Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10765
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
DEMOKRASİMİZ VE KRALLARI 3

         “...Ünlü Fransız siyaset bilimcisi George Vedel’in  ‘Demokrasi siyasi partiler olmadan yaşayamaz, fakat siyasi partiler yüzünden ölebilir de...’ sözü büyük gerçekler taşımakta ve Türkiye dahil bir çok memlekette yaşanan olaylarda doğrulanmış bulunmaktadır.” 02.11.2002-Türkiye Gazetesi-İsmet Giritli)

 

         O zaman bu sistem, bu düzen değişmelidir.

        

                                     ***

 

 

 

Şimdi de daha çok yukarıdaki verdiğim örnekle işleyen siyasi partilerin kurmuş oldukları hükümetlere bir göz atalım.        

Görülecektir ki Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümet oluşturmada ve

hükümetleri değiştirmede parti mücadelesi esası dışına pek çıkamamıştır.

           Aşağıdaki tabloda  cumhuriyet tarihinde kurulan bütün hükümetlerin süreleri ve kaç bakanlıkla ülkeyi idare ettiklerini göreceğiz.(Kaynak Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kütüphane ve Dokümantasyon Müdürlüğü.2006)

 

1- I. İnönü hükümeti, (30.10.1923- 06.03.1924) 4 ay 6 gün,  başbakan  12 bakanla ülkeyi yönetmiş. (Başbakan dahil kabine sayısı:13)

2- II. İnönü hükümeti, (06.03.1924- 22.11.1924) 8 ay 16 gün, başbakan 12 bakanla, (Başbakan dahil kabine sayısı:13)

3- Okyar   hükümeti, (22.11.1924- 03.03.1925) 3 ay 11 gün, başbakan 12 bakanla,(Kabine sayısı:13)

4- III.İnönü hükümeti, (03.03.1925- 01.11.1927) 2 yıl 7 ay 28 gün, başbakan 12 bakanla, (Kabine sayısı:13)

5- IV. İnönü hükümeti, (01.11.1927- 27.09.1930) 2 yıl 10 ay 26 gün, başbakan 12 bakanlığı 10 bakan atayarak,(Kabine sayısı:13)

6- V. İnönü hükümeti, (27.09.1930- 04.05.1931) 7 ay 7 gün, başbakan 9 bakanla,(Kabine sayısı:10)

7- VI. İnönü hükümeti, (04.05.1931- 01.03.1935) 3 yıl 9 ay 27 gün, başbakan 11 bakanla,(Kabine sayısı:12)

8- VII. İnönü hükümeti, (01.03.1935- 01.11.1937)  2 yıl 8 ay, başbakan 11 bakanla,(Kabine sayısı:12)

9- I. Bayar hükümeti, (01.11.1937-11.11.1938) 1 yıl 10 gün, başbakan 11 bakanla,(kabine sayısı:12)

10- II.Bayar hükümeti, (11.11.1938- 25.01.1939) 1 ay 14 gün, başbakan 11 bakanla, (kabine sayısı 12)

11- I. Saydam hükümeti, (25.01.1939- 03.04.1939) 2 ay 8 gün, başbakan 11 bakanla, (Kabine sayısı:12)

12- II. Saydam hükümeti, (03.04.1939- 09.07.1942) 3 yıl üç ay 6 gün, başbakan 13 bakanla, (Kabine sayısı:14)

13- I.Saraçoğlu hükümeti, (09.07.1942- 09.03.1943) 8 ay, başbakan 13 bakanla, (Kabine sayısı:14)

14- II.Saraçoğlu hükümeti, (09.03.1943- 07.08.1946) 3 yıl 4 ay 26 gün, başbakan 14 bakanla,(Kabine sayısı:15)

15- Peker hükümeti, (07.08.1946- 10.09.1947) 1 yıl 1 ay 3 gün, başbakan  1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 1 devlet bakanı ve 14 bakanla,(Kabine sayısı:17)

16- I.Saka hükümeti, (10.09.1947- 10.06.1948) 9 ay, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 1 devlet bakanı ve 14 bakanla, (Kabine sayısı:17)

17- II.Saka hükümeti, (10.06.1948- 16.01.1949) 7 ay 10 gün başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı ve 14 bakanla,(Kabine sayısı:16)

18- Günaltay hükümeti, (16.01.1949- 22.05.1950) 1 yıl 4 ay 6 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 1 devlet bakanı ve 14 bakanla, (Kabine sayısı:17)

19- I.Menderes hükümeti, (22.05.1950-09.03.1951) 9 ay 17 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 1 devlet bakanı ve 14 bakanla, Kabine sayısı:17)

20- II.Menderes hükümeti, (09.03.1951- 17.05.1954) 9 ay 17 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 2 devlet bakanı ve 15 bakanla, (Kabine sayısı:19)

21- III.Menderes hükümeti, (17.05.1954- 19.02.1955) 1 yıl 7 ay 2 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 3 devlet bakanı ve 14 bakanla,(Kabine sayısı:19)

22- IV.Menderes hükümeti, (09.12.1955- 25.11.1957) 1 yıl 11 ay 16 gün, başbakan 4 devlet bakanı ve 15 bakanlıkla, (Kabine sayısı:20)

23- V.Menderes hükümeti, (25.11.1957- 27.05.1960) 2 yıl 6 ay 2 gün, başbakan 2 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 3 devlet bakanı ve 17 bakanla, (Kabine sayısı:23)

24- I.Gürsel hükümeti, (30.05.1960- 05.01.1961) 7 ay 5 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 3 devlet bakanı ve 17 bakanla, (Kabine sayısı:22)

25- II.Gürsel hükümeti,(05.01.1961- 20.11.1961) 10 ay 15 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 2 devlet bakanı ve 16 bakanla, (Kabine sayısı:20)

26- VIII.İnönü hükümeti, (20.11.1961- 25.06.1962) 7 ay 5 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 4 devlet bakanı ve 16 bakanlıkla, (Kabine sayısı:22)

27- IX.İnönü hükümeti, (25.06.1962- 25.12.1963) 1 yıl 6 ay, başbakan 3 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 3 devlet bakanı ve 17 bakanla, (Kabine sayısı:24)

28- X.İnönü hükümeti, (25.12.1963- 20.02.1965)  1 yıl 1 ay 5 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 3 devlet bakanı ve 18 bakanla, (kabine sayısı:23) 

29- Ürgüplü hükümeti, (20.02.1965- 27.10.1965) 8 ay 7 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 3 devlet bakanı ve 18 bakanla, (Kabine sayısı:23)

30- I.Demirel hükümeti, (27.10.1965- 03.11.1969) 4 yıl 8 gün, başbakan 5 devlet bakanı ve 19 bakanla, (Kabine sayısı:25)

31- II.Demirel hükümeti, (03.11.1969- 06.03.1970) 4 ay 3 gün, başbakan 4 devlet bakanı ve 20 bakanla, (Kabine sayısı:25)

32- III.Demirel hükümeti, (06.03.1970- 26.03.1971) 1 yıl 20 gün, başbakan 3 devlet bakanı ve 20 bakanla, (Kabine sayısı:24)

33- I.Erim hükümeti, (26.03.1971- 11.12.1971) 8 ay 15 gün, başbakan 3 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 2 devlet bakanı ve 20 bakanla, (Kabine sayısı:26)

34- II.Erim hükümeti, (11.12.1971- 22.05.1972) 5 ay 11 gün, başbakan 4 devlet bakanı ve 20 bakanla, (Kabine sayısı:25)

35- Melen hükümeti, ( 22.05.1972- 15.04.1973) 10 ay 23 gün, başbakan 4 devlet bakanı ve 20 bakanla, (Kabine sayısı:25)

36- Talu hükümeti, (15.04.1973- 26.01.1974) 9 ay 11 gün, başbakan 2 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 2 devlet bakanı ve 20 bakanla, (Kabine sayısı:25)

37- I.Ecevit hükümeti, (26.01.1974- 17.11.1974) 9 ay 21 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 3 devlet bakanı ve 20 bakanla, (Kabine sayısı:25)

38- Irmak hükümeti, (17.11.1974- 31.03.1975) 4 ay 14 gün,  başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 3 devlet bakanı ve 22 bakanla, (Kabine sayısı:27)

39- IV.Demirel hükümeti, (31.03.1975- 21.06.1977) 2 yıl 2 ay 20 gün, başbakan 3 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 4 devlet bakanı ve 22 bakanla, (Kabine sayısı:30)

