındaki onaylayıcı mütaalasının, akitin 49.maddesine göre vermesi gerektiğini beyan ederek, 1987 deki parlamento kararının bu tarihten sonra, yani 20 Temmuz 1987 tarihinde yayımlandığını ve bundan dolayı ancak bilğileri olduğunu özellikle vurgulamışlardır. 8. Bundan dolayıdırki, 1987 deki parlamento kararı davacılarda, parlamentonun Türkiye Cumhuriyeti’nin üyeliği söz konusu olduğunda veto hakkını kullanacağı doğrultusunda haklı bir güvenç doğurduğu veya genel olarak ifade etmek gerekirse, şüpheli soy kırımını onlar tarafından (Türkiye Cumhuriyeti) tanınmadığı müddetce, Avrupa Birliği organlarıTürkiye Cumhuriyeti’nin üyeliğinin incelenmesine karşı geleceği kanısı hasıl olmuş.Yukarıda 4.numarada sözü edilen hususlar da haklı güvencenin ihlali olarak beyan edilmektedir. 9. Davacılar, Avrupa Birliğinin kendi kendisini ((kusursuz)) davranış ve başarı sorumluluğu ile mükellef tuttuğunu, oysa ki, burada birlik hukukunun kafi derecede vasıflı ihlalini ispat etmek için, 1987 parlamento kararının önğördüğü kriterlerinin hafifden dahi olsa ihlal edildiğini tesbit etmek yeterlidir, denmektedir. . 10. Davacılar ayrıca, bir çok temel insan haklarının, özellikle 4.Kasım 1950 yılında Roma’da imzalanan insan hakları ve temel özgürlükleri koruma altına alan Avrupa sözleşmesinin 3. ve 8. maddesine dikkat çekerek, burada sözü edilen, özel yaşam hakkının kutsallığı, aşağılayıcı veya insanlık dışı Muameleye tabi tutulmama haklarının ihlal edidiğini, savunmaktadırlar. -7- 11. Davacılar en nihayet olarak, Ermeni toplumunun üyesi ve de sözde soykırımdan kurtulanların zürriyetleri olarak manevi zarara uğradıklarını iddia etmektedirler. 12. sözü edilen soykırım gerçeği hatırlanıldıgında ve tüm Ermenilerin onurunu oluşturan tarihi gerçek hakkındaki kayğı da göz önünde bulundurulduğunda, davacılar, davalı kurumların davranışının onurlarını yaraladığını iddia etmektedirler.Bu soykırımı, Ermeni halkının kimliği ve ermeni tarihinin vazgeçilmez bir parçası olduğundan, davacıların kimliği, davalı kurumların davranışlarından dolayı, tamiri mümkün olmayan bir biçimde zarar gördüğü iddia edilmiştir. Eger sözü edilen soykırım gerçeğinden şüphelenilirse, nihayetinde Ermeni toplumunun kendisini düşük değerli hissetmesine ve marjinalleştirilmesine yolaçacağı beyanında bulunulmuştur.Türkiye Cumhuriyetinin tutumunun davacıyı adeta kanı helal ilan ederek, onları ikinci sınıf magdur sınıfına soktuğu beyan edilmiştir. Bu durumun davacıyı, çok derin bir haksızlığa uğramışlık hissi ile doldurduğu ve yasını dahi yeterli derecede tutamadığı belirtilmiştir. Gereği düşünüldü, mahkemenin takdiri: 13. Eger bir davanın, alenen, hertürlü hukuki bir dayanağı yok ise, Mahkeme, mahkemenin 111. yargılama hükmüne göre yargılamayı devam ettirmeyerek, hüküm verip, gerekceleri ile karara bağlıyabilir. Mahkeme, dava dilekcesini göz önünde bulundurarak, davalı kurumları dinlemeden ve sözlü duruşmayı açmadan da, sözkonusu davanın gerekçeliliği hakkında karar verecek durumda oldugu kanaatindedir. 14. Daha önce verilen emsal kararlara göre, Avrupa birliğinin akit dışı sorumluluğu, birliğin 288.maddesinin 2.paragrafında belirlenmiş olup, bir sürü şartların yerine getirilmiş olmasına baglıdır. Yani buna göre, Kurumlara atfeilen kanun dışı davranış ile gerçekte var olan ve telafisi istenen (madi ve manevi) zarar arasında sebep-sonuç ilişkisinin olması gerekmektedir. (Bu konudaki AAD’nın:29 Eylül 1982, esas no.26/81, Oleifici MediteraraneiEWG,Slg.1982, 3057, Randnr.16 ve yine 11 Temmuz 1996, esas no.T-175/94, Internatıonal Procurement Servıces/kommıssıon, Slg.1996, II-729,II-1343, Randnr.30. ve yine 11 Temmuz 1997 esas no. T-267/94,Oleifici İtaliani/Kommission, Slg.1997,II- 1239, Randnr.20, emsal kararlarıdır). 15. Bu şartlardan herhangi birisinin yerine getirilmemesi durumunda, birligin akit dışı sorumluluğunu belirleyen geriye kalan diğer sartlara bakılmaya gerek görülmeden, dava tümden rededilir.(Bu konuda AAD’nın 14 Ekim 1999 tarihli esas no.C-104/97 P, Atlanta/Avrupa Birliği,Slg.1999,I-6983, Randnr.65 kararı). 16. Davacılar burada, birincisi, 10 ve 11 Aralık 1999 tarihinde Avrupa konseyinin Türkiye Cumhuriyeti’ne Helsinki’de AB’ne üye olabilme statüsünü vermiş olması ve digeri ise,Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konumdan çıkar elde etmiş olması hususu olarak, birliğin akit dışı sorumluluğunun devreye girmesi gerektiği, iki husus belirtmektedir. 17. Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa birliğine üyeliğe adaylık statüsünün tanınmasına gelince; bu kararın, EG’nin 7. maddesi gereği birliğin organı olmayan, avrupa konseyinin tasarrufunun sonucu olduğunu tesbit etmek gerekir. Kaldıki, 14.cü numarada belirtildiği gibi, yalnız birliğin organı olan bir kurumun davranışı, akit dışı sorumluluğu doğurabilir.Bundan dolayıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa birliğine üyeliğe adaylık statüsünün tanınmasının, birliğin akit dışı sorumluluğunu doğurduğu gerekcesinin rededimesi gerekir. -8- 18. Davacılar burada, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği ile olan ortaklığından yararlanmasının, 1987 de alınan karara ters düştüğünü ve davalı organın davranışının hukuki geçerliliğinin olmadığını, savunmaktadır. 19. 1987 ‘de alınan kararın, saf siyasi bir açıklama içeren, her an parlamento tarafından tekrar değiştirilebilinecek bir döküman olduğunun tesbitini yapmak yeterlidir. Bu sebeplerden dolayıdır ki, bu kararın, kararı alanlara karşı hukuki bağlayıcılığı olmadığı gibi, hele hele diğer davalı orğanlara karşı da hiç bir bağlayıcı hukuki sonuçlar inkişaf ettirmez. 20. (yukarıda 19”da) yapılan bu tesbit, davacılarda haklı olarak oluşabilecek; ‘’bundan sonra artık AB-organları, Avrupa Parlamentosu’nun 1987 ‘deki kararının içeriği doğrultusunda hareket edecekler’’ hissini bertaraf etmek için yeterlidir. (Bu anlamdaki AAD’nın 11 Temmuz 1985 tarihli 87/77, 130/77, 22/83, 9/84 ve 10/84, salerno / avrupa komısyonu ve Avrupa konseyi davası ve Slg.1985, 2523, no 59 ve 28 Kasım 1991 tarihli Esas no C-213/88 ve C- 39/89, Lüxenburg/Parlamento davaları, komisyonun Slg. 1991, I-5643,no.25 kararı). 21. Temel hakların sözde ihlali konusunda ise, (yukarıdaki 10. numaraya bakınız) davacıların, böyle temel insan haklarının ihlali iddiası ile sınırlı kalıp, bunun davalı organlara atfedılen suç ile ne kadar ilğili olduğunu açıklayamamasını belirtmek yeterlidir. 22. Bu arada, bir şeyi de zikretmek gerekir ki, o da, davacıların neden-sonuç- ilişkisini belirleyen şartların yerine getirildiğini açıkca ispatlıyamadığıdır. 23. sürekli veilen yargısal (emsal) kararlara göre, sözü edilen organların işlediği sözde hata ile, iddia edilen zarar arasında, neden-sonuç-ilişkisi olması mecburiyeti olup, bunun da ispat yükü davacıya aittir.(AAD’nın 24 Nisan 2002 tarihli, esas no.T-220/96,EVO/Rat davası kararı ve Komisyonun Slg.2002, II- 2265, no.41 ve orada yapılan karar alıntısı) Ayrıca,sözü edilen organın hatalı davranışı, bu zararın doğmasına doğrudan ve tayin edici neden olması gerekmektedir. (AAD’nın 15 Haziran 2000 tarihli, esas no.T-614/97, Aduanas Pujol Rubıo /konsey davası kararı ve Komisyonun Slg.200, II-2387,no.19 kararı ve AAD’nın T-16 Haziran 2000 tarihli, esas no.T-611/97, T-619/97 Transfluvia/konsey davası kararı ve komisyonun Slg.2000, II-2405, no.17 ve AAD’nın 12 Aralık 2000 tarihli esas no.T-201/99 Royal Cruıses /konsey davası kararı ve komisyonun Slg. 2000, II-4005, no. 26 kararı. Temyiz edilen bu karar da, ayrıca AAD’nın 15 Şubat 2002 tarihinde verdiği, resmi gazetede yayınlanmamış olan Royal Olympıc Cruıses/Konsey ve Komısyon davasında esas no.C-49/01 nihai kararı ile tasdik edilmiştir.) 24. Davacıların dava dilekcesindeki gerekcelerinden, iddia edilen manevi tazminatın, suçlanan organların davranışlarından değil de, Türkiye Cumhuriyeti’nin sözde soy kırımı tanımadığından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Davacılar bununla, davalı organlara atfedilen suçlu davranışın, iddia edilen zararın ortaya çıkmasında, doğrudan ve tain edici bir unsur olduğuna dair hiç bir ispat ortaya koyamamıştır. 