Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10788
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
AHTAMAR ERMENİ DEĞİL TÜRK KİLİSESİDİR!

Gön:Selim Özübek
Ahtamar Ermeni değil Türk kilisesi!

Gökçe Fırat
 
"Yüzlerce, binlerce delil getirseniz, binbir ilmi kanıtlarla davanızın haklılığını ispata çalışsanız da, bu, Batılılar için bir şey ifade etmez. Çünkü onlar üstün insanlardır, seçkin zümredir. Çünkü onlar beyazdır, aridir ve üstün efendidir. Biri ne demişse, diğerleri onu teyit ve tasdik ederler, tarihçi ne demişse, arkeologu, antropologu onu doğrular; antropolog ve arkeologun söylediğini de tarihçi destekler.
Ahsen Batur"



 

Ahtamar üzerine Türkiyede basılan Ermeni kitabı Türkleri tümüyle yok sayan bir çarpıtma ve uydurma 
kitabıdır. Sanat tarihçisi Mazhar Şevket İpşiroğlunun kitabı ise Ahtamar rölyeflerindeki Türk izlerini ve 
etkilerini açıklamaktadır. Ahtamar adasına ismini veren efsanevi Tamar ise Türkçe bir kelimedir ve damar, yol anlamına gelmektedir. Daha sonra kurulacak bir Gürcü krallığını Kraliçe Tamar yönetecektir. Ancak bu
krallık da Gürcü değil Türk krallığıdır, Kraliçe Tamar da güzelliğiyle ün salan bir Kıpçak kızıdır.

Ahtamarın eşsizliği

Ulusal Parti Türk Dünyası Bürosunun Azerbaycana yaptığı ziyaretten sonra gelen heyetimiz izlenimlerini aktarırken bir de gazete verdiler. Azerbaycan gazetesinin haberine göre geçtiğimiz günlerde ibadete açılan ve haç dikilen Ahtamar Kilisesi Ermeni değil Türk kilisesiydi.

Konu son derece önemliydi ve acaba ne ölçüde doğruydu.

Bu kadar da olmaz ki Ahtamar da niye Türk kilisesi olsun, dağı taşı Türk yapmayın. gibi tepkilerin geleceğini bilsek de, üzerine eğilelim istedik.

Ermeni tarihi ile ilgili tespitlerimizden önce, sadece Ahtamar Kilisesi olayına bir göz atalım.

Ahtamar, Van gölündeki ufacık bir adanın adı. Ahtamar adası halk efsanelerinde adı geçen önemli bir adacık. Bir diğer önemi ise üzerinde barındırdığı Ermeni kilisesi.

Ermenilere göre bu kilise Ortaçağ Ermeni mimarlığının mücevheri.

Yine Ermenilere göre burası Ermeni Vaspuragan krallığının sarayının da bulunduğu krallık adasıdır. Bu kilise de Kral Gagik tarafından yaptırılmıştır.

Ahtamarın ayine açılışı vesilesiyle Ermeniler tarafından yayınlanan bir kitap var. 2010 yılında İngilizce ve Türkçe basılan kitap Ahtamar adını taşıyor.

Tabii insan neden Ermenice değil de Türkçe diye sormadan edemiyor. Anlaşılan Ermeni, Ermeniye değil Batılıya ve Türklere propaganda yapma ihtiyacı hissediyor.

Kitapta Ahtamar kilisesinin tarihi önemi şu şekilde özetleniyor:

... Ortaçağ Ermeni mimarlığında bir eşi yoktur.

Bu kelimenin üzerinde durmakta yarar var: Eşsiz!

Neden eşsiz?

İki nedeni olabilir; ya bu kilise Ermeni sanatının bir doruk noktasıdır o nedenle eşsizdir, ya da kilise Ermeni sanatında tek örnektir.

Görülen o ki bu kilise Ermeni kiliseleri içindeki tek örnektir.

O halde can alıcı soruyu, Azeri kardeşlerimiz gibi sormalıyız: Bu gerçekten bir Ermeni eseri mi?

Ermeni sanatında dış etki

Ahtamar üzerine bir başka sanat tarihçimiz Mazhar Şevket İpşiroğlu 2003 yılında bir çalışma yayınlamış. İpşiroğlunun eserinde de bu kilisenin benzerlerinden gerçekten de çok farklı olduğu ortaya koyuluyor.

İpşiroğluna göre kiliseyi farklılaştıran mimarisi değildir. Mimari olarak çağının sıradan bir eseridir. Ama genelde kilise mimarlığında öne çıkan bir anlayış vardır. Buna göre kilisenin dış cephesi değil iç cephesi süslenir. Çünkü kiliseler içerde ibadet yapılan binalardır ve dış cepheleri ile birer anıt değildirler. O nedenle tüm süslemeler cephe içinde kullanılır.

İşte Ahtamarda diğerlerinden ayırt edici özellik tam da budur. Kilisenin dış cephesi, dört tarafı ile birlikte bir anıt şeklinde rölyeflerle süslenmiştir. Zaten kilisenin asıl önemi de bu rölyeflerden gelmektedir.

Kilisenin rölyeflerini inceleyen çeşitli sanat tarihçilerinin üzerinde anlaştıkları ortak nokta, bu eserin farklı kültürlerden etkiler taşıdığıdır. Bu etkilere örnek olarak Fars, Arap, Roma ve (çaktırmadan) Orta Asya ya da Türk etkisi sayılabilir.

Aslında bu bile başlı başına Ermeniler açısından bir sorundur, çünkü seçilmiş Ermeni ırkının diğer ırkların eserlerinden etkilenmiş olduklarını kabul etmek istemezler. Nitekim Ermenilerin yayınladığı Ahtamar kitabı, bırakalım Doğu etkisini, Batılıların bile kendi sanatlarını etkilemediğini ya da pek etkilemediğini iddia etmektedir.