40- II.Ecevit hükümeti, (21.06.1977- 21.07.1977) 1 ay, başbakan 2 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 2 devlet bakanı ve 22 bakanla, (Kabine sayısı:27)

41- V.Demirel hükümeti, ( 21.07.1977- 05.01.1978) 5 ay 14 gün başbakan 2 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 4 devlet bakanı ve  22 bakanla, (Kabine sayısı:29)

42- III.Ecevit hükümeti, ( 05.01.1978- 12.11.1979) 1 yıl 10 ay 7 gün, başbakan 3 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 7 devlet bakanı ve 24 bakanla, (Kabine sayısı:35)

43- VI. Demirel hükümeti, ( 12.11.1979- 12.09.1980) 10 ay, başbakan 6 devlet bakanı ve  22 bakanla, (Kabine sayısı:29)

44- Ulusu hükümeti, (20.09.1980- 13.12.1983) 3 yıl 2 ay 23 gün, başbakan 2 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 4 devlet bakanı ve 22 bakanla, (Kabine sayısı:29)

45- I.Özal hükümeti, (13.12.1983-21.12.1987) 4 yıl 8 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 7 devlet bakanı ve  14 bakanla, (Kabine sayısı:23)

46- II.Özal hükümeti, (21.12.1987- 09.11.1989) 1 yıl 10 ay 18 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı,  11 devlet bakanı ve 18 bakanla, (kabine sayısı:31)

47- Akbulut hükümeti, (09.11.1989- 23.06.1991) 1 yıl 7 ay 14 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı,  14 devlet bakanı ve  15 bakanla, (Kabine sayısı:30)

48- I.Yılmaz hükümeti, ( 23.06.1991- 20.11.1991) 4 ay 7 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 13 devlet bakanı ve 18 bakanla, (Kabine sayısı:33)

49- VII. Demirel hükümeti, (20.11.1991- 25.06.1993) 1 yıl 7 ay 5 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 14 devlet bakanı ve  17 bakanla, (Kabine sayısı:33)

50- I.Çiller hükümeti. (25.06.1993-05.10.1995) 2 yıl 3 ay 10 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 15 devlet bakanı ve 17 bakanla, (Kabine sayısı:43)

51- II.Çiller hükümeti, (05.10.1995- 30.10.1995) 25 gün, başbakan 12 devlet bakanı ve 17 bakanla, (Kabine sayısı:30)

52- III.Çiller hükümeti, (30.10.1995- 06.03.1996) 4 ay 6 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 15 devlet bakanı ve  16 bakanla, (Kabine sayısı:33)

53- II.Yılmaz hükümeti, (06.03.1996-28.06.1996) 3 ay 22 gün, başbakan 1 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 14 devlet bakanı ve 17 bakanla, (Kabine sayısı:33)

54- Erbakan hükümeti, (28.06.1996- 30.06.1997) 1 yıl 2 gün, başbakan 1 dışişleri bakanı ve başbakan yardımcısı, 19 devlet bakanı ve 16 bakanla, (Kabine sayısı:37)

55- III.Yılmaz hükümeti, ( 30.06.1997-11.01.1999) 1 yıl 6 ay 11 gün, başbakan biri devlet bakanı, biri Milli savunma bakanı olmak üzere 2 başbakan yardımcısı, 19 devlet bakanı ve 15 bakanla, (kabine sayısı:37)

56- IV. Ecevit hükümeti, (11.01.1999- 28.05.1999) 4 ay 17 gün, başbakan 2 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 5 devlet bakanı ve 17 bakanla, (Kabine sayısı:25)

57- V.Ecevit hükümeti, ( 28.05.1999-18.11.2002) 3 yıl 5 ay 10 gün, başbakan 3 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 17 devlet bakanı ve 19 bakanla, (kabine sayısı:40)

58- Gül hükümeti, (18.11.2002- 14.03.2003) 3 ay 16 gün, başbakan 3 devlet bakanı ve başbakan yardımcısı, 4 devlet bakanı ve 17 bakanla ülkeyi yönetmiş. (Kabine sayısı:25)

59- I. Erdoğan hükümeti, (14.03.2003-30.Ağustos.2007)  başbakan biri Dışişleri bakanı, ikisi devlet bakanı olmak üzere 3 başbakan yardımcısı, 6 devlet bakanı ve 12 bakanla (Kabine sayısı:22) ülkeyi yönetmiş.      

         60-II.Erdoğan hükümeti, (30.Ağustos.2007-...) başbakan üçü başbakan yardımcısı,dokuzu devlet bakanı olmak üzere 12 bakanla (Kabine sayısı:25) ülkeyi yönetmektedir.

        

Bu tablodan görüleceği üzere 1923 yılından 2007 yılına kadar 84 yılda 60 hükümet gelmiş ve her 1,4 yılda bir hükümet değişmiştir. 84 yılda 23 başbakan gelmiştir. Cumhuriyet tarihimizde ortalama 3 yıla bir başbakan düşmektedir. 1923 yılından 1938 yılına kadar  3 başbakan olmuş bunlardan Celal Bayar 1 yıl 10 gün, Ali Fethi Okyar ise 3 ay 11 gün başbakanlık yapmış, geri kalan yaklaşık 15 yılda İsmet İnönü başbakan olmuştur. Atatürk dönemindeki tablo budur.

         Her 1,4 yılda bir hükümetin değiştiği ve her 3,06 yıla bir başbakanın düştüğü demokrasi tarihimiz, bize, sistemimizi düzenlemeye mecbur olduğumuzu açıkça göstermektedir.

         Yine hükümetlere baktığımızda en düşük kabine sayısı 10 kişilik kabine ile V. İnönü hükümetinde bulunmaktadır. En çok kabine sayısına sahip hükümet ise 43 kişilik kabine ile I. Çiller hükümetidir. Cumhuriyet tarihinin ikinci çok sayıda bakanı olan hükümet 40 kişilik kabine ile V.Ecevit hükümeti, üçüncüsü ise 37 kişilik kabinelerle III.Yılmaz ve Erbakan hükümetleridir.

         1923-1938 arasındaki hükümetlerde kabine sayısı başbakan dahil bir hükümette 10 kişi diğer hükümetlerde ise 12 ile 13 kişi arasındadır.

         1939-1950 arasındaki hükümetlerde kabine sayısı 12 ile 17 arasındadır.

         1950-1960 arasındaki hükümetlerde en düşük kabine sayısı 17, en yüksek kabine sayısı 23 dür.

         1960-1980 arasındaki hükümetlerde kabine sayısı 20 ile 35 arasında değişmektedir.

         1980-2007 arasındaki hükümetlerde kabine sayısı 22 ile 43 arasındadır ve en düşük kabine sayısı Erdoğan hükümetinde bulunmaktadır.

         Bu tablolarda nüfus artışı ve bazı gelişmeler karşısında kabinelerde meydana gelebilecek belli sayıda değişmeler bir tarafa bırakılırsa, çoğu hükümetlerin ülkeyi yönetmekten çok kendi partilileri ile ortaklıklarını korumak için bakanlar kurulu sayılarında değişiklikler yaptığını görürüz. Bu gün hala daha bir çok bakanlığın kuruluş kanunları yoktur ve devlet bakanlıklarının hiç biri kanunlara dayalı bakanlıklar değildir. Bu tablo da siyasi iktidarların çoğunun hükümet kurmada da başarısız olduklarını göstermektedir.

         Kuruluş kanununun bile olmadığı bakanlıklara, kanun kuvvetinde kararnamelerle kurulan devlet bakanlıklarına hangi nedenle bakanlar atanmıştır?

         Ülkeyi daha iyi idare etmek için mi? yoksa bir sonraki seçim düşünüldüğü, yandaşlarına imkan tanındığı ya da koalisyonu ne pahasına olursa olsun kurup koltuklara oturmak için mi?

         Cevap herkes tarafından bilinmektedir. En azından ülkeyi daha iyi idare etmek için bu yanlışlara girilmemiştir.

         Bütün gerçekler göstermektedir ki siyasi partiler yasası ve seçim kanunu kesinlikle değişmeli ve yeni bir düzen kurulmalıdır.

                                     ***

 

 

 Türkiye Büyük Millet Meclisi, partilerin ve sayıları sınırlı olan partililerin iradeleri doğrultusunda oluşmaktadır.

         Peki Türkiye Büyük Millet meclisinin yapısı nasıldır?

         Yasama görevi nasıl olmaktadır?

         Yürütme nasıl belirlenmektedir?