25. Davacıların gerçekten ve somut zarar görmüş olduklarını gösteren deliller konusuna gelince; davacılar, dava dilekcesinde genel ifadelerle Ermeni birliğinin uğradığı manevi zararın talebi ile sınırlı kalmış olup, ne bu konuda, ne de şahsen kendilerinin ugradıgı zararın kapsamı hakkında zerre kadar dahi delil gösterememiş olmalarıdır Davacılar bununla, kendilerinin gerçekten ve somut olarak zarar görüp görmedikleri hakkında mahkemenin hüküm verebilmesi için yeterli bilği verememişlerdir. (AAD’nın bu konuda 2 Temmuz 2003 tarihli T-99/98, Hameico Stutgart /konsey ve komısyon ((Emsal))davası kararı ve komisyonun No.68 ve 69, Slg.2003, II-0000 kararı) 26. Davacılar bu konuda, açıkca, birliğin akit dışı sorumluluğunun olduğunu İspatlıyamamışlardır. -9- 27. yukarıdaki nedenlerden dolayı tazminat davasının açıkca esassız olması itibariyle reddine. Masraflar : 28. (Yarğılama) masraflarının, yarğılama usülünün 87.ci maddesinin 2.ci parağrafına göre, dilekce vererek, davayı kaybedene ödettirilmesine, 29. Davacıların, davaya cevap dilekcesini ve masraf dilekcesini mahkemeye ibraz etmeden önce, şu anki dava hakkındaki karar, yarğılama usülünün 111.ci maddesine göre veriliyor. Onun için, mahkemenin herhanği olağan üstü bir durum tesbit ettiği durumlarda masrafları paylaştırabileceği, yarğılama usülünün 87.ci maddesinin 3. parağrafının uyğulanmasına, 30. Davacıların mahkemeyi kaybeden olduklarından, masrafların onların tarafından ödenmesine, 31. Bu sebeplerden dolayıdırki; 1.davanın reddine, 2.yarğılama masraflarının davacılar tarafından ödenmesine, AAD’nın((Avrupa Adalet Divanı’nın)) birinci dairesi tarafından Karar vermiştir. Lüxenburg. 17.Aralık 2003 Şansölye Başkan H.Jung B.Vesterdorf Not:16 Ocak 2004’de temyize verilen (itiraz edilen) bu dava, yine 29.Ekim 2004 tarihinde, AAD’nın dördüncü dairesi tarafından Fransız dilinde görüşülmüş ve Esas No: C-18/04 P ile rededilerek nihai karar verilmiştir. Daha fazla bilği için, AAD’nın (Avrupa Adalet Divanı’nın) bilği bankasının adresi: http://curia.europa.eu/jurisp/cgi-bin/form.pl?lang=de. ------------------------------------------------------------------------------- AralIk .2008 “Özür diliyoruz” kampanyacIlarIna ; Y.Müh.Refik Mor Neumünster meclis üyesi ,Hiristiyan Demokratlar Birligi-( Christlich Demokratische Union-CDU) Almanya HUKUK DIYORSA EVET, ÖZÜR DİLERİZ....!! SIYASETCILER DİYORSA HAYIR, ÖZÜR DİLEMİYORUZ...!! ‘’ERMENİ SOYKIRIMININ’’ HUKUKİ BİR DAYANAĞI YOKTUR . Türkiye’de bır kısım ‘Entellektüel’ şu sıralarda Ermeni’lerden ‘özür diliyoruz’ diye bir kampanya başlatmıştır.Bu kampanyanın hedefi, hukuki bir dayanağı olmayan ‘sözde Ermeni soykırımına’ kamu oyu baskısı ile siyasi bir kılıf uydurarak, hukukun üstünlüğünü delmeye yöneliktir. ‘Özür diliyoruz’ diye verilmeye kalkışılan mesaja ve ‘1915 olaylarına’ gelince; Demokrasinin olmazsa olmazı olan aşağıda sıraladığımız üç ayağı vardır (Medya’yı şu an saymayalım) • Yasama -kanun koyucu, meclis v.s.-(legislative) • yargı -mahkemeler- (Judikative) • yürütme –Polis, Jandarma, asker v.s.kolluk kuvvetleri -(Exikutive) • Bu üç ilkenin birisini ihlal ettiğiniz zaman, siz artık demokrat sayılmazsınız ve sizin yeriniz artık herhanği bir muz cumhuriyetidir. Tüm medeni ceza kanunlarının mihenk taşı-çoğu zaman birinci maddesi- içerik olarak hemen hemen aşağıdaki gibidir. ‘’Nulla poena sine lege, nullum crimen sine lege’’ ’’Kanunsuz ceza kesilmez, kanunsuz suç olmaz’’ Kanunsuz ceza kesilmez. Bir eylemin cezalandırılabilinmesi ise, bu eylemin yapılmasından önce kesinleşmiş bir kanunla ancak mümkündür. Diğer bir deyişle, örneğin 2000 yılında kesinleşmiş bir kanunla, kalkıpta 1999 yılında işlenen bir suçu yarğılayamazsınız. Bu anlamda, Ermeni’lerin şu andaki soykırım hukukunu, siyasi zorlamalarla geçmişe uyğulamaya kalkmaları, abesle iştiğaldir. Böyle hallerde, kanunun makabline şümul yasağı veya yeni Türkce ile söyleyecek olursak: kanunun geçmişe uyğulama yasağı vardır. Çünkü demokrasinin uygulamalı yaşandığı ülkelerde ceza kesilmeden önce ; • suçun hangi hukuki tanıma göre verildiği hakim tarafından gerekçelendiriler ve okunur. Yerel ve uluslararası hukuk bunu emreder. • Örneğın: „suçu” hafifletici ve ağırlaştırıcı nedenler varmıdır. Kamu vijdanı ne durumdadır ? • savaş veya barış ortamı varmıdır? • Vatana ihanet, nefsi müdaafa söz konusumudur ? • Ülkeden toprak talebi veya silahlı ayaklanma varmıdır.... v.s., v.s. -2- Bunların hiç birini veya bir kaçını göz önünde bulundurmadan birisini veya birilerini yargilamaya kalkarsanız kanunsuz ceza vermiş oluırsunuz, ki bu da yukarıda sözü edilen tüm ceza kanunlarının birinci maddesi olan ; „Hiç kimse