Daha aklı başında Batılı kaynaklarsa Ermeni sanat tarihinde hiç görülmemiş ve daha sonrasında da görülmeyecek bu rölyefleri dış etkilerle açıklarlar. Onların açıklamalarında da Abbasilerin ve Sasanilerin etkisi özellikle vurgulanır ama nedense Türk etkisi yok sayılır. İpşiroğlunun eserinde ise Türk sanatının etkisi vurgulanır.


Ahtamar Ermeni değil Türk kilisesi!

Ahtamar rölyflerindeki geriye doğru ok atan atlı resmi kesin biçimde bir Türk atlısıdır. 
Ama hemen hemen aynı av sahnesi bir İskit eserinde de aynen işlenmiş ve günümüze kadar gelmiştir. 
İki resme yan yana baktığımızda bu aynılık hemen görülmektedir.

Kilise rölyefindeki geriye ok atan Türk savaşçı

İşte Azeri gazetesinin akılları kurcalayan sorusu tam da burada gelmektedir: Ermeni kilisesinin rölyeflerinde geriye ok atan bir atlı görülmektedir. Bu apaçık bir Türk savaşçısıdır. Çünkü geriye ok atan adam (bazan da kadın) figürü sadece Türklere ait bir özelliktir.

İnsanın aklına hemen bu figür geliyor: Acaba gerçek mi?

Ermenilerin Ahtamar kitabı kilisedeki tüm rölyefleri ayrıntılı bir şekilde basmış ve açıklamalarını da yapmış. Ama nedense ok atan Türk rölyefini es geçmişler!

Evet kilisenin tüm rölyefleri açıklanmış ama bir tek bu açıklanmamış!

Sadece resimlerin bulunduğu son bölümde 147. sayfada küçük bir açıklama var: Bezemeli kuşak. Bir Selçuklu süvarisini ayıyı vururken gösteren rölyef (solda) daha sonra yerleştirilmiştir.

Ama bu açıklamada da bir gariplik var. Çünkü kitap boyunca kilise rölyeflerinin özgünlüğünü koruduğundan bahsederken bir resimaltına iliştirilen bu açıklama kuşku verici.

Sonradan yerleştirilmişse, bir tek bu figür mü yerleştirilmiş, hangi dönemde yapılmış?

Ve üstelik bu Ermeniler için bulunmaz bir fırsat, eğer Türkler gelip Ermeni sanatına kendi figürlerini yerleştirmişlerse Ermeniler neden bunu bir sanat soykırımı olarak görüp Avrupa ve Amerika parlamentolarında sanat soykırımı için kararlar aldırmıyorlar!

Belli ki Ermeniler bir şeyleri gizliyor. Sonradan yerleştirilen taşın yaşı ile diğerlerinin yaşını tespit etmek, orijinal yapıya ait olmayan figürü tespit etmek son derece kolay. Ama bugüne kadar bunu yapan çıkmamış.

O halde ortada saklanan bir şeyler var. Ama ne?

Ahtamardaki Türk izleri

Kilise rölyeflerindeki figürleri incelediğimizde en fazla dikkati çeken şey elbette bu ok atan Türk atlısı.

Van gölü ve çevresi, en az 3 bin yıldır Türk bölgesi. İskitlerin, Kıpçakların, Hunların, Oğuzların, Hazarların hep bu bölgede bulunduğunu biliyoruz. Ve tüm bu Türk boylarının ortak özelliği de geriye ok atan savaşçılardan oluşmaları.

Nitekim bölgede bulunan diğer sanat eserlerinde de aynı figür çokça görülüyor.

Hele hele İskit dönemine ait bir kabartma ile Ahtamar kilisesinin rölyefindeki atlı savaşçı figürünün neredeyse birebir aynı.

Bunun dışında kilise rölyeflerindeki hayvan başı kabartmaları da sadece Türkler tarafından kullanılan eserlerdir. Bu hayvan başlarında da doğrudan bir İskit etkisi söz konusudur ki bunu İpşiroğlu da açıklamaktadır.

Rölyeflerdeki yırtıcı hayvan figürleri ise aslan ya da kaplan olarak adlandırılsa da pars, leopar türü daha farklı türlerin izlerini taşır. Yine bu tür yırtıcı aslan, kaplan, leopar süslemeleri de İskit sanatının ayırt edici özellikleridir.

Bir diğer ayrıntı ise kiliseyi yaptıran Ermeni Kralı Gagikin rölyefi. Bu rölyefte Kral Gagik, bağdaş kurup oturmuştur. Gerek üzerindeki giysiler gerekse oturuşu yine tipik bir Türk temsilidir.

İyi de yine bir Türk özelliği nasıl olur da bu sanat eserine girer?

Bunu açıklamanınsa dolambaçlı bir yolu bulunmuş, Kral Gagik, Abbasi halifesine bağlılığını sunduğu için Abbasi halifesinin de emrindeki tüm askerler Türk askeri olduğu için böyle bir oturuş ve giysi benimsenmiş olabilirmiş!

İyi de neden Ermeni kilisesini yapan Hristiyan kral Müslüman halifeye bağlılığını bildiriyor?

Üstelik madem halifeye bağlı, neden halife gibi değil de halifenin askerleri gibi giyinmiş?

Bunun da elbette bir açıklaması var Orta Asyadan Anadoluya kadar hüküm süren tüm Türk kralları aynı şekilde oturmuştur ve böyle resmedilmiştir.

