Bunun için Köycülük ilkemizin dayandığı iki temel görüş
bunlardır. Yani birisi tarım kentleri görüşüdür; tarım
kentleri esasına göre köy grupları meydana getirmek, köyleri
köy grupları halinde teşkilatlandırarak ihtiyaçlarını karşılamak.
Diğeri de tarımı hızla modernleştirmek ve rantabl
bir işletmeciliğe kavuşturmak, teşkilatlandırmak için tarım
ve toprak reformunu birlikte yapmak. Bunların ikisi birbirinden
ayrılamaz. Bunların ikisini beraber düşünmek gerekmektedir.
Bir soru sorulabilir. Denilebilir ki bugün Türkiye’de
60 bin dönüm, 80 bin dönüm toprak sahibi olan kimseler
vardır, bu büyük topraklara dokunulmayacak mı? Bu
büyük toprakların da reforma tabi tutulması gerekmez mi?
Elbette gerekir. Elbette bunlar da ekonomik işletmeciliğe
uygun bir şekilde reforma tabi tutulacaktır. Fakat bunların
miktarı Türkiye’de %1’i aşmamaktadır. Genel duruma oran
yapıldığı zaman bu geniş toprak sahiplerinin sayısı, oranı
%1’i aşmamaktadır.
Bunun yanında Türk tarımının en önemli konusu topraklarımızın
küçük çiftçi elinde 30 dönüm, 20 dönüm, 50
dönüm, 70 dönüm, 100 dönüm gibi, gayri iktisadi işletmeciliğe
sebep olan, bölünmüş durumda bulunmasıdır. Bu
ufak birimleri ya kooperatifler halinde teşkilatlandırarak
iktisadi bir işletmecilik düzenine kavuşturmak gerekmektedir.
Veyahut miras meselesini yeni kanunlar düzenleyerek,
miras yoluyla bölünmeleri önlemek ve diğer taraftan
da köy yardımlaşma kurumuyla bütün köylüyü içine alan
bir teşkilatlanmaya giderek, aynı zamanda köylünün kalkınmasına
hizmet edecek şekilde geniş yatırımlara girişmek
gerekmektedir.” 87
***
(87 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:101-102-103-104-105-106-107-108-109-110-111)
Dokuz Işık Doktrinin ilkeleri arasında yer alan Köycülük
ilkesi, oldukça uzun ve detaylı açıklamalarla yer alan bir
ilkedir. Bunun birden çok nedeni vardır. Birincisi, 1980 öncesi
komünistlerin halk ihtilali hedef ve taktikleri ile zaman
zaman bunların etkisi altında kalan o dönemin bazi
siyasetcilerin bu bu hedef ve taktiklere güç veren “Su kullananın,
toprak işleyenin” sözü ve yaygınlaşan sloganıdır.
Bu bakımdan Dokuz Işık’ta köycülük ilkesinde bazı konular
çok detaylıca anlatılmıştır.
İkincisi ve en temel nedeni, o dönemde köyde yaşayanların
oranın daha yüksek olmasıdır. Hem siyasilerin en
büyük hedef kitlesi köyde yaşayanlardı, hem de komünistlerin
hedef kitlesi işçilerle birlikte köylülerdi.
Bir üçüncü neden de şu olabilir, sosyologların belirlemelerine
göre köyde yaşayanlar, şehirde yaşayanlara
göre daha vatansever ve milliyetçi olmaktadırlar. Pek tabidir
ki, sosyologların toprağa bağlı olanlarda gördükleri bu
özellikler çok doğru olmayabilir. Ama genelde belirlemeler
bu şekilde olmuştur. Bu bakımdan da Köycülük, ayrı bir ilke
olarak Dokuz Işık’ta yer almıştır. Kuva-i milliyecilerin de o
dönemde bu ilkeyi belirlemeleri, Kurtuluş Savaşı’nın temelinin
Anadolu’dan başlaması, başkentin İstanbul’dan Ankara’ya
taşınması, köylerde yaşayanlara verilen önemi ve
olağan bir durumu diyebiliriz. Zaten Kuva-i milliyeciler o
dönemde köyde yaşayanları dejenere olmamış kabul ediyor
ve mücadelelerinde güç merkezi olarak Anadolu’yu,
köyleri görüyorlardı. Dokuz Işık’ta yer alan Köycülük ilkesi,
Kuva-i Milliyecilerin de 9 umde’sinden birini teşkil etmektedir.
Bu açıdan da tercih edilmesi mümkündür.
Bir diğer önemli nedeni ise; Köycülük ilkesindeki Tarım
Kentleri projesi ile “İktisadi demokrasi”nin gerçekleşmesini sağlamaktır. Çünkü Dokuz Işık’ta mülkiyetin
yagınlaştırılması çok önemli bir mesele olarak ele alınmış;
gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi en önemli sorunlar
arasında kabul edilmiştir.
Bu ilke izah edilirken köylerde yaşayanların oranı
%65 idi. TUİK “2010 Bölgesel Göstergeler Raporu”na göre
köy nüfusunun toplam nüfus içindeki oranı %23,74’dür.
Dokuz Işık’ta o dönem önerilen “Tarım Kentleri” gerçekleştirilmiş
olsaydı, bugün ne şehirleşmede karşılaştığımız ciddi
problemler olurdu, ne tarım sektöründe ithal eden ülke
durumuna düşer, ne de “Kentsel dönüşüm” gibi çok pahalı
projelere ihtiyacımız olurdu. Belki de, köylerden şehirlere
olan yöneliş daha sıhhatli ve ekonomik gerçekleşirdi.
Tarım Kentleri Projesi, o dönemde ülke kalkınması
için önemli projelerden biri olmuştur. Dr. Tahsin Ünal ‘Tarım
Kentleri. Milliyetçi Toplumcu Düzen’ adlı eserini 1977
yılında Milli Ülkü Yayınevine bastırmış, bu proje bir kitap
haline getirilmiştir. “Tarım Kentleri” projesi, 1980 öncesi o
kadar popüler bir proje olmuştur ki, o zaman Bülent Ecevit,
bu projeyi “Köy kentleri” adı altında kamuoyuna sunmuş
ve bu projeyi kopyalamak zorunda kalmıştır. Bu durum 9
Işık adlı eserin 668’nci sayfasında şöyle anlatılmaktadır:
“…Enternasyonal solun oltasına yakalanan Halk Partisi,
Tarım Kentlerini, Köy Kentleri; Millet sektörünü, Halk Sektörü
diye istismar etmiş, bozmuş, amacından saptırmıştır…”
*******************************
8- GELİŞMECİLİK VE HALKÇILIK
“Milli Doktrin Dokuz Işık’ın sekizinci ilkesi ‘Gelişmecilik’tir.