         Denetim görevi nasıl yapılmaktadır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi önce seçilen milletvekillerinin yemin töreni ile açılır. Yemin, her nedense insanları en çok bağlayan inanç çizgisinde değil de  hazırlanan bir protokol metin üzerinde olur. Onun içindir ki yemin töreni sadece bir merasim özelliğinin ötesine geçemez. Yemin töreninden sonra en çok konuşulanlar, kimlerin metni yanlış okuyup tekrarladığı, kimlerin etkileyici bir ses tonuna sahip olduğu gibi şeyler olur. Yemin eden milletvekilleri de bu törenden sonra büyük ihtimalle ettikleri yemini unutup siyasi partilerin döşedikleri raylar üzerinde yürümeye devam ederler.

         Halbuki çoğu demokratik ülkede olduğu gibi bu yemin, her üyenin inandığı dinin veya inandığı değerlerin gerektirdiği şekilde olsa durum bu günkünden çok farklı olur. Şimdi düşünelim, mesela dini istismar ederek meclise giren müslüman bir milletvekili Kur’an-ı Kerim üzerine Laiklik ilkesine bağlı kalacağına, dini istismar etmeyeceğine dair bir yemini yapmış olsa durumu ne olur?

         Halkın mutluluğu ve refahı için çalışacağına dair bir yemini

inandığı kutsal kitap üzerine yapan bir milletvekili, partisinin bir mensubunu ve liderini bu gün olduğu biçimde bir teslimiyet içinde dinler mi?

         Kaldı ki öyle veya böyle bir kişi yemin edecekse bu yemin o kişiyi en etkileyen değerler üzerinde olması gerekir.

         Mevcut sistemimizin her yönü bir kandırmaca olduğu gibi meclisin açılışında da yine bir kandırmaca söz konusu olmaktadır. İşe kandırmaca ile başlayınca devamı ve sonu da pek tabidir ki öyle olmaktadır.

         Sonra mecliste meclis başkanı seçimi yapılır.

         Tek geçerli ve tercih edilen yol vardır. O da hangi siyasi parti yeterli sayıda milletvekiline sahipse meclis başkanını o seçmektedir. Peki bu kişiyi kim belirlemektedir? Sadece lider. Meclis başkanının seçme sayısına sahip olan partinin milletvekillerine sadece kulis yapma hakkı verilmiştir. Son söz liderindir.

         Her siyasi partinin grup başkan vekilleri, siyasi partilerin kendi grup toplantılarında seçilir. Genelde liderin işaret ettikleri yapılan oylamada grup başkan vekili olurlar.

         Sonra meclis hükümeti seçer. Hükümet kurma hakkı yeterli milletvekili sayısına sahip olan siyasi partinin veya en çok milletvekiline sahip siyasi partilerindir.

         Türkiye Büyük Millet Meclisi birinci kendi işleyişini sağlamak için Meclis Başkanı, başkan vekilleri ile üyelerini, komisyon üyelerini, meclis idare amirlerini seçer. İkincisi ülkeye yönetecek olan hükümeti güven oyu vermek üzere seçmiş olur.

         Hükümeti kurmakla görevlendirilen siyasi parti lideri bakanlarını kendi seçer. Burada hiçbir bağlayıcı müeyyide yoktur. Onun içindir ki bazı milletvekilleri bakan olduklarını ya televizyonlardan ya da başkalarından öğrenir. Liderler kabinelerini oluştururlarken bu güne kadar gördüğümüz genelde bölge, il, sadakat, sermaye çevreleri esasına göre hareket edildiğidir. Bunun içindir ki bazen bir ilkokul mezunu oy deposu bir kişi bakanlık koltuğuna çok becerikli olduğu için değil  sırf  oy deposu olma özelliğinden dolayı oturur.

         Böyle olunca da şu soru ortaya çıkıyor. Amaç ülkeyi daha iyi yönetmek mi? Bir sonraki seçimi de kazanmak mı? Cevap bellidir. Demokrasi halkın yönetimidir. Halktan herkes bakan olabilir. Bu cevap verilirken demokrasinin halkın refahını ve mutluluğunu sağlama ilkesi örtülür. Çünkü demagoji ile baş etmek her zaman mümkün olmayabilir. Bir işçi sendikası lideri Çalışma Bakanı yapılmaz ama 5-10 bin oyu cebinde olan bir aşiret reisi bakan yapılır. Ne adına ? Demokrasi adına.

         Sonra mecliste yasalar çıkarılır.

         Yasama görevinde, hiçbir dönemde birkaç istisna hariç bir muhalefet milletvekilinin verdiği bir kanun teklifinin meclisten geçtiği görülmemiştir. Daha doğrusu ilgili komisyondan geçip Meclis genel kuruluna indiği görülmemiştir.

         Kanun teklifleri çoğunlukla bakanlar kurulu tarafından ve iktidar partisi veya partileri grupları veya milletvekillerince verilir ve bunlar komisyonlardan ve meclis genel kurulundan geçer.

         Ayrıca iktidar veya muhalefet partilerinin mensubu milletvekilleri hazırladıkları kanun tekliflerini önce kendi gruplarına kabul ettirmek zorundadırlar. Ondan sonra yasa tekliflerini Meclis Başkanlığına verebilirler. Bu durum sadece kanun teklifleri için geçerli değildir. Meclis genel kurulunda da konuşma yapmak isteyen milletvekilleri  gruplarından izin almak zorundadırlar.

         Kanunların metinleri ise genelde bürokratlarca hazırlanır. Mecliste hiç bir milletvekilinin kanun teklifleri üzerinde bilgi birikimine sahip bir müşaviri yoktur. Bu gün meclisimizde milletvekillerinin müşavirleri genelde seçmenlerin işleriyle uğraşarak milletvekillerine yardımcı olurlar.

         Muhalefet milletvekilleri ne yapar?

         Verdikleri kanun tekliflerinin kanunlaşmadığını bilir ama seçmene iyi görünmek için bu teklifleri verir. Ayrıca iktidar milletvekillerinin ve hükümetin verdiği kanun tekliflerinin komisyonda ve genel kurulda görüşülmesi sırasında bu tekliflere karşı çıkar ve aleyhte oy kullanır. Türk demokrasi tarihinde birkaç istisna hariç, muhalefetin yaptığı hep bu olmuştur. İktidar muhalefetin hiçbir kanun teklifini görüşmeye dahi almaz, muhalefet ise uygun olsun olmasın  iktidarın her kanun teklifine karşı çıkar.

         Ama bazı çevreler her nedense Türkiye Büyük Millet Meclisinde kanunların nasıl çıkartıldığından çok, çıkan kanunların Anayasa Mahkemesince Anayasaya uygun olup olmadığının  tetkiki meselesi üzerinde durmuşlardır. Anayasamıza göre meclisten çıkan bir yasa meclisteki belli sayıdaki milletvekilinin ve Cumhurbaşkanın isteği üzerine Anayasa Mahkemesine gönderilebilmekte ve Anayasa Mahkemesi bu yasanın Anayasaya aykırı olup olmadığı kararını vermektedir. Aykırı bulunursa o yasa meclisten çıkmamış kabul edilmektedir. Burada itiraz edilen ve demokrasiye aykırı bulunan husus şu olmaktadır. Anayasa mahkemesi üyeleri Cumhurbaşkanınca atanmaktadır, atanan insanlar nasıl olurda milleti temsil eden milletvekillerince çıkarılan bir yasayı geçersiz kabul eder? Halbuki daha çok hukuki açıdan bir teknik mesele olan ve uzmanlık isteyen böyle bir hizmeti veya tetkiki demokratik bulmayıp, bu sistemle meclisin oluşumunu demokratik bulmak, meclisin bu işleyişini demokratik bulmak oldukça ilginç olmaktadır.

Bütün bu durumlar da 56 yıllık demokrasi dönemimizin bir ayrı oyunu ve oyalamasıdır.

         Türkiye Büyük Millet Meclisinde 14 adet komisyon vardır. Bunlardan biri; İnsan hakları inceleme komisyonu kanunla kurulmuştur. Diğerleri ise şunlardır:

         1-Anayasa komisyonu: Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki kanun tekliflerini;Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin seçimi, faaliyetleri, üyelerinin statüsü ve hakları hakkındaki kanun tasarı ve tekliflerini, İçtüzük hakkındaki teklifleri, Bakanlar Kurulunun, Başbakanlığın, bakanlıkların kuruluş ve çalışma usulleri hakkındaki kanun tasarı ve teklifleri ile kanun hükmünde kararnameleri;siyasi partilerin statüsü ile ilgili kanun tasarı ve tekliflerini, Anayasa konuları ile ilgili görülerek  havale edilen diğer kanun tasarı ve tekliflerini; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin faaliyetleri ve görevlerini yerine getirmesi ile ilgili olarak Başkanlık, Başkanlık divanı, komisyonlar veya genel kurulca yapılacak görüş istemlerini incelemekle görevlidir.