kanunsuz cezalandırılamaz“ İlkesine ters düşer. Yoksa her kes her önüne gelene, senden şu kadar alacağım var, veya bana şunu yaptın deyıp iddia bazında ceza kestiremez. Almanlar Nürnberg’de yargılanıp mahkum edildiler. Türkler hakkında ise yalnız ve yalnız siyasi iddia bazında suçlamalar vardır. O kadar. O halde bizim entellektüel ‘Özür diliyorum’ kampanyasını yürütenlerin kast ettiği o zamana dönelim ve duruma bir bakalım. Yıl 1912, İtalyanlar, Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’ ı işğal ettmiş, güney ve batı anadolu fransızlara; Suriye, Adana, Mersin ingilizlere; Ege bölgesi Yunanlılara; boğazlar ve doğu Anadolu ruslara vaad edilmiş ve ülke şimdiki İrak gibi resmen işğal altındadır. Ermenilere’ de doğu anadolu’da kurulacak bir Ermenistan vaad edilmiştir. İşte tam da bunun için ermeniler kendilerince, vatandaşı oldukları Osmanlıya karşı “haklı” bir savaşa girişmişlerdir. Ermenililer bu savaşda osmanlıya karşı işgalcilerle özellikle Ruslarla ve Fransızlarla bir olup, Türkleri arkadan hançerlemişlerdir. Ermenililer Antep kuşatmasında fransizlara birlikde Türklere karşı nasil savaştiklarını, ben şahsen bu savaşa katılan akrabalarımdan canlı dinlemişimdir. Osmanlılar işgalcilere karşı cephede savaşı kazanmak için cephe gerisindeki bu iç savaşı önce önlemeleri gerekirdi. İşte tam da bunun için Ermeniler, Osmanlı toprağı olan şimdiki Suriye ve Irak olan topraklara zoraki göçe (tehcir) tabii tutuldular. • Amerikalılar ikinci dünya savaşında, japonların Pearl Harbour limanına saldırısından sonra da aynı Osmanlı’nın bu yöntemine baş vurdular ve bu bölgedeki yaklaşık yarım milyon Amerikan vatandaşı japon’u iç bölgelere zoraki göç ettirdiler, ki japonlar saldırgan japonlarla iş birliği yapmasınlar diye. Amerikalilar soykırımı mı yaptılar? Hayır. • Çekoslovaklar, ikinci dünya savaşında, Naziler’e misilleme olarak Çekoslovakya’dan tam bir buçuk milyon Alman’ı (Sudetendeutschen) şimdiki kuzey Amanya’ya, yani Schleswig-Holstein’ a zoraki göç ettirdiler. Çekoslovaklar soy kırımı mı yaptılar? Hayır. • Irak’ da işğalden beri tam bir milyon ikiyüz bin kişi, batılılar tarfından öldürüldü. Beş milyon yetim çocuk ve bir o kadar insanı sakat bıraktılar. Soykırımı mı yaptılar? Batılıların yanıtı hayır. Onlara göre, hukuki ‘’haklı’’ nedenleri var olup savaş durumu hakim diyorlar. Şimdi gelelim soy kırımı kavramının uluslararası tanımına: „Soy kırımı, silahsız ve savunmasız bir toplumun bütün bireylerinin ayrım gözetmeksizin, silahlı bir toplum tarafından ve planlı bir biçimde, yalnIz belli bir ırka tabii olduklarından dolayı, yok edilmesidir “ Örnek: Almanların yahudilere ve afrikalı herero halkına ve sırpların 1999 boşnaklara yaptığı gibi. Ayrica, soy kırımına uğradığını ileri süren tarafın savaş halinde düşmanla iş birliği yapmaması ve silah kullanmaması gerekiyor. Saldırıya uğrayan gurubun silahsız olması gerekiyor. -3- Aksi takdirde her silahlı catışmayı ve savaş anındaki kitle katliamını – Hiroşima’ da bir çırpıda 250 bin kişinin ölümünü – soy kırımı kabul edersek ve soy kırımı yapanların bir listesini çıkartmak istersek, Türkiye,Amerika, Almanya, Fransa, İlgitere, Belçika ve diğer bir çok ülkeden sonra listedeki en son isim olur. Hiç eveleyip gevelemiyelim, eğer Türkler o savaşda yenilseydi – Sevr(Sevres) antlaşması kalsaydı- biz Ermenilerin, Ermeniler’ de bizlerin konumunda olacakdı. Savaşdık ve biz galip geldik. Anlaşılan odur ki, o dönemin işğalci emparyalist güçleri, Anadoluda uğradıkları o korkunç hezimeti hala içlerine sindirememişler ve hala revanşı oynamaya kalkışıyorlar. Medeni bir Millet olarak biz Türkler, bu konuda şunu diyoruz: Kavga, döğüş ve savaş yaptıksa, bunlar iyi şeyler olmadığından dolayı, tekrar barI$mak icin, birbirimizden özür dileyebiliriz. Ama tek taraflı değil. Çözüm önerisi: • Taraf ülkeler olarak Türkiye’den ve Ermenistan’dan eşit sayıda tarihci davet edilsin. • Amerika, Almanya, Fransa, Ingiltere Türk ve Ermenistan gibi tüm ülkelerin arşivleri bu tarihcilerin emrine verilsin. • bu tarihcilerin elde ettikleri sonuçlar, tarafsız bir kuruma, örneğin UNESKO’ya verilerek değerlendirilsin. sonuca herkes katlansın. Hodri meydan. Refik Mor Neumünster meclis üyesi ,Hiristiyan Demokratlar Birligi-( Christlich