Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
9 IŞIK ÜZERİNE BİR İNCELEME -4-
C- 9 IŞIK DOKTRİNİNİN İLKELERİ 1- MİLLİYETÇİLİK: “Dünya üzerinde insan toplulukları milletler halinde yaşamaktadırlar. Her millet kendi özelliklerini korumaya, geliştirmeye gayret etmekte ve kendi topluluğunu diğer milletlerden daha ileri, daha yüksek, daha refahlı yapmaya çalışmaktadır. Milletler arasındaki bu rekabet ve karşılıklı yarışma, milleti meydana getiren insanların müşterek duygular halinde birleşmeleri ve müşterek bir milli şuur etrafında toplanarak kendi toplum varlıklarını belirli hedeflere yöneltmek şuuruna sahip olmalarıyla mümkündür. Milletlerin faaliyetlerinde, yükselmelerinde ve kendi toplumlarını refaha kavuşturmak, geliştirmek çabalarında Milliyetçilik şuuru ve milliyetçilik duygusu başlıca tesir yapan faktör olmaktadır. Milliyetçilik duygusundan yoksun olan bir toplumun millet manzarası göstermesi mümkün değildir. Milliyetçilik duygusuna sahip olmayan, milli şuura sahip olmayan bir topluluğun bir arada yaşaması mümkün değildir. Böyle bir duygudan ve şuurdan mahrum toplulukların dış olayların en ufak bir tesirine karşı kendilerini koruyamadıklarını, hatta dış tesirler olmasa dahi kendi kendilerine dağıldıklarını ve belirli vasıfları olan, belirle hedefleri olan bir topluluk hüviyetinden çıktıklarını görmekteyiz. Türk Milletinin yükselmesi ve tehlikelerden korunması, Türk Milletini meydana getiren kişilerin teker teker milli şuur sahibi olmasına ve kalplerinin millet sevgisi, vatan sevgisi ile çarpmasına bağlıdır. Bunun için milli doktrin Dokuz Işık’ın birinci ilkesi olarak Milliyetçiliği koymuş bulunmaktayız. Şüphesiz burada bahis konusu edilen milliyetçilik Türk Milliyetçiliğidir. Türk Milliyetçiliği ne demektir? Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun, müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir. Türk Milliyetçiliği insani duygularla beslenen bir anlayıştır. Türk Milliyetçiliği kin ve garazı esas almayan, sevgiyi esas alan bir düşünce tarzıdır. Milliyetçilik; milletini sevmek, vatanını sevmek ve milletinin tehlikelere karşı korunması için her fedakârlığı göze almak duygusu ve düşüncesidir. Türk Milliyetçiliği bütün Türkleri kardeş sayan bir düşüncedir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve kendisini Türk Milletinin bir mensubu kabul eden herkesi kardeş sayan bir düşünce ve görüştür. Türk Milliyetçiliği Türk Milletinin gözüyle olayları görmek ve değerlendirmek zihniyetini ifade etmektedir. İster Türkiye içinde olsun, ister Türkiye dışında olsun, cereyan eden her olayın Türk Milletine zarar getirmemesini istemek, düşünmek ve bunun için çalışmak duygusu ve şuuru, Türk Milliyetçiliğinin bir başka ifadesi denilebilir. Bunun yanısıra Türk Milletinin gerek Türkiye’de meydana gelen, gerek Türkiye dışında meydana gelen olaylardan azami ölçüde yararlanmasını istemek, meydana gelen her olayın Türkiye’ye azami ölçüde yarar sağlamasını düşünmek ve bunun için çaba harcamak da Türk Milliyetçiliğinin bir gereği olarak görülmelidir. Millet tarifini ele almakta Türk Milliyetçiliğini belirlemek için yarar vardır. Türk Milleti dediğimiz gerçek nedir? Bugün Türk Milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkün. Müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin sahibi ve bayrağı altında yaşayan, sınırları içinde yaşayan insan topluluğu Türk Milletini teşkil etmektedir. Yani Türki ye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve Türklüğü benimseyen, aynı tarihe mensup, aynı şuurunu taşıyan ve aynı kültürle yoğrulmuş, aynı dine mensup insan topluluğu bugünkü milletimizi meydana getirmektedir. Türk Milleti tarifi bu çizilen çizgilerin dışına ayrıca taşmaktadır. Türk Milleti büyük bir millet olduğu için bugün dünya üzerinde geniş sahalara yayılmış ve dağılmıştır. Bugün dünya üzerinde yaşayan aynı dine mensup, aynı tarihe mensup ve aynı dili konuşan Türk topluluklarının sayısı yüz yirmi milyon civarında tahmin edilmektedir. (Bu rakam 1978 yılı itibariyle tahmin edilen rakamdır) Bunların ancak üçte biri Türkiye sınırları içinde bulunmaktadır. Bugünkü Türkiye sınırları dışında kalan Türkleri Türk Milletinden saymayacakmıyız? Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türkler de Türk Milletindendir. Onlar da Türk Milleti deyiminin içindedirler. Ancak Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türkler başka topraklarda, başka milletlerin idaresi altında bulunmaktadırlar. Bugün dünya üzerinde biricik bağımsız Türk Devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bütün Türklük meselelerinin sahibi ve temel varlığıdır. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyetinin birinci planda ele alınması ve korunması, yüceltilmesi başlıca konuyu teşkil etmektedir. Türk Milletinden olmak, Türk Milletini sevmek ve Türk Devletine sadakatla hizmet aşkı taşımak, vatana bağlılık duygusu içinde bulunmak ve Türk Milletinin yükselmesi için elinden gelen her fedakârlığı yapmak ve çalışmak duygusu ve şuurudur. Bu duygu ve şuuru taşıyan herkes Türktür. Kalbinde yabancı başka bir milletin özlemini özentisini taşımayan, kendisini Türk hisseden, Türklüğü benimseyen ve Türk Milletine, Türk Devletine hizmet aşkı taşıyan herkes Türk’tür. İşte Türk Milliyetçiliğinin temel görüşü budur. Bu görüş ışığında olayları değerlendirmek zorunluluğu vardır. Türk Milliyetçi leri sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Türklerle mi ilgilenecektir? Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türklerle münasebetlerimiz ve bunlara karşı tutumumuz ne olmalıdır? Bu sorulara verilecek cevap şudur: Türk Milliyetçiliği, dünya üzerinde nerede Türk varsa onlarla ilgilidir. Onlara karşı derin bir sevgi ve ilgiyle doludur. Dünyanın neresinde Türk varsa bu Türklerin iyi durumda olmaları, bu Türklerin yükselmeleri, korunmaları, kendilerine mümkün olan her çeşit yardım ve desteğin sağlanması Türk Milliyetçiliğinin şaşmaz düsturudur. Ancak Türk Milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında bulunan Türklerle ilgisinde ve münasebetlerinde, bu ilgi ve münasebetlerin Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermeyecek şekilde yürütülmesi prensibini esas alır. Türkiye Cumhuriyeti’ni tehlikeye sokacak, Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar verecek durumlarda herşeyden önce biricik bağımsız Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni tehlikelerden korumak ve her çeşit zarara karşı onun gözetilmesi Türk Milliyetçiliğinin esas görüşünü teşkil etmektedir. Bugün yirminci yüzyılın son çeyreğinde dünya üzerinde insanlık büyük merhaleler kat etmiş bulunmaktadır. İnsan Hakları Beyannamesi hemen bütün devletlerce kabul edilmiş ve imzalanmış. Bu iki önemli vesikanın kabul ettiği bir insanlık ilkesi vardır. Bu insanlık ilkesi her milletin kendi kendisini idare etme hakkına sahip olduğu görüşüdür. Self Determinasyon denilen, her toplumun, her milletin kendi mukadderatına kendisinin hâkim olması görüşü İnsan Hakları Beyannamesinde ve Birleşmiş Milletler Anayasası’nda yer almış olan mukaddes bir hak teşkil etmektedir. Bu hakka dayanarak bugün Afrika’da ve Asya’da birçok insan toplulukları yeni devletler, yeni milletler halinde sahneye çıkmakta, bağımsızlıklarını ilan etmektedirler. Bugüne kadar tarihte hiçbir zaman devlet olmamış, devlet kurmamış olan birçok Asya’lı ve Afrika’lı insan toplulukları yeni milletler, yeni devletler halinde sömürgeci devletlerden bağımsızlıklarını almışlar ve Birleşmiş Milletlere üye olmuş bulunmaktadırlar. Tarihte belirli bir medeniyetleri dahi kaydedilmemiş olan birçok insan toplulukları Self Determinasyon prensibine dayanarak bağımsızlıklarını alıp yeni devletler halinde hürriyetlerine kavuşurlarken Türkiye sınırları dışında yaşayan Türklerin bu haklarının teslim edilmemesi insanlık bakımından yüz kızartıcı bir durumdur. Her milletin kendi mukadderatına hâkim olmak mukaddes hakkı olduğu gibi, başka milletlerin boyunduruğu altında sömürgesi olarak yaşayan Türk topluluklarının da, İnsan Hakları Beyannamesi’nin öngürdüğü ‘Self Dederminasyon’ haklarını kullanmak kutsal haklarıdır. Türklerin de bu haklarını ortaya koymak herşeyden evvel yüksek insanlık vazifesinin bir gereğidir. Bu bakımdan biz Türk Milliyetçiliğinin bir diğer görevi olarak başka milletlerin