         2-Adalet Komisyonu: Adalet işleri ve temel kanunlarla ilgili tasarı ve teklifleri ile kanun hükmünde kararnameleri, genel tedvin ahengini sağlamak üzere havale edilen diğer işleri inceler.

         3-Dışişleri ve Milli Savunma Komisyonu :Günümüz koşullarında milli savunmanın milletlerarası ilişkilerden ayrı düşünülemeyeceği görüşüyle; uygulamada iki ayrı komisyona verilen;milletlerarası  andlaşmaların onaylanmasının ve milletlerarası andlaşmalara katılmanın uygun bulunması hakkındaki kanun tasarılarının, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış münasebetlerinin teşkilatlandırılması ve idaresi hakkındaki ve dış münasebetlerle, milli güvenlik, savunma ve askerlik ile ilgili tasarı ve teklifleri ile kanun hükmünde kararnamelerin incelenmesi görevi bu düzenleme ile tek komisyona verilmiştir.

         4-İçişleri komisyonu:Merkezi idarenin, mahalli idarelerin genel olarak düzenlenmesi, emniyet, jandarma, sivil savunma ve diğer içişleri ile  ilgili kanun tasarısı ve teklifleri ile kanun hükmünde kararnameleri ve diğer komisyonların yetki alanları dışında kalan kanun tasarısı ve teklifleri ile kanun hükmünde kararnameleri inceler.

         5-Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu: Eğitim, kültür,sanat, gençlik ve spor konuları ile ilgili kanun tasarısı ve teklifleri ile kanun hükmünde kararnameleri inceler.

         6-Bayındırlık, İmar, Ulaştırma, Çevre ve Turizm Komisyonu: Bayındırlık, imar ve iskan, ulaştırma, turizm işleri ile doğal, kültürel ve sosyal çevrenin korunması, iyileştirilmesi, geliştirilmesi ve çevre sorunları ile kirliliğin önlenmesi hakkındaki kanun tasarısı ve teklifleri ile kanun hükmündeki kararnameleri inceler.

         7-Sağlık, Aile, Çalışma ve sosyal işler Komisyonu: Çalışma ve iş hayatı, sosyal güvenlik, sağlık ve sosyal yardım konuları ile ailenin bütünlüğünün korunması ve aile planlanması hakkındaki kanun tasarısı ve teklifleri ile kanun hükmündeki kararnameleri inceler.

         8-Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu:Tarım, Orman ve Köyişleri ile ilgili kanun tasarısı ve teklifleri ile kanun hükmündeki kararnameleri inceler.

         9-Sanayi, Ticaret, Tabii Kaynaklar, Enerji ve Teknoloji ve Bilim Komisyonu: Sanayi, enerji, madencilik, akaryakıt, iç ve dış ticaret ve teknoloji ile ilgili kanun tasarı ve teklifleri ile kanun hükmündeki kararnameleri inceler.

         10-Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu:İçtüzükle verilen görevleri yerine getirir.

         11-Dilekçe komisyonu:Anayasa gereğince vatandaşların dilekçe haklarını kullanarak yaptıkları yazılı başvuruları inceler.

         12-Plan ve Bütçe Komisyonu: Başkanlıkça, Hükümetçe veya Genel Kurul’ca kalkınma planı ile ilgili görülen kanun tasarısı ve tekliflerini, kamu harcama ve gelirlerinde artış ve azalışı gerektiren kanun tasarı ve tekliflerini;veya sadece belli hükümleri bu niteliği taşıyan kanun tasarısı ve tekliflerinin söz konusu hükümlerini;vakıflar, milli emlak, vergi, resim harçlarla ilgili kanun tasarı ve tekliflerini, genel ve katma bütçe kanun tasarılarını, cari yıl bütçesindeki ödenek artışını öngören değişiklik tasarıları ile cari ve ileriki yıl bütçelerine mali yük getirecek nitelikteki kanun tasarı ve tekliflerini, kesin hesap kanunu tasarıları ile genel ve katma bütçeli dairelere bağlı döner sermayelerin kesin hesaplarının onaylanmasına dair  kanun tasarılarını;mali işlerle ve gümrüklerle ilgili diğer kanun tasarı ve teklifleri ile kanun hükmündeki kararnameleri ve Sayıştay tarafından kanun gereğince verilen raporları inceler.

         13-Kamu İktisadi Teşebbüsleri komisyonu:Kamu İktisadi teşebbüslerinin denetimi veya teftişine ilişkin raporlar ile Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun kurum ve kuruluşlar hakkında düzenlediği denetim raporlarını özel kanundaki hükümlere göre inceler ve karara bağlar.

             Komisyonların oluşumu siyasi partilerin milletvekili sayısına göredir. Komisyon üyelerinin hepsi milletvekilleridir ve iktidar partisi veya partileri bu komisyonlara her zaman hakimdir. Bu komisyonların yaptıkları işlemlerin denetimi ise pek söz konusu değildir. Uzman kişiler komisyonda oy hakkı ve karar hakkına sahip değildir. Sadece dinlenir ve fikir alınabilir. Komisyona partilerce seçilen üyelerde ilk bakışta komisyon görevlerine bir paralellik görülebilse de genelde ölçü  bakanlık bekleyip yapılamayanlar ile parti içi dengeleri gözeten bir tablo söz konusudur diyebiliriz. Burada da “daha iyiyi” arayış ve hesaplamaları pek yoktur. Mesela Plan  ve Bütçe Komisyonunda hiçbir dönem maliyeciler ve ilgili uzmanların bir ağırlığını görmek mümkün değildir.

         Türkiye Büyük Millet Meclisindeki en büyük komedi denetim mekanizmasında görülmektedir.

         Türkiye Büyük Millet Meclisinde denetim muhalefet partileri tarafından gerçekleştirilir. Ancak bu güne kadar iktidar muhalefet ilişkilerinde daha çok hakim olan yöntem, birinin ak dediğine diğerinin kara demesidir.

         Türkiye Büyük Millet Meclisinde  en iyi işleyen denetim mekanizması daha çok muhalefet milletvekillerinin vermiş olduklar yazılı ve sözlü soru önergeleridir. Çünkü sorulan her soruya iktidar cevap vermek zorundadır. Ancak bu yolla milletvekilleri sadece bilgi edinmeden öteye geçememektedirler. Tabi arada bir iktidarların sorulara tam cevap vermedikleri de olmaktadır. 

         Mecliste en etkili olabilecek olan denetim yolu meclis araştırma ve meclis soruşturma önergeleridir. Ancak burada yine iktidarı oluşturan partinin veya partilerin bu denetimi önleme yolu ve alışkanlığı vardır. Halbuki bu önerge gereği araştırmaların ve soruşturmaların çok rahat yapılabilmesi mümkün olabilmeliydi.

Meclisimizde “Gensoru” en etkili bir denetim yoludur. Çünkü gensoru  bakanlar ve başbakan hakkında verilir ve yanlış, hatalı, kanunsuz uygulamalarla ilgili iddialar ortaya konur. Bir bakan hakkında muhalefet gensoru verdiğinde bu mecliste muhakkak tartışılır. Ancak gensorunun içeriği ne olursa olsun, meclisteki gensoru tartışması genelde iktidar ve muhalefetin atışmalarına sahne olmaktan öteye geçmez ve sonunda gensoru iktidarın oylarıyla ret edilir. Muhalefet bu reddiyenin olacağını  bilir ama mesele bu yolla iktidarı yıpratmak olduğu için gensoru verilir. Yeterli belgeler olsa da verilir, olmasa da. Sadece iktidarı yıpratmaya yönelik gensoruların genelde işleyişi şöyle olur: Önce basına bazı bilgiler sızdırılır sonra da  basındaki haberler gerekçe gösterilerek gensoru verilir. Burada basının ve siyasetçilerin ayrı bir işbirliği söz konusu olur. Bu durum basınla iyi geçinmeyen hükümetlerin her zaman başına gelmiştir.

         Peki gerçek manada bir yolsuzluğu muhalefet gündeme getirirse ne olur?

         Eğer başbakan ve parti genel başkanı siyasi bir riskle karşı karşıya kaldığını fark ederse yani bu durumun bir oy kaybına sebebiyet vereceğine inanırsa bu bakanı feda edebilir. Aksi takdirde değişen bir şey olmaz. Tiyatro aynı sahnelerde oynanmaya devam edilir.

         Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bir tiyatro sahnesi de hükümetin güvenoyu oylamasında ve  bütçe görüşmeleri esnasında görülür.

         Hükümetin kuruluşunda hükümet programı üzerinde ve her yıl, yıl sonunda bütçe görüşmeleri yapılır.

         Hükümet programı görüşmelerinde direkt, bütçe görüşmelerinde dolaylı bir güvenoyu oylaması olur.

         Bu görüşmelerde iktidar sözcülerinin ve başbakanın ağzından yaldızlı olmayan sözler duymak çok nadirdir. Geçmiş yönetimlerin yanlışlarının anlatımının dışında hakim olan kelimelerin sonu daima “cağız ve ceğiz” ile biter. İktidar ne derse desin, muhalefet ne söylerse söylesin hükümetin güven oyu rakamı genelde bellidir. Bu konuşmaların oylara etkisi yoktur.

         Yapacağız, edeceğiz kelimelerinin hakimiyetinde yapılan konuşmalarla biten güven oyu oylamasının ardından yapılan ilk bütçe görüşmelerinde ise hükümet neleri niçin yapamadığından bahseder ve eksikliklerini kapatmak için de muhalefetle çatışmaya girer. Muhalefet de bu oyunu oynamaya hazırdır. Oyun başlanır. Kalkınmaya yönelik sözler ağırlığını bazı polemiklere bırakır. Birkaç itişme ve kakışma da olduğunda ise dekor tamamlanmış olur.

         Bütçe konuşmalarında iktidar ve muhalefet partilerinin sözcüleri sadece içtüzüğün gereğini yerine getirmek için hareket ederler. Konuşmalarının neticeye hiçbir etkisinin olmayacağını bilirler. Konuşmalarının çoğu da “seçmene selam” konuşmalarıdır. Haklı olarak hiç olmazsa bu faydayı sağlayalım diye düşünülür.

         Meclisteki bütçe konuşmaları incelendiğinde görülecektir ki her bakanlığın bütçesinin görüşülmesi esnasında hemen hemen her milletvekilinin konuşma metnin içinde bir dönem önceki konuşmalardaki bazı cümle ve kavram kalıplarını görebilirsiniz. Çünkü metinler hazırlanırken önceki dönemlerdeki konuşmalar incelenir. Bir de ilgili bakanlıklarda tanıdık bir bürokrat varsa ondan konuşma metni istenir. Amaç sadece güzel konuşabilmektir. Çünkü herkes bilmektedir ki bu konuşmaların neticeye bir etkisi yoktur.

         Ve vakit kaybının adı demokrasi olur.

         Ama öte yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bir milletvekilinin ister “seçmene selam” niteliğindeki konuşması olsun, ister  çok önemli gördüğü bir konudaki konuşması olsun, ne olursa olsun bir oturumda verdiği konuşma süresi sadece beş dakikadır ve 5 dakika konuşma yapabileceklerin sayısı da 550 milletvekiline sahip mecliste sadece 3 dür.

         “Bir milletvekilinin parlamentoda konuşma özgürlüğü var mı? Bu soruya evet diyemem. Anayasaya uygun olarak yapılmış parlamentonun iç tüzüğünden yola çıkarak söylüyorum Bir milletvekilinin sadece gündem dışı beş dakika söz alma hakkı var. Yani bir oturumda meclis başkanının uygun göreceği üç kişinin beşer dakika konuşma hakkı var. Bir milletvekili bunun dışında nasıl konuşabilir? Partiler adına sözcülük yapabilir. Peki, partiler adına sözcülük yapıldığında önünüzdeki metin milletvekilinin hür iradesiyle ortaya çıkardığı metin mi? Yoksa, partisinin görüşünün disipline ettiği metin mi?...” (25.09.1999-Yeni Asya Gazetesi-Gürcan Dağdaş)

         Boş veya dolu konuşma da olsa, meclisimizin milletvekillerine tanıdığı konuşma özgürlüğü böyle, öte yanda ise tiyatronun tam oynanması için neticeye hiçbir etkisi olmayan konuşmalar ise yeterli ve bazen de çok uzun bir sürede gerçekleşmektedir. Darbeleri “askerler özgürlüklerimizi kısıtladı” diye yorumlayıp yola düşünler, meclisimizin  siyasi partiler ağılığında işleyen diktatörlüğüne pek ses çıkarmamaktadırlar. Yani demokrasimiz, belli bir güce kavuşanların istediği şekilde istenilen yere çekilebildiği tasmalı ve süslenmiş bir şey gibi.

         Türkiye Büyük  Millet Meclisi Cumhurbaşkanını seçer.

 Cumhurbaşkanı Türk Milletini temsildeki en üst makamdır. Yetkileri çok olmamakla birlikte temsildeki ağırlığı cumhurbaşkanlığı seçimlerini her dönem çok önemli kılar. Bu önemi sebebiyle de cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışmalı geçer. Tartışmalı geçmesinin bir diğer nedeni de “kulis”in bu seçimde çok ağırlıklı olmasıdır. Halk arasındaki tartışmanın karmaşıklığı ise biraz da “kral” özlemine dayanmaktadır diyebiliriz. Herkes kendi ölçüleri içerisindeki özlediği kralı ister. Yetkileri ve yaptırım gücü başbakandan daha az seviyede olan Cumhurbaşkanlığı seçimini önemli kılan biraz da bu kral özlemine dayanmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görülen bir diğer gerçek de Atatürk hariç halkın ve demokratik kurumların geniş mutabakatında birinin seçiminin yapılamamış olmasıdır. 

Yürütme görevi Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar tarafından yerine getirilir. Bakanlar Kurulu Meclise karşı sorumludur  ama Cumhurbaşkanı sorumlu değildir. Çünkü Cumhurbaşkanının tarafsız olması kabul edilmektedir. Çoğunlukla bir veya birkaç siyasi partinin seçtiği bir cumhurbaşkanının tarafsız olması nasıl kabul edilir? bunu anlamak gerçekten zordur. Milletvekilleri de seçildikten sonra Anayasımıza göre sadece illerinin değil bütün milletin milletvekilidir ve üstelik tarafsız ve  adil olacağına dair yemin etmektedirler. Amerika Birleşik Devletleri başkanı yönetimle direkt ilgisi olmayan bir özel konuda hakim karşısında saatlerce ifade verip ter dökmektedir ama bizim Cumhurbaşkanlarımız hiçbir şeyden sorumlu olmamaktadır. Sadece vatana ihanetten sorgulanabilmekte ve buna dayalı olarak meclis tarafından bu makamdan alınabilmektedir. Hala daha bir devlet bilgisinin başkalarına verilmesi gibi ajanvari olayların dışında bir vatana ihanet kavramını geliştiremediğiz günümüzde hangi cumhurbaşkanı vatana ihanetten yargılanabilir ki? Halbuki millet için bir makama oturanın hizmetteki her eksiği, nemelazımcı her hareketi, her yanlışı ve hatta az çalışması bile millete ve vatana ihanet noktasında ele alınabilmelidir. Hem sonra biz, kendini seçen bir partinin amblemini taşıyan bastonu ile dolaşan Cumhurbaşkanları, yeni kurulacak partinin programını ve kurucularını köşkte görüşüp tartışan cumhurbaşkanlarını ve bazı sanatçıları gizlice köşke alan cumhurbaşkanlarını görmedik mi? Bunlar tarafsız ve uygun davranışlar mıydı?

         Bu durum da demokratik düzen açısından bir eksiğimiz olmaktadır.

         Özetle Türkiye Büyük Millet Meclisi de yeni bir yapılanmaya ve yeni bir işleyişe mecburdur. Burada da düzen değişmelidir. Siyasi partiler yasası değişmelidir, seçim kanunu değişmelidir, Türkiye Büyük Millet Meclisine yeni

bir işlerlik ve sistem getirilmelidir. Yeni bir siyasi yapıya kavuşmamız şarttır.

 

***

        

Türkiye’nin demokrasi tarihi aslında Osmanlı’nın son dönemlerinden başlar ve yaklaşık 200 yıllık bir süreyi kapsar. En azından fikri gelişim ve uygulama çabaları açısından bu süre doğru bir süredir. Böyle olunca “Bizim demokrasi tarihimiz ne kadardır ki? Bu kadar  karamsar olmamak lazımdır” gibi sözlerin bir anlamı olmadığı kanaatindeyim. Aslında demokrasinin sadece ülkemizde değil dünyadaki bütün ülkelerde sorunları vardır. Mesele bu sorunları diğer ülkelerden önce çözebilmek ve hatta örnek alınacak ülkeler arasına girebilmektir. Sürekli başkalarının reçetelerini uygulama çabası içinde olan ülke durumundan çıkmaktır. “Şu ülke bunu yaptı, biz de yapalım. Hayır bu ülkenin ki daha iyi” tartışmalar sadece vakit kaybettirir.

