Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
EDEBİYATIMIZIN “MEHMETÇİĞİ” : ÖMER SEYFEDDİN...

EDEBİYATIMIZIN “MEHMETÇİĞİ” : ÖMER SEYFEDDİN...

 

 

 

         O, 20.yüzyılın ilk çeyreğinde, Türk Ülküsü’nün edebiyat burcunu, altın tuğlalarla ören, az bulunur üstatlardandı...

         Kısacık ömrüne, yüzyıllar boyu unutulmayacak eserler sığdırdı... Eserlerinde, Türklüğün tüm güzelliklerini dile getirdi. Türklüğe bulaşmış, zihniyet aydınlanmasını engelleyen zararlı inançlarla korkmadan alay etti...

         Cumhuriyet kuşağından, onun bir öyküsünü okumamış hiç kimse yok gibidir. Türk kahramanlığını; zeki, sadece, samimi Türk kişiliğini; halkı oyalayan boş inançlarla alayını ve Türk ülküsünü; onun arı-duru Türkçe’sinden okumak, hala zevk vermektedir.

         Onun hayatı, Türk ve Türkçülük için geçti... Bu ülküye öylesine gönülden bağlı idi ki: Ziya Gökalp’in deyimiyle;”Kendisine beğenmeyen, kendisini sevmeyen birisi: Türk ve Türklük için güzel işler yapıyorsa, onu, başının üstünde tutardı”. Onun kişiliğini anlatmak için yine Ziya Gökalp’ın şu sözünü buraya yazmak bir borçtur:”Ömer Seyfeddin, kumanda ettiği hudut bölüğünün Mehmetçikleri gibi;gurur, tefahur, menfaat hislerinden uzaktır!”

         Evet, Ömer Seyfettin, gerçekten Türk Edebiyatının Mehmetçiği idi!

 

         KİMDİR?

         ‘Cancağızımız’ Ömer Seyfeddin, 1884’de Gönen’de doğdu. Babası, Kafkasyalı bir Türk olan Binbaşı Ömer Şevki bey; annesi, Ankaralı Topçu Kaymakamı (Yarbay) Mehmet Bey’in kızı Fatma Hanım’dır.

         Yüksek öğrenimini Harb Okulu’nda yaparak, 1903 yılında Piyade Teğmen olarak ordu görevine başladı. Edebi alanda tanınması, Kuşadası Redif Taburu’nda görevli bulunduğu sıralara rastlar. Askerlik görevini 1909’da tayin edildiği Rumeli’nde sürdürdü. 17 Nisan’da Hareket Ordusu ile İstanbul’a geldi. 1911’de biraz da Ziya Gökalp’ın tavsiyesi üzerine, ordudan ayrıldı ve yazar olarak hayatını sürdürmeye başladı. Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine, 8 Ekim 1912’de tekrar orduya katıldı. Yanya savunması sırasında 20 Ocak 1913’de Yunanlılara tutsak oldu. On aylık tutsaklıktan sonra, 15 Kasım 1913’te İstanbul’a döndü. Ordu’dan ikinci kez ayrıldı. Edebi çalışmalara başladı. Edebiyat öğretmenliği yaptı. 1915’de Calibe Hanım ile evlendi. Harbiye Nezareti’nin açtığı “Savaş Edebiyatı” kampanyasına katıldı. Bilinen kahramanlık öykülerinin pek çoğunu bu nedenle yazdı. 1918’de eşinden ayrılması ve I. Dünya Savaşı’nın Osmanlılar aleyhine bitmesi, mütareke döneminin aşağılayıcı hayatı, Ömer Seyfeddin’in ruhunda derin izler bıraktı. Yoksul, bakımsız ve –ölümden sonra otopsi ile bilinecektir- şeker hastasıydı.

         Günümüz Türkçe’sinin ilk öncülerinden biri olan, Türk Milleti’nin bu edebiyat kahramanı, 6 Mart 1920 tarihinde, bu dünyaya gözlerini yumdu.

 

         KİŞİLİĞİ...