Demokratische Union-CDU) Almanya ---------------------------------------------------------------------------- • Kararın AlmancasI-birinci daire- … AAD“nIn“ asagıdaki bilgi bankası adresinden yukarıdaki bilgilere doğrudan ulaşılabilir. BESCHLUSS DES GERICHTS (Erste Kammer) 17. Dezember 2003(1) „Außervertragliche Haftung der Gemeinschaft - Offensichtliche Unbegründetheit der Klage“ In der Rechtssache T-346/03 Grégoire Krikorian, wohnhaft in Bouc-Bel-Air (Frankreich), Suzanne Krikorian, wohnhaft in Bouc-Bel-Air, Euro-Arménie ASBL mit Sitz in Marseille (Frankreich), Prozessbevollmächtigter: Rechtsanwalt P. Krikorian, Kläger, gegen Europäisches Parlament, vertreten durch R. Passos und A. Baas als Bevollmächtigte, Zustellungsanschrift in Luxemburg, Rat der Europäischen Union, vertreten durch S. Kyriakopoulou und G. Marhic als Bevollmächtigte, und Kommission der Europäischen Gemeinschaften, vertreten durch F. Dintilhac und C. Ladenburger als Bevollmächtigte, Zustellungsanschrift in Luxemburg, Beklagte, wegen Antrags auf Ersatz des immateriellen Schadens, den die Kläger angeblich insbesondere dadurch erlitten haben, dass der Türkischen Republik der Kandidatenstatus für den Beitritt zur Europäischen Union zuerkannt wurde, erlässt DAS GERICHT ERSTER INSTANZ DER EUROPÄISCHEN GEMEINSCHAFTEN (Erste Kammer) unter Mitwirkung des Präsidenten B. Vesterdorf sowie der Richter P. Mengozzi und der Richterin E. Martins Ribeiro, Kanzler: H. Jung, folgenden Beschluss Dem Rechtsstreit zugrunde liegender Sachverhalt und Verfahren 1. Mit Klageschrift, die am 9. Oktober 2003 bei der Kanzlei des Gerichts eingegangen ist, haben die Kläger die vorliegende Schadensersatzklage erhoben, mit der sie Ersatz des Schadens verlangen, der ihnen angeblich insbesondere dadurch entstanden ist, dass der Türkischen Republik der Kandidatenstatus für den Beitritt zur Europäischen Union zuerkannt worden sei, obwohl dieser Staat es abgelehnt habe, den 1915 an den in der Türkei lebenden Armeniern begangenen Völkermord anzuerkennen. -2- 2. Die Kläger beantragen, - die Entschließung des Europäischen Parlaments vom 18. Juni 1987 zu einer politischen Lösung der armenischen Frage (ABl. C 190, S. 119, im Folgenden: Entschließung von 1987) für rechtsverbindlich gegenüber der Europäischen Gemeinschaft zu erklären; - festzustellen, dass die Beklagten das Gemeinschaftsrecht in hinreichend qualifizierter Weise zum Schaden der Kläger verletzt haben; - die Beklagten zu verurteilen, an jeden der Kläger einen Betrag von einem Euro als Schadensersatz zu zahlen; - den Beklagten die Kosten aufzuerlegen, die mit 30 000 Euro zuzüglich Zinsen veranschlagt werden. 3. Mit besonderem Schriftsatz, der am 9. Oktober 2003 bei der Kanzlei des Gerichts eingegangen ist, haben die Kläger einen Antrag auf einstweilige Anordnung eingereicht, der darauf abzielt, dass die beklagten Organe das Verfahren zur Prüfung der Kandidatur der Türkischen Republik für den Beitritt zur Europäischen Union aussetzen und die Wiederaufnahme dieses Verfahrens von der vorherigen Anerkennung des erwähnten Völkermordes durch diesen Staat abhängig machen. Entscheidungsgründe Vorbringen der Parteien 4. Nach Ansicht der Kläger besteht der erste haftungsbegründende Umstand für die außervertragliche Haftung der Gemeinschaft darin, dass der Europäische Rat auf seiner Tagung am 10. und 11. Dezember 1999 in Helsinki (Finnland) der Türkischen Republik offiziell den Kandidatenstatus für den Beitritt zur Europäischen Union zuerkannt habe, ohne diesen Beitritt von der vorherigen Anerkennung des erwähnten Völkermordes durch diesen Staat abhängig zu machen. Die Kläger weisen außerdem darauf hin, dass die Türkische Republik von einer Beitrittspartnerschaft profitiere, die eine beträchtliche Unterstützung vorsehe, wodurch sich dieser Staat unwiderruflich auf den Weg zum Beitritt begeben könne. Sie beziehen sich insoweit auf mehrere Dokumente, darunter die Verordnung (EG) Nr. 390/2001 des Rates vom 26. Februar 2001 über die Hilfe für die Türkei im Rahmen der Heranführungsstrategie und insbesondere über die Errichtung einer Beitrittspartnerschaft (ABl. L 58, S. 1), die Verordnung (EG) Nr. 2500/2001 des Rates vom 17. Dezember 2001 über die finanzielle Heranführungshilfe für die Türkei und zur Änderung der Verordnungen (EWG) Nr. 3906/89, (EG) Nr. 1267/1999, (EG) Nr. 1268/1999 und (EG) Nr. 555/2000 (ABl. L 342, S. 1) und den Beschluss 2001/235/EG des Rates vom 8. März 2001 über die Grundsätze, Prioritäten, Zwischenziele und Bedingungen der Beitrittspartnerschaft für die Türkische Republik (ABl. L 85, S. 13). 