Gelişmecilik şu demektir: Daima daha iyiyi, daha
gelişmiş bir durumu elde etmek için araştırma yapmak;
daha iyiye, daha mükemmele varmak arzusu taşımak ve
bunun için çareler aramaktır. Gelişmecilikte içinde bulunulan
durum düzeltilerek, o durum basamak yapılarak bir
merdiven basamağın önüne daha yüksek basamaklar kurarak,
bu basamaklara basarak daha iyiye yükselmek, daha
güzele yükselmek, daha olgunu bulmak, elde etmek demektir.
Gelişmecilikte içinde bulunulan düzeltmek, yeniden
durumu düzeltmek, geliştirmek bahis konusudur. Yani
devrimcilik, gelişmeciliğin zıddı bir düşüncedir; görüştür.
Gelişmecilikte devrimciliği milletimizin kalkınması için bir
yol olarak görmediğimizi, benimsemediğimizi anlatmak
istemekteyiz. Neden devrimciliği bir yol olarak kabul etmiyoruz?
Çünkü devrimcilik geçmişe ait her şeyi yıkmak, geçmişe
ait her çeşit değerlerimizden vaz geçmek ve bizimle,
tarihimizle ilgisi olmayan, nereye varılacağı kestirilemeyen
bir başka durum meydana getirmek anlamını taşımaktadır.
Milletler de ulu ağaçlar gibidir. Ulu bir çınarı toprağın üzerinde
gövdesi ne kadar yükselmişse, toprağın altında da o
kadar derinliğe inmiş, geniş kökleri vardır. Ulu bir ağacın
köklerini kesecek olursak o ağacı yaşatmak, toprağın üstünde
dik olarak tutmak mümkün olmaz. Bunun için milletin
kökleri de kendi milli tarihidir. Kendi binlerce yıllık yaşayışı
içinde meydana getirdiği kültür hazineleri, manevi
değerleridir. Milli gelenekleridir. Onun için bunlarla bağlantıyı
kesmek, her şeyi yıkmak, devirmek bizim kabul etmediğimiz
bir görüştür, bir yoldur. Bunun için devrimcilik
değil, eylemciliğe dayanan gelişmecilik ilkesini benimsemiş
bulunmaktayız. Gelişmecilik ilkesiyle düşündüğümüz anlam
şudur: İnsanlar yaratıldıkları günden beri daima içinde bulundukları
durumla yetinmemişler daha iyi yaşamak, daha
güzel bir durum elde etmek, daha olgun sonuçlara varmak
için çırpınmışlardır. Bu insanların yaratılışlarında, insanların
tabiatında bulunan, yeryüzünde medeniyetlerin doğmasını,
medeniyetlerin gelişmesini, insanlığın ilerlemesini temin
etmek insanın tabiatına en uygun sonuçlara varmak
için çırpınmışlardır. Bunun için biz bu duygu ve zihniyeti bir
ilke olarak doktrinimize koymuş bulunmaktayız. İnsanlar
tabiat kuvvetlerinin tutsaklığından kurtulmak, tabiat kuvvetlerinin
kendileri için yararlı olacak şekilde kullanılmasını
sağlamak ihtiyacını, düşüncesini yeryüzünde, yaratıldıkları
ilk günden beri düşünmüşler, bunu sağlamaya çalışmışlar,
bunun için çare aramışlardır. İşte bu da, gelişmeciliğin bir
diğer önemli faktörüdür. Yani tabiat olaylarının, tabiat güçlerinin
insanlara, insan topluluklarına zarar vermesini önlemek,
buna karşılık tabiat güçlerinden, tabiat olaylarından
insanların, insan toplumlarının mümkün olduğu kadar büyük
ölçüde yararlanmasını sağlamak gelişmecilik ruhunun,
gelişmecilik düşüncesinin güç aldığı önemli bir kaynaktır.
Bu sayededir ki yeryüzünde insan medeniyetleri
meydana gelmiştir ve bu medeniyetler gelişmiştir. Bugün,
yirminci yüzyılın son çeyreğinde insanlık, övündüğümüz
büyük medeni hamleleri sağlamak imkanını bulmuştur. İşte
bütün gençlerimize, bütün memleketimizin insanlarına
gerek kendi şahsi yaşayışlarında ve şahsi işlerinde, mesleklerinde
daima daha iyiye varmak, daha mükemmele ulaşmak,
daha güzeli elde etmek aynı zamanda milletimiz için,
vatanımız için, devletimiz için daha yükseğe çıkmak daha
kalkınmış, daha ileri bir duruma gelmek isteğiyle, ihtirasıyla
yol aramak, çare aramak, çalışmak gerektiğini ortaya
koymak istemekteyiz. Bunun içindir ki, gelişmecilik ilkesini
Milli Doktrinimiz içine koymuş bulunmaktayız. Bu duygu,
bu ihtiras çok olumlu bir duygudur; olumlu bir ihtirastır.
İnsan enerjisinin, gençlik enerjisinin kanalize edilmesini
gerektiren en meşru, en yararlı bir ihtirastır. İçinde bulunduğumuz
durum ve şartları düzeltmek, daha iyi yapmak,
daha ileriye götürmek, daha olgun hale getirmek, daima
bunu düşünmek bunun yollarını araştırmak, bunun için
çalışmak, bunun için çırpınmak insanlığı yükselten en kutlu
duygu ve düşünceyi teşkil etmektedir. Böyle bir düşünce,
böyle bir istek ve görüşten yoksun olan kişiler ve toplumlar
sürünmeye mahkûm varlıklardan başka bir şey kabul edilemezler.
Bunun için, bütün Türk Milleti daima daha iyiyi
rayacağız Daha olguna varmak için tedbirler düşüneceğiz,
çalışmalar yapacağız, gece demeden, gündüz demeden
herşeyin en güzelini, en iyisini, en olgununu elde etmek
için uğraşacağız. Bunu hem kendi yaşamımızda, kendi mesleğimizde,
işimizde sağlamak için çırpınacağız. Hem de milletimizin,
vatanımızın, devletimizin hızla, bir an önce en
yüksek seviyeye çıkarılması, en ileri bir duruma gelmesi
için uğraşacağız.
Eğer insanlar elde ettikleriyle yetinseler ve ‘bu bize
yetiyor’ deselerdi medeniyetler olduğu gibi kalır, gelişmezdi.
