DİL KÜLTÜR SİYASET VE MEDYA İLİŞKİSİ
Doç. Dr. Ali Osman ENGİN
Kafkas Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Eğitim Bilimleri Bölümü
aosmanengin@gmail.com
ÖZET
Bu çalışma dil, kültür, siyaset ve medya dörtlüsü arasında ortaya
çıkan ilişkileri analiz etmek amacıyla yapılmıştır. Tarama modelli
betimsel bir çalışma olarak tasarlanıp gerçekleştirilmiştir. Var olan
kaynaklara ulaşılarak, dil kültür, siyaset ve medya ayrı ayrı
tanımlandıktan sonra çağımızın toplumsal yapılarını ve özellikle
siyaset bilimini etkileme düzeyleri üzerinde durulmuştur. Dil,
kültür, siyaset ve medya arasında ortaya çıkan yeni ilişkiler
yaşanılan örnekler boyutuyla irdelenmiş ve bire bir yaşanılan somut
durumlardan yola çıkılarak bazı genellemeler yapılmıştır.
Sonuç olarak yaşanılan olumsuzlukların giderilmesine dönük alınması
gereken bazı önerilerde bulunulmuştur.
GİRİŞ
Kültür, insanı kendisi dışındaki canlılardan ayıran ve üstün kılan, dolayısıyla da yalnızca insana özgü olan bir özelliktir. İnsanlık
tarihi boyunca hiç kesintisiz var olan ve kuşaktan kuşağa uygun yöntem
ve tekniklerle aktarılabildiği ölçüde, toplumsal devamlılığı sağlayan
kültür, şüphesiz bir öğrenme ürünüdür. Eğitim ve öğretim
etkinliklerinin temel işlevlerinden birisi de kültürel mirasın yeni
kuşaklara aktarılması işidir. Kültür ve kültürel değerler toplumdan
topluma değişiklik gösterdiği gibi, aynı toplum içerisinde de zamandan
zamana değişiklik arz edebilir. Toplumları farklı kılan temel
değerlerde kültürel yapı ile ilgilidir. Her bireyin kendi öğrenmesi
onun parmak izi kadar ona özel ise, her toplumun da edindiği değerler
ve normlar da en azından farklılıklar gösterecektir.
Gökalp` e göre; bir toplum kültür alanında ilerledikçe medeniyeti de
yükselir. Medeniyetin hızla yükselmesi bir yerde kültürü bozar. Her
kavmin yalnızca kültürü vardır. Bir kavmin kültürü yükseldikçe
siyasetçe de yükselir. Kuvvetli bir devlet vücuda getirir. Diğer
taraftan da kültürün yükselmesinden medeniyet de doğmaya başlar. Bir
toplumun hızla medenileşmesi kültürünü etkileyebilir. Kültürü güçlü
fakat medeniyeti zayıf olan bir toplum, kültürü zayıf fakat medeniyeti
güçlü olan bir toplumu her zaman galip gelir. Dil kültürün geçmişten
günümüze süzüle süzüle gelen en arınmış şeklidir.Kültürün
taşıyıcısıdır. Siyaset kurumunun da gerek kültür ve gerekse dil ile
varlığını inşa edebileceği açıktır. Medya yaşamı görselleştiren, imaj
maker olarak yeni ve genelde sanal imajlar yaratan bir güç odağı
olarak gerçeği ters yüz edebilmektedir.
KISACA DİL
Dil, milli kültürün temel yapı taşı olmakla beraber, geçmişten süzüle
süzüle gelen maddi ve manevi kültürel değerlerin geleceğe
aktarılmasını ve böylece toplumsal devamlılığı sağlayan emsalsiz bir
taşıyıcıdır. Düşünce, duygu ve güdülerle beraber sonradan edinilen
öğrenme eseri tutum ve davranış kalıplarını doğrudan veya dolaylı bir
şekilde bildiren ve geleceğe aktaran sistematik ve dirik bir yapı
oluşturmaktadır. Gerçekten dil yaşayan ve çok daha önemlisi yaşatan
canlı bir yapıdır ve kendi koyduğu kuralları çerçevesinde işlevlerini
icra etmektedir. Ona dışarıdan kurallar konularak suni formatlara
uydurmaya çalışılması; aynı zamanda geleceğe taşınması ve yeni
kuşaklara benimsetilip onların da katkı sağlamaları gereken kültürel
tabanlı toplumsal değer ve normların tamamına müdahale anlamına
gelecektir. Dilbilim ve Sosyo-Liguistic disiplin alanları, Eğitim
Bilimleri disiplin alanı ile olan ilişkileri çerçevesinde dilin
vurgulamaya çalıştığımız özelliklerini daha derinlemesine ortaya
koymaktadır.
Felsefi açıdan sürece bakıldığı zaman, birtakım düşünürlerin varlığın
özü olarak dili tanımladıklarını görmek mümkündür. Hakikaten varlık
alemini biçimlendiren ve zamanla yarışan eşya olay ve olguları algı ve
idraklere işleyen ve onlara oralarda yer açan araç en temel iletişim
sistemi olan dildir. Objelerin tanınır ve bilinir hale gelmeleri,
kendilerine verilen sembolik değerlerle mümkün olmakta ve o değerleri
çocukların gelişim dönemleri içerisinde kavramaya başlamalarıyla
beraber evrenin mümkünleri derinliklerinde saklı bulunan ilke ve
yasalarıyla birlikte ortaya çıkabilmektedir. Zaten insanoğlunun varlık
tasavvurunu da bildiği mümkünler ve mümkün olma ihtimali olanlar
teşkil edebilir. İnsanların ve çok sınırlı da olsa tüm canlıların bir
iletişim aracı olarak kullandıkları argümanları olmakla beraber, en
gelişmiş sistematik bir yapı oluşturan, yazılı ve sözlü uygulamalarla
yaşatılan dil, özellikle insanlar arasında iletişim aracı olan dildir.
Şüphesiz ki evrenin ve evrenin içini süsleyen her obje ve nesnenin de
bir dili vardır. Her objenin varlık alemine sağladığı katkı onun
evrensel, anlaşılır olan mesajları ve dilidir. Çünkü evreni meydana
getiren objelerin tamamı, rastlantı ve tesadüf eseri olmayan mükemmel
tasarımlardır ve sahip oldukları ilke ve yasalarla varlıklarını
garanti ederler. Suyu su yapan ilkeler, taşı taş yapan ilke ve yasalar
vardır. İşte bilim de bu noktada devreye girer ve o ilke ve yasaları
çözümlemeye çalışır. Yani nesnelerin dilini anlamaya çalışır. Bu
anlaşma, uzlaşma, paylaşma ve kontrol altına alarak, doğanın
doğurganlığı kapsamında yeni doğumlara yön verme arzusu başarılı
olduğu sürece, yeni varların yeni ilke ve yasalarının farkına
varılacaktır. Tüm insanlığı ve bilim adamlarını kaynağına doğru çeken,
farkına yeni varılacak yeni varların yeni ilke ve yasalarının, daha
önceki varsayılanları var eden değerlere sahip oldukları her iki
tarafın dili yoluyla anlaşıldıkça, dilde kendisini var etmeye ve
yaşatmaya devam edecektir. Evet dil, varlık aleminin varlarının ilke
ve yasalarıyla beslenerek kendi ilke ve yasalarını da ortaya koymaya
çalışır. Öyleyse rahatlıkla dile müdahalenin; ilişkili olduğu ve
etkileşim içerisinde bulunduğu her toplumsal ve doğal yapıya müdahale
olacağını iddia edebiliriz. Bir meyve ağacının meyve verememesi ve
sararıp solmaya başlaması, onun "susadım bana su verin" demesi
anlamına gelmektedir. Çocuk ağlıyorsa, onunda demek istedikleri
vardır. Önemli olan anlaşabilmektir ve anlaşmanın gereklerini yerine
getirerek dilin can suyu özelliğini devam ettirmektir.
