Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10763
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
AHMETCAN KASİMİ

İLK GENÇLİK ANILARIMDA AHMETCAN KASİMİ (1914-1949)

 

(Bu yazı, TÜRK YURDU Dergisi, Nisan 1995 Tarihli, 92. sayısında basılmıştır)

 

         Ahmetcan Kasimi 35 yaşındayken, 1949 yılının ağustos ayında Stalin ve Mao Zedung işbirliği ile Almatı’da “uçak kazası” süsü verilerek öldürülmüştü. Eğer yaşasa idi, bu yıl-1994’te O, 80 yaşında olacaktı. Fakat Ona öldü demek yanlış olur. Çünkü ölüm her insan varlığının sonu değildir. Nasıl yaşamış ve niçin, nasıl ölmüş olmalarına göre, bu ölümlü dünyamızda bazı insanlar ölümsüzleşir. Böyle insanları doğurabilen ulus, o ölümsüz bireylerinin omzunda ebedi yaşar. İşte, Uygurların uzak geçmişinde ve yakın çağımızdaki tarihinde, Uygurlara ebedi yaşama hakkını kazandıran büyük şahsiyetlerin sırasına Ahmetcan Kasimi de katılmış oldu. Evet, ulusları ulus olarak yaşatan, o ulusların tarihindeki büyük insanlardır.

         Kasım 1944 yılından Eylül 1949 yılına kadar 5 yıl yaşamış, bu yıl-1994, kuruluşunun 50. yıl dönümü olan Şarki Türkistan Cumhuriyetinin sembolü haline gelen Ahmetcan Kasimi’yi ilk gençlik yıllarımda üç kez görmüştüm. Etkisi bütün ömrümü, kişiliğimi ve gayemi yönlendiren o devreyi o mutlu yıllarımın unutulmaz anılarını dile getirirken, kalbimin ve zihnimin en derinliklerinde yerleşip kalan iki isim hemen canlanıverir: Gulca Tatar Okulu ve Ahmetcan Kasimi. Ben 1935 doğumluyum.

         İlk olarak, 1947-48 öğretim yılı mı veya 1948-49 öğretim yılı mı, yılını tam olarak hatırlayamıyorum, bu iki öğretim yılının birinde, eylül ayı okullar açılırken, Ahmetcan Kasimi bizim okula gelmişti. Bu okul Gulca Tatarları tarafından 1930’lu yıllarda kurulmuş 7 sınıflı “İlk-Orta Tatar Okulu” idi. Okul binasının geniş ve güzel yapımı, eğitim seviyesinin yüksekliği ile İli Bölgesinin en güzide okulu idi.

         Herhalde ani oldu, “Ahmetcan Kasimi’nin size konuşması varmış, hadi çabuk” diye öğretmenlerimiz bizi okul koridoru önündeki merdiven çevresine toplamaya, sıralamaya çalışıyordu. Oysa okulun 500 kişilik büyük ve güzel salonu vardı. Neden bu toplantı salonda yapılmıyor? Kasimi konuşmasının resmi renk almasından kaçınmış da olabilir. Belki konuşmasının kısa süreceğinden salona toplanmaya gerek görmemiş de olabilir. Bunun sebebini elbette bilmiyorum. Merdiven çevresinde açık havada toplanan bir okulun tüm öğrencisi bu ünlü insanı görmeye sabırsızlanıyorduk. Ahmetcan Kasimi okul binası içinden çıkıp, karşımızdaki kerpiç merdivende durup, tebessümlü bakışlarla bize hitap etmeye başladı.

         Orta boylu, buğday tenli, kapkara bıyıklı, güler yüzlü bir insan. Bir gözü diğer gözüne oranla biraz daha çekikti. Üstündeki koyu mavi renkli ceketi-pantolonu ona daha da yakışıklı bir görünüm veriyordu. Yumuşak bir sesle, Tatarca ile Uygurca arasındaki orta bir dil ile konuşuyordu. O öğretmenlerime hitaben:

         “Dünyadaki mesleklerin en şereflisi öğretmenliktir. Çünkü, gelmiş geçmiş büyük zatlar, bilginler, yazarlar, doktorlar, generaller, mühendisler ve bunlar gibi meslek sahiplerinin hepsi öğretmenlerin emeğinin meyvesidir” diyordu. Biz öğrencilere hitaben : “Bir binayi, gökdeleni kurmak için önce onun temelini iyi işlemek lazım. Temeli iyi işlenmemiş bina, gökdelen yıkılır. Aynı onun gibi sizler de bugün gelecekteki yüksek bilimlerinizin temelini işlemektesiniz. İlk ve orta okulu iyi neticeler ile bitirebilseniz, gelecekte bilim sahasında daha çok başarılı olursunuz. İyi okuyun, size başarılar dilerim” diyordu.

         İkinci olarak, birkaç arkadaşım ile beraber okuldan eve dönerken, okula yakın bir sokakta Ahmetcan Kasimi ile karşılaşıvermiştik. Kasimi atlı ve yalnızdı. Biz kendimizi yolun kıyısına alarak, ona selam verdik. O gülümseyip, eğilerek selamlaşıp, yanımızdan yavaşça geçti.