Hâlbuki görüyoruz, bundan 40 yıl öncesi durum bugün
yoktur.
Bundan 5 yıl önceki durum da yoktur. Bundan beş yıl
sonra da daima bugünkü durumdan daha ileriye gidilmiş,
daha birçok yeni şeyler bulunmuş olacak. Çünkü insanlar
daima daha iyiyi araştırıyorlar, daha mükemmeli istiyorlar.
O halde kalkınmamızın ve yaşamamızın dayanacağı temel
ilkelerden birisi de daima elde ettiğimizle yetinmemek,
daha iyiyi, daha güzeli, daha mükemmeli araştırmak duygusu
olacaktır. İşte gelişmeciliğimizin dayandığı ilke budur.
Gelişmecilik ilkesiyle beraber Halkçılık deyimini de
kullanmaktayız. Halkçılık deyimiyle kasdedilen şudur: Her
şeyin halkla beraber, halk için olması ve halka doğru olması
ve halk tarafından olması. Halkın yaşayışını paylaşarak,
halkın yükseltilmesini birinci planda düşünerek, halkın
dertleriyle yoğrularak halkla el ele işbirliği yapmak suretiyle
halk için ve halk tarafından her hareketin düzenlenmesi
ve yürütülmesi fikrini kasdetmekteyiz. Halka rağmen hareket
etmeyi doğru ve uygun bulmamaktayız. Türk Milletinin
yükselişi, Milliyetçilik ülküsünün siyasi hareket olarak gelişmesi
herşeyden önce Halk Demokrasi’sinin Türkiye’de
yaşatılmasına ve geliştirilmesine bağlıdır. Türk Milliyetçiliğinin
korunması ve hedefine varması Demokrasi ile sıkı
sıkıya bağlıdır. Bunun için Halkçılık ve Hürriyete dayanan
halk iradesi milli doktrinin temel görüşüdür. Halkçılıktan
maksadımız her şeyin halk için, halkla beraber ve halka
doğru olmasıdır. Yani halka tepeden bakmak, halktan üstün
olduğunu kabul etmek, halktan ayrı olmak gibi tutumları
uygun görmüyoruz. Her şey halk için, hakla beraber ve
halka doğru olacaktır.” 88
***
Gelişmecilik ilkesi, Dokuz Işık Doktrininin, bütün
doktrinlerde mevcut olan “İdeolojik duvarları”nı baştan
yıkıp, en doğruyu ve en güzeli bulma konusunda çok
önemli olan bir ilkedir. Gerçekten de bütün ideolojilerde ve
bu ideolojilerin meydana getirdiği doktrinlerde bazı ön
yargılar, değişmeyen kalıplar söz konusu olmaktadır. Gü-
(88 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:112-113-114-115)
nümüzde doktrinlerin en çok tenkit edilen tarafları da bu
yönleridir. Ama Dokuz Işık Doktrini, “Gelişmecilik” ilkesiyle,
“İlimcilik” ilkesiyle oluşabilecek bu kalıpları ve ideolojik
duvarları baştan önlemektedir. Bu açıdan Dokuz Işık Doktrini
diğer doktrinlerden oldukça farklıdır. Kendi ilkeleri arasında,
düzenleyici özellikler taşıyan ilkeler de mevcuttur.
Mesela Milliyetçilik ilkesi Dokuz Işık’ta ilk ilkedir. Ama Milliyetçiliğin
ırkçılık çizgesine gelmemesi için “Ahlakçılık” ilkesi;
İslamiyetin öngördüğü esaslar çerçevesinde hareket
etmeyi istemektedir.
Dokuz Işık, Gelişmecilik ilkesiyle sürekli araştırmayı,
sürekli çalışmayı istemektedir. Ülkenin karşıkarşıya kaldığı
ve kalacağı sorunları çözmede araştırma ve incelemeyi
öngörmektedir.
İster teknolojik ister toplumsal sorunların çözümünde
olsun, ilerleme ancak araştırmak ve gelişmeye açık olmakla
sağlanacaktır. Ülkemiz enerji bağımlılığını azaltacak
teknolojik bir enerji çözümü geliştirmek, ya da kamu hizmetlerinin
verilmesinde daha etkin bir mekanizma geliştirmek;
sadece gelişmeye açık ve esnek bir düşünce yapısı
ve çalışkanlıkla olabilir. Bugün ülkemizin yukarıda verilen
her iki örneğe de ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç aslında yıllardır
süre gelen bir ihtiyaç olmasına rağmen araştırma, soruşturma
ve inceleme kültürümüzün yok edilmesi sonucu
her iki yara da yıllardır kanamakta, çözümler dışarıdan bulunmaya
çalışılmaktadır. Hâlbuki Gelişmecilik ilkesi, her
daim sorunlari çözmek için araştırmayı ve çalışmayı ortaya
koymaktadır.
Bu ilkede dikkat çeken bir yön de şudur; devrimciliğe
karşı olmak kökten kopmamak, işin teorik kolaylığına kaçıp
“silbaştan yaparız” sözüne karşı çıkmak. Bunda tabii, 1980
öncesi ciddi bir akım haline gelen “Devrimcilik” görüşünün
ve bu görüşü de en çok komünistlerin kullanmasının etkisi
de büyüktür. Dokuz Işık’ta çok köklü değişiklikler ve teklifler
mevcuttur. Meclisin altı sosyal dilimden oluşması, köylerin
birleştirilerek “Tarım Kentleri”nin kurulması gibi bazı
teklifler devrim niteliği taşıyan teklifler olarak nitelendirilmeye
açıktır. Ancak Dokuz Işık “yıkıp, yeniden yapmak”
yerine köklerden kopmadan büyük reformlar öngören bir
doktrin özelliği taşımaktadır.
Sürekli gelişim prensibi, bu ilke nedeniyle Dokuz Işığın
önemli özelliklerinden birini teşkil etmektedir. Sürekli
gelişim ve sürdürülebilir gelişim/sürdürülebilir kalkınma
bugün herkesin ulaşmaya çalıştığı hedeflerden biridir. Çünkü
ancak, sürekli gelişim anlayışı içinde sürdürülebilir bir
kalkınma mekanizması işleyebilir ve ancak sürdürülebilir
kalkınma ile dünyanın ilk 10 ekonomisi içine girilebilir.