Bağdaş kurmuş oturan bu kral, daha çok Sasanilerin efsanevi komutanı Behram Guru andırmaktadır. Gerçekten de Behram Gurun tüm bölgede egemenlik kurduğu bilinmektedir. Dahası bölgesel bir efsane olmuştur. Bu tür bir kabartması ise günümüze kadar ulaşmıştır.

Sasani devleti ise İranlıların ve Batılıların iddia ettiği gibi bir Fars devleti değil Türk devletidir. Bu iddiayı ortaya atan değerli hocamız Şener Üşümezsoyun yazılarında pek çok ilgi çekici gerçeklik bulunmaktadır.

Acaba bu rölyefteki Kral Gagik yoksa bir Ermeni değil de Türk mü?

İşte soru tam da bu noktada düğümlenmiştir:

Gerçekten de rölyefteki Kral Gagikin Türk olduğunu ortaya koymamız gerekmektedir ki bu ise Ermenilerin tarihlerini baştan yazmaları gerekecektir!

Kral Gagik kimdir?

Ahtamar Ermeni değil Türk kilisesi!

Ahtamar Kralı Gagikin bağdaş kurar şekilde ve Türk giysili resmi kaçınılmaz bir şekilde Gagikin Türklüğünü gündeme getirmektedir. Bölgedki Kıpçaklara ait bir taş kabartmada da aynı figür görülmektedir. Hemen 
yanında ise Behram Gura ait bir sanat eseri görülmektedir. Altta Oğuz Hanın tahta oturması ve Selçuklu çinisi de Türke ait oturma biçimini göstermektedir. Ortadaki kral resmi ise İtalyada bir prensin resmidir. 12. yüzyıla ait bir kiliseden alınan freskte de prens Türk tarzı oturmuş ve Selçuklu tacı takmış şekilde gösterilmiştir.

Tevratta Tanrının İsrailoğullarını cezalandırmak için bir kavim yarattığı anlatılır:

İşte Kuzey ülkesinden bir kavim geliyor ve dünyanın öbür ucundan bir millet kalkıyor. Onlar yay ve mızrak tutarlar, şefkatsiz ve acımasızdırlar. Onların sesi denizin gürlemesi gibidir ve atlara binerler. Onların atlarının kişnemesinden bütün yer sarsılır. Ey insanoğlu yüzünü Magog ülkesinden gelen Goga çevir.

Ve devam eder:

Çünkü ona karşı hepsi görkemli elbiseler giymiş ve tolgalı kalkanlı ve bütünü kılıçlı olarak atlıları ile birlikte büyük bir cemaat çıkaracağım. Gomer ile bütün ordusunu ve Kuzey ucundan Togarma Hanedanı ile birlikte çok kavimler çıkaracağım.

Ey Ezekhia söyle ki Rab-Yahova şöyle buyurur: Ey Roş ve Maşek ve Tubal başkanı Gog, ben sana karşıyım...

İsrail dağlarında perişan olacaksın.

Tevratta geçen Gog kavmi Sakaların lideri Gagudur. Sakalar (İskitler) bir Türk boyudur ve gerçekten de kuzeyden bir dehşet saçarak gelmektedirler.

Sakaların asıl büyük efsanevi lideri ise Fars kaynaklarında Afrasiyab olarak geçen Alp Er Tungadır. Alp Er Tunganın karargahı bugünkü Kafkasyadır. Yani bugün Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye topraklarının bulunduğu bölge bu büyük Türk kumandanının ülkesidir.

Konumuz Ermeniler ve Ermeni tarihi olduğu için biraz daha geriden alalım tarihi.

Alp Er Tunganın kavmi olan Sakalar MÖ 700lü yıllarda bugün Ermenistan denilen bölgedeydiler.

Onlardan hemen öncesinde ise MÖ 1400 ile MÖ 900 yılları arasında büyük bir imparatorluk vardı Anadoluda ve başkenti de Vandı: Urartular.

Urartular gelmeden önce ise bölgede MÖ 3000 ile MÖ 1400 yılları arasında Hurriler adlı büyük bir kavim hüküm sürmüştür.

Hurrilerden Urartulara, Urartulardan Sakalara kadar geçen ve sonrasında da devam edecek olan tarihsel gelenekte tüm bu kavimlerin aynı dil ailesinden, aynı sanat eserlerini veren, aynı şekilde savaşan kavimler olduğunu biliyoruz: Bunlar Türklerdir.

Kısacası bugün Doğu ve Güneydoğu Anadoluda hak iddia eden Ermeniler bu bölgeye gelmeden (tabii eğer geldilerse!) önceki 3 bin yıllık tarihte buralar hep Türk yurdu olmuştur.

Ermenilerin ataları Türkler mi?

Fakat hikayenin daha ilginç kısmı Tevratta Gagın karşısına çıkarılacak kavim meselesinde ortaya çıkmaktadır. Togarma ya da Torok adlı kavim bugünkü Ermenilerin de atası olan kavimdir. Torokun sekiz oğlu olacaktır. en büyük oğul Hayostur.

İşte Ermeniler kendilerine ata olan bu Hayosu (Hay) bulmuşlardır. Tarihte Ermeniler değil Haylarvardır. Ve yine Ermenilerin yurdu Ermenistan değil Hayasdandır.

Fakat bu hikaye de bir yerinde daha da ilginçleşmektedir. Tevrattan diğer efsanelere giren bu secereye göre Hayların (yani bugünkü Ermenilerin) babası Toroktur.

Torok ise Türk demektir.

Bu açıdan bakıldığında Ermeniler kendilerini Türk soyuna bağlamış olmaktadırlar.

Peki ama neden?

Nedeni basit çünkü tarihte Ermeni hiç olmamış, uydurma, efsanevi bir kavimdir.