sömürgesi durumda yaşatılan Türk Topluluklarına Birleşmiş Milletler Anayasası’nda yer almış olan, İnsan Hakları Beyannamesinde yer almış olan, Self Dederminasyon hakkının tanınmasını bir insanlık vazifesi olarak ileri sürmekteyiz. Ve bunu söylemeyi bir vazife saymaktayız. Bunu söylememiz başka milletlere düşmanlık ifadesi değildir. Kendi milletimizin insanca yaşama haklarını istemektir. İnsanca yaşama hakkı istemek bir insanlık vazifesidir. Şimdiye kadar birçok Türk aydınları bunu ifadeden dahi çekinmişlerdir. Burada ilan ediyorum! Kendini bilen her Türk bu gerçeği her yerde ifade etmelidir. Herkese bunu anlatmalıdır. Bahse konu olan bu Türk topluluklarını kendi sömürgeci tutumlarıyla esir olarak tutan milletlere de bunu açıkça söylemeli ve insanlık duygusuna insanlık haysiyetine aykırı olan bu davranıştan onların vaz geçmesinin, her şeyden önce kendilerini yükselteceğini onlara anlatmalıdır. Yurdumuzda iç politika mücadeleleri, politik menfaatleri dolayısıyla Türk Milletinin yüksek davaları çiğnenmiştir; zarara sokulmuştur. Türkiye’de Turancılık görüşleri hakkında yalan yanlış iddialar ortaya atılmış ve Turancılık düşüncesi, Turancılık fikri kötü, zararlı bir düşünce olarak Türk Milletine tanıtılma yoluna gidilmiştir. Yunanlılar için Enosis neyse, Ruslar için Panislavizm neyse, Almanlar için Alman Birliği neyse, Araplar için Arap Birliği neyse, İranlılar için Panaryanizm neyse, Türkler için de Turancılık odur. Ruslar için suç ve kusur olmayan, Yunanlılar için suç ve kusur kabul edilmeyen, Araplar için suç ve kusur kabul edilmeyen, daha birçok milletler için suç ve kusur kabul edilmeyen kendi milletinden olan insanların kölelikten kurtulması ve yakın kültür birliği içinde bir varlık haline gelmeleri düşüncesi, Türkler için neden kötü gösteriliyor? Neden bir suçmuş gibi Türk Kamuoyuna takdim edliyor? Hiç şüphesiz bunu yapanlar bir kısmı kendi hasis siyasi menfaatleri için Türk Milletinin bu büyük ülküsünü istismar etmişler, kötülemişlerdir. Diğerleri de Türk düşmanlarıdır. Yabancı kölelik rejimlerinin içimize sokulmuş kölelik tellallarıdır ki, bunların başında komünistler gelmektedir. Bunlar Turancılık düşüncesinin baş düşmanlarıdır. Her yerde bu fikri gülünç göstermeye, bu fikrin Türkiye için tehlikeli olduğunu göstermeye çalışarak Türk Milletinin gücünü meydana getiren milli düşünceyi tahrip etmek çabasını göstermişlerdir. Milliyetçilik, Türk Milletine karşı beslenen derin sevginin ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan ve kendisini samimi olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk’tür. Biz; Türk Milletine mensup olduğumuza göre, bu milletin içinden çıkmış insanlar olduğumuza göre, elbette ki kendi milletimize karşı derin bir bağla bağlı olacağız ve bu milletin yükselmesi için, bu milletin haklarının daima her şeyin üstünde bulundurulması için çalışmayı görev tanıyacağız. İşte bu sebeplerden dolayı bizim milliyetçiliğimiz, Türk Milletine karşı duyulan derin, köklü bir sevgi ve Türk Milletinin içinde bulunduğu müşkül durumdan bir an önce, en modern, en ilmi metodlarla çıkarılarak en kısa yoldan modern uygarlığın en ön safhına geçirilmesini sağlamak duygusundan kuvvet alır. Milliyetçiliğimiz başkalarına karşı kin, garaz duygularıyla beslenmez. Demek ki, Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine karşı duyulan derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumdan kurtarıp, kuvvetli, her çeşit korkudan, baskıdan uzak, şerefiyle yaşayan, müreffeh, mutlu ve modern uygarlıkta en ön safha geçmiş bir hale getirmek isteği ve bu isteğin yarattığı duygudur. Birinci prensibimiz olan Milliyetçiliğimizin özet olarak tarifi budur. Bunun yanında Türkçülük kelimesini de ilave ediyoruz. Milliyetçiyiz, Türkçüyüz. Neden Türkçüyüz? Çünkü milletimiz Türk Milletidir. Türkçülük ne demektir? Türkçülük, Türk Milletinin hayatının her safhasında yapacağı her şeyin Türk ruhuna, Türk geleneğine uygun olması ve Türk’e yararlı olması amacının, fikrinin ön planda tutulmasıdır. Türkçe konuşacağız. Türkçeyi daima her şeyin üstünde tutacağız. Yapılacak her işte Türklük ruhuna Türk’ün özelliğine uygun ve Türk Milletine yararlı olması şartını göz önünden kaçırmayacağız. Türkçülüğün de kısaca tarifi budur. Birinci prensibimiz olarak aldığımız Milliyetçilik ve Türkçülük, kısaca yaptığımız bu izah ve tarifle işte bu şekilde ortaya koymuş oluyor.” 76 (76 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş.1977. Sayfa:61-62-63-64-65-66-67-68-69) *** Dokuz Işık’ta birinci ilke olarak yer alan Milliyetçilik ilkesi başlarda da çok geniş bir şekilde izah edildiği gibi ırkçı çizgiden çok uzak, birleştirici ve bütünleştirici bir özelliktedir. Ülkemizde yaşayan herkesi milletin bir parçası, eşit haklara sahip bir parçası olarak kabul eden, bu milletin adını, her milletin tek bir isimle anılması sebebiyle de Türk olarak belirleyen ve Türk Milletine en faydalı, en uygun görüş olarak milliyetçiliği uygun bularak en geçerli siyasi görüş olarak Türk Milliyetçiliğini ortaya koymuştur. Irk üstünlüğünü değil ama, Türk Milletinin tarihteki varlığı ile neler yapabileceğini anlatarak Milliyetçiliği öncelikle bir bağımsızlık hareketi ve daha sonra da hızlı bir kalkınma, yükselme, refaha kavuşturmada en etkin fikir olarak kabul ve ilan etmektedir. Dokuz Işık’taki milliyetçilik, İslam inancıyla birlikte mütalaa edilerek günümüzdeki bütün suçlamalara daha o yıllardan verilen en güzel cevap niteliğindedir de. Sözde İslamcılar, İslamiyet’e samimi olarak inanmış olan dindar çevrelerin Milliyetçiliğe karşı olmaları için çalışmaktadır. Bunu yaparken de, belli konuları saptırarak hareket etmekte, derinlemesine bir inceleme yapılmasını önlemeye çalışmaktadırlar. Bunların başlıcaları şunlardır: Birincisi, Milliyetçiliğin batıdan alınan ırkçı bir anlayış olduğunu ve Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında yer alan Türkçülerin bazı görüşlerini İslam dışında göstermek gayretleridir. Ayrıca Laikliğin, bazı laik çevrelerin anladığı gibi, dinsizlik olarak gösterilmesidir. Diğerleri ise “Türk Müslümanlığı” adı altında yeni bir din çıkarılmak istediği, Türkçe ezan ve Türkçe Kur’an-ı Kerim istendiği, Kemalizmin yeni bir din olduğu ve Milliyetçilerin de Kemalizm yolunda oldukları, Milli kültür tabirinin dini dejenere etme vasıtası yapıldığı gibi tamamen yanlış propagandaların yapılmasıdır. Hâlbuki Dokuz Işık’ta batı tipi ırkçı bir anlayış bulunmamaktadır. Üstelik Batılı ülkelerde de Alman milliyetçileri dışındakiler ırka dayalı bir milliyetçiliği benimsemiş değildirler. Mesela Fransızlar halita bir millettir ve kültür esaslı bir milliyetçiliği tercih etmişlerdir. Avrupa’da, Alman ırkından oluşan birden çok ülke ve millet vardır. Ayrıca bu tezlerindeki en büyük yanlışlık şudur ki, bir millet olarak devlet kurup dünyada var olma hali sadece Avrupa’nın değil, bugün bütün dünyada var olan bir haldir. En basitiyle Ortadoğu’da hem müslüman hem de Arap olan birden çok devlet vardır. Çünkü insan toplulukları kabile hayatından kabileler hayatına ve son olarak milletler olarak yaşamaya başlamışlardır. Millet, toplulukların en son aşamasındaki yaşama şeklidir. Şimdilerde de hepimizin bildiği gibi milletlerin çeşitli “Birlik”ler halinde yaşama gayretleri vardır. Batıda milliyetçilik hareketlerinin bir başlangıç olması ve laik düzene geçilmesi, bizim de bunları aynen alıp tatbik etmemizi gerektirmez. Gerektirmedi de. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında mevcut olan ve bir dönemi kapsayan Milliyetçilik ve Laiklik anlayışlarında bazı yanlış ve abartılı görüş ve tatbikatların bir bölümü yine cumhuriyet döneminin bu ilk yıllarında ortadan kaldırılmış, kalan kısımlar da zaman içinde büyük ölçüde kalkmıştır. Bu bilindiği halde Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında yaşamış bazı fikir adamlarının bazı dönemlerinde yazdıkları ve anlattıkları; sanki bu görüşler bugün de Ülkücüler tarafından savunuluyormuşcasına kamuoyuna ve dindar insanlarımıza sunulmaktadır. Bunlar maksatlı gayretlerdir. Evet, bazı yazarlar ve fikir adamları bazı konularda yanlış yargılarda bulunmuşlardır. Ama bunlar, bugün bizim yanlış gördüğümüz bazı hususları, hangi bunalım döneminde ortaya koymuşlardır? Önce buna bakmak gerekmektedir. Düşünelim, 3 kıtaya hükmetmiş bir Osmanlı İmparatorluğu, son dönemlerinde sürekli toprak kaybediyor. Osmanlı Padişahları aynı zamanda Halife oldukları halde başta müslüman Araplar ve diğerleri Osmanlı’dan ayrılıyor. Ayrılmakla kalmıyor, Hıristiyanlarla işbirliği yaparak Osmanlı’yı arkadan vuruyor. Bir ihtişam yaşayan imparatorluk sadece ayakta durmak için çabalıyor. Bu arada da Batı’da hem teknik gelişiyor ve hem de yeni fikir akımları çıkıyor. Osmanlı’nın dini müesseseleri başta olmak üzere hemen hemen bütün müesseseleri dejenerasyona uğramış ve etkisini giderek kaybetmeye başlamıştır. Böyle bir ortamda, her aydın bir çıkar yol aramaya başlıyor. İslamcılık, Osmanlıcılık, Milliyetçilik akımları üzerinde tartışmalar yapılıyor. Ama burada herkesin dikkatlerden kaçırmak istediği bir durum vardır. Her fikir akımını savunanların çoğu, samimi olarak kendi fikrinin ülke için daha iyi olacağını anlatmaya çalışıyor. Evet, hatta bazıları İslamiyet’in yeniden ele alınmasını istiyor. Türk Milletinin kalkınması ve yükselmesi için böyle yanlış bir fikri tartışmak istiyor. Ama bunlar, kısa bir dönemi kapsamış ve bir müddet sonra silinmiş gitmiştir. Yine Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkçe Ezan ve Türkçe Kur’an-ı Kerim okunması istenmiş ve Türkçe Ezan okunmasına 1950 DP iktidarında son verilmiştir. (Bu DP iktidarı da bakınız 9 Işık adlı eserin 153’ncü sayfasının 2’nci paragrafında nasıl anlatılmıştır? “Tanrıya şükürler olsun ki, 14 Mayıs 1950’de Türk Milletinin vermiş olduğu şanlı bir kararla, meş’um tek parti zihniyeti yıkılmış ve Türkçülüğün önü yeniden aydınlanmıştır”). Ancak bu çevreler bu konuları sanki İslamiyet’ten çıkılmış gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Yanlış ya da eksik yorum ve uygulamalar ayrı bir şey, dinden çıkartma ayrı bir şeydir. Bugün çoğu sözde İslamcı, örnek aldıkları ve anlata anlata bitiremedikleri İran İslam Cumhuriyeti’nde yaşayan Farslıların, yanlış ve eksik anlayışlarıyla Farsça ezan okudukları ve Farsça Kur’an-ı Kerim yazıp bastırdıklarını acaba bilmiyorlar mı? Yani Cumhuriyet dönemindeki bu teklifler, dini kabul etme çizgisindeki uygun düşmeyen tekliflerdir. Yoksa Diyanet İşleri Başkanlığı bizzat Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurdurulur muydu? Yine bugün bazı mezhepler, diğer mezheplerce İslam dışı görülmüyor mu? Ama İslam dışı kabul edilen mezhep mensupları kendilerine göre İslamiyeti yaşıyorlar ve uygun olarak bu mezhebi seçiyorlar. Yine soralım niye birden çok mezhep var? Şimdi aşağıya Dokuz Işık’ta Batıcılık ile ilgili görüşlerin bazılarını aynen alıyorum. Bakınız Dokuz Işık ne diyor? “… İdarecilerimiz, siyasetçilerimiz ve münevverlerimiz kalkınmanın yegâne çaresini batılılaşmakta görmüşlerdir. İki yüz yıllık bir tecrübenin sonunda elimizde kalan nedir? Neler kazandık, buna karşılık neler kaybettik? Maddi ve manevi kayıplarımızın anlatılması çok uzun sürer. Kısa özeti şöyledir: Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz başka milletlerin hizmetine girmiştir. Daha kötüsü milli benliğimizden uzaklaşmaya, manevi üstünlüklerimizi yitirmeye başlamışızdır. Peki, ne kazandık? Çeşitli sebeplerle sorulmasına cesaret edilemeyen veya uyutucu cevaplarla geçiştirilen bu can alıcı soruyu biz cesaretle soruyor ve cevabını da çekinmeden veriyoruz: İki yüz yıllık bir zamanı hemen hemen boşuna harcadık ve yapabileceğimizin yüzde birini bile yapamadık. Bu konuda tek, fakat kesin bir misalin akıl ve insaf sahiplerini tatmin etmek için yeterli olduğunu sanıyoruz. … Kalkınmak ve ilerlemek fikirlerinin doğduğu tarihten bugüne kadar bir batılılaşma hastalığına yakalandığımız ve tıpkı otomobil ithal eder gibi batıdan siyasi ve iktisadi sistemler ithal ettiğimiz muhakkaktır. Bu gibi davranışların koyuna kurt dişi takmaktan veya bir hastayı süslü püslü elbiselerle donatmaktan hiç farkı yoktur. Bir hastalığa başka bir hastalığın ilacını uygulamak kadar tehlikeli bir şey olabilir mi? Sözgelimi İngiltere siyasi ve iktisadi sistemi İngiltere’ye uygun düşüyor ve orada parlak sonuçlar doğuruyorsa, bu aynı sistemin Türkiye’de de olumlu ve verimli sonuçlar doğuracağına delil olmaz. Aksine orada çok iyi sonuç veren sistem, burada çok kötü bir sonuç verir. Çünkü İngiltere’nin sosyal şartları Türkiye’ninkinden çok farklıdır. Ve gene İngiliz kültürü, Türk kültürüne hiç benzemez. Bunları söylememiz sebepsiz değildir. Kültürün bir millet için taşıdığı önem göz önüne alınmadan taklit hastalığına kapılarak dışardan rejim ve sistem ithal edilirse sonuç yıkım olur… Batıdan ithal edilen müesseseler bana kağnı arabasına uçak motoru takmak gibi çok mantıksız görünüyor. Ve bu hal bizi hazırlopçuluğa alıştırıyor ve tembelleştiriyor. Gene bu sebepten kendi öz yaratıcılık gücümüzü yitiriyor ve aşağılık duygusuna kapılıyoruz. Şekli yönden batılılara benzemekle medeni olmadığımız şüphe götürmez bir gerçektir.” 77 Batı’yı taklit eden aydınları, siyasetçileri bu şekilde yeren Alparslan Türkeş, batıdan alınan bir milliyetçiliği savunur mu? (77 9 Işık. Alaparslan Türkeş.1978. Sayfa:384-385-386-387) Durum böyle olduğu halde, Dokuz Işıkçıları ve Ülkücüleri, Ziya Gökalp ve Atsızın uzantısı olarak vasıflandırarak bunu kamuoyuna kitaplar halinde sunabiliyorlar. Hatta bunlar, Dokuz Işıkçıların “Türk Müslümanlığı” diye bir müslümanlığı, ayrı bir dini oluşturmak ve kabul ettirmek için uğraştıkları yalanını söyleyebiliyorlar. Böyle bir ifade, ne Dokuz Işık’ta vardır ne de Dokuz Işık Doktrinin sahibi Alparslan Türkeş tarafından söylenmiştir. 9 Işık kitabında ve Ülkücülerin dilinde var olan Türkİslam Ülküsü’nü, Türk Müslümanlığı olarak göstermek büyük bir gaflet veya milliyetçilik düşmanlığıdır. Çünkü bu slogan Dokuz Işık’ta yer alan milliyetçiliğin, batı tipinde bir milliyetçilik olmadığının delilidir. İslam inancına dayanan bir milliyetçiliğin ifadesidir. Bunun yanısıra bugün bazı ilim adamlarımızın Türklerin İslam dinini nasıl yaşadıklarını anlatmak için makalelerinde ve kitaplarında yer verdikleri “Türk Müslümanlığı” ifadesini, asıl anlatımından saptırarak “Türk Milliyetçileri ayrı bir din oluşturmaktadırlar” demek; sadece Türk Milliyetçiliğine olan düşmanlığın bir neticesi olabilir. Bu kara propagandayı doğuran tezleri, sadece bilgisizliğe dayanmamaktadır. Bakınız “Türk Müslmanlığı” başlığı altında yazdığı makalede Prof. Dr. Semih Yalçın ne diyor: “Türk Müslümanlığı bir din değildir. Türklerin İslam’ı algılama, yorumlama ve yaşama tarzının bir ifadesidir. O nedenle Türk Müslümanlığının ayrı bir din olarak görülmesi, dini bir kavram olarak kullanılması yanlıştır.”78 Ayrıca Dokuz Işık’ta ne Atsız ne de Gökalp referans olarak gösterilmemiştir. (9 Işık’ta ‘Sayfa 148, Paragraf:2’de Ziya Gökalp ile ilgili belirlemeler şöyledir: Tanzimat sonrası (78 Prof. Dr. E. Semih Yalçın. Makale. Türk Müslümanlığı. Düşünce Dünyasında TÜRKİZ Siyaset ve Kültür Dergisi. Yıl.2011. Sayı:2. Sayfa:168. Paragraf:1) bir fikir cereyanı halinde, Türk toplumunun aydın kesiminde ortaya çıkan Türk Milliyetçiliği, kısa zamanda gelişti. Başta Ziya Gökalp olmak üzere, pek çok fikir adamı Türk Milliyetçiliği ülküsü üzerinde çalıştı. Bugünün anlayışına göre bazı eksik yönleri olmakla beraber, Türk toplumunun hâkim tek fikir haline geldi.) Bu cümlelerden görüleceği üzere Alparslan Türkeş, o dönem Türk Milliyetçilerinde bazı eksikliklerin olduğuna işaret ediyor, ama meseleye genel olarak bakıyor. Ancak Ülkücüler ve Dokuz Işıkçılar, Türk Milliyetçiliği konusunda fikir ileri süren her fikir adamına ve yazara saygı gösterir, onlardan alacağını alır, yanlış bulduğu tarafını bırakır. Bu sözde İslamcılar, Dokuz Işığın Atsız’la olan meselesini de çok öğrenmek istiyorlarsa, Hulusi Turgut tarafından Alparslan Türkeş’in (kendi sesinden ve görüntülü olarak) anlattıklarından yazılan Şahinlerin Dansı adlı kitabı okumalarını ve susmalarını tavsiye ederim. Dindar çevreleri sürekli milliyetçilere karşı kışkırtmak isteyenlerin bir yalanı da Kemalizm’in bir din olarak kabul edildiğini ve Kemalizmi Türk Milliyetçilerinin savundukları görüşüdür. 