         Gerçeklerimizi görüp buna göre bir sistemi kurmak zorundayız. Hatırlayacaksınız bir dönem neredeyse bir yıl cumhuriyet nedir? Demokrasi nedir tartışmasını yaptı aydınlarımız ve köşe yazarlarımız.

         Mesele halkın yönetime katılımını en geniş şekliyle sağlamak, kurumlarımızı sağlam temellere oturtmak, hızlı işleyen, adil ve güçlü bir devlet yapısına sahip olmak ve halkın refahını mutluluğunu sağlamak ve çok güçlü bir devlet olma yolunda ilerleyebilmektir.

         Demokrasiyi biz milletimize refah ve saadet getirecek diye benimsemedik mi? Bir millet için en iyi idare şekli demokrasidir demiyor muyuz?

         Ama bu günkü sistem halkı memnun etmiyorsa o zaman bu sistemi değiştirmek gerektiğini kabul etmeyecek miyiz?

          Mevcut sistemin arızalarını, fazlalıklarını, eksikliklerini gidermeyecek miyiz?

         Yoksa çamura saplanan otomobil misali sürekli gaza basıp arabanın tekerlerini daha da çamurun derinliklerine çekip duracak mıyız? Arabayı uygun bir zemine çekip yürütmeyi beceremeyecek miyiz?

         Devamlı beş ileri gidip, dört geriye gelerek, sonra da, “bu kadar sürede bu kadar mı yol aldık” diye hayıflanacak mıyız?

         Bizim demokratlığımız, hep askeri darbeler arifesinde sadece darbelere karşı olduğumuzu söylemek mi olacaktır? Bir de başkalarının modelleri üzerinde tartışmak mı demokratlığımız?

         “Yeter söz milletindir” gibi sloganlara sarılıp halkı devamlı aldatmak mı demokratlık? Taç, kaftan giymeyen, asa taşımayan asrımızın krallarını görmemek mi demokratlığımız?

         Ya da demokratlığımız halk bizi seçince işler yolunda da başkalarını seçince mi depreşiyor?Ya da halk bizi seçince bilinçli de seçmeyince mi bilinçsiz oluyor?

         Bu soruları daha da çoğaltmak mümkün. Ama bütün soruların sonunda demokrasinin ülkemizde artık işlemez durumda olduğunu görürüz.

         Bu güne kadar ülkemizde ne gariptir ki düzenin bozuk olduğunu sadece solculara, komünistlere, bölücülere ve bir de İran tipi yönetim isteyenlere söylettiler. Söylettiler ki halk nezdinde bir çırpıda bunların sesi kısılmış olsun. Solcular, komünistler, bölücüler halka gösterildi, İran tipi yönetim isteyenler  aydınlara ve bürokrasiye gösterildi ve iki tarafa da bunların amacı şudur, dediklerini ona göre değerlendirin dediler. Halk, karşı olduğu fikir mensuplarını dinlemedi, aydınlarda tehlikeli bulduğu fikir mensuplarına kuşku ile baktı. Konuşması gerekenler de bu manzara karşısında genelde sustular ve bu arada kaptanlar gemilerini daha rahat yürüttüler.

         İdeolojik yaklaşımlarla değil ama ulusal bir anlayışla bozuk düzeni bütün çıplağıyla ortaya koymalı ve tedbirleri gerçekçi bir biçimde sıralamalı ve yeni bir düzenin nasıl kurulması gerektiği yönünde büyük bir çaba gösterilmelidir. Ve yollar bulunmalıdır.

         Çünkü siyasetin temel amacı insanlarına mutluluk ve refah vermek, yaşamlarını kolaylaştırmaktır.

                            ***

        

Evet günümüz demokrasisini irdelemeye devam edelim.

         Günümüzde en çok demokrat geçinenler, düşünce suçu üzerinde duranlar olmaktadır. Demokrasilerde düşünce suçu olmamalı demekte ve sanki düşünce suçu kalktığında bütün sorunlar çözülecekmiş havası vermektedirler.

         Bu görüş doğru değildir. Düşünce suçu teorik olarak asla olmamalıdır. Bu doğrudur ama bir toplumun sosyal ve kültürel seviyesi çok farklı olursa ve bu farklılık gelir dağılımına da yansımışsa, konu sadece teorik düzeyde ele alınmamalıdır. Farklılar içinde yaşayan bir toplumda esas alınabilecek tek ilke, “kişi hürriyetinin bir diğer kişinin hürriyetine müdahale etmemesi” prensibi olur. Düşünceye yönelik yasakların toplumun gelişen ve değişen şartlarına göre kademeli olarak kaldırılması gerektiği gerçeğini kabul etmek gerekir. Bu gün ülkemizde dindar insanları rahatsız edecek şekilde Allah’a yönelik sözler sarf edemezsiniz. Sarf ederseniz rahatsız edersiniz ve ardından rahatsız olursunuz. Ama dindar insanların ateist insanlara sadece acıyarak baktığı bir seviyeye geldiklerinde bu mesele sorun olmaktan çıkar. Yine Türkiye’de bölücülük ciddi bir sorun olmaktan çıktığı zaman da bölücülü fikirlerin serbestliğini de isteyebilirsiniz. Ama bu gün bir tarafta vatan evlatları bölücü çetelerin kurşunlarıyla kara toprağın bağrına girerken öte yanda siz bölücü çetelere ideolojik mühimmatlar sağlayıcı fikirlerinizi sergileyemezsiniz.

         Kaldı ki burada en önemli husus şudur. Yönetenler ve adliye kurumları durup dururken şu kişi düşünce suçu işledi diye ortaya çıkmamaktadırlar. Meclis yasama görevini yürütürken çıkardığı kanunlarla neyin suç olduğunu belirlemektedir. Yani bir birey, neyin suç olduğunu baştan bilmektedir.

         Bu bilindiği halde bu suçu işlemek ayrıdır. Artık bu yasa değişmelidir.Bu düşünce suçunun topluma artık bir yararı yoktur diyerek bir mücadele sürdürmek ayrıdır. Ya da kanunların tam uygulanmadığını anlatmak ve uyarmak ayrıdır.

         Eğer bir düşünce suçu bilinerek işleniyorsa orada demokrasi meselesi değil başka konular gündeme getirilmelidir.

         Düşünce özgürlüğü paralelinde ifade özgürlüğü meselesinde de aynı durum vardır. Bizim demokrasimizde siyasi özgürlük, insanların dert ve ihtiyaçlarını dile getirme imkanı arayışı olması gerekirken, ifade özgürlüğü her nedense daha çok bir kavram olarak devleti ve rejimi ve ülkenin bütünlüğünü hedef alan konularda gündeme getirilir. Mesela Bitlis’in en uçtaki köylerinde yaşayan vatandaşların ekonomik dertlerini, yol, su, elektrik gibi hizmetlerdeki taleplerini dile getirmedeki fiziki imkansızlıkları birkaç sözle geçiştirilir.

         Birlikte yaşamımızı tehlikeye düşürmeyecek, dış ülkelere karşı çok önemli sayılabilecek bilgilerin reklam amacıyla da olsa gündeme getirilmesinin dışındaki her konuda elbette ifade özgürlüğü olmalı ama sınırsız bir ifade özgürlüğü asla söz konusu olamaz. Demokrasinin esası da sınırsız ifade özgürlüğüdür denemez.  Demokrasinin de trafik düzenini sağlayan “kırmızı ışıkları” olacaktır. “Bırakınız geçsinler” diyemezsiniz. Herkes “yeşil ışık” isterse anarşi doğar, düzen bozulur. Evet demokrasi ile idare edilen ülkeler arasında belki en çok gazeteci tutuklayan ülke Türkiye’dir. Ama dünyanın hiçbir ülkesi yoktur ki o ülkeyi bölmek isteyenlerin bizdeki gibi gazetesi ve gazetecileri olmuş olsun. Yine dünyada hiçbir ülke yoktur ki –rejim muhalifleri değil- bizdeki kadar haini olsun.

         En önemlisiyle bütün düşünceleri suç olmaktan çıkarırsak ve herkes her istediğini ifade ederse, bu günkü bozuk düzen değişecek ve düzelecek midir?