Gelişmek ve bunu sürekli kılmak, doğru stratejileri
belirlenmesini ve bu doğru stratejilerin doğru ve ölçülebilir
bir şekilde uygulanması ile sağlanabilir. Belki de bugün
ülkemizde en çok eksikliğini çektiğimiz unsurlardan ikisi;
stratejik düşünme ve sistem mühendisliği unsurlardır. Sistemi
bütün olarak görebilmek ve dünyada olup bitenlere
göre uzun vadeli strateji geliştirmek ve tabii ki bu stratejiyi
sapmadan, sürekli değerlendirerek uygulayabilmek gelişimin
en önemli araçlarıdır. Gelişmecilik ilkesi doğrultusunda,
gerek ilmi, gerek teknolojik, gerek siyasi, gerekse ekonomik
olsun her alanda doğru stratejiler belirleyebilmemiz
ülkemiz açısından önem arz etmektedir.
Bu ilkedeki Halkçılık prensibi, özellikle halka tepeden
bakanlara ders verir mahiyette ki, aslında bu prensibin
gelişmecilik ilkesi içinde yer alması düşündürücüdür. Çünkü
gelişim ve büyüme sağlanırken; halk ve halkın değerle
rinin unutulmaması, halkın eğitimi ve kalkındırılması asıl
önemli olan unsurlardan biridir.
Bugün birkaç arap ülkesinin gayri safi yurtiçi hâsılası,
çok sayıdaki ülkeden daha yüksek olmasına rağmen, bazı
ülkelerde insanların bir arada daha uyumlu yaşaması örneğin
trafikte birbirlerine saygı göstermeleri ya da bulundukları
ortamı temiz bırakmaları dolayısıyla gidildiğinde daha
mutlu olunması, sadece ekonomik büyümenin yeterli olmadığını
kültürel kalkınmanın da çok önemli olduğunu
göstermektedir. Bu da hem geçmişten gelen değerleri
unutmadan hem de halkı sürekli eğiterek kalkınmayı gerektirmektedir.
*********************************
9-ENDÜSTRİCİLİK VE TEKNİKÇİLİK
“Bugün dünya atom, nükleer ve uzay çağına girmiş
bulunmaktadır. İnsanlığın hayatında endüstri, makine
önemli yeri almış bulunmaktadır. Türk Milletinin 300 yıla
varan bir dönem içinde uğramış olduğu yenilgiler ve karşılaşmış
olduğu felaketler, acılar, gelişen makine gücünün
karşısında Türk Milletinin kol gücüyle, hayvan gücüyle yalın
bir durumda kalmış olmasıdır. Bugün bir toplumun güçlü
olması herşeyden önce modern sanayi kuruluşu olmasına,
teknikte ve endüstride en yüksek seviyeye çıkmış bulunmasına
bağlıdır. Yıllarca memleketimizde bir takım tartışmalar
olmuştur. Türkiye bir ziraat memleketi mi olmalıdır,
ziraatını mı geliştirmelidir, sanayileşmeye fazla yönelmemelimidir,
yönelmelimidir? gibi tartışmalar ortaya atılmıştır.
Modern bir toplum olmak, güçlü bir devlet, millet haline
gelmek için Türkiye’nin en kısa zamanda dünyanın en
ileri endüstri ülkesi haline gelmesi gerekmektedir.
Bu tarımın ihmal edileceği, tarımın terk edileceği anlamına
gelmez. Türk Milleti endüstri sahibi bir toplum olmakla
beraber tarımını da modernleştirerek, tarıma da
aynı derecede önem verecek ve modern bir tarım kuracaktır.
Esasen modern bir tarım kurmak da endüstrisiz mümkün
değildir. Bunun için; ‘Türkiye tarıma yönelmelidir, bir
tarım ülkesidir. Tarım üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırması
daha doğru olur. Endüstri yönünden de tarımla ilgili
hafif endüstri kurmakla yetinmelidir’; görüşü doğru bir
görüş değildir. Türkiye ağır endüstriye dayanan ve her çeşit
fabrikaları, modern aletleri, makineleri yapabilecek kapasitede
bir endüstri sahibi olmak zorundadır. Bunun için Milli
Doktrin Dokuz Işık’ın içerisinde ilimcilik ilkesi bulunmakla
beraber ayrıca bir endüstricilik, teknikçilik ilkesi de konul
muştur. Yaşadığımız çağ teknik çağıdır. Bugün insanlar artık
uzaya gitmektedirler. Ay’ı ziyaret etmektedirler. Yarın diğer
yıldızlara da gitmeleri şüphesiz mümkün olacaktır. İleri
milletlerin bu derecede teknik alanda, endüstride atılım
yaptıkları bir çağda Türkiye’nin endüstri ve tekniği ihmal
etmesi düşünülemez. Türkiye’nin 300 yıllık geçirdiğimiz son
dönem içerisinde bir türlü kalkınamamış olmasının önemli
bir sebebi, ağır endüstriye ve teknikçiliğe gerekli önemi
vermemiş olmamız, bir an önce bunu Türkiye’de kurmak,
geliştirmek için kuvvet yoğunlaştırması, gayret yoğunlaştırması
yapmamış olmamızdır. Türkiye ile ileri milletler,
ileri devletlerarasındaki geri kalmışlık mesafesi 300 yıldır
küçülmemiştir, aksine büyümüştür. Bundan 100 sene öncesi
Türkiye ile 100 sene önceki ileri Avrupa ülkesi İngiltere,
Almanya veya Fransa arasındaki geri kalmışlık mesafesi
geçirdiğimiz 100 yıl içinde kapanmak şöyle dursun aksine
olarak daha büyümüştür. Bugün ileri milletler artık füzelerle
uzaya çıkabilme imkânını elde etmişlerdir. Türkiye ise
hala elektrik çağına girmek için uğraşmaktadır.
İşte bütün bunları dikkate alarak Türk Milletinin bir
an önce refaha kavuşması, mutlu olması ve her tehlikeye
karşı kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hale gelebilmesi
için Türkiye’yi büyük bir seferberlik yaparak en kısa zamanda
en ileri bir endüstriye sahip kılmak ve teknikte en
ileri bir toplum haline getirmek başlıca amacımızı teşkil
etmektedir.
Bugün dünya Atom ve Füze çağından içeriye girmiştir.