9 Işık’ta Kemalizm diye bir şey yoktur. İkincisi Ülkücülere göre “Kemalizm”, ta Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren İslam ülkeleriyle ve dindar geçinen grup ve cemaatlerle ve son 60 yıldır da terörü esas alan İslami örgütleri kuran, kurdurtan ve eğiten özetle İslam toplumlarıyla dünyadaki bütün devletlerden çok önde temas kurup onları yönlendirmeye çalışan İngilizlerin Türkiye’ye belli insanları kullanarak empoze ettikleri bir kavram ve görüştür. Ülkücüler ve Dokuz Işıkçılar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e karşı saygılıdır ve minnet doludurlar, onu büyük bir Türk Milliyetçisi olarak kabul ederler, fakat bırakınız Kemalizmi Atatürk Milliyetçiliği tabirini bile kabul etmezler. Dokuz Işıkçılara göre Atatürk Türk Milletine hizmet etmiş bir Türk Milliyetçisidir. Bu çevrelerin en çok gündeme getirdikleri bir konu da “Ne Mutlu Türküm Diyene” vecizesi ile Gençliğe Hitabe’de ki “Muhtaç olduğun kudret Damarlarındaki asil kande mevcuttur” sözüdür. Tabi milliyetçilikle ilgisi olmayanların ve milliyetçiliğe hasım bulunanların bu sözleri yanlış anlamaları, anlatmaları ve değerlendirememeleri çok doğaldır. Bir de etnik ırkçılıkla kafalarını doldurmuş olanların bu veciz sözleri ırkçılık olarak algılamaları kendi anlayışları gereğidir. Bakınız Dr. Münir Dermen Hoca bu konularda ne diyor:( Dr. Münir Derman’ın kim olduğunu öğrenmek isteyenler İslami literatüre bakabilirler) “Türk olmak kolay değildir. Öyle olana ne mutlu demektir. Bu laf kendimizi övmek değildir. Öyle olabilen Türk’e ne mutlu demektir. Bu kelimede büyük bir ‘haslet’ gizlidir. Bu haslette dedelerimizin asaleti, fazileti,, doğruluğu, ahlakı, kahramanlığı, efendiliği gizlidir. Bu hasletler kayboluyor. Onunla olan Türk’e ne mutlu, Onu kıskanıyorum demektir. Bundan dolayı Atatürk Türklerin bulunduğu ülkeye ‘TÜRKİYE’ ismini vermiştir. Bir tehlikeye düşersen: ‘Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur’ demesi: Dedelerden gelen bu görünmez asaletinde gizlidir… ‘Burada kan gurubu düşünme..’ O asaleti kuşaktan kuşağa devam ettirenlerden ol. O zaman sana ne mutlu. Yani düşün… Milliyetçilik: İçinde asalet, gelenek, ahlak, fazileti kaybetmeden birlikte çağdaşlaşma ideolojisi. İşte Atatürk’ün haykırdığı bu.” Bu ülkede yaşayanların dedeleri kaç asırdır bu topraklarda beraberler? Bin yıla yakın bir süre bu topraklardalar ve ayrıca binlerce yılda Orta Asya’dan beri birlikteler. Amerika Birleşik Devletleri yaklaşık 240 yıllık bir devlettir, millettir. Biz bunlardan dört kat daha fazla süredir bu vatanda yaşayoruz. Bizim dedelerimiz bir değil de kimlerin ki bir? O zaman biz Münür Dermen Hoca’ın belirttiği gibi dedelerimizin hasletlerinden övünürken ya da bu hasletlere ulaşmak isterken kullandığımız veciz sözlerden dolayı neden ırkçı olalım? Ya da siz kendinizi neden bu sözlerin dışında görüyorsunuz? Kaldı ki bazı sözler o günkü şartlara göre, söylendiği konulara göre değerlendirilmelidir. Müslümanız, yeri geldiğinde müslümanlığımızla övünürüz. Türküz yeri geldiğinde bunula övünürüz. Van’lıyız, Trabzon’luyuz yeri geldiğinde bunula övünürüz. Genciz yeri geldiğinde gençliğimizle, yaşlıyız yeri geldiğinde tecrübelerimizle övünürüz. Ya da övünülecek nice şeylere ulaşmak için ondan övünçle bahsediriz. Özetle Dokuz Işık, ne batı tipi ne doğu tipi ne de kıtalar ötesi bir milliyetçiliği esas almaktadır. Yüzde yüz yerli ve milli olan Dokuz Işık, İslam inancını esas alan bir milliyetçiliği kabul etmekte ve savunmaktadır. Peki, sözde İslamcılık yapan bu kesim, İslam inancına dayanarak milliyetçilik yapan Ülkücülere, Dokuz Işıkçılara, Milliyetçi Hareketçilere neden böyle saldırmaktadırlar? Bunun cevabını aşağıdaki makalede de bulmak mümkündür. “Meryem Cemile (Margaret Marcus) en şiddetlisi ile Arap milliyetçiliğine karşı "siyasal İslamcı"dır. Türkiye’deki benzerleri de en iflah olmaz tarzda Türk milliyetçiliğine, Türk kimliğine karşı "siyasal İslamcı"dır. İkinci ortak yönleri Meryem Cemile`nin hemen hemen bütün kitaplarının "milli görüş" çizgisindeki kesimler tarafından Türkçe’ye çevrildiğini, Milli Gazete tarafından kupon karşılığı verildiğini ve bu camianın ileri gelenleri tarafından okunduğunu söyleyebiliriz. Meryem Cemile`nin bazı kitapları TBMM kütüphanesinde bile bulunuyor.” "İslamcılık" ve "siyasal İslam" Kur`an`daki Müslümanlık olmayıp, ünlü Fransız düşünür ve filozof, Müslüman Roger Garaudy`nin ifadesi ile "Amerikan-Batı İslam’ı"dır. İdeolojidir. Meryem Cemile (Margaret Marcus) ile Türkiye’deki siyasi İslamcıların önderlerinin iki ortak yönü vardır. Birincisi, Meryem Cemile en şiddetlisi ile Arap milliyetçiliğine karşı "siyasal İslamcı"dır. Türkiye’dekiler de en iflah olmaz tarzda Türk milliyetçiliğine, Türk kimliğine karşı "siyasal İslamcıdır”. 1934 yılında New York`ta doğan Meryem Cemile, Alman Yahudi bir ailenin kızı olup, felsefe eğitimi gördü. Önce Hıristiyanlığa döndü ve 1959 yılından itibaren de "Margaret Marcus adıyla İslam`ı öven makaleler yazmaya başladı. Nihayet 1961 yılının Ramazan ayında Müslüman olduğunu açıklayarak Meryem Cemile adını aldı. Meryem Cemile Arap dünyasında, "siyasal İslam"ın gelişmesinde büyük rol oynadı. 1961-1967 sürecinde ve daha sonraları milliyetçi-dindar Araplar ile "siyasal İslamcı" Araplar arasında derin toplumsal yarılmaların oluşmasına yazdığı kitaplar ve makaleler ile büyük katkıda bulundu. Çünkü Meryem Cemile`nin "milliyetçi dindarlık kötüdür, siyasi ümmetçilik iyidir" merkezli kitap ve makaleleri, görünmez eller tarafından milyonlarca basılıp Arap ülkelerinde dağıtılıyordu. Sonra, 1970`lerden itibaren bu hastalık Türkiye`ye de sirayet ettirildi. İSRAİL’E GÖRE İSLAM’IN EN BÜYÜK DÜŞMANI MİLLİYETÇİLİKTİR İsrail, 1948`de Arap dünyasının tam kalbinde bir avuç toprak parçası üzerinde kurulmuştu. Milliyetçi-dindar Araplar ile sosyalist dindar Araplar İsrail`i bir kaşık suda boğma konusunda hemfikirdiler. Hele hele İsrail`e karşı Baas hareketinin başını çektiği ultra Arap milliyetçiliği yükselişteydi ve İsrail`i ürkütmekteydi. İsrail`e göre İslam`ın en büyük düşmanı milliyetçilikti! İlginçtir 1961`de "irşad olan" Meryem Cemile`ye göre de İslam`ın en büyük düşmanı milliyetçilikti…! 5 Haziran 1967`de bir Pazar sabahı, İsrail Hava Kuvvetleri dünyanın en modern savaş uçakları olan Sovyet yapımı miglerden oluşan Mısır ve Suriye Hava Kuvvetleri`ni havalanmaya bile fırsat bulamadan iki saat içinde yok etti. Altı Gün Savaşları denen Arap-İsrail Savaşı`nın sonunda İsrail topraklarını üç kat genişletmişti. Araplar şaşkındı. Milliyetçi dindarlar ile "İslamcı" Araplar birbirine girdiler. Kısa bir süre sonra ABD özellikle İslamcı Araplara "Green Card-yeşil kart-" uygulaması başlatarak binlerce Arap`ın ABD vatandaşı olmasını sağladı. 11 Eylül 2001`deki şaibeli saldırılardan sonra bu Arap ailelerin bir kısmının çocukları saldırılardan sorumlu tutulan "radikal İslamcı terörist" olarak dünya âleme ilan edildi. Meryem Cemile`nin şeyhi Mevdudi, Pakistan`daki Cemaati İslami`nin kurucusuydu. Mevdudi, Pakistan devletinin milliyetçi-dindar merkezli politikasını "milliyetçi-laik" bulduğu için "siyasal İslamcı" radikal bir muhalefet kurgulamıştı. Suudi Arabistan Kralı İbn Suud ile iyi arkadaştılar. ARVASİ’NİN TARİFİYLE TÜRK MİLLETİ Mevdudi`ye göre modern dünya toplumlarının hepsi şeytanî, lanetli, ahlaksız ve günahkârdı. Ancak Şeyh Mevdudi hastalanınca veya dişi ağrısa tedavi için Londra`ya uçuyordu! Londra`nın lüks otellerindeki mini etekli, dekolte kıyafetli kızların servis yaptığı kokteyllere katılmakta mahsur görmüyordu. Pakistan ve İslam dünyasındaki milliyetçi hareketlere karşı radikal İslami ve siyasi ümmetçi bir tavır koyan Mevdudi`nin teşkilatı cemaati İslami günümüzde Almanya`daki İslam Konseyi, İngiltere`deki İslam Partisi` yle bağlantılıdır. İşte bugün pek çok kaynakta MOSSAD ajanı olduğu belirtilen Meryem Cemile böyle bir Mevdudi`nin müridiydi. Bakınız, gerçek bir seyid ve İslam âlimi olan rahmetli S. Ahmed Arvasi "İslamiyet`i doğru öğrenmenin yolu" başlıklı Erişim 17.01.2010 makalesinde şunları yazıyor: "Türk milleti yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en az bin yıldan beri İslam ile müşerref olmuştur. İslamiyet`i en doğru tarzda anlayan, yaşayan ve söz sahibi olan bir millettir. Bağrından İmamı Azamları, İmamı Maturidileri, İmamı Gazzalileri, İmam Birgivileri, İbni Kemalleri, Molla Fenarileri, Ebu Suud Efendiler gibi daha nice din âlimlerini Mevlana Cemaleddin Rûmî, Yunus Emre gibi nice tasavvuf büyüklerini yetiştiren Türk milleti büyük ve tarihi bir kitaplığa ve "bidatsız" bir din kültürüne sahiptir. İslam dünyasının