Dilin genel ve işlevsel özellikleri çerçevesinde asıl sistematik
değeri insanlar arasında kullanılması ve iletişim ihtiyaçlarının
karşılanmasındaki durumu ve başarısı, karşılayabildiği bireysel ve
toplumsal beklenti ve taleplerdir. Muharrem Ergin dili, "Dil, insanlar
arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendisine mahsus
kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir
varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar
sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir." olarak
tanımlamaktadır. Dil insanlar arasında anlaşmayı, uzlaşmayı ve
paylaşmayı sağlayan doğal bir vasıtadır. İnsanlar duygularını,
düşüncelerini, fikirlerini, hükümlerini birbirlerine nakletmek,
meramlarını birbirlerine anlatmak için dil denilen vasıtaya baş
vururlar. Sağlıklı iletişim yapısında var olan kaynak ve alıcı
arasında gidip gelecek bilgi mesajının gitmesinin ve gelmesinin kanalı
dil teknolojileridir. Mesajdaki bilgilerin alıcıya doğru iletilerek,
oradan gelecek dönütün de karşı taraf tarafından doğru
yapılandırılması, iletişim dilindeki kullanım başarısına bağlıdır.
Ancak dil insanların kullandığı her hangi bir iletişim vasıtasına
benzemez. Onun vasıtalığı sadece anlaşmayı, uzlaşmayı ve paylaşmayı
temin etmesi bakımındandır. Tabiî bir varlık olan dilin kendisine
mahsus birtakım kanunları vardır. Bunlar her objenin derinliklerinde
bulunan ilke ve yasalar gibi, dilinde kendisine has kaideleridir. Dil
kaideleri dilin yapısına hâkim olan, dilin yapısından ve
temayüllerinden doğmuş, içerisinde yaşadığı kültürel değerlerle
ilişkisi olan birtakım prensiplerdir. Bunlar dille birlikte mevcut
olup onun yapısının gerektirdiği özellikleri ifade ederler,
temayüllerinin istikametlerini gösterirler.
İnsanların aralarında sosyal yapının gereği olarak iletişim ve
etkileşim ihtiyaçlarını karşılamak için kendilerini ifade etmelerine
araç olan dil, bir dilbilgisi sistemi içinde sistematik olarak
yapılandırılmış, düşünce ve duyguları bildirmeye yarayan ses, işaret
ya da hareketlerin bütünüdür.
İnsan anlatım ve iletişim için ya hareket eder (jest), ya da ses
çıkarır (konuşma) ya da belirli işaretler çizer (yazı). Konuşma dili,
yazı dili, hareket dili; insan dilinin üç ayrı görüntüsü veya
biçimdir.
ANLAŞMA ARACI OLARAK DİL ÇEŞİTLERİ
Durmuş Hocaoğlu`nun; "Dil Kültür ve Siyaset-I" isimli çalışmasında
belirtmiş oldukları gibi, anlaşma aracı olarak diller aşağıdaki gibi
tasnif edilmişlerdir. Bu tasnife göre dildeki çeşitlilik
artırılabilir.
a) Doğal Bakımdan:
1- Doğa dili
2- Hayvan dili
3- İnsan dili
b) Teknik Bakımdan:
1- Hareket dili
2- Konuşma dili
3- Yazı dili
c) Coğrafya Bakımından:
1- Yabancı dil
2- Milli dil
d) Tarih Bakımından:
1- Ölü dil
2- Canlı dil
3- Uygarlık dili
e) Anlatım Düzeyi Bakımından:
1- Günlük dil
2- Halk dili
3- Elit dili
f) Anlatım Biçimi Bakımından:
1- Bilim dili
2- Sanat dili
3- Teknik dil
4- Kitlesel haberleşme dili
5- Müzik dili
6- Mekanik dil
g) Dil Bilim Bakımından:
1- Benzer dil
2- Devrik dil
3- Analitik dil
4- Sentetik dil
Dil ile ilgili yapılacak daha fazla alt başlıklar şeklindeki çeşitleme
için; "anlatım dili olarak" "bilim dili" kapsamında siyaset diline ve
kültürüne değineceğiz. "Günlük dil, halk dili ve elit dilleriyle" de
uygulama durumları açısından kıyaslamalar yapacağız.
Milletin duygusu, düşüncesi, yaşayışı ilmek ilmek konuşulan anadil ile işlenir. Dil bir milletin ruhu gibidir. O kaybolursa millet de yok
olur. İstiklâl Marşımızı düşünelim. Eğer merhum Vatan şairimiz Mehmet
Akif ERSOY` un kullandığı dil ve üslup olmasaydı, istiklâl
mücadelemizin felsefesi ve ruhu anlaşılamazdı. Somut olarak birebir
yaşanan tarihsel olaylardan hareketle ve çoğunlukla zaman, mekân ve
oyuncularının rollerinin değiştiği olguların benzer şekilde yeniden
vücut bulmasını veya genel ifadesiyle tarihin tekerrür etmesini;
yaşanan tarihsel olayları gerçek sebep ve sonuçları bağlamında,
tarihsel bakış ve tarih bilinciyle eğitim programlarına yerleştirip,
yeni kuşaklara aktarırken kullanılan anlatım dilinin buna uygun
olmadığı gerçekliğine bağlamak mümkündür. Eğer dil kendisine yüklenen
misyon çerçevesinde saflığını ve temizliğini koruyabilir ise, temiz
olmakla beraber temizleyen ve daha anlaşılır hale getiren bir konuma
sahip olur. Kısacası bunu başaran bir dil ve üslup aynen su gibidir.
Hem temizdir ve hem de temizleyendir. Çok sınırlı varlıkların böyle
bir özelliği vardır ve genel itibariyle maddeler ya temizdir ancak
temizleyen değildir, ya da temizleyendir ve temiz değildir. Dilin bu
muhteşem özelliği korunduğu sürece, ona bağlı olarak şekillenen ve
toplumsal varlığı meydana getiren yapı ve kurumların hepsi o
şeffaflığı ve berraklığı koruyacak ve August Comteu` un deyimiyle
olası toplumsal sorunların çözüldüğü, herkesin birbirini anlayışla
karşıladığı, çıkar temelli çatışmaların zemin bulamadığı bir ideal
toplum yapısına ulaşılması belki imkân dahilinde olacaktır.
Çanakkale gibi Sarıkamış Destanını yazan isimsiz kahramanların
geçmişle gelecek arasında köprü olan yaşam ve mücadele öykülerini
uygun yansıtıcı dil kullanarak anlatmadığımız sürece, işin yeni
kuşakları aydınlatıcı özelliğini hayata geçiremeyiz. Dil ile çok
etkili bir olayı etkisizleştirebileceğiniz gibi, daha etkili hale de
getirebilirsiniz. Burada popüler kültürdeki "imaj yaratma"
çalışmalarına benzer bir sunuştan bahsedilebilir. Tabii ki yaratılacak
imaj, yaşanmış gerçekliklere ve değerler uygun objektif bir simge,
yeni bir düşünce ve fikir olabileceği gibi, subjektif ve manipülatif
bir gerçeklik de olabilir. İyi bir örnek teşkil edeceği düşüncesiyle
daha önce yazılan Sarıkamış Destanıyla ilgili bir şiirimden eklenti
yapmak istiyorum. Bu şiirde Sarıkamış`ın bize göre ruhuna uygun bir
imaj oluşturmak ve bu imajın yeni kuşaklara tarih bilinci kazandırması
düşünülmüştür. Mısralarda, dil ve iletişim temelli ifadelerin altı
çizilmiştir.