Artık buhar çağı geride kalmıştır. Elektrik çağı da arkada
kalmak üzeredir. İnsanlar yeni bir çağa giriyor. Bu çağ
Atom ve Füze çağıdır. Bu ne ile mümkün olabilir? Teknikle
mümkün olur ve bir de milletlerin endüstri sahibi olmalarıyla
mümkün olur. Endüstri de yine neye dayanır? Tekniğe
RIZA MÜFTÜOĞLU
212
dayanır. O halde teknik sahada en ileriye gitmek, yükselmek
ve büyük endüstri sahibi olmak, kalkınmamız için,
kurtuluşumuz için temel ilkelerimizden bir diğeridir.” 89
***
1980 öncesinde en çok tartışılan ekonomik konuların
başında “kalkınmada tarımının mı yoksa sanayinin mi öncelikli
olması gerektiği sorunuydu. . Dokuz Işıkçılar, Alparslan
Türkeş ve Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin
Erbakan, bu dönemde sanayileşmeyi tarımdaki gelişmelerle
birlikte ele almak gerektiğini savunmaktaydı. Hatta
erbakan bunu “Ağır sanayi” olarak dile getirmekteydi. Dokuz
Işıkçıların bu ilkeden hareketle “Türkiye’nin hızlı kalkınması.
Fabrika Yapan Fabrikalar” kitabı o dönemde çok
popüler bir kitap olmuştu. (Not: Yazan: Alptekin Erdoğan.
Ümid-Bir,Ülkücü Maliyeci ve İktisatçılar Derneği Yayınları,
No:1. 1976)
Bugün artık tarım sanayileşmenin bir parçası olarak
yapılmaktadır. Direk ürün yetiştirme konusunda farklı uygulanan
politikalar sonucu bugün pek çok ürünü ithal ediyor
olsak da; sanayileşme konusunda önemli adımlar atılması
gerektiği herkes tarafından kabul edilmektedir.
Sanayileşme, dünya pazarlarında rekabet edebilmek
için ön koşuldur. Bu nedenle bu ilke en ileri teknoloji ile
üretim yapmak, artı ileri teknolojiyi tasarlamak, üretebilmek
anlamını taşımaktadır. Bugün ülkemiz ekonomisinin
büyümesi ve kalkınmamız, dünya çapında marka oluşturmaktan,
dünya çapında teknoloji üretmek ve tasarlamaktan
geçmektedir. Bunun en önemli gereksinimlerinden biri
(89 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:116-117-118-119)
olan Araştırma-Geliştirme faaliyetlerine büyük önem verilmesi
gerektiği de yine bu ilkede işaret edilmektedir.
Bilimde, teknolojide gelişme ve ilerleme sağlanmaksızın;
kültürde ve ekonomide milliyetçilik yapmak zordur.
Teknolojide gelişme sağlayamadığınız vakit, gelişmiş teknolojileri
elinde bulunduranlar bütün ideolojileri ve doktrinleri
aşma gücüne sahip olacaklardır. Bu da Dokuz Işık doktrininin
hedefine varmasını geciktirecektir.
“Dünyaya hükmeden hâkim güçler, bu hakimiyetlerini
dönem dönem değişen usul ve metodlarla devam ettirmeye
çalışmaktadırlar. Geçmiş asırların fiili savaşları ve
ordu istilaları artık günümüzde çoğunlukla kültürel, siyasi
ve ekonomik istilalarla yeni bir emperyalizm yoluna dönüşmüştür.
Yakın zamanda ekonomik silahlarını en ön safha
geçiren süper güçler küreselleşme adı altında çok kuvvetli
bir gücü harekete geçirmişlerdir.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler açısından bu yeni
emperyalizm aracı ile mücadele ise oldukça dikkatli, gerçekçi
ve akıllı bir strateji ile mümkün olabilecektir. Çünkü
karşımızda ekonominin, vatan ve bayrak sınırlarından hiç
zorlanmadan geçen silahlar vardır. Sermayenin kar peşinde
koşarken elde ettiği enternasyonal güç, öylesine herhangi
bir tedbirle ortadan kaldırılabilecek bir güç değildir. Kaldı ki
bu gücün arkasından kültürel istilaların nasıl bir müsait
zemin meydana getirebildiğini de dikkate alırsak, özellikle
televizyonlarla ve diğer iletişim araçlarıyla küçültülen dünyada,
Türk Milliyetçilerinin mücadelelerindeki zorluğu ve
kutsallığını daha iyi anlamış oluruz.” 90
(90 Ekonomik Milliyetçilik-Ekonomik Turancılık. Rıza Müftüoğlu. 1995. Ankara.Sayfa:24-25)
Bu açıdan Endüstri ve teknikçilik kalkınma ve yükselmede
en önemli ilkelerdendir. Teknoloji tasarımı ve üretiminde
lider konuma gelmek, uluslar arası teknoloji merkezi
olmak, ülkemizin en büyük hedeflerinden biri olmalıdır.
Çünkü küreselleşme, internet ve bilgi ekonomisi sonucunda
artık ekonomik olarak büyümek ve hayatta kalabilmek,
ürün ve hizmetlerinizi dünyaya pazarlamaktan geçmektedir.
Dünyaya pazarlanan ürün ve hizmetler ise, yeni
ve teknoloji tabanlı olmalıdır ki; yarattılan katma değer
ülke ekonomisinin gelişmesine etkili olabilsin.
Bugün desteklenen ve hiçbir katma değeri olmayan
bazı sektörler yerine; enerji, su gibi önemli alanlarda kritik
teknolojilerin tasarımı, geliştirilmesi ve üretilmesinin desteklenmesi
ülkemizin yarınları için elzemdir. Endüstri ve
teknikcilik (teknoloji takipciliğini), Dokuz Işık doktrinin ayrı
bir ilke olarak koyması, her ülkenin ancak endüstri ve teknoloji
alanında ilerleme göstermesi ile gerçek anlamda
bağımsız olacağını işaret etmektedir. Bugün enerji bağımlılığımız,
sanayimizin bile yeteri kadar büyüyememesine yol
açmakta iken; nükleer enerji için Rusya ve muhtemelen
Japonya ile anlaşıyorken; herhangi katma degeri olmayan
sektorler yerine bu santrallere üretim yapacak, hizmet
verebilecek sektörlerin desteklenmesi, bu sektörlerde teknoloji
takipcisi olmak gerektiği aşikârdır.
Dokuz Işık endüstri ve teknikciliği 20’nciasrın hâkim
unsurları gördüğü için ve her yeni gelişmeye kapalı kalmamak
gerektiği gerçeğinden hareketle bir ilke olarak benimsemiştir.
21’nci asırda bu ilkeye bu asrın gereklerine uygun
olarak farklı alanlar açısından bakılabilması; bu nedenle
Endüstri ve Teknikçiliğe her asrın yeni teknolojik gelişmesini
ilave etmek gerekir. Mesela bugün için bilişim,
nanoteknoloji, bioteknoloji, uzay teknolojisi; yarın ise ortaya çıkacak diğer başka gelişmeler bu ilke içinde mütalaa
edilmelidir.