O kadar uydurmadır ki, Ermeniler kendi ataları olarak bu Hayı aldıkları halde, hiçbir tarihi belgede, Haylardan bahsedilmemektedir.

Antik dönem tarihçileri Ermenistandan bahsetmektedir, buralarda yaşayan çeşitli kavimlerden de ama bunların içinde Haylar yoktur.

Torokun ikinci oğlu İber ya da Karteldir. Bizim dilimizle söylersek Gürcüler. Ama tarihi kayıtlarda Karteller geçmektedir.

Böyle olunca ortaya iki önemli sorun çıkmıştır. Birincisi ortak bir ata vardır ama bu atanın kavmi yoktur!

İkincisi Ermenistan denilen bir ülke vardır ama Ermeni denilen bir kavim yoktur!

Ermenistanın Ermenileştirilmesi

Ermenistan ya da Ermeniye, Heredottan Strabona antik tarihçilerde, Perslerin, Asurluların, Babillilerin kitabelerinde geçen bir coğrafyanın adıdır.

Ermenistan yüksek ülke anlamına gelmektedir.

Bölgenin Asurlulara göre yüksek dağlardan oluşan yapısından dolayı Asurlular tarafından verilmiş bir bölge adıdır.

Ama Ermeni kelimesinin anlamı Ermenicede yoktur!

Tıpkı Kürt kelimesinin Kürtçede bir anlam ifade etmemesi gibi!

O halde Ermenistan denilen ve hiçbir ırki, milli, kavmi anlam ifade etmeyen bu bölgeye ait bir halk yaratılacak ve bölge sahiplenilecektir!

Bu: Ermenistanın Ermenileştirilmesidir!

Batılılar için ilk önemli Ermeni tarihini yazan ve bizim ülkemizdeki Ermeniler tarafından Türkçeye de çevrilen Ermenilerin Tarihi kitabında aynen bu ifade geçmektedir: Ermenistanın Ermenileştirilmesi!

Fransız Şarkiyatçı Rene Grousset aynen şöyle yazıyor:

Fetih önce vadilerin ardından yüksek toprakların Ermenileştirilmesi, uzun soluklu bir uğraş olsa gerek.

Kitabın bir bölüm başlığı şöyle: Ermeni öncesi Ermenistan. Bir diğer bölümün başlığı ise Ermenistanın Ermenileştirilmesi!

Fransız bilim adamının işi abarttığı ifadelere de rastlamak mümkün:

Ermeni kütlesi Mezopotamya vadilerine hakim olmak için, Yukarı Suriyeyi, Cezireyi, Kürdistanı ve Azerbaycanı denetlemek için yaratılmıştı.

Türkün yok sayılması

İyi ama neden?

16. yüzyıla geldiğimizde dünya Batılılar için bir kabus dünyasıydı. Bir tarafta Osmanlı, diğer tarafta Safeviler, daha ilerde Babürlüler ile Türkler üç büyük imparatorluk kurmuş ve tüm dünyayı denetliyorlardı.

Avrupalıların kendilerini Türklerden kurtarmaları için Tanrıya dua ettikleri bir dönemdi.

1600lü yıllarda Türk imparatorlukları bir duraklama dönemine girdi dense de hâlâ dünyanın tek hakimiydiler.

Türk hakimiyetinin biraz olsun sarsıldığı dönem 1700lü yıllarda başlayacaktı.

Tabii biraz daha geriye gittiğimizde Attilanın İtalyayı alması, Papanın Attila önünde diz çökmesini hatırlarız.

Yine Cengiz Hanın oğullarının Avrupa içlerine girmelerini hatırlarız.

Timurun Batılıların alınamaz denilen İzmirini alıp, Batılı devletlerin Timura yalvarmalarını hatırlarız.

Osmanlının Avusturyaya kadar gidişini hatırlarız.

Ve tüm bunları Batılılar da hatırlar!

Bu büyük kavim Türkler, Tevrattaki ifadeyle Goglar Batılıların başına gerçekten bela olmuştur.

Ne yapılırsa bu engellenebilir?

İşte Şarkiyatçılığın, Oryantalizmin ve hatta bunlardan doğan Batı biliminin de temel sorusu budur.

Cevap, Türkün yok sayılmasıdır!

İyi ama tarihi yapan Türkler nasıl yok sayılacaktır?

Çok basit: Tarih yazılırken yok sayılacaklardır!

Ahtamar rölyflerindeki hayvan figürleri İskitlere ait sanat eserlerinden esinlenmiştir. Sadece aslan değil Anadolu parsı, leopar gibi hayvanlara ait altın İskit eserleri yukarıda görülmektedir. Yine rölyeflerde görülen hayvan başları da tamamen Türk etkisi taşımaktadır. Kurt, koç, tavşan gibi hayvanların başlarını 
sanat eserlerine taşıyan, hatta at koşumlarına işleyen Türklerdir.

Yunan, Fars, Ermeni 
ve Kürt tarihi 
nasıl uyduruldu

İşte Batı tarihçiliği doğuşundan beri bu kuralı uygular.

Türk ülkesinin ele geçirilmesi için bazı büyük uydurmalara girişmişlerdir:

1. Büyük uydurma Yunan Uygarlığı efsanesidir.

Bu efsanenin ortaya atılmasının nedeni Türk ülkesinin Batı kıyılarının sahiplenilmesidir.

2. Büyük uydurma Fars (Pers) Uygarlığı efsanesidir.

Bu uydurmanın nedeni Türklerin doğu kıyılarının ele geçirilmesidir.

3. Büyük uydurma Ermeni Uygarlığı efsanesi.

Bunun da nedeni Türklerin doğu topraklarını ele geçirmektir.