bütün kaynakları ve sağlam belgeleri ile elimizdedir. Genç nesilleri bu kaynaklardan mahrum ederek onları ne idüğü belirsiz kimselerin kitap ve yazılarına muhtaç bırakmak asla doğru değildir. "Bugün, kimlerin kontrolünde olduklarını bilmediğimiz pek çok "din akımı" ve onları temsil eden yazarların kitapları harıl harıl tercüme edilip genç nesillerin ve halkımızın eline verilmektedir. Kimdir bu yazarlar? Ne yazarlar? Hangi emellere hizmet ederler? Mesela Serge Hutin adlı bir masonun yazdığı ve Fransa`da yayınlanan Fransızca "les Francs-Maçons" adlı kitabın 27.sayfasında yazıldığına göre, Cemaleddini Efgani ve Muhammed Abduh din maskesi altında çalışan birer korkunç mason üstadıdırlar. "Telfiki Mezahip" adlı kitabın yazarı Reşit Rıza ise bunların talebesidir." MERYAM CEMİLE VE BENZERLERİ "Arap dünyasında birçok siyasi hareketi ve yazarı etkisi altında tutan "İhvanül Müslimin" (Müslüman Kardeşler- RKK) hareketi, aynı kitaba göre masonların kontrolü altındadır. Seyit Kutupların ve benzerlerinin kitaplarını genç nesillerin eline veren kimselerin bu yazarın "İhvanül Müslimin" hareketinin öncülerinden olduklarını bilmiyorlar mı? Meryem Cemile adlı Yahudi dönmesi kadını himayesi altına alan Mevdudi acep ne yapmak ister? Bütün bu karanlık adamları okutmak için çırpınan çevreler, ne hikmetse İmamı Azam, İmamı Malik, İmamı Şafi, İmamı Hambeli gibi sünnet yolu büyüklerini küçümsemek ve unutturmak isteyen kimselerdir." Evet, Türkiye’deki “siyasi İslamcılar”, rahmetli Seyid Ahmed Arvasi Hoca`nın "karanlık kişiler" olarak tanımladığı Meryem Cemile ve benzerlerinin "İslami" eserlerini okuyarak bugünlere geldiler. Bugün hepimiz biliyoruz ki, Hamas Arap dünyasının başına musallat olan Mısır merkezli "Müslüman Kardeşler"in Filistin`deki koludur… Türkiye`yi Meryem Cemile ve türevlerinin Arap dünyasında şekillendirdiği "siyasal İslamcı" politika bataklığına çekmek istiyorlar. Ortadoğu` daki bu "siyasal İslamcı" politikalar sadece İsrail`in uzun vadeli hedeflerine hizmet etmekten başka bir işe yaramaz. Türkiye`nin başına yeni yeni belalar açar. En az 500 nükleer başlıklı füzeye sahip İsrail devletinin yönetimini bir grup fanatik elinde bulunduruyor. Bu insanlar Tevrat/ Talmud/Kabala kökenli inançları gereği Kral Davut soyundan, Yahudileri kurtaracak Mesih`in gelmesi için her türlü çılgınlığı yapabilirler Evanjelist Hıristiyan Amerikalılar ellerini oğuşturarak İsrailli fanatiklerin her türlü manipülasyonunu destekliyorlar. Çünkü Evanjelistlerde Yahudi Müslüman savaşının bir yerinde İsa Mesih`in ikinci ve nihayetinde üçüncü ve son kez yeryüzüne gelişi ile "Kutsal Tanrı İmparatorluğu"nun kurulacağına, kendilerinin cennete gideceğine inanıyorlar. 2002 yılında UCI`dan Yahudi asıllı bir Amerikalı Profesör şöyle demişti: "Urallar`ın altındaki nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar olmasaydı Rus diye bir millet kalmayacaktı, Rusya tarih olacaktı"… Erdoğan`a cesaret madalyası veren ABD merkezli AJC (Dünya Yahudi Kongresi) 104 yıllık bir kuruluş olup, temel misyonu Siyonizmi dünyaya hâkim kılmaktır. Bu kuruluşun, ömrünün beşte dördünde İsrail ve Yahudilere "kahrolsun" diyen Erdoğan`a bir istisna yaparak ödül vermesi ilginçtir. Zira bu kuruluş 104 yılda Erdoğan hariç sadece Yahudi asıllılara mükâfat vermiştir. Soğuk savaş döneminde, milliyetçiliğe ve Sovyetler`e karşı oluşturulan "yeşil kuşak" ve "siyasal İslamcı" hareketlerin" (Taliban vs. gibi) CIA ve MOSSAD tarafından organize edildiğini bugün dağdaki çoban bile biliyor. Dün Meryem Cemile`nin kitaplarını bütün İslam coğrafyasında bedava dağıtan "görünmez eller", bugün "one minute" ve türevlerine zemin hazırlıyor. Türkiye`de 1967 Arap-İsrail savaşına kadar İslami söylemlerin hiç birinde Türk milliyetçiliğine karşı tek bir söylem yoktu. 1967`den itibaren Türkiye`de ortaya çıkan Türk milliyetçiliği, Türklük karşıtı "siyasal İslamcı" yazarlar, akademisyenler, siyasetçiler kimlerden etkilendi? Hangi mahfiller tarafından finanse edildi? Dinimiz İslam, 1967-11 Eylül 2001 döneminde ve soğuk savaşın en hararetli evresinde İsrail, ABD ve Avrupa tarafından önce Sovyetler`e karşı gibi gözükse de esasen İslam dünyasına yönelik olarak psikolojik harp silahı olarak nasıl kullanıldı? Buraya gelişte Türkiye ve İslam dünyasında kimler Batı ve İsrail`e taşeronluk yaptı? Elbette pek çok insan gibi Meryem Cemile de birkaç kez din değiştirmekle kalsaydı ve sonunda Müslüman olsaydı söylenecek bir sözümüz yoktu. Ancak siyasal İslam`ın bir ideoloğu haline getirilmesi, dindar Arap milliyetçilerinin İngiliz, Fransız ve İsrail işgaline karşı mücadele verdikleri bir dönemde karşılarına "siyasal ümmetçi" bir muhalefet cephesi çıkararak Arap milletini karpuz gibi ikiye bölmesini nasıl izah edeceğiz? Dün ihtiyaca binaen "radikal siyasal İslamcı" Meryem Cemile "ışık" saçıyordu. Bugün ABD`de, İngiltere`de "karma namaz"ı savunan ve ilk denemesini de New York`taki Yahudi Üniversitesi kampusu içinde yapan Amina Vedud ve Esra Numani var. Mütedeyyin Müslüman Türk insanı şu soruyu kendi kendine sormalı. Yıllarca Siyonizm, Yahudilere ve İsrail`e düşmanlığı siyasi, iktisadi rant kapısı yapanlar, açıkçası "siyasal İslamcılar" bugüne kadar İsrail`e karşı hangi ciddi bir tedbiri aldılar? Öte yandan Yahudi-Nakşibendî/Halidi Mesud Barzani ile İsrail`in "Kürdistan"ı kurmak için yaptıkları işbirliği ortada. PKK`ya verdikleri destek "kör göze parmak". Ve Barzani ile işbirliği yapanlar, ya eski Marksist yeni liberal ikinci cumhuriyetçiler… Dikkat! Osmanlı`da olduğu gibi Cumhuriyet Türkiye` sinde de kurucu unsur Müslüman Türk, merkezden çevreye itiliyor. "Enderun siyasası" ve "Endülüs uleması" işbirliği yaparak cumhuriyetin kuruluş "paradigmasını kaydırmak" istiyorlar. ABD, İsrail ve AB bu süreçte dış destekçi aktörler.”” 79 S.Ahmet Arvasi’nin belirttiği gibi İmamı Azamları, İmamı Maturidileri, İmamı Gazzalileri, İmamı Birgivileri ve nicelerini bir kenara bırakıp, İslam dünyasının bütün kaynakları ve sağlam belgeleri elimizdeki iken “ne idüğü belirsiz” kimselerin kitap ve yazılarına itibar etmenin sebebi nedir? İslam dünyasının bu son dönemindeki bazı durumları ele alırsak ve bazı İslami örgütlerin kimler tarafından yönlendirildiğine bakarsak, mesele daha iyi anlaşılmış olur. Ne hazindir ki; İslamı yaşama noktasında çok hassas olan ve bu noktada arayışlar içerisinde olan müslüman kitleler üzerinde, Müslüman ülkelerin devletleri değil de başta İngiltere olmak üzere Hristiyan ülkelerin devletleri çok etkin olmaktadır. Mesela, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya’daki Hamas, Ebu nidal, El Cihat, Hareket-ül Ansar, Hizbullah, Abu Sayyaf, Demokratik Filistin Kurtuluş Cephesi, Tamil Eelam’ın Kurtuluş Kaplanları gibi “İslami Terör Örgütleri” olarak anılan örgütlerin altısının idari merkezleri İngiltere’dir. Diğer 16 grup ise, merkezi İngiltere’de bulunan teşkilatlardan maddi yardım almakta veya İngiltere’de serbestçe faaliyet gösteren gruplardan askeri eğitim veya lojistik destek almaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığının “kara liste”ye aldığı 30 teşkilattan 22’sinin idari merkezi ve lojistik destek grupları İngiltere’dedir. Hâlbuki bu teşkilatların merkezlerinin herhangi bir İslam ülkesi olması gerekmez miydi? El Kaide’nin siyasi kanadı sayılan Al Muhacirun Başkanı Şeyh Ömer Bekri Muhammed çoğunlukla Londra’da (79 Türk Milliyetçiliğine karşı Siyasal İslam. R.K.KURT. Makale. www.turkmeclisi.org sitesinden Temel Bilgiler Bölümünden alınmıştır.) faaliyetini sürdürmektedir ve kendisini İngiliz subayların eğittiğini söylemektedir. El Kaide’nin uluslararası irtibat bürosu da Londra’dadır. Irak’ın işgali sırasında ve sonrasında Irak’ta İngiliz askerlerinin öldürüldüğünü kaç defa duyduk? Türkiye Amerika’ya lojistik destek veriyor bahanesiyle Türk şoförlerini bile öldüren bu örgütler, her nedense ABD’nin en büyük müttefiki olan İngiliz askerlerine hiçbir şey yapmıyorlardı. Zaten, El Kaide “İngiltere ile barış anlaşmamız vardır. İngiltere, sadece Amerika ve İsrail hedeflerine saldırılacağından emin olsun” şeklinde gazetelerde açıklamalar yapıyordu. Bu tür örgütlerin batılı ülkelerle olan ilişkilerine dair çok fazla örnek vermek mümkündür. Zaten biz Türkler, Kutsal topraklardan İngilizlerin Arapları kışkırtmasıyla çıkmadık mı? Bir kısım dini grup ve tarikat liderlerinin herhangi bir İslam ülkesi yerine batılı ülkeleri seçmesinin nedeni öncelikle bu bağlantılardır. Sözde İslamcılık yapıp Türk Milliyetçiliğine ve Ülkücülere İslamiyet’i kullanarak iftiralar yağdıranlara, bir de Necip Fazıl Kısakürek’le cevap vermek gerekir kanaatindeyim. ““Milliyetçi Hareket Partisinin 1980 öncesindeki son kurultayında üstat Necip Fazıl Kısakürek, Milliyetçi Hareket Partisine katılmıştı. 