Bu ilke, İlimcilik ve Gelişmecilik ilkesinin bir belirlemesidir
denebilir. Yarınlarda, yine İlimciliğin ve Gelişmeciliğin
işaret ettiği teknolojik yenilikler, ilmi icatlar bu ilkenin
içinde yer alacaktır.
D- DOKUZ DOKTRİNİNİN HEDEFLERİ
Dokuz Işık doktrininin öncelikli hedefi Türk Milleti’dir.
Türk Milletinin yükselmesi, kalkınması ve güçlü hale gelmesini
esas alarak belirlenen ilkeleri içinde taşımaktadır.
Dokuz Işık, ilkelerinin gerçekleşmesi için, ülkücülere
mücadele durumları ve hedeflerle ilgili ciddi çağrılarda
bulunmaktadır. Fikirsiz hiçbir başarının elde edilemeyeceğini
belirterek büyük bir hedefi işaret etmektedir.
“Dünyanın en büyük silahı fikirdir. Fikirsiz hiçbir hareket
başarı kazanamaz. Ben size bu silahı veriyorum. Dokuz
Işık Doktrinini anlamaya çalışınız. Onun etrafında demirden
bir halka olarak büyük hedefe yürüyünüz.” 91
“Türkiye’nin yaşaması ve tehlikelerden kurtulması;
güçlenmesine yani ileri, kalkınmış bir millet haline gelmesine
bağlıdır. İlimde, teknikte, ileriye gitmiş, sanayileşmiş,
atomunu, füzesini yapabilen bir memleket olmamıza bağlıdır.
Bu sağlanmadıkça Türkiye başkalarına muhtaç ve zayıf
durumda kalır. Türkiye’nin kuvvetli olmasının süratle gerçekleşmesi
ise, ülkücü, inançlı, muktedir, milliyetçi kimselerin
aynı program etrafında, aynı prensipler etrafında,
aynı teşkilat içinde toplanmasına, birleşmesine ve ekip
teşkil etmesine bağlıdır. Böyle yapmazsak, kısa zamanda
kolayca mevki elde etmek ve yahut herhangi bir refahı,
çıkarı elde etmek için: herhangi bir topluluğa kapağı atmak,
hiçbir hizmet yapmadan murada ermek, demek olur… Yani,
Türk Milliyetçileri olarak, milletimizn bölünmesini önlemek,
Türk Milletini yıkmak isteyen komünizm gibi yabancı
ideolojilerin pençesinden kurtulmasını sağlamak ve Türk
Milletini güçlendirmek, kısa zamanda kalkındırmak, sanayi-
(91 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa:13)
leştirmek; ükücü, inançlı, muktedir, milliyetçi kadroları aynı
program etrafında, DOKUZ IŞIK’ın etrafında, aynı prensipler
etrafında, aynı teşkilat içinde, toplanmasına, birleşmesine
ve ekip teşkil etmesine bağlıdır. Bunun dışında kurtuluş
yoktur.” 92
Dokuz Işık aynı teşkilat içinde toplanıp birleşmeyi
önerirken büyük hedefe varmak için öncelikle yeni bir mücadele
başlatmak gerektiğini belirtmektedir. Bu yeni mücadeleyi
şöyle anlatmaktadır:
“Dünya üzerinde yaşayan milletler ailesinin en şerefli,
en büyük üyelerinden birisi olan Türk Milletinin yaşayabilmesi,
yükselebilmesi, güçlü ve mutlu olabilmesi için
yeni bir mücadeleye atılması gerekmektedir. Bu mücadele
vatandaşlarımız arasında LEKESİZ VE GÖLGESİZ TAM BİR
ADALET VE HAK DÜZENİ KURULMASI mücadelesi olacaktır.
Bu savaş, GERİLİĞİ, BİLGİSİZLİĞİ, YOKSULLUĞU YOK ETME
savaşı olacaktır. Bu savaş BAŞKALARININ PAZARI
OLMAKTAN, BAŞKALARI TARAFINDAN SÖMÜRÜLMEKTEN,
BAŞKALARINDAN YARDIM DİLENMEKTEN KURTULMANIN
savaşı olacaktır. Bu savaş bizi sarmış bulunan iktisadi, içtimai,
siyasi ve manevi HER ÇEŞİT TUTSAKLIK ZİNCİRLERİNİ
PARÇALAMA savaşı olacaktır. Her türlü art düşüncelerden
ve ön yargılardan kurtularak, insan sevgisini ve insan haysiyetine
karşı derin saygıyı esas alan, her hal ve şart içinde
haksızlığa boyun eğmeyen ASİL BİR BAŞKALDIRMA
HAREKETİ olacaktır.
İnsanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını
uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli bir bayrağın
taşıyıcısı olma hareketini geliştireceğiz. Türk Milletine
çağlar üzerinden sıçrama yaptırarak onu İLİMDE,
TEKNİKTE, YÜKSEK MANEVİ DEĞERLERE SAHİP OLMADA en
(92 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:668-669)
yükseğe çıkarmanın savaşını vereceğiz. Bizi anlamayanlar,
anlamak istemeyenler vardır ve daima olacaktır. Dar dünyaları
içinde bencilliklerinin, çıkarlarının kölesi olan ruhlar
bize düşmanlık etmeye devam edeceklerdir. Kıskançlığın,
hasedin, sahteciliğin, yalancılığın, alçaklığın çirkefi içinde
beslenen kimselerin aleyhimizde her çeşit faaliyeti yapmaları
olağandır ve buna devam edeceklerdir. Milliyetçi Hareketçiler
Dokuz Işık’çılar, Ülkücü’ler böyle yanlış yolda olanların
da kurtuluşu, iyiliği ve uyandırılması için iğrenmeden,
tiksinmeden, ürkmeden ve korkmadan vakarını ve inançlarını
taze tutarak çalışacaktır. Biz Türk Milliyetçileri, Ülkücüleri
olarak Türk Milleti için en güzeli, en iyiyi, en yükseği
sağlamak üzere her engeli aşarak ve hiçbir şeyden yılmayarak
ileriye atılmalıyız. Elimizde hedefe ulaşmak için harcayabileceğimiz
fazla zaman yoktur. Dünyanın en zengin toprakları
üzerinde, en önemli bir bölgede, tarihin gördüğü en
güçlü devletleri kurmuş ve en şanlı orduları yürütmüş olan
bir milleti, yoksul, geri, teşkilatsız, bakımsız, perişan ve
dağınıklık içinde kendi haline bırakmayacaklarını hatırdan
çıkarmamalıyız. Davranmalıyız, el ele verip, omuz omuza
şahlanmalıyız. Yokluktan bahsedenlere inanmamalıyız.