         Ömer Seyfettin’in kişiliği tipik bir Türk kişiliğini yansıtıyordu. Sportmen bir vücuda sahipti. Son derece şakacı, neşeliydi. Kötümserlikten hoşlanmayan bir insandı. Gurur, kibir, övünme, böbürlenme bilmezdi. Menfaat düşkünlüğü gibi insanları aldatıcı duygular, onun kişiliğinde barınmazdı. Dostları, arkadaşları için gerekirse her şeyini feda edecek bir kişiliğe ve yoğun bir vefa duygusuna sahipti. Şeref ve haysiyetine düşkündü. Kısacası uzun Türk tarihi boyunca süzülüp oluşan yüksek Türk kişiliğini yaşayan, yaşatan;eli kalemli, gerçek bir Türk’tü.

 

         FİKİR DÜNYASI...

 

         Balkanlardaki görevi sırasında, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı silahlanmış çetelerle mücadele etti. Bu mücadelelerde, Balkan milletlerinin Osmanlı Devleti aleyhine nasıl kışkırtıldığına ve insanlarda oluşan Türk kinine tanık oldu. Bu öyle bir kindi ki, çetelerin Türk aile ve askerlerine karşı giriştikleri vahşet dolu katliamlarla gün gibi ortaya çıkıyordu. Ömer Seyfeddin’in karşılaştığı bu acı ve elem dolu tablolar, kişiliğinde derin izler bıraktı. Fikri, düşüncesi mazlum Türk için gelişti ve Türkçülükten yana tavır koydu. Yüzyıllarca Türk’ün hoşgörüsüne muhatap olan, Türk’ün ekmeğini yiyen Balkan milletlerinin bu nankör, bu insanlık dışı davranışı, Ömer Seyfeddin’in ruhunda volkanlar oluşturdu. Bu volkanların lavları kalemiyle kağıtlara aktı... O artık Türk ve Türklükten başka bir şey düşünmüyordu. Bulgaristanda’ki papazların (Daskalosların) dini eğitim yanında milli şuur verme çalışmalarını gördükçe, Türklerde inanç adına yerleşmiş, yerleştirilmiş hurafelerle-boş inançlarla kıyasıya alay etti. O, Türk’e açılan savaşı gördü. En çarpıcı eserlerinin konusunu, Balkanlar’daki Türk kıyımı oluşturdu...İşte bu nedenle, Bomba, Beyaz Lale, Tuhaf Bir Zulüm, o zulüm günlerinden esinlenerek yazdığı ve Türk’ün Balkan acısını dile getiren öykülerdir.

 

         KENDİ DİLİYLE TANIMAK...

         Ruşen Eşref, edebiyatçılarla röportaj yaparken Ömer Seyfeddin’e de başvurur. Önce kabul etmez;sonra bizzat kendisi yazar ve Ruşen Eşref’e verir... Alçak gönüllülüğünü ifadelerinde o kadar belirgindir ki... Söz konusu yazının  “Milli edebiyat” bölümünde, edebiyattan ne anladığını ve günündeki temsilcilerinden söz ettikten sonra, kendisi hakkında şöyle der:

         “Bana gelince:Ortaya esaslı bir eser koymadan sanatkarlık hülyasına kapılmam bile! Edebiyatımızın şiarı:’Çok laf, az eser’dir. Ben şimdilik bu şiarı bozmaya çalışıyorum. Ağustos böceği gibi öterek yan gelmekten ise karınca gibi çalışmak daha iyi değil mi? Şimdiye kadar öttüğümüz elverdi. Biraz da iş yapalım ki çorak edebiyatımız şenlensin, değil mi? Siz de bu fikirdesiniz sanırım...”

 

         ONUN İÇİN NE DEDİLER?

         Ömer Seyfeddin’in ölümünden sonra, arkadaşları, dostları onu anlatmayı kendilerine birer görev bildiler. Devletin çökme aşamasında yaşayan bu gürül gürül akan ülkü ırmağı için, söylenenleri kısaca buraya almak doğru olacaktır.