         Üçüncü olarak, Şarki Türkistan Cumhuriyetinin bir kuruluş yıl dönümünün töreninde, Ahmetcan Kasimi’yi kürsüde konuşurken gördüm. O albay dereceli askeri üniforma giymişti. Bu büyük törende, kendisinin askeri olmamasına rağmen, askeri üniforma ile kürsüye çıkmasının elbette önemli bir sebebi vardır. Bu sebep ne olabilir? Ahmetcan Kasimi bu üniforma ile belki düşmanlarına, tüm zorluklara rağmen her an ve herkes bağımsızlığımız için savaşa hazırız imajını vermeyi düşünmüş olabilirdi.

         Ahmetcan Kasimi’nin kardeşi olarak bilinen Osman adlı bir Uygur öğrenci ile Tatar Okulunda aynı sınıfta okumuştum. O diğer öğrencilere oranla 3-4 yaş büyüktü. Askeri yeşil üniforma ile okula geliyordu. Biz ona, neden bu askerlerin giydiğini giyiyorsun, başka elbisen yok mu? Diye sorduğumuzda:

         -Bulabildiğimi giyiyorum, demekle yetinmişti. O Ahmetcan Kasimi ile aynı avluda yaşıyordu. Onların evi Tatar Okulunun bulunduğu Novigord (Yeni Şehir) denilen mahallede idi. Bir gün okuldan eve dönerken, Ona:

         -Osman senin ağabeyinin (Ahmetcan Kasimi’nin) eşi Çinli diyorlar, bu doğru mu? diye sordum. O:

         - Sen yanlış duymuşsun. Eşi Çinli olan kişi Abdukerim Abbasi’dir (hükümet sekreteri). Benim ağabeyim Çinli ile evlenir mi hiç…. demişti.

         Gerçekten ben yanlış duymuşum. Sonradan öğrendim. Ahmetcan Kasimi’nin eşi Uygurdu. Ona Maynur Hanım diyorlardı. Adil adlı bir oğlu ve bir kızı da varmış.

         Yıl 1949, Eylül ayı. Okullar açılmıştı. Fakat sınıfımızda Osman yoktu. Onu ağabeyi Ahmetcan Kasimi beraberinde Pekin’e götürmüş, diye söylediler. Çok geçmeden Osman da ağabeyi ile beraber uçak kazasına uğramış, denilen haberi duyduk. Bugün Gulca şehrinin Halk Parkına yerleştirilmiş “uçak kazasına uğrayanlar” ın mezarlığında Osman’ın da adı yazılmış bir mezar taşı bulunmaktadır.

         Kasimi hakkındaki son anım, Onun geride bıraktığı bir kitabı ile ilgilidir. Kasimi’nin nutukları 1948 yılında kitap haline getirilmişti. Bu kitabı 1953 yılında Ürümçi’deki Şin Cang (Doğu Türkistan) Milletler Darülfununu’nun arşivinden bulup gizlice okumuştum. Aklımdan şu cümle hiç çıkmadı: “Milletim ezildiğinde ben milliyetçiyim.”

         İnsanlık tarihinde öyle isimler var ki, tıpkı gece karardıkça parlayan yıldız gibi, zaman geçtikçe parlar ve büyür. Öyle olaylar var ki, zaman geçtikçe tazelenir durur, hiç unutulmaz. Örneğin, Kazan Hanlığının son hanı olan Süyümbike’nin ismi ve Onun başına gelen olaylar, Tatar halkının zihninde ve ruhunda 500 yıldır nasıl büyümüşse, nasıl unutulmamışsa, Ahmetcan Kasimi ismi ve Onun başına gelen olaylar da Uygur halkının zihninde ve ruhunda öyle büyüyecek ve öyle unutulmayacaktır.

         Böyle isimleri zaman geçtikçe büyüten, böyle olayları zaman geçtikçe tesirli hale getiren etken nedir? Cevap olarak: Bu isimlerin istila ve zulme karşı savaştaki önderliği, bu olayların daha çok acıklı olması, denilebilir. Fakat, bu cevap yetmiyor. Çünkü, istila ve zulme karşı savaş verenler az mı? Çok, onların çoğu unutulur gider. İnsanları ölümsüzleştiren, olayları tazeleyen en önemli etken, bu insanların temiz kişiliğindedir. İddialarının samimiliğinde ve eylemlerinin dürüstlüğündedir. Makam, şöhret ve servet heveslerinin yokluğundadır. Bu kişilerin başına gelen olayları unutulmaz hale getiren etken de, yine bu kişilerin yüce şahsiyetindedir.

         İşte, bu kişileri öldüren, bu olayları doğuran canilerin, katillerin, istilacıların, zalimlerin bilmediği veya hiç bilemeyeceği gerçek budur. Bu anılarımı yazıp bitirirken, yüreğim eziliyor, gözlerim doluyor.

           

        

İklil KURBAN



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.