4. Büyük uydurma Kürt Uygarlığı efsanesi.Bu özellikle son dönemde revaçta olan uydurmadır.

Ama Yunan, Ermeni, Fars, Kürt denilen uygarlıklar olmadığı gibi, bunların kültürleri de tümüyle uydurmadır.

Hatta ve hatta bu halklar bile laboratuvar ürünü uydurma halklardır.

Tüm bu halkların tarihleri Batılı tarihçi, arkeolog, filolog ve antropologlar tarafından masa başında uydurulmuştur. Dahası bu halklar bu şekilde yaratılmaya çalışılmıştır.

Ama Batının tüm Türk soykırımına rağmen 10 milyon Grek, 5 milyon Ermeni, 20 milyon Fars, 20 milyon Kürt yaratılabilmiştir.

İyi ama madem bu halklar binlerce yıldır Anadoludaydılar da neden bu kadar azlar?

Ermeni kralları hep Türk

Dönelim Ermeni meselesine ve Ermeni uydurmalarına.

Tarihte bu Hay ulusu yoktur ama Ermeniler kendilerine Hayların birinci büyük kralı olarak Kral Dikranı benimserler. Sözde bu kral döneminde Büyük ve Bağımsız Ermenistan kurulmuştur.

Fakat Kral Dikran Part asıllıdır. Partlar ise Türk kökenlidir.

Ermenistanı kuran sülale Arşaklılardır. Ama Arşaklılar Partlar denilen Türk ailesindendir.

Ermeniler kendi tarihlerinde bir kral bulamamış oldu olacak bu adamı Ermeni sayalım da dünyaya yutturalım demişlerdir.

Benzeri bir uydurmayı günümüzde Kürtler Selahaddin Eyyubi için yapmaktadırlar!

Atasızların aynı yolu izlemesi elbette tesadüf değil...

Daha enteresanı Ermenilerin bizim kralımızdır dedikleri hiçbir kralllarının Hay kavminden olmamasıdır.

Bunların büyük kısmı Part kralıdır.

Bir kısmı Romalıdır.

Daha sonrakiler Sasani kökenlidir.

Çünkü Ermenistan denilen bölge Roma İmparatorluğu ile Part İmparatorluğu sonrasında ise Sasani İmparatorluğu arasında sürekli savaşların olduğu bir bölgedir. Bölgeyi kimi zaman Romalılar almakta ve başa kendi valilerini oturtmaktadırlar. Bölge Partların eline geçtiğinde ise Partlar kendi valilerini başa geçirmektedirler.

Partların ve sonrasında Sasanilerin vali olarak başa geçirdikleri kimseler ise doğrudan hanedan ailesinden bir oğuldur.

Ermenistan kralları aslında Part krallarının yani Türklerin oğludur ve o bölgenin yönetimini üstlenmektedirler.

Türk geleneklerine göre ülkenin oğullar arasında paylaştırılması ve beylikler şeklinde yönetilmesinden başka bir şey değildir bu.

Ermeni Kilisesini kuran Gregor da Türk

Ama Ermeniler Ermenistan denilen bölgedeki her şeyi sahiplenmesinin bir diğer güçlü sebebi daha vardır: Ermeni Kilisesi.

Ermenileri asıl örgütleyen de zaten bu kilisedir.

Fakat Ermeni Kilisesinin kurucusu da yine Arşaklı kökenli bir Türktür. Aziz Gregor ya da Ermenice telaffuzuyla Kirkor bir Türktür.

Dahası bu dönemde kral olan Tridat da bir Türktür.

Aslında tarihte ilk devlet olarak Hristiyanlığı benimseyenler de bir Türk beyliği olan Arşaklılar, ilk aziz de Arşaklı Grigordur, bunun kilisesi de Gregoryen kilisesidir.

Hıristiyan Türk gerçeği

Fakat Türk tarih yazımında Türklük İslamiyet ile eş tutulduğu için Türk tarihinin kayıp halkaları bulunmaktadır.

Hz. Muhammedden önceki devirlerde Türkler doğal olarak Müslüman değildi. Ama bu, onların Müslüman olana kadar diğer iki dini, yani Hırıstiyanlığı ve Museviliği benimsemedikleri anlamına gelmez.

Özellikle Doğu Anadolu tarihindeki kayıp halka, yani Müslümanlığa kadar olan Doğu Anadolu Türk tarihi bu şekilde ortaya çıkarılabilir.

MÖ 3 bin yılından 0 yılına kadar bölgedeki Türkler, birkaç dine birden inanmışlardır. Birincisi Atalar Kültü diyebileceğimiz Gök Tengri inanışıdır. İkincisi Zerdüştlüktür. Üçüncüsü ise Yahudiliktir.

Hazar Türklerinin devlet olarak Yahudiliği benimsediğini biliyoruz. Çoğu eski tarihlerde bu bölge Türklerinden Eşkenaz olarak söz edilir. Ama nedense Yahudi olan Türkler Türkten sayılmamış tarihleri hiç araştırılmamıştır.

Hatta Hitlerin soykırıma uğrattığı Yahudiler de büyük oranda Hazar kökenli, Eşkenaz denilen, Türk soylu Yahudilerdir.

Hrıstiyanlık ise daha da yeni ve İslamiyetle yarışan bir dindir. Ama Doğu Anadoludaki Part kökenli Arşaklı Türkleri Hırıstiyanlığı kabul etmişlerdir, kurulan kilise de aslında bir Türk kilisesidir.

Ama ne Romaya ne de İslama yaranamamıştır bu kilise.