1987 yılında Başbuğ Türk Milletine bir beyanname yayımlamıştı. Alparslan Türkeş’in Türk Milletine yayımladığı beyanname: 1-Alparslan Türkeş yatalak bir idareye karşı, fikirsiz bir hareket saydığı 1960 ihtilaline başta, sırf bir fikir yönü vermek için ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin ihtilali sömürmesine mani olmak için katılmış fakat bu gidiş önlenemeyince ondan uzak kalmış, Türk Milleti ve tarihinin ihtilal kadrosuna biçtiği suçluluk dairesinin dışında kalmayı ve ibrasına nail olmayı şart bilmiştir. 2-Alparslan Türkeş ve partisinin dünya görüşü, ruhi muhtevaya bağlı Milliyetçilik olarak metbuluğu ruha ve tabiliği milliyete veren bir anlayış içinde tek kelimeyle İslam imanıdır. 3-Alparslan Türkeş ve partisi, milliyetçiliği içi kevserle dolu bir kase şeklinde görür, ama kıymeti kasede değil kevserde bulur ve o kevserin nurunu ışıldattığı nisbette kaseye değer verir. 4-Alparslan Türkeş ve partisi, bugün en keskin bunalımını yaşayan insanlığa yol gösterici istikamet oklarını, Kainatın Efendisince getirilmiş ruh ve ahlak ölçüleri olarak ilan eder ve tasarılarını, hasretlerini, her şeyini bu inanç mihrakında toplar. Türk Milletinin maruz bulunduğu derin bunalım tarihi gelişmesi bakımından yöneticilerin Türk Milletinin dert ve ıstıraplarının sebeplerini teşhis edemediklerini, tedbir ve çarelerde tabana inemediklerini, Türk tarihini gerçek revizyona tabi tutamadıklarını ve taklitçi kaldıklarını görüyoruz. Türk’ün ruh köküne inmeyen ve bağlanmayan her tedbirin temelsiz kalacağı inancındayız. 1977 seçimlerinin eşiğinde, başta milliyetçi, mukaddesatçı Türk gençliği bulunmak üzere Alparslan Türkeş ve partisinin hüviyeti bu satırlardan ve bu satırların ifade ettiği derin manalardan ibarettir. Necip Fazıl Kısakürek’in Türk Milletine yayınladığı beyanname: MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in “Türk milletine beyannamesi”ni okudum. Pılı-pırtı odalarının raflarında dizili, kapağı arkasına devrik ve içi boş, hatta süprüntü dolu teneke konserve kutuları halindeki partiler arasında, bugünden itibaren MHP nazarımda bambaşka bir mana ve hüviyet sahibidir. Onu, müslümanlık ve Türklüğün gerçek hakkını vermeye namzet bir topluluk olarak anıyor ve canımın içinden selamlıyorum. Bu beyanname ta Cava’daki müminle Amerika’daki zenci müslümana kadar bütün İslam âlemini ihtizaza getirecek ve oluş davamızı temellendirecek kıymette tarihi bir hadisedir. İdeal yumağımızın her lifini içinde saklayan bir tohum İslam âleminin Türkiye’den beklediği zuhur ve tecellinin tohumu... Türkeş beyannamesinde dört ana esası, bir binanın dört direği halinde va’zetmektedir. 1-1960 gece baskınının sorumluları arasında değildir. 2-Posa ve kabuk milliyetçiliğinden uzak ve ruhi muhtevaya tabi manada milliyetçidir. 3-Başını dayadığı tek ruhi muhteva, yine tek kelimeyle ve bütün ölçüleriyle İslamdır. 4-Son yüzelli yıllık taklit devrimizin bütün sahtekârlıklarının tezgâhlayacak ve gerçek oluşu billurlaştıracak bir tarih revizyonuna sahiptir. Ne mebus, ne senatör, ne bakan, ne şu, ne bu!... Allah’ın bana biçtiği manevi makam ve memuriyeti bunlardan hiç biri terceme edemez. Bu bakımdan en canhıraş ihlâs ve hasbilik kürsüsünden haykırıyorum: Kırk yıllık mücadele ve yepyeni bir gençlik inşası hayatımda bu gün, bu beyannameden, bu beyannamenin sahibi ve partisine taktığı şeref ve mesuliyet bazubendinden sonra, artık emin olmaya yakın bir ümit nefesi alabilirim. 150 yıldır her gün biraz daha artıcı bir hasretle kurtarıcısını bekleyen Türk Milletine: “beklediğin geliyor” müjdesini vermenin ümid günü bu tarihi andır. ‘Emin olmaya yakın ümid’ ışığının çaktığını gördüğüme ve bu ışığı nice defa hayal edip te karanlıklara düştüğüne göre bundan böyle yeni inkisarlara tahammülü kalmayan yanık yüreğimi, dava yolunda en küçük istikamet hatasına razı olmaz bir hassasiyetle bu beyannamenin halkaladığı sıcak avuçlara bakıyor ve kırk yıllık emeğimin semeresini bu çevrenin aksiyoncu ruhundan bekliyor ve istiyorum. İçi alev- alev müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hakim, dışı içine köle, yeni Türk neslinin maya çanağı olma ehliyeti hangi toplulukta ise ben oradayım. Allah’ın inayeti ve Resulünün ruhaniyeti bu yoldakilerin üzerinde olsun.”” 80 Sanırım başka söze gerek kalmayacak şekilde, Dokuz Işık’taki Türk Milliyetçiliği Necip Fazıl Kısakürek tarafından işte böyle yorumlanmıştır. Milliyetçilik ilkesi içinde anlatılan Dış Türkler konusu 1980 öncesinde “Esir Türkler” konusu olarak Ülkücüler tarafından Dokuz Işığın prensipleri çerçevesinde gündeme getirilmekteydi. O tarihlerde Esir Türkler konusu gündeme getirildiği zaman Türk Milliyetçiliğine karşı olanlar “Esir Türkleri atlara binerek mi kurtaracaksınız” diye alay etmekte, Esir Türklerle ilgilenmeyi “Hayalcilik” ve “Faşistlik” olarak suçlamaktaydılar. Ama o zaman Ülkücülere hayalci diyenlerin hepsi 1991 yılından sonra mahcup olmuşlardır. Bu suçlamaları yapan siyasilerden bir kısmı 1991 yılından sonra mecburen kurulan “Dış Türklerden sorumlu Devlet Bakanlığı”nın aldığı kararları imzalamak, bu bakanlığın faa- (80 Derin Sayfalarıyla Milliyetçi Hareket. Rıza Müftüoğlu. 2004. Ortadoğu yayınları. Sayfa:64-65-66) liyetlerini anlatmak ve bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetlerine resmi ziyaretler yapmak zorunda kalmışlarıdır. Hatta 21 Mart 1993 tarihinde, bin yıldan sonra bütün Türk Devlet ve topluluklarının iştirakiyle Antalya’da toplanan 1. Türk Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultay’ında örs üzerinde demir döverek Türklerin Ergenekon’dan çıkışını tasvir eden sahnede yer almışlardır. Bugün Birleşmiş Milletler önünde Türkiye’nin yanısıra Azerbaycan’ın, Türkmenistan’ın, Özbekistan’ın, Kazakistan’ın ve Kırgızistan’ın bayrakları dalgalanmaktadır. Ancak Doğu Türkistan mahsundur. Batı Trakya mahsundur. Irak’ın kuzey bölgesindeki Kerkük, Musul mahsundur. Sovyet Rusya yopraklarında bağımsızlıklarını daha kazanamamış otonom ve özerk bölgelerde de Türk toplulukları yaşamaktadır. Ne yazıktır ki Filistin için gösterilen gayretlerin binde biri Kerkük ve Musul için gösterilememektedir. ******************************************* 2-ÜLKÜCÜLÜK “Ülkücülük batı dillerinden dilimize giren idealistlik kelimesiyle aynı olan bir anlam belirtmektedir. Ülkücülük veya idealizm insan kafasının içinde elde edilmesi, varılması en mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır. İnsanlar arasında idealistler yetişmeseydi insanlık bu gün dünyayı aydınlatan birçok gelişmelerini, bir çok alanlardaki yükselişlerini sağlayamazdı. Her gerçek, her fikir önce insanların kafasında bir hayal olarak doğar. İnsanlar hayal ederler. Hayal kurarlar. Bu hayalleri kendileri için iyi olan, kendilerinin özledikleri, elde etmekle mutluluk duyacakları bir takım istekleri, bir takım özleyişleri belirtir. İnsanlar hayalleriyle diğer canlılardan bir ayrıcalık gösterirler ve gerçekten insanlık vasfını kazanmış olurlar. İşte Ülkücülük de yani idealizm de insanların ve insan topluluklarının kendileri için varılması mutluluk sağlayacak, bir hayalin düşünülmesi ve insan beyninde tasarlanarak şekillendirilmesidir. Her toplumda idealistler vardır, ülkücüler vardır ve ülkücülerin, idealistlerin bulunuşu toplumlar için bir saadettir; büyük bir talihtir. Türk Milleti için bizim düşündüğümüz ülkü nedir? Türk Milleti için tasarladığımız ideal nedir? Her şeyden önce Türk Milletinin ahlakta, maneviyatta, insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması, yaşaması ve ilimde, teknikte dünyanın en ileri girmiş varlığı haline gelmesi ve ekonomik açıdan kalkınmış, tarımını modern tekniğe göre geliştirmiş ve modern sanayi kurmuş, refahlı bir toplum haline gelmesi, Türk toplumu için bir Türk Milliyetçisinin düşüneceği ülkünün esaslarından mühim bir kısmını teşkil etmektedir. Türk Milliyetçiliğinin, ülkücülüğünün sınırları