SARIKAMIŞ DESTANI
Sarıkmış dile gel vakit tam aydınlat şu kararanlık ufukları
Gönüllerde dala gel avaz ver çöz donduran uyuşuklukları
Sen ki zemheri ayazlarında kavrulup amansızca yanarken
Akla gel hayale gel yırt şu yol vermeyen beyaz karanlıkları
Komutanım dalda durma bırak varsın gelsin kızıl kıyamet
Bu ne müthiş teslimiyet donarken de yaratana kıyam et
Gönüllerde gözleri açık uyusam da rüyalarda uyaniram
Es bre deli rüzgâr artık örtme karlanan dimağları âyan et
Dondurmaz ve yandırmaz ki tatlıdır şahadetin kınalı şerbeti
Tükenmeyen bir güçtür canlı tutar göstermeye ebedi ibreti
Hani bizimle donmuştu ya kurduğumuz hayaller ve hedefler
Şimdi buzlar çözülüyor bitirmeye uzayan dondurucu hasreti
Asla ölmedik karlı ve buz kestiren fırtınalarda diri diri donduk ya
Kim kaybetti kim kazandı baksana onlar gitti biz burada kaldık ya
Aç yorgun ve açıkta katlanırken hak adına biz o yakıcı donmalara
O gün uyumuş olsak da amansız ayazlarda gönüllerde uyandık ya
Gönüllerde buz tutarken meğer sadece bedenleri uyutmuşuz
Heykel olup dirilen heybetli simalarla ayrık otlarını kurutmuşuz
Biz donarken canlanıp ses vermek için o muhteşem baharlarda
Ne mümkün hissetmek acıyla kederi onları çoktan unutmuşuz
Anladım ya geçmişle geleceği birleştirdik meğer ne de uzunmuşuz
Giyer miyiz kar fırtına ve kıp kızıl kıyameti biz geleceğe soyunmuşuz
Hiç bedbahtlık etmedik haktan geldi emir deyip boyun eğdik amma
Uyuyarak değil el tetikte ayakta ya abdestte ya namazda donmuşuz
Dayandık bizler her hasrete çoluk çocuk demedik onlar size emanet
Yazmaz bizim kitabımızda sözle de olsa teslim edilen emanete ihanet
Ayrılmadı hep devam etti emanetin emini doğru dürüst giden yoluna
Orada saklıymış meğer uzayıp sonsuzluğa yol tutan kerametli kehanet
(Doç. Dr. Ali Osman ENGİN)
Peltekoğlu, (2001:358) imaj meselesine şöyle yaklaşmaktadır: "En genel biçimde, herhangi bir kişi, kuruluş ya da durum hakkında tüm
görüşlerin toplamı olarak izah edilen imajın, kendiliğinden oluşması
yerine oluşturulması çabası imagoloji, imaj maker lık gibi kavramları
literatüre kazandırırken, sayıları giderek artan medyanın, yeni
starlara duyduğu gereksinim ile birlikte, imaj yaratıcılığı popüler
bir meslek haline gelmektedir. Kişi ya da kurum ile ilgili görü ve
düşüncelerin oluşturulması çabası olarak tanımlanabilen imaj yaratma,
medya kurallarına uygun görüntü oluşturulması ile başlayan, davranış
ve düşünce biçimi ile tanımlanan bir süreçtir".
Dil topluma ait seçici algılama, düşünme, fikir üretme ve bu
doğrultuda şekillenen yaşama biçimini farklı türlerde yansıtarak; dil
- kültür - kimlik üçgeninin oluşturur. Dilin uzlaşı sağlayan
özelliğinden hareketle toplumsal bir kurum olduğuna ait görüşlerini
ortaya koyan; Sausser, dilin sosyalleşmeyi ve anlaşmayı sağlayıcı bir
sistem olma özelliğine vurgu yapmıştır. Sözü ise daha çok
bireyselliğin ifadesi olarak almıştır. Ebul Hasan El Harakani
hazretleri; dili kalbin aynası olarak görmekte, deniz ve kıyı
arasındaki ilişkiye benzer bir ilişkiden bahsetmektedir. Harakani,
denizi kalbe ve kıyıyı da dile benzetir. Denizin asla içerisinde çer,
çöp ve pisliği barındırmadığını ve mutlaka bir türlü kıyıya atacağını
ifade ederken, dil ve kalbinde aynı şekilde çalıştığını ortaya
koymaktadır. Merhum Hak ereni Harakani Hazretlerinin bu düşüncesini
daha anlaşılır hale getireceği umulan birkaç dörtlüğü dikkatlere
sunuyoruz.
MİLLETE ŞİKÂYETİMDİR
Şeytanlaşan namert ve kara siyasete dolu dolu sitemimdir
Düzenbaz yalancılara şükür ki Hak yardımıyla yetenimdir
Eskiden mal mülk ve para idi haraç mezat satışa çıkarılan
Ey vah! Şimdi dil kültür ve değeler parsel parsel itenimdir
İnsanın yurdu kâinat milleti de ustası Hak olan insanlık
Elbet bundan duyuluyor ya insanı kâmile olan hayranlık
Kimsenin tapulu malıyım alın satın keyfe keder demiyor
O zaman olurdu rantiyecilere rantı sağlayacak seyranlık
Bizim derdimiz onu haşa beklentisizce baş üstüne koymaktır
Çirkef dağlarına çıkmadan seve seve ona giden yol olmaktır
Rant hesabı demirbaş kayıtlar tutarak menfaatler için değil
Hak adına hizmetkârı olup hep açık kapısında kulu olmaktır
Hesapbazlar yobazlar ve düzenbazlar bu işi yapamazlar
Bulanık kalpten durulmamış gönülden asla kopamazlar
İşleri bu ya vazgeçemezler kirli elleri ile çamur atmaktan
Taptıkları konfor ve güç oldukça hak yoluna sapamazlar
Onlar çamur atarken de arsızca daha fazla pisliğe batacaklar
Üzülmesinler tahtlar yıkan ah ve veballer üstünde yatacaklar
Sattıkça tükenecek haneye sayıp demirbaş kaydını tuttukları!..
Artık kalmayınca pazara sürüm malı bilmem neyi satacaklar!..
Pazar kurulmuş siparişler veriliyor boy boy veresiye manşetten
Hesap kolayca lokma kapmak ya bedava ya leş ve kokuşan etten
Onları düşündükçe derinden hep kasılarak tiksinip kusuyorum
Farkı yok bunun siyaset hesabına ar namus satılan fuhşiyattan
Evet çok iddialıyım ve sorulursa Hak adına daha fazlasını derim
Çıkar hesabımız yok onun adıyla yapılanlar üzüldüğüm kederim
Makam ve mevki bozmuşsa eğer adaletin hassas olan kantarını
Bende en üst makama O`na gönül dosyamı sunar şikâyet ederim
Eminim ki bu Bizans ve de Pontus oyununun bedeli ağır olacaktır
En sonunda onları da inim inim inleterek can çekiştirip boğacaktır
Bilinsin ki ALLH` ın da vardır haşa sapmayan plân üstü plânları
Onlar zulüm ettikçe çıkar adına cana, kader yine adalet edecektir
Benim bildiğim siyasetçi hep kılı kırk yarmalıdır etmeden feveran
Kendine ve yakınlarına bakmalıdır yapamadan başkasını imtihan
Bilinmelidir ki hepten birilerini öteleyerek aklanmanın yolu yok
Her beş vakit verdiğin selama inat sakın unutma izlendiğini her an
Harakani` de yoktur sorgulamak başkasını siyaset ve rant hesabına
Hiç düşer mi ehli iman dünya işlerinden mülk sahibinin gazabına
Hele işe bakın şaşırmamak elde değil kim ne için kimler ile beraber
Taraf olmakla nail olunmaz ki Harakani` ye dost olmanın sevabına
Harakani kovmadı ki hiç kimseyi hep kurulu açık olan sofrasından
Seçmiyordu hiç kimseyi üstün diye konanlarla göçenlerin arasından
Çünkü daha da önemliydi varlardansa varı var eden sahibinin hatırı
El sürüp kan akıtmak ne mümkün başkasının kaşınacak yarasından
Harakani hep korkardı mekânında yaşanacak zamansız ölümlerden
Olmasın istiyordu hanesinin yas ve keder duyulan soğuk yerlerden
Birilerini huzura ve divana davet ederken diğerlerine matem ne diye!