5. Aus diesem Grund hätten die beklagten Organe in eklatanter Weise gegen die Entschließung von 1987 verstoßen. Das Parlament habe mit dieser Entschließung erklärt, dass die Weigerung der türkischen Regierung, den erwähnten Völkermord anzuerkennen, ein unüberwindliches Hindernis für die Prüfung eines möglichen Beitritts der Türkischen Republik zur Europäischen Union darstelle. 6. Nach Ansicht der Kläger stellt die Entschließung von 1987 einen Rechtsakt dar, der in gleicher Weise wie die Empfehlungen und Stellungnahmen Rechtswirkungen entfalten könne (Urteil des Gerichtshofes vom 13. Dezember 1989 in der Rechtssache C-322/88, Grimaldi, Slg. 1989, 4407). Im vorliegenden Fall entfalte die Entschließung von 1987 Rechtswirkungen oder sei dazu bestimmt, Rechtswirkungen zu entfalten, die über den Rahmen der internen Arbeitsorganisation des Parlaments hinausgingen -3- (Urteil des Gerichts vom 2. Oktober 2001 in den Rechtssachen T-222/99, T-327/99 und T-329/99, Martinez u. a./Parlament, Slg. 2001, II-2823). Denn mit dieser Entschließung habe das Parlament öffentlich eine besondere Beitrittsbedingung für die Türkische Republik aufstellen wollen, die in der vorherigen Anerkennung des genannten Völkermordes bestehe. Die in der Entschließung gebrauchten Formulierungen ließen im Übrigen keinerlei Zweifel an der Absicht des Gemeinschaftsorgans. 7. Die Kläger erinnern in dieser Hinsicht daran, dass das Parlament mit dem Inkrafttreten der Einheitlichen Europäischen Akte am 1. Juli 1987 aufgrund des inzwischen aufgehobenen Artikels 237 EWG-Vertrag die Befugnis gehabt habe, sich dem Beitritt der Türkischen Republik zu widersetzen, und dass sich das Erfordernis einer zustimmenden Stellungnahme des Parlaments nunmehr aus Artikel 49 des Vertrages über die Europäische Union ergebe. Sie heben hervor, dass die Entschließung von 1987 nach diesem Datum, nämlich am 20. Juli 1987, veröffentlicht worden und so zu ihrer Kenntnis gelangt sei. 8. Infolgedessen habe die Entschließung von 1987 bei ihnen ein berechtigtes Vertrauen darauf, dass das Parlament gegebenenfalls von seinem Vetorecht hinsichtlich des Beitritts der Türkischen Republik Gebrauch mache, oder, allgemeiner gesagt, darauf entstehen lassen, dass sich dieses Organ der Prüfung der Kandidatur der Türkischen Republik widersetzen werde, solange diese den fraglichen Völkermord nicht anerkannt habe. Die oben in Randnummer 4 genannten Umstände stellten eine Verletzung dieses berechtigten Vertrauens dar. 9. Die Kläger meinen deshalb, da sich die Gemeinschaft eine Verhaltens- und Erfolgspflicht auferlegt habe, genüge die bloße Feststellung eines Verstoßes gegen die Vorgaben der Entschließung von 1987, um eine hinreichend qualifizierte Verletzung des Gemeinschaftsrechts nachzuweisen. 10. Die Kläger berufen sich außerdem auf einen Verstoß gegen mehrere Grundrechte, insbesondere das Recht darauf, keine unmenschliche oder erniedrigende Behandlung zu erleiden, und das Recht auf Achtung des Privatlebens, die in Artikel 3 und 8 der am 4. November 1950 in Rom unterzeichneten Europäischen Konvention zum Schutze der Menschenrechte und Grundfreiheiten verankert seien. 11. Schließlich machen die Kläger geltend, dass sie als Mitglieder der armenischen Gemeinschaft und als Nachkommen von Überlebenden des fraglichen Völkermordes einen immateriellen Schaden erlitten. 