İmkânsızlık ve yokluk insanların her zaman yok etmeye
muktedir oldukları düşmandır.
Yeni bir TÜRK MÜCİZESİ DOĞMALIDIR… Doğacaktır.
Belki yarın, belki yarından da yakın.” 93
Dokuz Işık’ta hedef Türk Milletinin her alanda en
yüksek seviyeye çıkarılmasıdır. Bunun için de yapılması,
tercih edilmesi, dikkat edilmesi gereken konulara şöyle
işaret edilmektedir.
(93 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:67-68-69)
“Her şeyin üstünde Türk Milletinin milli menfaatlerini
görmek ve BÜYÜK TÜRKİYE’Yİ KURMAK ülküsünü, ihtirasını,
aşkını taşıyacaksınız. Bu aşkla dolu, bu aşkla kendinizi
unutmuş hale geleceksiniz, bu aşkla alev haline geleceksiniz;
dokunduğunuz her Türk’ü tutuşturacaksınız ve böylece
önümüzde her engel yıkılıp, yollar bize açılacaktır. Milletçe
hasis menfaatlerin üstüne çıkmayı bileceğiz ve birbirimize
karşı derin bir sevgi, derin bir saygı beslemeye, bu yola
girmeye dikkat edeceğiz. Hak ve adalet duygusunu her
şeyin üstünde tutacağız. Vatandaşlarımızın hakkını kendi
hakkımız gibi, hatta ondan daha mukaddes, daha değerli
olarak görerek gözeteceğiz.” 94
“Hedefi iyi bilmeliyiz, davayı iyi kavramalıyız. Hedef,
Türk Milletinin birliğini koruyarak, Türkiye Cumhuriyetini
koruyarak, en kısa zamanda ilimde, teknikte en yüksek
seviyeye çıkarmaktır. Ahlakta, maneviyatta en yükseğe
çıkarmaktır…” 95
“Bugün yeni bir şahlanış getirmenin mücadelesini
yapıyoruz. Bu mücadelede ALLAH’ın yardımıyla muvaffak
olacağız. Çünkü yolumuz FAZİLET YOLU, davamız HAK
DAVASIdır. Bu uğurda önümüze çıkacak her engeli çiğneyip
geçmek azim ve kararındayız. BÜYÜK TÜRKİYE’yi kuracağız…”
96
Dokuz Işık’ta Türkiye’nin nüfusu konusunda da bir
hedef vardır. Bu hedef, üçyüz milyona varan bir nüfustur.
Böyle bir hedef sebebiyle de yakın zamana kadar ve bilhassa
1980 öncesi bir politika haline gelen ‘doğum kontrolü’ne
karşı çıkılmaktadır. “Nüfusumuz, topraklarımızın yüzölçümü
ve verim kabiliyeti gözönüne alınırsa düşüktür. Türkiye
toprakları yüz milyon insanı rahatça geçindirecek zenginlik-
(94 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:103
95 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:175. Paragraf:1
96 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:230. Paragraf:5. Sayfa:231)
tedir. Bu, bir görüş, bir iddia değil, ilmen ispat edilmiş bir
gerçektir.” 97
Dokuz Işık’taki en son hedef aşağıdaki bölümde ortaya
çıkmaktadır. Bu son hedef; Dünyaya nizam verme hedefi
ile “Büyük hedef: ALLAH YOLU” hedefi aslında birleşen
hedeflerdir. Dokuz Işık, Güçlü ve Büyük Türkiye kurulduktan
sonra Dünyaya hâkim olmayı değil, dünyaya nizam
vermeyi işaret etmektedir. Zaten mensup oldukları dinleri
esas almayan milliyetçilik dışa yönelişte emperyalist olabiliyorlar.
İslam inancı esasına dayanan Türk Milliyetçiliğinin
dünyaya yönelişi bu nedenledir ki istilacı, sömürücü özellikler
taşımamakta, bunun aksine adalet tesis etme amacını
taşımaktadır. İşte 9 Işık’taki son nihayi hedef:
“…Türk Milleti kendi iradesini, geçmiş tarihi asırlarda
olduğu gibi, mutlaka saydıracak, hâkim duruma getirecektir.
Türk Milletinin iradesi, yalnız Türk Milletinin insan haysiyetiyle
yaşatılması, yükseltilmesi gayesini güden bir irade
değil, aynı zamanda NİZAM-I ÂLEMİ sağlama, diğer insanların
ıstıraplarını giderme, diğer insanlara yardım sağlama ve
bütün dünya üzerinde lekesiz, gölgesiz bir adalet meydana
getirme gayesini de taşıyan bir iradedir. Bundan sonra da
Türk Ülkücülüğünün yönü bu yöndedir.” 98
Dokuz Işık Doktrini ve bütün eser ve demeçleri ile
birlikte Alparslan Türkeş önce Türk Milleti’nin yükselmesi
ve güçlenmesinin yollarını göstermekte, Türk Milletinin en
üst seviyeye gelmesini istemekte daha sonra Türk ve İslam
dünyası ile çok köklü ilişkiler ve işbirlikleri önermekte ve
nihayet dünyaya nizam vermeyi işaret etmektedir.
Bugün onun yolunda yürüyenlerin hedefi de bu hedeflerdir.
(97 9 Işık. Alparsaln Türkeş. 1978. Sayfa:359. Paragraf:1
98 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:171-172)
**********************************************
Dokuz Işık Doktrininin Sahibi Alparslan Türkeş’in
Genişletilmiş Özgeçmişi
Alparslan Türkeş’in ataları Kayserili’dir. Büyük dedesi
Arif Ağa, Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli köyünden
göç ederek Kıbrıs’a yerleşmiştir. Türkeş 1917 yılında
Kıbrıs’ta (Lefkoşe’de) doğmuştur. Babası Ahmet Hamdi
Efendi, annesi Fatımül Zehra Hanım’dır. Türkeş ilk ve orta
öğrenimini Lefkoşa`da yapmıştır. Daha sonra ailesi Türkiye’ye
göç etmiş ve İstanbul’a yerleşmiştir.
Küçük yaşlardan itibaren askerlik mesleğine gönül
veren Türkeş, 1933’te Kuleli Askeri Lisesine girmiş, 1936’da
üstün başarıyla mezun olmuş ve Harpokuluna geçmiştir.