Dinde bunun yeri yok ki anlaşılmıyor mu İslâm`da ki hükümlerden
O düşüncede saflaşarak adam gibi yaşamaktan bahsediyordu
Ancak öyle kurtulur kalp bulanıklıktan diye hesap ediyordu
Deniz kıyıya atar sonunda içindeki çeri çöpü ve pisliği derken
Kalbin deniz ve dilinde kıyılar gibi çalıştığını demek istiyordu
O söz ve insan olmanın öz ustası nede güzel demiş dil kalbin aynasıdır
İnananlar arasında taraf olmak farklı değil bertaraf olmanın aynısıdır
"Siyaset ayağımın altındadır" diyen alimler ne de çabuk unutulmuş!
Bu olsa olsa haset ateşine atılan şer odunlarıyla hayrın kaynamasıdır
Ona hizmet etmek baş koyduğu yoldan yorulmadan Hakka yürümektir
Denizin kabul etmeyip kıyıya attığı çeri çöpü kök salmadan kürümektir
Toprağa katkı yapıp hakikat fidanlarına boy versin diye emek ederek
Aydınlatmak için yanmak gereği o mayasız zibilleri yakıp çürütmektir
Harakani himmet edip el verdimi coşturur insanı engel mengel tanımaz
Dünya varlarının varına güvenemezken yokların ahına asla dayanamaz
Sanma ki o varları var eden varları varken kimsesizlerin kimsesi yoktur
Ya bir örümcek yada bir kuş dünyaya meydan okur demeden canım az
Eğer bir gün kalpler durulur berraklaşırsa gonca güller açan gönüller
Ayrılıklar gayrılıklar yok olur birleşir ebedi sonsuzluğa açılan eller
Alo bekle o günü gam etme yakındır akan su menziline varacak elbet
O an görecek gözler duyacak kulaklar ve konuşacak Hak adına diller
(Doç. Dr. Ali Osman ENGİN)
KÜLTÜR
Kültür ise, insanların dünyaya geldiklerinde kalıtsal miras olarak
getirmedikleri, doğum sonrası edinilen öğrenmeler yoluyla kazanılan ve
insanın elinden, emeğinden ve düşüncesinden kaynaklanarak ortaya çıkan
unsurlardır. Araç, gereç ve alet olarak ortaya çıkan kültür ürünleri
maddi kültür unsurlarını ve tutum ve davranışlar olarak ortaya
çıkanlar ise, manevi kültür öğelerini ifade ederler. Bireyin
çevresiyle olan ilişkilerini düzene koyan ve tanzim eden tüm düşünce,
tutum ve davranışları kapsaması boyutuyla oldukça kapsayıcıdır.
Kültürün şeklini dil belirlerken, aynı zamanda dile derinliği de
kültürel birikim kazandırmaktadır. Denildiği gibi, fikirlerinizin ve
düşüncelerinizin sınırlarını bildiğiniz ve kullandığınız kavramlar
belirlemektedir. Kısacası kavram, genelleme ve ilke zenginliği aynı
ölçüde dile de yansımaktadır. Esasında eğitim ve öğretim
etkinliklerinin esas hedeflerinden birisi de, milli kültürün yeni
kuşaklara aktarılmasıdır. Eğer bu gerçekleştirilemezse, toplumsal
devamlılıktan ve toplumsal huzurdan bahsedilemez. Belirttiğimiz gibi
burada taşıyıcı rol dile düşmektedir. Dilin kendisi de bir kültür
ürünüdür ve kültür emperyalizminin en güçlü silahı da dildir. Dilini
kaybeden bir milletin henüz yaşayan diğer toplumsal ve milli
değerlerinin hepsini kaybetmesini durduracak hiçbir engel kalmamış
demektir. Kısa bir zaman içerisinde o değerlerin hepsini
kaybedecektir. Ancak diğer millî ve kültürel değer ve normlarını
kaybeden bir millet eğer kendi anadilini ve anadil değerlerini
koruyorsa, o kaybolan değerlerinin hepsine ulaşma şansını diri tutacak
ve mutlaka ulaşacaktır. Çoğu emperyalist ülkeler kendi emperyal
amaçları için hep yeniden şekil vermeye çalıştıkları yeni dünya
düzeninde kullanmaya başladıkları en önemli silahları dejenere ederek
toplumların hafızalarını değiştirmeye çalıştıkları dil ve kültürel
değer ve normlarıdır. Bazen kültür ve eğitim aynı manada
kullanılmaktadır. Eğitimli insan - kültürlü insan gibi eşleşmelere
rastlamak mümkündür.
SİYASET
Siyaset de hemen hemen her toplumda var olan toplumsal kurumlar
arsında yer almaktadır. Vatandaş nezdinde devlet soyut kavramını daha
belirgin hale getiren, yasama - yürütme ve yargı erklerinden;" yasama
ve yürütmeyi" temsil eden yapı siyaset kurumunu oluşturur. Siyaset
kurumu devleti meydana getiren diğer devlet kurum ve kuruluşları
arasındaki ilişkileri düzene koyar ve üst devlet yapısının
kapsayıcılığının ve vatandaş nezdinde hak ve adalet ilkelerinin
eşitlik temelinde sürdürülmesini sağlar. Siyaset kurumu, devlet
yapısının yerine getirdiği tüm görev ve sorumluluklarını yasal
mevzuatlar, anayasa ve kanunlar gibi, çerçevesinde yürütür. Yapılacak
ihlalleri de var olan cezai yaptırımlar gibi caydırıcı yasal
uygulamalarla önlemeye çalışır. Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye`de
de1980 sonrası yürütülen neoliberal politika ve siyaset anlayışlarına
paralel olarak ekonomik, sosyal ve kültürel olarak ta çok önemli
değişimler gerçekleşti. Küreselleşme olgusu çerçevesinde postmodernizm
ve bu akımın yol açtığı hızlı değişimler adeta yaşanan kültürel şoklar
gibi sosyal yaşamın tamamını etkilemiştir. Dolayısıyla siyaset yapma
biçim ve argümanları da aynı ölçüde değişime uğramıştır. Avrupa
Birliği üyelik süreci ve bu süreçte yaşanan ekonomik, sosyal, kültürel
ve psikolojik olumsuzluklar, terör sorunu, demokratikleşme çabaları ve
din anlayışlarındaki değişimler verilebilecek örneklerdir. Frederic
Jameson, "Post Modernizm ve Geç Kapitalizmin Mantığı" isimli eserinde,
ortaya çıkan yeni postmodern kültürü ekonomi ve kültür ile
kıyaslayarak ortaya koymaya çalışırken postmodernizmi; gösterişli,
parlak tasvir ve görünüşleri barındıran, dış görünüş, stil ve ifade
üzerine şiddetli bir eğilimi olan, günümüz tüketim ve medya kültürünü
oluşturan bir yapı olarak tanımlar. Siyasal değişim ile kültürel
değişim arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılması için, Hasan Bülent
Kahramanın, "Post Modernite ile Modernite Arasında Türkiye" isimli
çalışmasında, kültürel değişimin postmodernizm ile siyasala etkisinin
değişim yönünü tespit gayretlerini iyi analiz etmek gerekir. Ona göre
kültür, modernizmde siyasalın bir parçası olarak görülürken,
postmodernizm ile bu sefer siyasalın belirleyicisi olarak kendini
gösterir. Artık yeni bir kültür, kavramları üzerinde oynanmış dejenere
bir dil ortaya çıkar ve çift yönlü iletişimin olmadığı tek yönlü
iletilerden bahsedilmeye başlanır ve kamu ile aradaki açıklık
derinleşmeye başlar.