         ZİYA GÖK ALP

         “On altı, on sekiz seneden beri Türk milliyetinin sosyolojisini ve psikolojisini tetkik için sarfettiğim mesainin mahsulleri kafamın içinde istif edilmiş duruyordu. Bunları meydana atmak için yalnız bir vesilenin zuhuruna ihtiyaç vardı. İşte Genç Kalemler’de Ömer Seyfeddin’in başlamış olduğu mücadele bu vesileyi izhar etti”

         FİKRET ADİL

         “Ömer Seyfeddin Hürriyet’in ilanı sıralarında, bir gün, misafirlikte bulunuyordu. Evin genç ve yetişmiş çocuğu Avrupa’ya gönderilecekti. Misafirlerden bir mutaassıp hoca nasihatler veriyor, beş vakit namazını bırakmamasını yüksek sesle etrafı rahatsız ederek sıkı sıkı tenbih ediyor, buna benzer laflarla herkesi sinirlendiriyordu. Ömer Seyfeddin, o kendine mahsus eda ve şive ile:

         -Cancağızım, demişti, çocuğu rahat bırak. Gavurluk öğrenmeyecek olduktan sonra Avrupa’ya ne diye gidiyor?”

         REFİK HALİT KARAY

         “Herkesten fazla o çalıştı ve bu lisanı o tesbit etti.Fakat fikirlerindeki garabetin tesiriyle hizmeti kadar mevki kazanamadı. Layık olduğu mevkii tamamen temin edemedi. Onun vefatı ile yeni edebiyat mimarı değil, fakat temelini kuran ve gece gündüz harc ile, taşı toprağı ile çalışmış bulunan, en gayretli bir ustabaşısını kaybetmiş bulunuyor”

         HALİL NİHAT BOZTEPE

         “Zeki ve hoşsohbet idi.Hayatın daima gülünç tarafından telakki ederek güler ve güldürürdü. Bence yazılarının hepsi muvaffak değildir.Çünkü her zaman sanat için, kendi zevki için yazmazdı. Bu memleket muharrirlerinin kısmı azamı gibi, o da maişet derdinin zebunu idi. Bu yenilik ve garabet aşığı her devir için vücudu elzem olan terakki unsurudur. Ölümü telafisi pek güç olan bir ziya teşkil eder.”

         HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR

         “O bünyesini kemiren ecnebi pirelerden postunu kurtarmak için silkinen bugünkü Türkçe’nin müjdesini vermişti. Arabi, Farsi kelimeleri, terkipleri cımbızla ayıklıyordu.”

         YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU

         Ömer Seyfeddin, edebiyatta ve dilde, o zamana göre, en ileri cereyanların önünde yürüyordu. Fakat, hiçbir vakit, bu çeşit avant-gardist’lerin nasibi olan taassuba ve softalığa düşmedi.

         REŞAT NURİ GÜNTEKİN

         “Sanata derine dalmak ve fonu bulmak için mutlaka denize dalar gibi gözlerini kapayarak, burun ve kulaklarını tıkayarak tepe aşağı dalmak ve su altının uğultulu ve ilhamları arasında zorlukla kol sallamak kafi sananların, yakaladıkları morarmış ve şişmiş birçok leşlere nispetle, Ömer’in eseri ne kadar canlıdır, ne kadar hakiki sanat güzelliği ile güzeldir.”

 

         Ömer Seyfettin bu günkü Türkçe’mizin mimarlarındandı... Türk milletinin büyüklüğü gerçeğini, sanatın kanatlarına bindirerek yedi kat göğe çıkarıp, tüm insanlığa seyrettirdi... Rus ansiklopedisi bile onun için diyor ki: “Milliyetçi büyük bir yazardı”

Çok genç yaşta öldü.

Durağı uçmak olsun.

 

(Yeni Düşünce Dergisi, Cem Şahmuratlı, 24-30 Mart.2000, Sayı:676, Sayfa:60-61)

(www.turkmeclisi.org sitemiz kaynak gösterilmeden kullanılamaz)



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.