içinde sadece bunlar mı vardır? Sadece bunlar değil başka düşünceler, başka hedefler de vardır. Bu hedefler Türk Milletinin hiç kimseden merhamet dilenmeyecek, lütüf dilenmeyecek bir duruma gelmesi, kendi gücüyle ayakta duran, kendi gücüyle varlığını koruyabilen ve sözünü dünyanın her yerinde saydırabilen bir varlık haline gelmesi düşüncesidir. Bunun yanısıra Türk Milletinin haklarını her zaman dünyaya tanıtabilmesi, dünyaya duyurabilmesi düşüncesidir ve yine bunun yanısıra bütün Türklerin kölelikten, yabancıların boyundurduğu altında yaşamaktan kurtulmaları ve Self Determination, yani kendi mukadderatlarına kendilerinin hâkim olması kutsal prensibine göre, hepsinin bağımsız hale gelmeleri, bağımsız olmaları Türk ülkücülüğünün bir diğer görüşü, düşüncesidir. Bunun için milli doktrinin önemli bir ilkesi olarak ülkücülüğü almış bulunmaktayız. Türk Milliyetçilerinin ülkücülük tarifinin sınırları içinde bulunacak görüşleri, fikirleri ancak genel olarak işaret etmiş bulunmaktayız. Türk ülkücülüğünün hedef aldığı düşünceler genel olarak belirtilmiş bu fikirlerden ibaret değildir. Ülkücülüğümüzün içerisinde her mesleğe mensup Türk Milliyetçilerinin kendi mesleklerinde en ileri, en yüksek ve gerek kendi milletimiz için, gerek insanlık için en çok yararlı neticeleri elde etmek görüşü de yer alacaktır. Bir Türk Milliyetçisi kendi toplumu için, kendi milleti için idealizmi daima göz önünde bulunduracak, bu genel idealizm prensipleri ile birlikte kendi sahası, kendi branşı ile ilgili çalışmalarında da bu temel ve genel mahiyetteki esaslarına uygun, onunla bütünleşmiş bir halde kendi branşı ile ilgili ülkücülüğünü de tespit edip güdecektir. Ülkücüler uzak hedeflidir, uzun vadelidir. Bir ülkünün hemen yarın gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Ülküler önümüzdeki yüzyılları kapsayabilir. Ama ülkü insanın kalbini aydınlatan bir ışıktır. Ülkü insanlara yönünü tayin etmesini sağlayan bir kılavuzdur. Milletler için de milli ülkü, milletin kılavuzu, milletin yolunu aydınlatan güneştir. Ülküsüz insan çamurdan bir varlık gibidir. Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir. Bunun için her Türk Milliyetçisi, her Dokuz Işık’çı mutlaka ülkücü olacaktır, mutlaka ülkü sahibi bulunacaktır. Hem milli ülkü sahibi olacaktır, hem insani ülkü sahibi olacaktır, hem de kendi mesleğiyle ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olacaktır ki, hem kendi mesleğinde başarılı, yararlı bir kişi olarak gelişsin hem de mensup olduğu topluma, milletine yararlı hizmetler yapsın, insanlığa yararlı faaliyetler gösterebilsin. Bunun için Dokuz Işık doktrinin çok önemli ilkelerinden olan ülkücülüğe büyük değer vermekteyiz. Ülkücüyüz! İnsanlık ailesi, yeryüzünde yaşayan bütün insanlar, milletler denen ayrı ayrı üyelerin bir araya gelmesinden meydana gelir. Bir insan, insan olmak isterse, insanlığa hizmet etmek isterse, evvela kendi milletine hizmet etmeli, kendi milletini yükseltmeye, kendi milletini mutlu kılmaya çalışmalıdır. Bunu yaptığı takdirde aynı zamanda insanlığa da hizmet etmiş olur. Çünkü bir insan kendi ailesini düşünür ve ona karşı vefalı kalırsa, insanlık duyguları en olgun seviyeye erişeceği için, kendi ailesi dışındaki insanlara karşı da yararlı ve vefalı olur. Bir insan kendi milletine faydalı olamaz, kendi milletine karşı bağlılık duymazsa, onun insanlığı düşünmekten bahsetmesi nihayet bir fantezi olur. İnsan yetiştiği toprağın, yetiştiği milletin refahını, iyiliğini, saadetini ve şerefini temin etmelidir. Bunu yaptığı takdirde, o milletin insanlığın bir parçası olduğu için, dolayısıyla insanlığa da hizmet etmiş olur. Ülkücülüğümüz nedir? Ülkücülüğümüz; Türk Milletin en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak; mutlu, müreffeh hale getirmek; bağımsız, özgür, kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturmaktır. Kişilere hürriyet, milletlere istiklal başta gelen prensiplerimizdendir. İnsanlar hür ve eşit haklara sahip olarak doğarlar. Kabiliyet ve görevleri dışında insanlar haklarına tam olarak sahip kılınmalıdırlar. Toplum içerisinde insanlar kişisel liyakat ve kabiliyetlerine göre görevlendirilmeli ve bir sıraya konulmalıdır. Bütün bunlarla beraber ayırımsız olarak herkese bir imkân eşitliği sağlanmalıdır. İmkân eşitliği derken mücerret anlamda bir eşitlik anlaşılmamalıdır. Bu ülkücülüğün içine bu günkü sınırlarımızın dışında bulunan Türklere ait herhangi bir şey girer mi? Türk adı taşıyan herkes bizim sevgi ve ilgimizin çevresi içindedir. Bundan vazgeçemeyiz… Fakat biz ülkücülüğümüzde daima gerçekçi olmayı ve girişilecek faaliyetlerde Türkiye’yi hiçbir zaman tehlikelere, risklere, maceralara sürüklemeyecek bir yol üzerinde bulunmayı esas kabul ederiz. Ülkücülüğümüz bir macera fikri değildir. Ülkücülüğümüz, Türk Milletinin en kısa yoldan, en kısa zamanda modern uygarlığın en üst kademesine yükseltilmesi, müreffeh, mutlu bir hayata erdirilmesi, kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hale getirilmesi ve her çeşit korkudan, baskıdan uzak olarak, hür, müstakil yaşaması ülküsüdür.” 81 *** (81 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:70-71-72-73-74-75) Ülkücülük, Dokuz Işık’ta bu açıklamasıyla Dokuz Işık doktrininin hayata geçirilmesi için gerekli olan kadronun lider kesimini teşkil etmekte ve Dokuz Işığı benimseyen ve savunanların adını belirlemektedir. Dokuz Işık’ta Ülkücüler ayrıca “Fazilet savaşçıları” olarak da nitelendirilmektedirler. Ülkücüler, Dokuz Işıkçıdırlar ve Dokuz Işık doktrininin ilkelerini Türk Milleti için uygulayan ve uygulatan kadrodur. Ancak bu ifade, Milliyetçi harekette daha çok gençler tarafından kullanılmakta ve “Ülkücü gençler” kavramı oldukça yaygın bulunmaktadır. Hâlbuki “Ülkücü” özellikle devlet yönetiminde, halkın sevk ve idaresinde, her sahada ve her yaşta geçerli olacaktır. En önemlisi ise; “Ülkücü”nün özellikle de gençlik çağından sonra gerekli olmasıdır. Dokuz Işık’taki bu tarife göre Ülkücülük süreklilik gerektiren bir özellik taşımaktadır. Ayrıca Ülkücülük, hayatın her sahasında gerekli olmaktadır. Ülke hizmetinde de gerekli olmaktadır, herhangi bir mesleği icra ederken de gerekli olmaktadır. Gençlik dönemi öncelikle bir yetişme dönemi, Dokuz Işık ilkelerini öğrenme dönemidir, gençliğin yapabileceği işler ve görevler çerçevesinde de tatbik dönemidir. Ondan sonra ki dönem ise yetişmeyle birlikte tatbik etme dönemidir. Bunun içindir ki 1980 öncesinde, Dokuz Işık Doktrini ortaya konduktan sonra, Ülkü Ocakları’nın yanısıra,  ÜLKÜ-BİR (Ülkücü Öğretmenler Birliği Derneği),  ÜMİD-BİR (Ülkücü Maliyeci ve İktisatçılar Derneği),  ÜLKÜM-BİR (Ülkücü Memurlar Derneği-Ülkücü Kamu Görevlileri Güç Birliği Derneği),  ÜLKÜ-TEK (Ülkücü Teknik Elemanlar Derneği),  ÜLKÜ-KÖY (Ülkücü Köylüler Derneği),  ÜİBD (Ülkücü İşçiler Birliği Derneği),  ÜLKÜ-HAN (Ülkücü Hanımlar Derneği),  ÜLKÜ-CEM (Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti),  ÜLKÜ-ES (Ülkücü Esnaflar Derneği),  ÜLKÜ-SAN (Ülkücü Sinema ve Sanat Kültür Derneği),  TIB-BİR (Tıbbiyeliler Derneği),  ÜNAY (Üniversiteli Asistanlar Yardımlaşma Derneği),  MİSK (Milliyetçi İşçi Sendikası),  ÜS-BİR (Ülkücü Siyasalcılar Birliği) ve benzeri ülkücü dernekler kurulmuş ve bütün bu dernekler 1980 ihtilaline kadar faaliyet göstermişlerdir. Bugün Ülkü Ocakları ve bazı dernekler faaliyetlerini halen sürdürmektedirler. Ülkücülük, bu idealden uzaklaşıldığında biter. Bu bakımdan “Eski ülkücü” tabiri sadece bir dönem yapılan hizmeti anlatmaktan öte hiçbir mana ifade etmez. Ve üstelik bir dönem hizmet edip sonra bu yoldan çıkmak ihanet etme anlamını bile taşıyabilir. Çünkü bir dönem ülkücü olan, şimdi niye ülkücü olmadığını izah edemez. Ancak bazı siyasi savunmalarla konuyu geçiştirmeye çalışabilir. Süreklilik isteyen Ülkücülük, ayrıca siyasi hayatın dışında da büyük görevler ifa etme durumunda olduğu için hayatın bütün unsarlarını da kapsayan bir özellik taşımaktadır. Ülkücülük ile Türk Milliyetçiliği veya Toplumculuk arasında Dokuz Işık Doktrini açısından bir fark sözkonusudur. Her Ülkücü, aynı zamanda bir Türk Milliyetçisidir ama her Türk Milliyetçisi Ülkücü olmayabilir, olamayabilir. Türk Milliyetçisiyim deyip, milliyetçiliği kendine göre tarif eden ve yorumlayan, ayrıca Dokuz Işık Doktrininin kaynaklarından habersiz olan, Dokuz Işığın 9 ilkesini