MEDYA DİL KÜLTÜR VE SİYASET
Günümüzde siyaset açık pazarında da görsel ve yazılı medyanın gücü ve
kuralları baskındır. Çünkü siyaset kontrol edilemez bir güç haline
gelen medyanın kurallarına göre yaratılan imajlar üzerinden
yürütülmektedir. Dolayısıyla içerisinde yaşadığımız ve sosyal medya
ile kontrol edilen dönemde, yaratılan olaylara bağlı gelişen olgularla
ilgili bireysel ve kollektif davranışlar için görüşler, yaşanılan
olaylardan ziyade medyanın sunduğu göstergelerin ve sembollerin
etkisinde gelişerek şekillenmektedir. Öyleyse günümüz insanının tutum
ve davranışları bire bir yaşanılan gerçeklikler değil, gerçek hakkında
subjektif veya belki objektif formatlarda geliştirilen yargılar
tarafından yönlendirilmektedir (Peltekoğlu, 2001:363).
Gerçekten de seçmen olarak oyumuzu kullanırken, zihnimizde yaratılan
imajlar ve kurgulanmış, tabanı olan veya olmayan gerçekliklere göre
hareket ederiz. Arap Baharı denilerek yaratılmaya çalışılan katılımcı
demokrasi imajı ile toplumların nasıl yönetildiği ve toplum
mühendisliği çalışmalarının adeta diğer mühendislik çalışmalarına
benzer şekilde yürütüldüğü ortadadır. Sürece psikolojik açıdan
bakıldığı zaman, artık duyuşsal alan öğrenme değerlerinin bilişsel ve
devinişsel öğrenme alanlarını kontrol edip yönlendirdiğinden değil,
edinilen bilişsel ve devinişsel alan öğretilerinin psikolojik tabanlı
duyuşsal alanı şekillendirerek kontrol edip yönettiğinden bahsetmek
gerekiyor. İnsanlar önce olumlu veya olumsuz bir davranış sergiliyor,
daha sonra düşünmeye başlıyor. Burada süreç tersine çalışmaktadır.
Halbuki önce seçici algıyla algılamak, duyusal kayda almak, geçici
bellekte işleme tabi tutmak yani zihinsel faaliyetlerde bulunmak ve
daha sonra öğrenilmiş değerler haline getirip davranış olarak ortaya
koymak gerekir. Adli suçlar incelendiği zaman karşımıza çıkacak
olgulardan birisi budur. Neden bu suçu işlediniz? Diye sorduğunuz
zaman; "bilmiyorum, hiç düşünmedim" cevabını alıyorsunuz. Pişmanlığın
ve keşkelerin kaynağı da bu tür davranışlardır.
İnsanların muhataplarının insanlar olmadığı bir dünyada yaşıyoruz.
Aileyi meydana getiren bireyler arasında bile aynı durum söz
konusudur. Odaların her birinde en son model bir televizyon ve
bilgisayarlar baş köşelere oturmuşlar, muhataplarını beklemektedirler.
Çünkü aile bireylerinin banko muhatapları ve iletişim partnerleri
onlardır. Evlerin yeni mimari şekilleri de buna göre dizayn
edilmektedir. İnsanlar gerek yer ve gerekse zaman açılarından yüz yüze
iletişim ve etkileşim fırsatlarını genel itibariyle kaybetmişlerdir.
Geriye bir tek şansları kalmıştır, işte oda sosyal medya ağlarıdır.
Gerçek yaşamla ilgili bilgiler buralardan servis edilmektedir. Ancak
çoğu zaman gerçek bilgilerin bu araçlar tarafından yeniden üretildiği
gerçeğinin farkına bile varılamamaktadır.
Sosyal paylaşım siteleri ile ilgili yapmış olduğum uygulamalı
çalışmalarda çok ürkütücü ve ilginç sonuçlara ulaştım. Gençlerimiz
sanal bir dünyanın sanal gerçeklikleri ile yaşamaktadırlar.
Arkadaşlıkları, paylaştıkları fikirler ve görsellerin hepsi gerçeği
yansıtmayan ve kurgulanmış simge ve sembollerden oluşmaktadır. Yani
olmayan bir dünyanın varları olmaya çalışıyorlar. O yok olan sanal
dünyayı kendi varlarını değiştirerek var ederken, simgesel ve sembolik
değerler olarak ortaya çıkarken, elle tutulan ve gözle görünen gerçek
varlarını kaybediyorlar. İşin en olumsuz tarafı da, yolun geri
dönüşünün olmamasıdır. Kısacası yeni toplumsal yaşamın yeni
biçimlendiricisi olan reklamlardan ve nefes kesen hızlı iletişim
araçlarından etkilenmemek imkânsızdır. Yine medyatik imajların fark
yaratma hesabıyla ön plâna çıktığı gözlenmektedir (Yıldız, 2002:13).
Görüldüğü gibi, kitle iletişim araçları, çağımızın toplumsal
yapılarını şekillendirmekte ve onların ihtiyaçlarını bile
belirlemektedir. Çünkü çağdaş denilen üretim ve tüketim koşulları
hüküm sürmektedir. Sanki hayatın tamamı sadece bir "gösteri birikimi"
olmaya başlamıştır. Böyle bir toplumsal yapıda, bireylerin kendi
yaşantı, deneyim ve tecrübelerine dayanan kazanımların yerini
temsiller, görüntüler veya sanal olarak yaratılan imajlar almıştır.
Gerçek dünyanın temsil kabiliyeti göreceli olan basit imajlara
dönüşmesi, diğer yandan o basit simgesel ve sembolik imajlarında
gerçek varlıklara ve hipnotik davranışlara zemin hazırlayan karmaşık
uyaranlara dönüşmesini tetiklemektedir (Debort, 1996:17-18).
Daha çok hızlı kitle iletişim araçlarının yapılandırdığı "sanal
yaşantı toplumu", Guy Debord tarafından "gösteri toplumu" olarak ifade
edilmiştir. Bunu da kapitalist sistemdeki mal ve hizmet dolaşımına
bağlamaya çalışmıştır. Gerçekten gösteri toplumunda illegal
faaliyetler olarak tanımlanan; mafya, terörizm, ihtilaller, polis
devleti olmak gibi genellemeler de gösterinin çeşitli parçaları olarak
ortaya çıkmaktadır. Artık herkes belli bir ölçekte ve değerde bu
gösterinin parçaları olarak kendilerine belki kendilerinin de
haberleri olmadan verilen rolleri oynarlar ve rol paylaşımı
olmayanlarda seyirciler olarak sahnedeki oyunu ve oyuncuları var
ederler. Katılımcı demokrasi de bana göre bu oyunlardan birisidir.
Geçmişte doğrudan gerçekleşen yaşantılar, modern toplumlarda yerini
hızla bir temsile, görüntüye veya imaja bırakır. Kısacası yaşanılmış
bir gerçek olmamakla beraber, sadece gerçeğin benzeri veya temsilinden
ibarettir. Öyle sanıyorum ki demokrasi dediğimiz yapıda olduğu gibi
aslı dururken kendi seçtikleri temsilciler daha etkin ve seçkinler
rolünü oynarlar. Seçkinleşen seçilmişi verdiği oyuyla oralara gönderen
seçmenler ise, dikkate değer bile bulunmazlar. Çok enteresan
benzeşmelerin olduğu açıktır.
Gerçekleşen bu değişim süreçleri çerçevesinde yüksek bir kültürü
tamamıyla bırakıp, şaşkın bir halde ve hızla alçak bir kültür
içerisinde nefeslenmeye çalışan postmodern dönemin yeni yeni alt
kimlikler ve kültürler yaratmaya başlaması gözden uzak tutulamaz.