1938 yılında Harpokulunu başarı ile bitirerek, Piyade Asteğmen
rütbesi ile ordu saflarına katılmıştır. Orduda hizmetleriyle
muntazam terfi etmiştir. Harp Akademileri imtihanını
kazanarak Harp Akademisine girmiş, başarılı bir öğrenimle
Kurmay subay olmuştur.
1948’de Genel Kurmay Başkanlığınca açılan imtihanlarda
başarı göstererek Amerika Birleşik Devletleri’ne tahsile
gönderilmiş, orada Amerikan Piyade Okulu ve Amerikan
Harp Akademisinde tahsil görmüş ve bunları da iyi derece
ile bitirmiştir.
1955’te kurmay Binbaşı Türkeş, Amerika’da
(Waşhington’da) bulunan “Daimi Grup” nezdinde Türk
Genel Kurmayı Temsil Heyeti üyeliğine tayin edilmiştir.
1957 yılı sonuna kadar bu vazifeyi başarı ile ifa etmiştir.
Alparslan Türkeş bu süre içerisinde “University of
America”ya (Amerikan Üniversitesi) devam etmiş ve Uluslararası
Ekonomi tahsili görmüştür.
Yurda dönen Türkeş, 1956’da Almanya’ya ‘Atom ve
Nükleer Okulu’na gönderilmiş, bu okulu da başarı ile bitirmiştir.
27 Mayıs 1960 tarihine kadar Avrupa’da muhtelif
NATO toplantılarında ve askeri manevralarında Türk Genel
Kurmayı temsilcisi olarak bulunmuştur.
27 Mayıs 1960 ihtilalinde Başbakanlık müşaviri ve
Milli Birlik Kurulu’nun üyesi olmuş ve fiilen Başbakanlık
görevini yürütmüştür. Daha sonra lideri bulunduğu 14’ler
gurubu ile birlikte yurt dışına gönderilmiş, Hindistan’a Yeni
Delhi Elçiliği’ne tayin edilmiş ve bu şekilde ihtilal yönetiminden
tasfiye edilmiştir.
Yurda tekrar dönen Alparslan Türkeş, önce (CKMP)
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinin genel başkanı olmuş,
sonra da bu partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olmuş ve
Alparsalan Türkeş yıllarca MHP’nin genel başkanlığını yapmıştır.
1977-1979 yılları arasındaki Milliyetçi Partiler koalisyonunda
Başbakan yardımcısı olarak görev yapmıştır.
12 Eylül 1980 ihtilalinde 577 arkadaşıyla birlikte Askeri
mahkemece idamla yargılanmış, yaklaşık beş yıl içerde
kaldıktan sonra tahliye olmuş ve beraat etmiştir.
Alparslan Türkeş, , 12 Eylül askeri yönetimi bütün siyasi
partileri kapattığı için, önce MHP’nin yerine kurulan
Milliyetçi Çalışma Partisinin genel başkanı olmuş, ardından
kapatılan partilerin açılmasından sonra da Milliyetçi Çalışma
Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ismini almış ve bu şekilde
12 yıl aradan sonra tekrar MHP genel başkanı sıfatını
kazanmıştır. Hak’kın rahmetine kavuştuğu 4 Nisan 1997
tarihine kadar MHP Genel Başkanlığı görevini yürütmüştür.
Başbuğun asıl adının Alparslan değil, Feyzullah olduğu
gibi bazı iddialara açıklık getirmek için Başbuğ’un geçmişini
biraz daha detaylandıralım ve ‘Şahinlerin Dansı’ adlı
eserden, kendi ağzından ve Hulusi Turgut’un tespitlerinden
belirleyelim.
Başbuğ anlatıyor:
“
Hulusi Turgut belirliyor:
Başbuğ anlatıyor:
”
Alparslan Türkeş’in çok sayıda söylev ve makaleleri
mevcuttur. “Temel görüşler”, “Türkiye’nin meseleleri”,
“1944 Milliyetçilik olayı”, “Dış politikamız ve Kıbrıs”, “Yeni
ufuklara doğru”, “Kahramanlık ruhu”, “Gönül seferberliği”
ve “Dokuz ışık” adlı eserleri vardır.”99
(99 Derin Sayfalarıyla Milliyetçi Hareket. Rıza Müftüoğlu.2004. Ortadoğu Yayınları. Sayfa:110)
****************************************
“9 Işık” üzerine bir inceleme adlı bu eserin yazarı Rıza
Müftüoğlu’nun Özgeçmişi:
1949 yılında Rize’nin Ardeşen ilçesinde doğdu. İlk ve
ortaokulu Ardeşen’de bitirdi. Lise tahsilini Trabzon Lisesi’nde
tamamladı. Erzurum Atatürk Üniversitesi İşletme
Fakültesi’nden mezun oldu. Etibank Genel Müdürlüğünde
göreve başladı. Etibank Kastamonu/Küre Bakırlı Pirit İşletmesi,
Etibank Elazığ/Keban Simli Kurşun İşletmelerinde
memur ve yönetici olarak çalıştı. Ticaret Bakanlığı Teşkilatlandırma
Genel Müdür Yardımcılığı görevini yaptı. Çelik-İş
Anonim Şirketi Genel Müdürü oldu.
12 Eylül 1980 İhtilalinde MHP ve Ülkücü Kuruluşlar
Davası’nda yargılandı. Yirmiyedi ay Mamak Askeri Cezaevinde
sanık olarak tutuklu kaldıktan sonra tahliye oldu ve
beraat etti.
Şu anda (www.turkmeclisi.org) Türkmeclisi internet
sitesinin yöneticisi ve sahiplerindendir.
Erzurum Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi Talebe
Cemiyeti Başkanlığı, Ülkücü Maliyeci ve İktisatçılar Der-
neği Genel Başkanlığı, Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk,
Kardeşlik ve İşbirliği Vakfı’nın başkanlığı, genel sekreterliği
ve kurucu üyeliği, Büyük Hedef Derneği Genel Başkanlığı,
Milliyetçi Çalışma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi Genel
Başkan Yardımcılıkları, 19. Dönem MHP Erzurum Milletvekilliği
görevlerinde bulundu.
Meclis Çalışmaları I. Meclis Çalışmaları II. Siyasette
Yeni Boyut Milliyetçilik. Küreselleşme ve Türkiye. Ekonomik
Milliyetçilik. Copların Askerleri. Kur’an Devrimi Üzerine
Bir İnceleme. Derin Sayfalarıyla Milliyetçi Hareket. Turancılık.
Din ve Siyasetin Barış Yolu. Demokrasimiz ve Kralları
adlı onbir eseri ve çok sayıda makaleleri mevcuttur. |