Ve Türkler tarafından benimsenmeyen bu kilise Ermeniler tarafından sahiplenilmiş ve bu kilise etrafında bir Ermeni milleti yaratılmıştır.

Doğu Anadolunun Türklüğü

İşin kötü tarafı Ermeniler sadece kiliseyi sahiplenmekle yetinmemişlerdir. Doğu Anadolu üzerinde de hak sahibi olmak istemektedirler.

Türk tarihi ise bu konuda yine son derece zayıf kalmakta-

dır. Birincisi Türklüğü sadece Müslüman olan Türklerle sınırlayan anlayış, ikincisi Türklüğü yine sadece Oğuz Türkmen boyu ile sınırlayan anlayış, Doğu Anadolu tarihini Ermenilere neredeyse teslim edecek bir açık yaratmaktadır.

Halbuki Oğuzlar gelmeden önce de Doğu Anadolu tümüyle bir Türk yurduydu. Ama buradaki Türkler büyük çoğunlukla diğer Türk boylarıydı.

Saka Türkleri ve Alp Er Tunganın Doğu Anadolula girişlerinden bahsetmiştik.

Bunun hemen ardından ise Attila döneminde Hunlar yine Kafkaslardan aşağı inmişlerdir.

Yine Hazar Denizine de adlarını veren Hazar Türkleri bölgeye yerleşmiştir.

Sibir Türkleri de bölgeye gelmiştir.

Bir diğer Türk boyu ise Avarlardır.

Oğuz boylarının da bir kolu Alparslandan 600 yıl önce Doğu Anadoluya yerleşmişti.

Kıpçaklar

Bu Türklerden üzerinde duracağımız bir diğer önemli boy ise Kıpçaklardır. Doğu Anadolu tarihi ve Ermeni meselesi açısından önemli bir rol üstlenen bu Türk boyunun üzerinde biraz duralım.

Türklerin Seceresini yazan Ebul Gazi Bahadır Han, Secerede şöyle yazar:

Oğuz Hanın zamanından ta Cengiz Han zamanına Tin ve Atıl ve Yayık bu üç su yakasında Kıpçaktan özge el yok idi.

Oğuz Handan Cengiz Hana geçen zaman, çok uzun bir zaman dilimidir. Ama sadece Milattan sonraki devri bile alsak Cengiz Hana kadar yaklaşık 1200 yıllık bir Kıpçak hakimiyet dönemi tespit edebiliriz.

Oğuznamelere göre bir sefer sırasında bir ağaç kovuğunda doğan çocuğu Oğuz Han Kıpçak adını vermiştir. İçi oyulmuş ağaca Türkçede Kıpçak denilir.

Kıpçak kavmi yine Dedem Korkut hikayelerinde geçmektedir.

Gürcü kaynaklarına göre daha Büyük İskenderden önce bugünkü Kafkasya ve Doğu Anadoluda yerleşmişlerdir.

Gürcü Tarihinde Büyük İskender Kafkaslara kadar geldiğinde büyük bir direnişle karşılaştığını yazar:

İskender Kartele gelince Kartelliler arasında öyle ırklar buldu ki, başka hiçbir halk arasında bunlar yoktu. Gerçekten evlenmelerde ahlak bozukluğu vardı, anaya babaya bakmadan yakınları ile evlenirlerdi, canlı her nesneyi yedikleri gibi, leşleri bile iştahla yerlerdi. O, Kür boyunca ve onun kolları üzerinde yerleşmiş korkunç derecede yabani milletler gördü ki, bunlar bizim Bun-Turkiler ve Kıpçaklar diye adlandırdıklarımızdı. İskender çok büyük hayretler içinde kaldı, çünkü hiçbir halk onlar gibi savaşamazdı.

Burada çok önemli bir başka gerçek de ortaya çıkmaktadır, Kartel ülkesinde yani Gürcistanda pek çok ırk ve kavim yaşamaktadır ve daha önemlisi İskendere karşı Gürcistanı Kıpçaklar savunmuştur.

Bizim Gürcü tarihinden bildiğimiz bir diğer gerçek de Kıpçakların Pers istilasına karşı da Gürcistanı savunmuş olduklarıdır.

Kıpçakların Kafkaslara gelmesi ile birlikte tarihin aktığı nehirler değişmiştir. Büyük İskender Kafkasyayı aşamamış ve Kafkasyadan aşağı inmiş Pers Kralı Dara Kafkaslardan geri dönmüş ve en sonunda bu iki büyük komutan kendi aralarında savaşmışlardır.

Kıpçakların bir diğer tarihi rolü ise Oğuz Türklerinin Müslüman kolunun yani Selçukluların Anadoluya girişleri sırasında Oğuzlara direnmesidir.

Kıpçaklarla Türkmenlerin savaşları son derece çetin geçmiştir. Ancak burada sorulması gereken soru bizim açımızdan son derece farklıdır: Kıpçaklar Türkmenlerle neden savaşıyordu?

Denildiği gibi Gürcüleri, Bizansı ya da Ermenileri savunmak için mi? Yoksa kendi yurtlukları olan Doğu Anadoluya savunmak için mi?

Gerçek şu ki Kıpçak boyları Doğu Anadoluya yerleştiklerinde yüz binlerle gelmişlerdi. Bu büyük dalganın önünde hiç kimse duramazdı ve Kıpçaklar 1000li yıllara kadar bölgenin tek hakimiydiler.

Gürcü ve Ermeni tarihlerine göre Türkler sadece paralı askerdir, hatta Gürcü ve Ermeni devletlerinde başkomutanlar hep bu Türklerdendir ama devlet ne hikmetse Türk değildir!