Yaşanan bu hengâmeler içerisinde siyasetin ve siyasetçilerin
davranışları, dilleri ve söylemleri de çok önemli değişimler
geçirmektedir. Ortaya çıkan söylem ve davranış değişiklikleri,
kendileri ile vatandaş arasında yeni imaj duvarları örmeye
başlamıştır. Yaratılmaya çalışılan yeni imajların sadece gösteri
toplumuna uyan göstermelik siyasetçilere halkın talep ve beklentileri
dışında, onun kültürel ve dil değerleriyle uyuşmayan, görsel kimlikler
kazandırdığı anlaşılmaktadır. Bu görsel ve bir farklı fark yaratmaya
dönük çabaların arka plânında; siyasilerin seçmenlerinden daha üstün
ve seçkin olduklarını, yeni bir imaj olarak imaj maker medya
desteğiyle sunma çabası bulunuyor. Böyle bir siyasetçi tipinin
nazarında seçmen kitlesi ve halk, her seferinde yeni sunumlar
yapılması gereken bir sunum toplumudur. Sunumların içerikleri post
modern anlayışın, toplumsal ve bireysel kapsamlı sosyal, insan
psikolojisini yansıtan, millî ve kültürel gerçekliklerin dışında,
onlara benzetilerek üretilmiş iletişimden ziyade iletişimsizlik
türlerinden oluşuyor. Bahse konu siyasetçinin arka plândaki bir başka
gerekçesi de; bir kere seçkin seçilmiş olduktan sonra, işgal ettiği
yeri ve koltuğu kendisine miras kalmış bir mülkiyet olarak
gördüğünden, kendisini kurumsallaştırmakta, her zamanda ve koşulda o
yeri her şeye rağmen muhafaza etme teşebbüsüdür. Bu yeni tip
siyasetçilerin arka plâna düşen o gerekçelerin koşullarının
hazırlanması, vurgulamaya çalıştığımız yeni sunumları ve imajları
gerektiriyor. Tam bu noktada post modern imajmaker ve cilamaker medya
hazır beklemektedir. Yeni sunumlar için birkaç medyatik çekim, boy ve
şov gösterileriyle cila üstüne cila atılırken, kurumsal siyasetçinin
kendisini düzene koyacak halk ve seçmen aynasına bakma yerine daha
kontrol edilebilir olan kendi görsellerini izleyerek yeni gösteri ve
imajlara soyunması kaçınılmaz olacaktır. Yani post modernleşmeye
çalışan siyasetçi, geleneksel, kültürel ve toplumsal değer ve
normlarla fazla uyuşmayan, asıl yaşantı, tecrübe ve deneyimlere
dayanmayan, farklı arka plânlara dayanan ve yeni üretilmiş imajların
ortaya çıkardığı gösteriş imajını yeni tertip ve düzenler
oluşturabilmek için kendi aynası olarak kullanmaktadır. Siyasi
partilerin liderlerinin böyle bir problemleri yoktur. Çünkü onlar,
seçmen ve halk nezdinde yeni alternatiflerle karşı karşıya
değillerdir.
Küreselleşmenin getirdiği olumsuz etkilerden milli ve kültürel
değerler çerçevesinde gelenekselliği ile korunabilmiş, yeni imajlar ve
görsel şovlar yapma ihtiyacı duymayan sade vatandaş ile, küresel post
modern siyasetçiler arasında sağlanması istenen mutabakat zemini bu
şekliyle alabildiğine kayganlaşmakta ve artık seyircisi olmayan buz
pisti meydanlarda, o muhterem şovmen siyasetçiler bol bol buz pateni
gösterilerine kurumsallaştırdıkları yapıları ile devam edeceklerdir.
Bu hale getirilen kaygan siyaset zemininde kay-kay oyunları,
kaydırılan siyasetçinin buz keserek ateşini söndürene ve kaydığı soğuk
buz zeminini kalıp kalıp söküp yiyene kadar devam edecektir. Çünkü
post modern siyaset anlayışının ürettiği yeni ve sanal gerçeklikler
peşine yeni umut ışıkları yakıyor diye takılarak, her bir şeyini,
altını, üstünü yiyip bitiren siyaset acemisinin yiyecek bir şey
bulamayacağından dönüp kendi millî, dini, ahlâki ve kültürel iletişim
değerlerini de yemeye başlaması kaçınılmaz olacaktır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
21. yüzyıldan bahsederken, küreselleşmenin ve postmodern anlaşılmaz
anlayışların yazılı ve görsel medya, sosyal paylaşım ağlarının
dayattığı; yeni iletişim argümanları; milli, manevi ve kültürel değer
ağaçlarının çok derinlere ulaşan köklerine doğrudan müdahale
edemeyeceklerinden, ana gövdelere aşılamalar yoluyla üretilmeye
çalışılan başka köklü, başka dal ve o dallara gizlenen zehirli
meyveler, ne o ağacın kendi dalları ve ne de kendi meyveleri
olamayacağı gibi, sürecin ürettiği siyasetçilerden farkı da yoktur.
Özlenen ve beklenen siyasetçi; dili halkının anladığı dil, kültürü
halkının yaşattığı kültür olan ve o millet ağacının kendi yetiştirdiği
dalı, meyveleri güneşe el açan yaprakları olmalıdır.
Çünkü kökten gövde kanalıyla dala, budağa ve yapraklara doğru bir
beslenme ve dal, budak ve yapraklardan da yine gövde kanalıyla köklere
doğru çevrenin ve ötelerin algılanması ve değişim ve dönüşümlerin
izlenmesini sağlayan veriler gönderilmektedir. Bu dirik süreç, açık
bir eğitim sürecidir.
Siyaset kurumu ve dolayısıyla siyasetçi halkının eğiticisidir. Küresel ve post modern ölçekte üretilen senaryoların arka plâna düşürülen saklı hedeflerini ve gerekçelerini vatandaşına açıklamak ve karşı tedbirlerin vatandaş nezdinde alınmasını sağlamak zorundadır. Bu tam bir eğitim işidir. Gerçekten de eğitim sisteminin plânlaması
uygulaması ve değerlendirilerek yeni program geliştirme çalışmaları,
seçilmiş siyasi otorite tarafından yapılmaktadır. Milli kültürün yeni
kuşaklara aktarılması bu çerçevedendir. Halkın dışarıdan gelecek
yıkıcı etkilere karşı daha dayanıklı hale getirilmesi önemlidir.
Günümüzde katılımcı demokrasi yutturmalarıyla demokrasi getirilmeye
çalışılan toplumların durumu ortadadır. Eğitici rolünü yerine
getirerek halkıyla bütünleşemeyen siyaset kurumu ve dolayısıyla
siyasetçilerin, demokratik sistem çerçevesinde seçmeniyle geleceğe
dönük yeni mutabakatlara varması beklenemez. Bütünleşme; aynı kültürü
yaşamak, aynı dili kullanmak, insana özgü sağlıklı iletişim
kurallarını hakim kılmak ve sanal bir fark yaratmak için yeni ve
cilalanmış yabani imajlarla ortaya çıkmamaktan, halkıyla
aynileşmekten geçmektedir. Yeni dönemde iktidara talip olan siyasi
yapıların mutlaka bu konuları masaya yatırmaları gereği açıktır. Post
modern siyasetçilerle seçmen kitlesi arasında yaşanan bire bir somut
durumlardan hareketle, telaffuz edilebilecek genellemelere bakmak, en
belirleyici karar verme gerekçeleri olacağından, siyasete talip olan
adayların da bu tür yanlışlardan derhal vazgeçmeleri mutlaka
sağlanmalıdır.