         “Bireyci” felsefenin bir ürünü olan düşünce hürriyeti ve ifade özgürlüğü meselesine bir de başka bir açıdan bakmak gerekmektedir.

         Düşünce hürriyeti aslında çok bencil bir anlayışın ürünüdür. Çünkü toplumun çoğunluğu tarafından tasvip edilmeyen bir meseleyi dile getirme ısrarından doğmaktadır ve bu özelliği sebebiyle bencildir. Toplumda herkese bu bencillik tanındığında zayıflar lehine kurulmaya çalışan dengeler de bozulabilir. Bireyci düşüncenin temeli  aslında liberal felsefeye dayanır. Yani “bırakınız yapsınlar...” dünya görüşü söz konusudur. Şimdi adamlar çalışıyor, araştırıyor, öyle yapıyor böyle yapıyor firmalarını sahasında tek otorite yapmayı başarıyor yani kartelleşiyor. Biz bu durum toplum çıkarlarına aykırıdır diyoruz ve kartelleşmeyi önleyecek kanunlar çıkarıyoruz. Rekabet Kurulu adı altında ayrı kurumlar kurup bunları takip ediyoruz. O zaman bu firma sahipleri de diyebilirler ki “hani kişi hürriyeti, ticaret yapma hürriyeti?” Yine herkes istediğini söyler ve yaparsa o zaman mafya faaliyetlerine ne diyeceğiz? Ama birinde eylem ve fiil, diğerinde düşünce var diyebilirsiniz. Ama bilinmelidir ki her fiil önce düşünceden başlar. Düşünce ve eylem arasındaki  tahrik ve teşvik meselesi öyle çok kolay belirlenememektedir.

 

         “-Türkiye çözüştürülüyor ve çözüştürülürken de ilginç bir çelişki yaşanıyor: Bireyci düşünce, bireyci bakış açısı öne çıkarılıyor. Ancak bu ‘bireyci’ bakış açısı ‘bireysel ile toplumsal arasındaki dengeye dayanmıyor.’

         -Örneğin, ‘bireysel özgürlüklerin toplumsal haklar ile bütünleştiği’ bir bireysellik yerine sadece ‘bireysellik’ öne çıkarılıyor.” (21.06.2004-Cumhuriyet Gazetesi-Erol Manisalı) 

        

Evet kavramlar peşine koşmak yerine gerçeklerimizi görerek en iyi yolu bulmak zorundayız.

         Demokrasi bahane edilerek bazı yerlere varmak isteyenlere aldanmamalıyız. Demokrasi ülkeyi en iyi şekilde yönetmek için bir araçtır yoksa her şeyi içine alan bir araç değildir. O zaman demokrasi ile iktidara gelen Hitler’e söyleyecek bir sözümüz olamaz.

         Ciddi ve bilimsel inceleme ve tahliller yapmadan sadece ideolojik önyargılarla düşünce suçu, düşünce suçu demek bozuk olan sisteme yeni bir problem eklemekten öteye geçemez.

                            ***

        

Bu gün sistemimiz ayrıca bütün bu “krallıklar”a rağmen başta ekonomik sorunlar olmak üzere temel sorunların hiç birini çözememekte ve yönetememektedir.

        

21.02.1998-Sabah Gazetesi- Güngör Mengi: “Yönetemeyen demokrasi, devlet kurumlarını çürüttü, halkın güvenini kaybetti. Enflasyon, gelir adaletsizliği, yolsuzluklar, ahlaki çöküntü, yargı bunalımı ve öteki sorunlar, hepsi hepsi sebep değil bir sonuçtur.... siyasetçiler kendilerini yaratan sistemi feda edemiyorlar.Bencillikleriyle ülkeyi feda ediyorlar”

 

12.12.1998-Radikal Gazetesi-Ertan Ünver: “Son zamanlarda, dünyada ve ülkemizde demokrasi üzerinde bir yeni tartışmanın yaşandığını izlemekteyiz. Bu tartışma iki asal noktada odaklanmaktadır. İlki, demokrasinin bir çok yerde ‘yönetemeyen demokrasi’ durumuna düşmesidir. İkincisi ise demokrasinin artık ‘ölüm döşeğinde’ olduğudur.”

 

04.05.1997-Milliyet Gazetesi-Taha Akyol: “ Türkiye ünlü siyaset bilimcisi Lapalombara’nın tarif ettiği çapta derin ve çok tehlikeli bir “yönetemeyen demokrasi” krizi yaşanmaktadır. Sistemin çözmek zorunda olduğu sorunlar, yani “yük” ağırdır, ama “yönetim” fazla parti yüzünden “zayıftır. Weimar cumhuriyeti gibi, De Gaulte’den önceki Fransa gibi... Lapalombara bu durumun sürmesi halinde toplumların iç çatışmalara kayabileceğine dikkat çekiyor.”

 

2.Mart.2007 Etikhaber- Arif Oktay: “...Dünya ölçeği ve ülke gerçekleri içinde bu soruları çoğaltabiliriz. Bütün bu soruların düşündürdüğü ve hep kafamızı kurcalayan çok önemli bir soru var.

Ülkemizi yönetenleri biz mi seçiyoruz? Yoksa...”

 

14.11.1998-Türkiye Gazetesi-Fuat Bol: “ Yarım asırlık demokrasi tecrübemizde, idareye talip olan her siyasi parti, düzene çeki düzen vereceği vaadiyle iktidara geldi.Her birisi geldikten sonra, mevcut düzenin bir dişlisi olarak icra-i hükümette bulunarak ya gitti, ya da gitmeye mecbur edildi....ama bir türlü düzen değişmedi... Hangi kademede bulunursa bulunsun, bu ülkedeki aklı başındaki herkes, sistemin çürüyüp kokuştuğunu söylüyor.Sistem tıkandı, yürümüyor diyor... ”

        

29.09.1997-Milliyet Gazetesi-Şükrü Elekdağ:“ Türkiye’nin siyasal kurumlarının ülkeyi yönetmekte yetersiz olduğu ve ülkedeki kronik siyasal istikrarsızlık ile kötü yönetimin büyük ölçüde bu durumdan kaynaklandığı tartışılmaz bir gerçektir.... Ancak hükümet Türkiye’nin temel sorunu olan sistem sorununu çözmeye, siyasal kurumlarına etkinlik kazandırmaya ve ‘yöneten demokrasi’yi yaratmaya yönelik köklü önlemleri almaya yönelik bir hazırlık içinde değil... Sağlıksız ve yönetmekten aciz demokrasimiz ciddi bir tedavi bekliyor.”

 

“02.11.2002-Radikal Gazetesi-Gündüz Aktan: “...Demokrasimiz yönetemiyor. Popülizme sapıyor. Sorunların krize dönüşmesini önleyemiyor. İtibar ve güvenini yitiriyor.”

 

“15.02.200-Yeni Düşünce Dergisi-Yalçın Koçak: Demokrasi piramidinin karanlık ve rutubetli labirentleri iyi niyetli olmayan kötü ruhların gelişmesi ve yaşaması için uygun ortamlardır.

Demos kratos;millet egemenliği ama kimin eliyle?

Elbetteki Büros kratos’un...

Demokrasinin parlamentosu, partileri, milletvekilleri var. Hepsi değişir değişmeyeni demokrasidir...

Millete ait olan erg bir şekilde bu kısır boğaya geçmiştir.

1924 anayasamız ki (Mustafa Kemal Atatürk) dönemi yasamızdır.İnkılaplar kadar değerli addedilmemiş, unutulmuş gitmiştir.

27 Mayıs’ı bayram olmaktan çıkaranlar, 60’da ortadan kaldırılan Anayasayı unutturdular. 81 Anayasası ve sonrası kurumlar demokrasisine doğru gidiliyor. Kendisine Ankara’da yaşam alanı bulamayan siyasiler tayin, ihale, seyahat veyahut uluslar arası meşruiyet arayışlara girmektedir.

Halkın ekseriyeti AB uyum yasalarına sıcak bakmazken, parlamento şakır da şakır, uyanı da uymayanı da oylamıyor mu?

Meşruiyetini dışarıda arayanı taşımaktan yorulmuş bir demokrasi...

Medyanın ve dış etkenlerin etkileşimiyle, Bürokrasi; demokrasiyi yönetemez hale getirir. Gerilim alanları açar, demokrasi zemini kayganlaşır, gücü boşa heba eder, ülke ve gündemini yorar, insanlar ümidini kaybeder. Tüm bunlar hep demokrasi adına ve onun sınırları içerisinde yapıldığı içindir ki, saygınlığını kaybeden hep demokrasi olur. Zinde kuvvetler veya sessiz organizatörler hep kıs kıs gülen taraf olur.