Tarihin bu garip açıklaması elbette Ermeni ve Gürcülerin tarihi kendileri lehine yontmalarındandır. Kıpçakların paralı askerlik yaptıkları bir diğer devlet Mısır Memlüklüleridir. Ama biz o devletin tümüyle Kıpçak Türk devleti olduğunu biliyoruz.

Peki ya Gürcü ve Ermeni beylikleri için neden durum farklı olsun?

Kıpçak kızı: Sarı gelin

Kıpçakların Oğuzlarla savaşı bir yana bırakıldığında bu Kıpçakların tarihten birden nasıl olur da silindiklerini sorgulamak gerekir. Sorguladığımızda ise Kıpçakların tarihten değil tarih kitaplarından silindiğini görürüz.

Ama silinemeyen tarihin izleri türkülerde karşımıza çıkacaktır.

Kıpçak Türkleri kara kaşlı kara gözlü Türk imgesinin tam tersine gök gözlü sarı saçlı bir boydur. Nitekim Kıpçaklara Ruslar Polovçi derler ki sarı saçlı anlamına gelmekedir.

Peki bu sarı saçlı mavi gözlü Türkler de ne demek oluyor?

Çoğumuza göre sarı saç-mavi göz ari ırkın yani Batılının simgesidir.

Ama bizler Ermenilerin de Gürcülerin de esmer olduğunu biliyoruz. Kürtler de esmerdir.

Gerek Ermeniler gerekse Kürtler ari ırktan Hint-Avrupalı olduklarını iddia ederler. Bazı sarı saçlı mavi-yeşil gözlü insanların da kendilerine Kürt ya da Ermeni dediklerini görürüz.

Oysa bunlar Kıpçak Türkleridir. Eşsiz güzellikleri ile dikkati çeken Kıpçak Türklerinin destanlara ve edebiyata bu yolla girdiklerini bilmekteyiz.

Bunlardan en önemlisi Sarı Gelin türküsüdür.

Sarı Gelin bizde Ermeni türküsü gibi yutturulmaya çalışılsa da aslında bir Kıpçak türküsüdür.

Efsaneye göre dönemin Tiflis Beyi Şeyh Sanın sarı saçlı bir kızı vardır. Kızın güzelliği dillere destandır. Tiflis Beyi bir Hıristiyandır. Bu kıza Müslüman olan bir Türk delikanlı çoban aşık olur.

Kızın Hıristiyanlığı ile oğlanın Müslümanlığı, kızın bey kızı olması ile oğlanın beyin çobanı olması efsanenin sosyal boyutunu oluşturur.

Denildiğine göre delikanlı şu türküyü yakar ve çobanlık yaparken bunu okur:

Vardım kilisesine baktım haçına
Mail oldum bölük bölük saçına
Kız seni götürem İslam içine

Vay Sinan ölsün sarı gelin
Ah seni vermem dünya malına

Şeyh San türküde Sinan biçimine girmiştir ki telaffuz olarak doğrudur. Ama bir de bu türkünün günümüzdeki bozulmuş halini düşündüğümüzde Şeyh San ve Sarı Kız efsanesinden eser kalmadığını, uydurulduğunu görürüz.

Bereket var ki Ahmet Refik Altınay Osmanlı döneminde Kafkas ellerini görev gereği gezerken bu türküyü işitmiş ve defterine bu şekliyle kaydetmiştir.

Kıpçak kadınları örtünmezdi

Büyük şair Genceli Nizami de Kıpçakları destanlarına konu etmiştir. Bunun nedeni eşsiz güzellikte bir Kıpçak kızı ile evlenmiş olmasıdır.

Nizami şiirlerinde Türk kelimesini iki anlamda kullanır, Türk gibi adil, Türk gibi güzel...

İskendernamesinde Nizami İskenderin Kafkaslara gelip Kıpçakları görmesine de değinir.

Deşt-i Kıpçaka gelen İskender, bozkırda Kıpçak topluluklarını gördü: Ak tenli, pembe yüzlü, ay ve güneşten daha parlak çehreli, dar gözlü, insanları baştan çıkartacak kadar ve meleklerde bile bulunmayan güzellikte kimselerdir. Yüzlerinde hiç örtü olmayan ve bakanları yakan bu güzel kadınlar, erkeklerden çekinmiyorlardı.

Ertesi gün İskender Kıpçak ulularına dedi ki: Kadınların örtünmeleri daha hayırlıdır, kadın takımı taş ve demirden de olsa yine de kadındır. Yabancıdan çekinmeyen bir kadın, kendi şerefini koruyamadığı gibi, kocasından da utanmıyor demektir.

Bunun üzerine Kıpçakın yaşlıları dedi ki: Bu bir töre ve gelenek işidir, sizlerdeki kadınlar örtünük ise bizde açıktır. Örtünmenin namus ve şerefe ne faydası var? Bizim bu adetimizi bırakmamız elimizde değildir.

Kıpçaklara ne oldu?

Dönelim sarı saçlı mavi gözlü Kıpçak kızlarına.

Ne oldu bu kızlara?

Kıpçaklar büyük ölçüde Doğu Anadoludan ayrılmak zorunda kaldılar. Ama Kafkaslara çıkan, buradan Kırıma, Ukraynaya, Macaristana giden Kıpçak boylarının sarı saç-mavi göz genlerini de götürdüğü kesin.

Kalan Kıpçakların bir boyu ise Muş, Bingöl, Siirt, Bitlis gibi illerimizde kalmışlar zamanla Kurmanç lehçesini benimsemşlerdir.

Günümüzde kendilerini Kürt tanıtan bu insanlar da aslında Kıpçak Türklerindendir.

Ermeni ve Türk dili

Tekrar kilise meselesine dönersek.