Örneğin genç ve hasbelkader daha önce seçilerek kendisini seçkinler
sınıfına koyan ve orada post moderizmin medyalamaları tarafından
oluşturulmuş hazır kıta sıralardan birisine sokan sıradan bir
siyasetçinin etrafına toplanan seçmenlerinden, sadece bir veya iki
kişi ile sohbet etmesi, sadece onların isimleri ve unvanları ile hitap
etmesi, hemen koltuğunun dibinde seçmenlerin ve halkın talebiyle
oturtulan sevgi ve sempati merkezi kişileri yâni erkişileri, sanki
vekilin böğür okları gibi algılayıp, doğrudan iletişim kurmaktan
plânlı olarak kaçınması izahı ancak bu şekil yapılabilecek özürlü bir
davranıştır. Yada sadece kendisinin yeni imajlarının esrarına kolayca
veya çıkar odaklı beklentilerden dolayı kapılan, beklide öyle gözüken
kuyruklu uyducukların gözlerinin içine bakarak öğüt verici,
sorgulayıcı bir üslupla hep sen dilini kullanması, en hafifinden kendi
yetersizliğinin ve kaybettiği kültürel değerlerinin ifadesi olan bir
iletişim dili kullanmak zorunda kalmış olmasının tezahürüdür. Bu tutum
ve davranışı sergileyen siyasetçi, etrafında gözünün ve ağzının içine
bakan onlarca kişiden sadece bir veya iki kişinin adını bilmesi,
diğerlerinin ısrarla kendilerini tanıtmak istemelerine rağmen hep
görmezlikten ve duymazlıktan gelmesi tam bir patolojik vakadır. Böyle
henüz siyasallaşamamış siyasetçilerin olası korkusu ve endişesi; o
karşılık gözetmeden ve hiçbir siyasi beklentileri olmadan hizmet eden,
ancak o tür siyasetçilerin ya bana rakip olursa diye ödünü patlatan
insanlarla kuracakları iletişim sırasında, kendi zayıflıklarının ve
vasatlıklarının belirginleşme ihtimalinin olması kaygısı olsa
gerektir.
Bu siyasetçilere o insanların kendilerine her durumda destek verme
mecburiyetlerinin ve kendilerine de bu tür bir mutlak itaatin olmasını
zorunlu kılan gerekçelerinin olup olmadığı onlar anlamak istemeseler
de hep sandıklarda sorulmaktadır. Onlar ya benim olsun, yada hiç
kimsenin olmasın felsefesini hayata geçirirken, yüzüstü süründürülen;
inanılan ve uğruna canlar feda edilen millî ve kutsal davalar ve
doğrudan halkın kendisi olmaktadır. Sonuçta inandığı tüm değerleri ve
kutsallarıyla yerlerde süründürülmeye mahkum edilen halkın; bunalıma
girip bayılma ve Allah korusun, sanki hiç uyanamama krizlerine
girmesinden şikâyet etmeye başlıyorlar. Halbuki şikâyet edilmesi
gerekenler; halkın gönlüne ulaşan haysiyet ve onur patentli iletişim
ve paylaşım köprülerini inşa edemeyen ve halkın ve dahası kendi seçmen
kitlesinin gönül sofrasında yer bulamayan o şovmen gösteri
siyasetçileridir. Çünkü adam olan herkese yer açılan Ebul Hasan El
Harakâni` nin sofrasına benzeyen o sofralarda, o siyasetçilerin lokma
sürecekleri şov tabakları bulundurulmaz. Sonuçta anlaşılacağı gibi,
seçmen ve genel halk kitlesi nezdinde milleti olmayan vekilin
hayalinin bile ulaşamayacağı kadar fedakârlıklara katlanmış hizmet
erlerinin olduğu gerçekliği gözden ırak tutulmaması gerektiği
söylenebilir. Bu halk kitlesi postmodern anlayışın siyasi kültürünün
ifadesi olan şov yapmazlar. Çok medyalatik olmaya çalışmazlar. Sen gel
buraya otur, siz gidin oraya oturun ayrıştırmasındaki gel şuraya
oturlara itibar etmezler.
Çünkü gel denilenlerle git denilenler arasındaki farkı bilirler ve görürler.İktidar adayı olan siyasi partilerin özellikle merkez teşkilâtı iradesiyle, vekillerin hepsinin kendi seçim bölgelerinde bulunan ve kendilerini vekil konumuna getiren seçmenler ile ilgili nasıl bir çalışma yaptıkları sorulmalıdır. Bu çalışma içerisinde ve özellikle üniversiteler dahil tüm kamu kurum ve kuruluşlarındaki aynı siyasi görüşleri paylaşan asıl dava sahiplerini detaylı olarak tanımak ve istişarelerde bulunmak gibi çalışmaların olup olmadığı da kesinlikle sorulmalıdır. Hep vekillerin ayaklarına gidilmesi gibi bir
terbiyesizlikten vazgeçilmeli ve seçmenin ayağına gitmeyi gururuna ve
kibrine yediremeyen vekil veya adaya da o yakınlaştırılmayan hizmet
erlerinin namusları olan oylarını asla yedirmeyecekleri bilinci
yerleştirilmelidir. Bizim milli kültürümüzde seçen ve seçilen
ilişkileri çok sıcak ve samimi olmak zorundadır.
Eğitim ve öğretim etkinlikleri içerisinde öğretmenin öğrencilerine
isimleriyle hitap etmeleri çok önemlidir. Seçilen ve seçen arasındaki
ilişkilerde aynı çerçevedendir. Bu yapıdaki seçilmişlerin bana göre
seçim bölgelerine hiç sokulmaması çok daha yararlı olacaktır. İnsanlar
kendilerine değer verildiğini hissettikleri siyasi yapılara doğru bir
yönelme içerisinde olmaktadırlar. Doğal ve tabii olan da budur. Bu
vekillere kendi seçim bölgelerinde bulunan seçmenler arasında ve bölge
halkı nazarında kendilerinden çok daha fazla seçmenin gönlünü
fethedebilecek daha donanımlı ve potansiyel adaylar hakkında
tespitlerinin olup olmadığı mutlaka sorulmalıdır. Hatta diğer siyasi
partilerde siyaset yapan aynı siyasi düşüncelere sahip seçmenlerin bu
tercihlerinin nedenleri ile ilgili çok detaylı araştırma ve
tespitlerin yapılıp yapılmadığı ayrıntılarıyla sorulmalıdır. Diğer
yandan gidenlerin yeniden yuvaya dönüşleri adına hangi önerilerin
geliştirildiği de muhataplarına mutlaka sorulmalıdır.
Seçimlerden sonra geçen 4-5 yıllık zaman sürecinde bu çalışmalar daha
uzun zamana yayılarak yapılmamasının ve sadece birkaç palyatif
çıkışlarla son ana yığılmasının sorumluluğu üstlenecek birileri
herhalde olmalıdır. Burada seçilmiş vekillere çok büyük hisseler
düşmektedir. İşte bütün bu siyasal oluşumların merkezinde ise sözlü
veya yazılı şekilde ifade mekanizmalarını elinde bulunduran "dil
gerçeği" yer alır. Bu bağlamda, sebep ve sonuçları ile sosyal bir olgu
olarak "siyasetçi dili" de, büyük önem taşımaktadır. Uygulanan çeşitli
siyasi, hukuki, ekonomik, sosyal ve kültürel programlar çerçevesinde,
ister iktidarda, ister muhalefette olsun siyasetçinin dili, oraya
buraya çekilmeyecek, aşırı elektriklenmelere zemin hazırlamayacak
ölçüde düzgün, açık, net, anlaşılır biçimde "sağlıklı" olmalıdır.
Siyasetteki başarının temelinde, aklı ve dili iyi kullanmanın yattığı
gerçeği, asla göz ardı edilmemelidir.
Yanlış anlamalara, alınganlıklara zemin hazırlayan öfke ve şiddet
içeren sözler, davranışlar; yerini, akılcı ve gerçekçi çizgide
söylemlere, tutum ve davranışlara bırakmalıdır. Bir de asıl önemlisi,
gerçek anlamda siyasetçi, toplumda "rol-model", yani örnek olma
görevini üstlenmiş kişi demektir. Bu bakımdan, zaman zaman onun
dilinde ifadesini bulan öfke yüklü söylemler ve buna bağlı olarak
sergilenen itici, kışkırtıcı jestler, mimikler ve davranışlar hiç de
olumlu sonuçlar doğurmamaktadır. Bu bağlamda, hiçbir siyasetçinin
olumsuz sözleri, tutum ve davranışları kendisiyle sınırlı kalmamakta,
hatta bir domino etkisi yaratarak toplumsal barış, huzur ve bütünüyle
"sosyal sağlık" yer yer tehlikeye düşmektedir.