Cumhuriyet bir rejimdir, korunakları vardır.

Demokrasi ise bir sistemdir ve maalesef üçüncü dünya ülkelerinde koruyucu kalkanı yoktur.

Bürokratın demokrat olmasını beklemek çok safdil’lik olur.

Hürriyet, Adalet, Eşitlik, Müsavat söylemleriyle çok devletler ve imparatorluklar tarih sahnesinden silindi. Bu sözlere kananlar hürriyetlerini kaybettiler. Bu gün bu ülkelere ve ırklara zorunlu dayatma ile demokrasiyi getirmek adına; Kan, acı, savaş ve kontrollü hürriyet esaret reçetesiz ve de seçeneksiz  sunulmaktadır.

Ülkem iç gürültüsünden ve düşürüldüğü patinaj dan bir an kurtulup dinleyebilse, yönetemeyen demokrasiden yöneten ve yönettiren demokrasiye, zihniyet devrimini bir başarabilse işte o zaman dünya 3. binin ilk asrı Türk asrıyla tanışacaktır.”

 

 

         Evet bu gün sistem bozukluğunun yanında bir de “yönetemeyen demokrasi” gerçeği ilave edilince demokratik yönetim açısından hangi seviyede olduğumuzu anlayabiliriz.

         Demokrasi neden yönetemiyor?

         Çünkü halkın yönetime katılması, kendi kendini yönetmesi prensibi iyi işlemediği gibi ayrıca  “devlet” kavramını küçümsemeyi getirmiştir de ondan. Bu gün devlet kuruluşları kendi kuruluş ve işleyiş amacından uzaktır ve güçlü değildir. Devlet siyasi otoriteye karşı istediği zaman çok açık, istediği zaman çok kapalı olabilmektedir. Çünkü “devlet kutsal olmaz” görüşü ne maksatla ortaya atılmış olursa olsun devletin fonksiyonunu yerine getirme iradesinin sarsılmasında büyük etken olmuş ve devlet bürokrasisi büyük ölçüde imkan ve makam peşine koşanlar haline getirilmiştir.

         Adalet kurumları sağlam ve bağımsız, devlet kurumları güçlü ve ilkelerle işleyen ve siyasi kurumları geniş katılımlı seçimlerle vücut bulmayan bir ülkede rejimin adı ne olursa olsun hiçbir sorun çözüm bulamaz. Türkiye işte böyle bir tablo yaşamaktadır.

         Demokrasinin bu gün  gelişmekte olan ülkeler açısından en büyük çıkmazlardan biri, siyasetçi ve yönetici seçimi ve atanmasında verimli bir netice verememesidir. Belli sayıda olan yetişmiş insanların istihdamında  uygun ilkeler ve usullerle işlemeyen “seçim” şartının yeterli kalmamasıdır. Türkiye’de beyin göçünün bu derecede olmasının bir nedeni de budur. Keza yetişmiş ve kabiliyetli insanların atıl kalmasının en büyük nedenlerinden biri ve en önemlisi bu tip bir demokrasinin varlığıdır. Demokratik olmayan ülkelerde de bu yöndeki sorunlar mevcut otoritenin keyfiliğinden doğmaktadır demek bu demokrasinin bu çelişkisinin ortadan kaldırılması gerçeğini kabul etmemeyi getirmemelidir.

         Demokrasinin ülke kalkınmasında çok önemli olan eleman istihdamındaki bu eksikliği ve çıkmazı ancak “seçim” esaslarında ve meclisin işleyişinde ciddi ve ilkeli değişikliklerle ve devletin de yeniden yapılandırılması ile ortadan kaldırılabilir.

         Türkiye’de demokrasinin “partiler demokrasi”si haline gelmesi bu sorunu daha da derinleştirmektedir. “Partiler demokrasi”si sadece milletvekillerinin seçimindeki yanlışları değil, bununla birlikte bürokrasiye yönelik atamalarda da büyük yanlışları doğurmaktadır. Çünkü siyasi partiler iktidar olduklarında bürokratik atamalarda mevcut sistemin işleyişi gereği partizanlık yolunu seçmek zorunda kalmaktadırlar. Üstelik her iktidar, iktidar olmadan önceki dönemlerinde partizanlıktan yakınmış olmasına rağmen bu partizanlık mecburen yapılmaktadır. Bu gün hiçbir siyasi parti “biz atamaların hiç birinde partizanlık yapmadık” diyemez. Partili bulunamadığı yerde kendine yakın veya kendi dediğini yapacak kişiler aranmıştır. Burada sadece partizanlığı ve kayırmayı az yapanlar, normal düzeyde yapanlar ve aşırıya gidenler ayırımını yapabiliriz.

         Onun için hem yöneten, hem bütün yetişmiş beyinlerden istifade edebilen bir demokratik yolu bulmak zorundayız.

         “Yönetemeyen demokrasi”  -yarım doktor candan, yarım hoca imandan eder- misalinde olduğu gibi zayıflatılan ve aşındırılan kurumların bir eseri olmaktadır.  İşler bir demokrasi için gerekli olan “güçlü devlet” meselesine ileride daha geniş bir şekilde değinmeye çalışacağız.

                            ***

        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Demokrasi savunucularının en çok dile getirdikleri 27 Mayıs, 12 Eylül darbesi ve benzerleridir. Demokrasiden yana olan herkes, darbelere ve ihtilallere karşı olmalıdır. Bu doğru.

         Ancak benim size hatırlatmak istediğim şudur.

         Türkiye’de ne 27 Mayıs’ta ne 12 Eylül’de ne de diğer zamanlarda bir ihtilal olmamıştır. Sadece halkın oylarıyla değişen hükümetler, bu defa ihtilal ya da darbe adı altında değiştirilmiştir.

         Her darbenin yıldönümünde demokrasi bülbülü kesilenlerin çoğu bu gerçeği nedense görmek istememektedirler.

         Bir senaryoyu uygulamaya koydular, biz sandık ki biz yazdık biz oynuyoruz ya da bizimkiler oynuyor.

         Bana göre Osmanlı’nın son dönemlerinde  bir padişahı tahtan indirip yenisini tahta padişah olarak oturtan yeniçerilerin yolu bu defa Cumhuriyet döneminde Türk Silahlı kuvvetler mensuplarınca gerçekleştirilmiştir.

         Ve bu darbelerin hepsinde darbeden önce ve sonra dış güçlerin büyük etkileri vardır. Bu etki en azından darbe sonrasında kesin olarak mevcuttur.

         En önemlisiyle de  bu darbelerden sonra hepimiz daha demokrat olup mevcut bozuk düzeni daha da savunur hale getirildik.

         Dikkat edilirse hiçbir askeri darbe, ihtilallerin kendi içinde var olan mantığına uygun hareket içinde olmamıştır. Bir tek 27 Mayıs’ta ihtilalcilerin bir bölümü;Alparslan Türkeş ve arkadaşları;14’ler , 10 yıl başta kalalım, temel  reformları yapalım ondan sonra halka sandığı teslim edelim yoksa iktidarı İnönü’ye teslim edeceğiz fikrini savundular ve ihtilal mantığı içinde hareket etmeye çalıştılar ama bir müddet sonra 14’ler tutuklanıp yurt dışına sürülmüş oldular.

         12 Eylül darbesi, Atatürk’ün kurduğu parti dahil bütün siyasi partileri kapattı. Bir milyona yakın insanı tutuklattı. 177 kişi işkencelerde hayatını kaybetti. 50 yakın kişiyi idam etti. 3 sene sonra da yönetimi sivil yönetime devretti.

         Neden?

         Evet bütün darbeler çoğu kimseye bu bozuk düzeni savundurmayı başardı. Herkesi ölümü gösterip sıtmaya razı etti.

        

“...NATO  örgütüne her türlü donanım ve standartlarıyla bağlı bir ordu, NATO üyesi devletlerin merkezlerinden, özellikle de Washington’dan habersiz bir darbe yapamaz.... Bu mümkün mü, mümkünatı yoktur.” (15.09.2000-Sabah gazetesi-Köşe yazısı)

        

“Son müdahalenin bir ABD operasyonu olduğunu ilk Mahir Kaynak açıklamıştı....Taha Kıvanç ağabeyimiz de, Amerikan Enformasyon Ajansı’nın 1996 yılında düzenlediği anket sonuçlarından yola çıkarak bu bilgiyi teyid ediyordu.” (07.09.2000-Yeni Şafak gazetesi- Köşe yazısı)



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.