Gürcistanın Gümrü kasabasında Kıpçag adlı bir köy bulunmaktadır. Kıpçak-a Vank adlı bir Kıpçak manastırı ve kilisesi bulunmaktadır. Ama bu kilise nedense Ermeni kilisesi olarak görülmekte ve Ermeniler de bunu Ermeni mimari eserleri arasında saymaktadırlar.

Tıpkı Ahtamar kilisesi gibi.

Burada Ermenilerin tarihi çarpıtmada bir başka oyunu da dil meselesinde ortayla çıkmaktadır.

Ermenilerin dili Ermenicedir, Kıpçakların dili ise daha Kaşgarlı Mahmut zamanında kayıt altına alınmış Türkçedir.

Ama Doğu Anadoluya yerleşen Kıpçaklar bu dönemde alfabe olarak Ermeni alfabesini benimsemişlerdir.

Tıpkı Oğuz Türklerinin Arap alfabesini benimsemesi gibi.

Fakat Arap alfabesi kullanan Oğuz Türklerine Arap denmediği halde, Ermeni alfabesini kullanan Kıpçak Türklerine Ermeni denmiştir.

Bunu Ermeniler de desteklemişler ve Kıpçakları bu şekilde asimile etmeye çalışmışlardır.

Tabii tarihin tersine döndüğü durumlar da olmuştur. Pek çok Ermeni de kendi dillerini unutmuş ve Kıpçak dilini benimsemiştir.

Bu Ermenilerden bir kısmı ise sırf Türkçe konuştukları için Kırımdan Türk muamelesi görüp sürgün edilmişlerdir!

Peki Ermenice nasıl bir dildir?

Ermenilere ve Batılı tarihçilere göre Ermenilerin dilinin tıpkı Batılılar gibi Hint-Avrupa dili olması gerekir. Dolayısıyla Batı Oryantalizminin Ermeni meselesi gündeme geldiğinde hemencecik Ermenilerin Hint-Avrupa dilini konuşan Batılı bir ulus olduğunu ortaya koydular.

Ama zorluk bundan sonrasında başladı.

Ermenilerin hak iddia ettikleri bu bölgede hiç Hint-Avrupa dili yoktu. Önceleri Hurrilerin ve Urartuların dillerinin Hint-Avrupa dili olduğunu iddia ediyorlardı ama bunun da yanlışlığı ispatlandı.

Sonuçta Ermeniler tüm bölge tarihinden soyutlanmış oldular ve tarihsiz kaldılar.

Kaldı ki Ermenilerin Hint-Avrupalı dili de aslında Kıpçaklar ve diğer Türk boyları ile özellikle de Partlarla ilişkisi içinde Türk dil grubuna yakınlaşmaya başladı.

Böylece bugün Batılı dilbilimciler hâlâ Ermeniceyi hangi dil ailesine dahil edeceklerini bilemiyorlar!

Türk tarihini savunmak

Gelelim sonuca...

Ermenilere Doğu Anadoluda tarihten, filolojiden, arkeolojiden, antropolojiden, edebiyattan ekmek yok!

Ama önemli olan zaten Ermeniler değil Ermenileri birer efsane gibi yaratan Batılılar ve onların bilimi.

Batılı Oryantalizmin sonucu ırkçılık oldu. Bugün ırkçılığa karşı çıkışlarına rağmen Batılılar hâlâ Oryantalistttir.

Ama daha kötüsü Batılı Oryantalizme karşı çıkan her Batı dışı ulusun çabası doğrudan ırkçılıkla damgalanmaktadır.

Ve bu özellikle bizim ülkemizde böyledir.

Her şeyin kökeninde, Yunanı, Ermeniyi, Kürdü bulmak gibi, dağı taşı Yunan, Ermeni, Kürt yapmak gibi sapkın bir anlayış türemiştir ve bu anlayış Türkü tarihten ve coğrafyadan (bugünden) silmeye çalışmaktadır.

Yapılacak şey, Türklük mücadelesinin bilimsel alana kayması, toprak savunmasının toprağımızın tarihini, arkeolojisini, sanat tarihini ortaya çıkartmaya yönelmesi, uyduruk efsanelere son verilmesi gerekmektedir.

Batılıların Yunan uydurması Yahudi kökenli bazı bilimadamlarının büyük çabası sonucu büyük darbe yedi. Kara Atenanın Martin Bernal tarafından yayınlanması ile Yunan efsanesinin nasıl da uydurma olduğu ortaya çıktı. Artık bilimsel camiada Yunan merkezli tarih anlayışı itibarda değildir.

Bizler açısındansa aynı görev daha yakıcı bir şekilde durmaktadır. Ülkemiz topraklarına göz diken Yunan, Ermeni, Fars ve Kürt tarihlerinin nasıl uydurulduğunu ortaya koyan eserler yazılmalıdır.

Türkiyede bu görevi son dönemdeki yazıları ile Ulusal Parti İdeolojik Büro Sorumlusu Prof. Dr. Şener Üşümezsoy üstlenmiştir. Ama bu yeterli değildir. Tarihçilerin benzer çalışmalara girişmeleri gerekmektedir.

Peki Türkiyede açılan bir Ermeni kilisesine ilişkin cevap neden Türkiyeden değil de Azerbaycandan geliyor?

Nedeni basit, çünkü Azeriler tarihini kaybeden ulusların toprak da kaybedeceklerini Karabağ işgali ile biliyorlar!

Ve toprağını kaybeden uluslar elbette tarihlerine daha fazla sarılıyorlar.

Tarih konusunda Azeriler kadar cesur olmadıkça tarihimize de toprağımıza da sahip çıkamayacağımızı bilmeliyiz.

 


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.