birlikte savunup tatbik etmeyen biri Ülkücü olamaz. Çünkü Dokuz Işıkçı değildir. Dokuz Işıkçı olmayanlar Ülkücü olamazlar, bu adı kullanamazlar. Ülkücü olmayan Türk Milliyetçilerinin durumu nedir diye sormak gerekirse 9 Işık çerçevesinde şunu söyleyebiliriz. Sadece Türk Milliyetçisi olmak kâfi değildir. Aynı zamanda ülkücü olmak gerekmektedir. Bir örgüt içinde birlik ve beraberlik içinde olunmalı ve aynı hedef paylaşılmalı, aynı hedef için güç birliği içinde çalışılmalıdır. Bugün için başka merkezlerde Türk Milliyetçiliğinin gereğini yapmak mümkün değildir. Ülkücülük, Dokuz Işık doktrininin diğer ilkelerinden fonksiyon açısından tamamen farklıdır. Dokuz Işığın Ülkücülük dışındaki ilkeleri, prensipleri ve işlevleri, yol göstermeleri, sorunların çözümünde anahtar ve öğreti özelliği taşırken; Ülkücülük, Dokuz Işık doktrininin ilkelerini gerçekleştirecek, bunları hayata geçirecek lider kadroyu işaret etmektedir. Dokuz Işık Doktrinine göre “Ülkücü kadro” olmazsa, Dokuz Işık Doktrininin diğer ilkelerinin hayata geçirilmesi ve dolayısıyla Türk Milletinin yükselmesi, kalkınması, refaha kavuşması zordur. **************************************** 3-AHLAKÇILIK “Bir toplumda insanların birbirlerini incitmeden, birbirlerine zarar vermeden, sağlıklarını koruyarak, tabiat güçlerinin tesirlerinden en iyi yararlanacak şekilde hareketlerini tanzim etmelerini sağlamaya yarayan kuralların toplamı ahlakı meydana getirir. Ahlak, kişinin davranışlarını ayarlayan, sınırlayan ve bu davranışların hem kendisi için yararlı olmasını, kendisine mutluluk sağlayacak şekilde düzenlemesini hem de çevresini rahatsız etmeden, zarara sokmadan çevresiyle uyuşmasını sağlamak üzere konulmuş olan kaidelerdir; münasebet prensipleridir, yaşama prensipleridir. Ahlak insanların inancından ve dünya görüşünden doğmakta, kaynağını almaktadır. Bunun için, gerek toplumun gerekse toplumu meydana getiren kişilerin ayrı ayrı inançları, yaşama görüşleri, yaşama felsefeleri ahlakın kaynağını, temelini teşkil etmektedir. Bu bakımdan kişilerin ve toplumun dünya görüşü, yaşama felsefesi ve taşıdıkları inanç çok önemlidir. Biz Tür toplumunun dünya görüşünün, yaşama felsefesinin kendi dini inançlarından, İslamiyetten ve milli tarihten kökünü aldığını görmekteyiz. Bunlara ilave olarak, milletimizin geçirdiği tecrübeler ve yurdumuzun içinde bulunduğu şartlar da toplumumuzun düşünce ve inançlarında tesirli faktörlerdir. İşte bu kaynak ve faktörlerin tesiri altında, Türk Milletinin mutluluğunu sağlayacak, Türk milli ahlakına önem vermek zorunluluğla karşı karşıyayız. Ahlaksız kişi, ahlaksız toplum mutlu olamaz. Böyle bir toplum kalkınamaz, böyle bir toplum yüksek düşünceler, kutsal inançları uğruna fedakârlık ve feragat gösteremez. İnsanlık tarihine şeref veren büyük eserler, insanların uzun sabır yıllarıyla güçlüklere göğüs gererek, katlanarak feragatle çalışmalarıyla meydana getirdikleri yüce hizmetler, inancın insanlığa kazandırdığı, köklü imanın ve yüce bir ülküye ideale bağlanmanın kazandırdığı varlıklar olmuştur. Bunun için biz Milli Doktrin Dokuz Işık’ın önemli bir ilkesi olarak ahlakçılığı almış bulunmaktayız. Ahlakçılıkla kastettiğimiz şey, herşeyden önce kişilerin ve toplumların milli ahlak kurallarına bağlı olarak yaşaması ilkesidir. Bu sağlanmadıkça toplumumuzun kalkınması ve toplum içinde haksızlıkların önlenmesi, ıstırapların önlenmesi, kişilerin ve toplumun mutluluğunun sağlanması mümkün olmaz. Ahlakçılık derken her şeyden önce milletimizn dini olan İslamiyet esaslarını ve İslam inançlarını bunun başlıca kaynağı olarak almaktayız. Bunun yanısıra kendi milli geleneklerimiz, milli tarihimizi ve milletimizin geçirmiş olduğu çeşitli tecrübelerin bize kazandırdığı kuralları göz önünde bulundurmaktayız. Ahlakçılığımızın içinde İslamiyet esasları, İslam inançları başlıca yer almakla beraber bununla yoğrulmuş olan ve tarihimizden gelen Türk töresi de yer almaktadır. Gerek dinimizin, gerek milli törelerimizin bize emrettiği ahlak kurallarından başta geleni, millet varlığının, kişi ve toplum varlığının üstünde yer aldığıdır. Toplumun, milletin, vatanın, devletin menfaatları daima kişilerin menfaatlarından önde gelir ve önde tutulması gerekir. Bunun yanısıra yine kaynaklarımızın bize göstermiş olduğu kuralların başlıcalarından birisi de her ne olursa olsun dürüst hareket etmek, sabırlı hareket etmek ve büyüklere karşı saygılı, itaatli olmak, küçüklere karşı şefkatlı olmak ve sevgi göstermek ilkesidir. Bunun yanısıra disiplinli yaşamak, disiplinli bir toplum olarak hareket etmek de töremizin dayandığı başlıca ilkelerdendir. Disiplin dediğimiz zaman neyi kastetmekteyiz? Disiplin dediğimiz zaman ahlak kurallarına bağlı olmak, kanunlara saygılı ve itaatli olmak, büyüklere saygılı olmak, küçüklere karşı daima adaletli, şefkatli olmak ve büyük küçük karşılıklı olarak herkesin birbirlerinin hakkına, hukukuna riayetkâr olmasını kastetmekteyiz. Bunların yanısıra yine törelerimizin bize tavsiye etmiş olduğu bir diğer ilke de yüksek vazife duygusuna sahip olmak, yüksek görev duygusu taşımak ve görevi namus saymaktır. Görev, kişinin kendisi için, yurdu için, milleti için yapmakla yükümlü olduğu iş demektir. Bunda ciddi olması ve görevi aksatmadan yapması törelerimizin gereğidir. Ahlakçılığımız dini, milli, manevi değerlerimize dayanmakla beraber tabiat kurallarına aykırı olmamak şartını da içinde bulundurmaktadır. Tabiat kurallarıyla bağdaşacak şekilde ahlak kurallarının tanzimi ve yürütülmesi, onun işlerliği için gerekli bulunmaktadır. Ahlak herşeyin esasıdır. Ahlakı olmayan bir toplumun hiçbir işi başarılı olamaz ve o toplumda hiçbir şey iyi bir durumda bulunamaz. Fakat ahlakçılığın dayandığı bir takım temeller vardır. Bizim ahlakçılığımızın dayanacağı temeller şunlardır: Türk ahlakı, Türk geleneklerine, Türk ruhuna, Türk Milletinin inançlarına uygun olacaktır. Türk ahlakı, hiçbir zaman insan ruhuna aykırı olmayacak, inançlarımızla da bağdaşan bir takım temellere dayanmış bir ahlak olacaktır. Ahlakçılıkta gözeteceğimiz, araştıracağımız şeylerden biri de, Türk ahlakının, Türk Milletinin yükselmesi, yaşaması ve korunmasını sağlamaya yarayacak esasları içinde toplanması olacaktır. Yani Türk Milletinin yaşamasına zararlı olacak kaideler, Türk ahlakçılığının içinde yer alamaz. Demek ki, ahlakçılık ilkesine esas olarak kabul ettiğimiz şeyler, Türk Milletinin ruhuna uygun olmak, Türk Milletinin geleneklerine, adetlerine ve inançlarına uygun olmak, tabiat kanunlarına uygun olmak ve Türk Milletine yararlı olmak esaslarına dayanacaktır.” 82 (82 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:76-77-78-79) *** Dokuz Işık’ta yer “Ahlakçılık” ilkesi, İslam ahlakına dayanmaktadır. İslam ahlakıyla yoğrulmuş Milli kültürümüz ve Türk töresi de bu ilkede esas alınmaktadır. Türk töresi daha çok, İslamiyet’e de ters düşmeyen disiplin, vazife aşkı, millet ve devlet menfaatinin ferdi menfaatlerin üstünde tutulması gibi ilkeleri kapsamaktadır. Dokuz Işık’ta İslamiyet, bu doktrine özü itibariyle yön veren bir özelliktedir. Yoksa “Siyasi İslamcılık”, Dokuz Işık’ta yoktur. Bugün siyaset İslamiyet ilişkilerinde düşülen en büyük hata İslamiyeti siyasi hayata bir din adamı öğretisiyle indirgemektir. Mesela: Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Arab’ın Acem’e üstünlüğü yoktur. Beyaz tenlinin siyah tenliye üstünlüğü yoktur. Takvada bir üstünlük bahis konusudur. Peki ırkçı olmayan milliyetçiliği bile, “Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü yoktur. Üstünlük Takva’dadır” özündeki Hadis-i Şerif-i ile tenkit etmek ne kadar doğrudur? Şöyle bir düşünelim. Yüce peygamberimiz üstünlük meselesini Takva’ya bağlarken acaba neden Arap ve Acem örneğini vermiştir? Acaba İslamiyet Arabistan’da doğduğu için ve Hz. Peygamberimizin de Arap olması sebebiyle mi Arap örneğini vermiştir? Yine Farslıların da İslamiyet’te öne çıkma durumları olduğu için mi Farslıları örnek vermiştir? Malum İran bugün bile İslamiyet’i bir ideoloji haline getirip müslüman ülkeler ve milletler üzerinde hâkimiyet kurma çabası içindedir. Yine bir kısım Arap’lar bugün halifeliğin tekrar geri getirilmesinde Arabistan’ı merkez yapmak gerektiğini söylemektedirler. Hatta Arapların bir de namaz milliyetçiliği vardır


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.