12. Insoweit tragen sie vor, dass das Verhalten der beklagten Organe eine Verletzung ihrer Würde darstelle, berücksichtige man die Tatsache, dass die Erinnerung an die Opfer des genannten Völkermordes und die Sorge um die historische Wahrheit integraler Bestandteil der Würde aller Armenier seien. Da dieser Völkermord integraler Bestandteil der Geschichte und Identität des armenischen Volkes sei, sei die Identität der Kläger selbst in irreparabler Weise durch das Verhalten der beklagten Organe beeinträchtigt. Schließlich führe es zu einer Marginalisierung und einem Inferioritätsgefühl in der armenischen Gemeinschaft, wenn die Realität des genannten Völkermordes in Frage gestellt werde. So bewirke die Haltung der Türkischen Republik eine Ächtung der Kläger, da sie als Opfer zweiter Klasse angesehen würden. Diese Umstände hätten zur Folge, dass die Kläger von einem tiefen Ungerechtigkeitsgefühl erfüllt seien, das sie auch daran hindere, ihre Trauer ausreichend zu verarbeiten. -4- Würdigung durch das Gericht 13. Nach Artikel 111 seiner Verfahrensordnung kann das Gericht, wenn einer Klage offensichtlich jede rechtliche Grundlage fehlt, ohne Fortsetzung des Verfahrens durch Beschluss entscheiden, der mit Gründen zu versehen ist. Das Gericht sieht sich in Anbetracht der Klageschrift in der Lage, über die Begründetheit der vorliegenden Klage zu entscheiden, ohne die beklagten Organe anzuhören und ohne die mündliche Verhandlung zu eröffnen. 14. Nach ständiger Rechtsprechung hängt die außervertragliche Haftung der Gemeinschaft im Sinne von Artikel 288 Absatz 2 EG davon ab, dass eine Reihe von Voraussetzungen erfüllt sind, nämlich die Rechtswidrigkeit des den Organen vorgeworfenen Verhaltens, das tatsächliche Vorliegen eines Schadens und das Bestehen eines Kausalzusammenhangs zwischen diesem Verhalten und dem geltend gemachten Schaden (Urteil des Gerichtshofes vom 29. September 1982 in der Rechtssache 26/81, Oleifici Mediterranei/EWG, Slg. 1982, 3057, Randnr. 16; Urteile des Gerichts vom 11. Juli 1996 in der Rechtssache T-175/94, International Procurement Services/Kommission, Slg. 1996, II-729, Randnr. 44, vom 16. Oktober 1996 in der Rechtssache T-336/94, Efisol/Kommission, Slg. 1996, II-1343, Randnr. 30, und vom 11. Juli 1997 in der Rechtssache T-267/94, Oleifici Italiani/Kommission, Slg. 1997, II-1239, Randnr. 20). 15. Sobald eine dieser Voraussetzungen nicht vorliegt, ist die Klage in vollem Umfang abzuweisen, ohne dass die übrigen Voraussetzungen für die außervertragliche Haftung der Gemeinschaft geprüft zu werden brauchten (Urteil des Gerichtshofes vom 14. Oktober 1999 in der Rechtssache C-104/97 P, Atlanta/Europäische Gemeinschaft, Slg. 1999, I-6983, Randnr. 65). 16. Im vorliegenden Fall führen die Kläger im Wesentlichen zwei Umstände an, die die außervertragliche Haftung der Gemeinschaft auslösen könnten, nämlich zum einen, dass der Türkischen Republik vom Europäischen Rat von Helsinki am 10. und 11. Dezember 1999 der Kandidatenstatus für den Beitritt zur Europäischen Union zuerkannt worden sei, und zum anderen, dass dieser Staat von einer Beitrittspartnerschaft mit der Europäischen Union profitiere. 17. Was die Zuerkennung des Kandidatenstatus für den Beitritt zur Europäischen Union an die Türkische Republik angeht, so ist festzustellen, dass sie sich aus einer Handlung des Europäischen Rates ergibt, der kein Gemeinschaftsorgan im Sinne von Artikel 7 EG ist. Wie oben unter Randnummer 14 ausgeführt, kann jedoch nur das Verhalten eines Gemeinschaftsorgans die außervertragliche Haftung der Gemeinschaft auslösen. Unter diesen Umständen ist das Argument zurückzuweisen, dass die Zuerkennung des Kandidatenstatus für den Beitritt zur Europäischen Union an die Türkische Republik dazu angetan sei, die Haftung der Gemeinschaft auszulösen. 18. Was den Umstand betrifft, dass die Türkische Republik von einer Beitrittspartnerschaft zur Europäischen Union profitiert, so stützen sich die Kläger auf die These, dass das Verhalten der beklagten Organe rechtswidrig sei, weil es gegen die Entschließung von 1987 verstoße. 19. Dazu genügt die Feststellung, dass die Entschließung von 1987 ein Dokument ist, das rein politische Erklärungen enthält, die jederzeit vom Parlament geändert werden können. Aus diesem Grund kann sie nicht gegenüber ihrem Verfasser und erst recht nicht gegenüber den anderen beklagten Organen verbindliche Rechtswirkungen entfalten. -5- 20. Diese Schlussfolgerung genügt auch, um das Argument zurückzuweisen, dass die Entschließung von 1987 bei den Klägern ein berechtigtes Vertrauen darauf habe entstehen lassen können, dass sich die Organe nach dem Inhalt dieser Entschließung richten würden (in diesem Sinne Urteile des Gerichtshofes vom 11. Juli 1985 in den Rechtssachen 87/77, 130/77, 22/83, 9/84 und 10/84, Salerno u. a./Kommission und Rat, Slg. 1985, 2523, Randnr. 