Bu bağlamda, her siyasetçi:
1- Dili ustalıkla, akıcı ve etkili bir şekilde kullanarak, seçmen
kitlesine ve halka yaptıklarını, yapacaklarını ve yapmak
istediklerini, özetle kendisini ve partisinin programını, program
hedeflerini anlatmak durumunda, hatta zorunda olduğunu iyi
bilmelidir.
2- Halka edep, anlayış, saygı ve sevgi ile yaklaşmalı, içten ve olumlu sözlerini beden dili ile bütünleştirmelidir. Ağzından çıkacak her sözü yerinde ve zamanında kullanmalı, böylece halk ile sıcak ilişki kurma becerisini gösterebilmelidir. Karşı siyasi görüştekiler tarafından her
olumsuzluk, haksızlık, suçlama ve hatta iftira karşısında bile, itici
değil; sabır ve inançla, olgun söz ve davranışlarla özellikle halkın
gözünde çekici olmalı, olmasını bilmelidir.
Gerçekte bu, bazen çok zordur. Ama unutulmamalıdır ki "siyaset" aynı
zamanda, aklını kullanarak dil ve beden dili aracılığı ile "zoru
başarma, başarabilme sanatı" dır. Aynı zamanda iletişim sırasında
kültürel kodlarında devreye sokulması, kültürel değer ve normlara
dikkat ederek tutum ve davranışların biçimlendirilmesi çok daha etkili
olacaktır. Dil, kültür ve siyaset arasındaki ilişki sadece bunlarla
sınırlı olmayıp, çok daha geniş bir çerçeveden ele alınması gerekir.
YARARLANILAN VE YARARLANILABİLECEK KAYNAKLAR
Appadurai, A. (1990) Disjuncture and difference in the global culture
economy. Theory, Culture, and Society. 7.
Beneton, P. (1991) Muhafazakârlık, İstanbul: İletişim Yay.
Bilgin, N. (1997) Ulusal Kültür Kongresi: "Demokrasi Kültürü ve
Globalleşme". Ege Üniversitesi.
Connor, S. (2001) Post-Modernist Kültür: "Çağdaş Olanın Kuramlarına
Bir Giriş", İstanbul: Yapı Kredi Yay.
"Din Çimentomuz" Radikal, 12 Aralık 2005,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=172661
Durham, M. G. & Kellner, D. (2001) Media and Cultural Studies Key
Works, Blackwell.
Jameson, F. (1994) Postmodernizim ya da geç kapitalizmin mantığı,
İstanbul: Yapı Kredi Yay.
Kahraman, H. B. (2007) Kültür Tarihi Affetmez, İstanbul: Agora Kitaplığı.
Kahraman, H. B. (2007) Postmodernite ile Modernite Arasında Türkiye,
İstanbul: Agora Kitaplığı.
http://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/214091-dil-ve-kultur-nedir.html#ixzz2aqcZYHnF
Durmuş Hocaoğlu, "Dil, Kültür ve Siyaset", WebAnaliz., 21 Mart 2009,
Cumartesi. WebAnaliz Yazıları Sıra No: 3; 2009-03; Mart-03.
BALTA PETEKOĞLU, filiz, (2001) Halkla İlişkiler Nedir?, 2. Baskı,
İstanbul: Beta.
BAUDRILLARD, Jean, (1997) Türkmen Toplumu, Çrv. Hazal Deliceçaylı,
Ferda Keskin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
CROTEAU, David ve HOYNESS, William, (1997) Media/Society. Induswtries,
Images, and Audiences, Thomas Oaks/California, London ve New Delhi:
Pine Force Press.
DEBORD, Guy, (1996) Gösteriş Toplumu ve Yorumlar, Çev. Ayşen
Ekmekçi-Okşan Taşkent, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
HALL, Stuart ve JACQUES, Martin (Der.), (1995) Yeni Zamanlar-1990`
larda Politikanın Değişen Çehresi, Çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
I.NEWMAN, Bruce, (1994) The Marketing of the President: Political
Marketing as Campaign Strategy, Thousand Oaks, California: Sage
Publications.
LAZAR, Judith, (2001) İletişim Bilimi,Cev. Cengiz Anık, Ankara: Vadi
Yayınları.
MEYER, Thomas ve HINCMAN Lew, (2004) Medya Demokrasisi (Medya Siyaseti
Nasıl Sömürgeleştirir?), Çev. Ahmet Fethi, İstanbul: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları.
OKTAY, Mahmut, (2002) Politikada Halkla İlişkiler, İstanbul: Derin
Yayınları.
YÜRKOĞLU, Nurçay, (2000) Görü-Yorum-Gündelik Yaşamda İmgelerin Gücü,
İstanbul: Der Yayınları.
YILDIZ, Nuran, (2002) Türkiye`de Siyasetin Yeni Biçimi-Liderler,
İmajlar, Medya, Ankara: Phoenix Yayınevi.
ABOWITZ, Richard, October 16 - October 22, 2003, "That`s Politainment!
Politics. Entertainment. They`ve been merging since Elvis and Nixon,
making Gov. Arnold inevitable." Las Vegas Weekly,
http://www.lasvegasweekly.com/2003/1016/columns atg.html., (Erişim:11
Kasım 2003).
ARSLAN, Ruşen, "İşkenceye Karşı Çıkışta Çifte Standart: `Benim
İşkencem İyidir`", 4 Mayıs 2004, 198619, http://www.gelawej.com/
modules.php? name=Sections&op= printpage&artid=82, (Erişim: 15 Mayıs
2004).
A. STEPHAN, Beat, 12.06.2001, "Politainment und Pose", Brückenbauer,
Nr. 24, http://www.brueckbauer.ch/INHALT/0124/24iterv.htm,(Erişim: 8
Kasım 2003).
BORA, Tanıl, 28 Ağustos 2001 "Politainment", Medyakronik",
http://www.medyakronik.com/arsiv/tbora arv 280801.htm, (Erişim: 8
Kasım 2003).
ÇEBİ, Murat, Sadullah, (2002) "Günümüzde Siyasetin Medyada İnşası ve
Sunumu Üzerine Bazı Dikkatler", İletişim, 2002/14 Yaz.
FLOCKE, Sarah-Janine, http://cf.e-politik.de/beitrag.cfm?beitrag
ID=1679, (Erişim: 8 Kasım 2008).
GOBEL, Horst, 11 Aralık 2002, "Der steuer-Song in NÜRNBERG",
Siebenbürgische Zeitung Online,
http://www.siebenburger.de/sbz/news/1039592846,94648,.html.
HOFMANN, Gunter, "Auf dem Weg zur Mediendemokratie",
http://www.zeit.de/2001/31/Kultur/200131 p-doerner.html,
par.2,(Erişim:8 Kasım 2003).
JARREN, Otfried, 5-12 Oktober 2001, "Mediengesellsellschaft. Riskien
für die politische Kommunikation", Aus Politik und Zeitgeschichte, Nr.
41-42/,10-19, http://www.das-parlament.de/2001/4142/beilage/2001 41
42 004 6502.html, (Erişim: 06.11.2003).
KETLE, Martin, 6th November 2000-Monday, "It`s politainment, with
George`n`Al", Special report: the US elections, Guardian,
http://www.guardian.co.uk/USelection race/Story/0,2763, 393354,
00.html.
KUKLENSKY Valerie, "Election now ultimate `realityshow`. Recall
campaign has become a hit around the world". San Bernardio County Sun,
http://www.snsun.com/Stories/0,1413,
208%257E25124%257E1578142,00html, (Erişim: 11.11.2003).
|