59, und vom 28. November 1991 in den Rechtssachen C-213/88 und C-39/89, Luxemburg/Parlament, Slg. 1991, I-5643, Randnr. 25). 21. Bezüglich der angeblichen Verletzung der Grundrechte (siehe oben, Randnr. 10) genügt die Bemerkung, dass sich die Kläger auf die Behauptung beschränken, eine solche Verletzung habe stattgefunden, ohne zu erklären, inwiefern diese auf das den beklagten Organen im vorliegenden Fall vorgeworfene Verhalten zurückzuführen sein soll. 22. Nur nebenbei sei zum einen erwähnt, dass die Kläger offensichtlich nicht dargetan haben, dass die Voraussetzung hinsichtlich des Kausalzusammenhangs vorliegend erfüllt ist. 23. Nach ständiger Rechtsprechung muss nämlich ein unmittelbarer Kausalzusammenhang zwischen dem von dem betreffenden Organ angeblich begangenen Fehler und dem geltend gemachten Schaden bestehen, für den der Kläger die Beweislast trägt (Urteil des Gerichts vom 24. April 2002 in der Rechtssache T-220/96, EVO/Rat und Kommission, Slg. 2002, II-2265, Randnr. 41, und die dort zitierte Rechtsprechung). Außerdem muss das Fehlverhalten des betreffenden Organs die unmittelbare und entscheidende Ursache für diesen Schaden sein (Beschlüsse des Gerichts vom 15. Juni 2000 in der Rechtssache T-614/97, Aduanas Pujol Rubio u. a./Rat und Kommission, Slg. 2000, II-2387, Randnr. 19, vom 16. Juni 2000 in den Rechtssachen T-611/97, T-619/97 und T-627/97, Transfluvia u. a./Rat und Kommission, Slg. 2000, II-2405, Randnr. 17, und vom 12. Dezember 2000 in der Rechtssache T-201/99, Royal Olympic Cruises u. a./Rat und Kommission, Slg. 2000, II-4005, Randnr. 26, auf Rechtsmittel bestätigt durch Beschluss des Gerichtshofes vom 15. Januar 2002 in der Rechtssache C-49/01 P, Royal Olympic Cruises u. a./Rat und Kommission, nicht in der amtlichen Sammlung veröffentlicht). 24. Im vorliegenden Fall geht aus den Argumenten der Kläger hervor, dass sich der behauptete immaterielle Schaden aus der Weigerung der türkischen Regierung ergibt, den fraglichen Völkermord anzuerkennen, und nicht aus dem den beklagten Organen vorgeworfenen Verhalten. Die Kläger haben daher durch nichts dargetan, dass das den beklagten Organen vorgeworfene Verhalten die unmittelbare und entscheidende Ursache für den behaupteten Schaden war. 25. Zum anderen ist zu der Voraussetzung, dass die Kläger einen tatsächlichen und sicheren Schaden erlitten haben müssen, festzustellen, dass sie sich in ihrer Klageschrift darauf beschränkt haben, in allgemeiner Form einen immateriellen Schaden geltend zu machen, der der armenischen Gemeinschaft zugefügt worden sei, ohne die geringste Angabe zum tatsächlichen Vorliegen und zum Umfang des Schadens zu machen, den sie nach ihrer Ansicht persönlich erlitten haben. Die Kläger haben somit keine Informationen gegeben, die dem Gericht die Feststellung ermöglichen, ob sie wirklich selbst einen tatsächlichen und sicheren Schaden erlitten haben (in diesem Sinne Urteil des Gerichtshofes vom 2. Juli 2003 in der Rechtssache T-99/98, Hameico Stuttgart u. a./Rat und Kommission, Randnrn. 68 und 69, Slg. 2003, II-0000). -6- 26. Die Kläger haben demnach offensichtlich nicht dargetan, dass die Voraussetzungen für eine außervertragliche Haftung der Gemeinschaft erfüllt sind. 27. Aus dem Vorstehenden folgt, dass die Schadensersatzanträge offensichtlich unbegründet sind. Kosten 28. Nach Artikel 87 § 2 der Verfahrensordnung ist die unterliegende Partei auf Antrag zur Tragung der Kosten zu verurteilen. 29. Im vorliegenden Fall ergeht der Beschluss nach Artikel 111 der Verfahrensordnung, bevor die Beklagten ihre Klagebeantwortung eingereicht haben und Kostenanträge stellen konnten. Deshalb ist Artikel 87 § 3 der Verfahrensordnung anzuwenden, wonach das Gericht die Kosten teilen kann, wenn ein außergewöhnlicher Grund gegeben ist. 30. Da die Kläger unterlegen sind, sind ihnen die Kosten aufzuerlegen. Aus diesen Gründen hat DAS GERICHT (Erste Kammer) beschlossen: 1. Die Klage wird abgewiesen. 2. Die Kläger tragen die Kosten des Verfahrens. Luxemburg, den 17. Dezember 2003 Der Kanzler Der Präsident H. Jung B. Vesterdorf 1: Verfahrenssprache: Französisch. |