C- 9 IŞIK DOKTRİNİNİN İLKELERİ
1- MİLLİYETÇİLİK:
“Dünya üzerinde insan toplulukları milletler halinde
yaşamaktadırlar. Her millet kendi özelliklerini korumaya,
geliştirmeye gayret etmekte ve kendi topluluğunu diğer
milletlerden daha ileri, daha yüksek, daha refahlı yapmaya
çalışmaktadır. Milletler arasındaki bu rekabet ve karşılıklı
yarışma, milleti meydana getiren insanların müşterek duygular
halinde birleşmeleri ve müşterek bir milli şuur etrafında
toplanarak kendi toplum varlıklarını belirli hedeflere
yöneltmek şuuruna sahip olmalarıyla mümkündür. Milletlerin
faaliyetlerinde, yükselmelerinde ve kendi toplumlarını
refaha kavuşturmak, geliştirmek çabalarında Milliyetçilik
şuuru ve milliyetçilik duygusu başlıca tesir yapan faktör
olmaktadır. Milliyetçilik duygusundan yoksun olan bir toplumun
millet manzarası göstermesi mümkün değildir. Milliyetçilik
duygusuna sahip olmayan, milli şuura sahip olmayan
bir topluluğun bir arada yaşaması mümkün değildir.
Böyle bir duygudan ve şuurdan mahrum toplulukların dış
olayların en ufak bir tesirine karşı kendilerini koruyamadıklarını,
hatta dış tesirler olmasa dahi kendi kendilerine dağıldıklarını
ve belirli vasıfları olan, belirle hedefleri olan bir
topluluk hüviyetinden çıktıklarını görmekteyiz.
Türk Milletinin yükselmesi ve tehlikelerden korunması,
Türk Milletini meydana getiren kişilerin teker teker
milli şuur sahibi olmasına ve kalplerinin millet sevgisi, vatan
sevgisi ile çarpmasına bağlıdır. Bunun için milli doktrin
Dokuz Işık’ın birinci ilkesi olarak Milliyetçiliği koymuş bulunmaktayız.
Şüphesiz burada bahis konusu edilen milliyetçilik
Türk Milliyetçiliğidir. Türk Milliyetçiliği ne demektir?
Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine karşı beslenen derin sevgi,
bağlılık duygusunun, müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere
yönelme şuurunun ifadesidir. Türk Milliyetçiliği
insani duygularla beslenen bir anlayıştır. Türk Milliyetçiliği
kin ve garazı esas almayan, sevgiyi esas alan bir düşünce
tarzıdır. Milliyetçilik; milletini sevmek, vatanını sevmek ve
milletinin tehlikelere karşı korunması için her fedakârlığı
göze almak duygusu ve düşüncesidir. Türk Milliyetçiliği
bütün Türkleri kardeş sayan bir düşüncedir. Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içinde yaşayan ve kendisini Türk Milletinin
bir mensubu kabul eden herkesi kardeş sayan bir düşünce
ve görüştür.
Türk Milliyetçiliği Türk Milletinin gözüyle olayları
görmek ve değerlendirmek zihniyetini ifade etmektedir.
İster Türkiye içinde olsun, ister Türkiye dışında olsun, cereyan
eden her olayın Türk Milletine zarar getirmemesini
istemek, düşünmek ve bunun için çalışmak duygusu ve
şuuru, Türk Milliyetçiliğinin bir başka ifadesi denilebilir.
Bunun yanısıra Türk Milletinin gerek Türkiye’de meydana
gelen, gerek Türkiye dışında meydana gelen olaylardan
azami ölçüde yararlanmasını istemek, meydana gelen her
olayın Türkiye’ye azami ölçüde yarar sağlamasını düşünmek
ve bunun için çaba harcamak da Türk Milliyetçiliğinin
bir gereği olarak görülmelidir. Millet tarifini ele almakta
Türk Milliyetçiliğini belirlemek için yarar vardır.
Türk Milleti dediğimiz gerçek nedir? Bugün Türk Milleti
dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkün. Müşterek
bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip
bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş,
aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin
sahibi ve bayrağı altında yaşayan, sınırları içinde yaşayan
insan topluluğu Türk Milletini teşkil etmektedir. Yani Türki
ye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve Türklüğü benimseyen,
aynı tarihe mensup, aynı şuurunu taşıyan ve aynı
kültürle yoğrulmuş, aynı dine mensup insan topluluğu bugünkü
milletimizi meydana getirmektedir. Türk Milleti tarifi
bu çizilen çizgilerin dışına ayrıca taşmaktadır. Türk Milleti
büyük bir millet olduğu için bugün dünya üzerinde geniş
sahalara yayılmış ve dağılmıştır. Bugün dünya üzerinde
yaşayan aynı dine mensup, aynı tarihe mensup ve aynı dili
konuşan Türk topluluklarının sayısı yüz yirmi milyon civarında
tahmin edilmektedir. (Bu rakam 1978 yılı itibariyle
tahmin edilen rakamdır) Bunların ancak üçte biri Türkiye
sınırları içinde bulunmaktadır. Bugünkü Türkiye sınırları
dışında kalan Türkleri Türk Milletinden saymayacakmıyız?
Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türkler
de Türk Milletindendir. Onlar da Türk Milleti deyiminin
içindedirler. Ancak Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında
kalan Türkler başka topraklarda, başka milletlerin idaresi
altında bulunmaktadırlar. Bugün dünya üzerinde biricik
bağımsız Türk Devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti bütün Türklük meselelerinin
sahibi ve temel varlığıdır. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyetinin
birinci planda ele alınması ve korunması, yüceltilmesi
başlıca konuyu teşkil etmektedir. Türk Milletinden
olmak, Türk Milletini sevmek ve Türk Devletine sadakatla
hizmet aşkı taşımak, vatana bağlılık duygusu içinde bulunmak
ve Türk Milletinin yükselmesi için elinden gelen her
fedakârlığı yapmak ve çalışmak duygusu ve şuurudur. Bu
duygu ve şuuru taşıyan herkes Türktür. Kalbinde yabancı
başka bir milletin özlemini özentisini taşımayan, kendisini
Türk hisseden, Türklüğü benimseyen ve Türk Milletine,
Türk Devletine hizmet aşkı taşıyan herkes Türk’tür. İşte
Türk Milliyetçiliğinin temel görüşü budur. Bu görüş ışığında
olayları değerlendirmek zorunluluğu vardır. Türk Milliyetçi
leri sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan
Türklerle mi ilgilenecektir? Türkiye Cumhuriyeti sınırları
dışında kalan Türklerle münasebetlerimiz ve bunlara karşı
tutumumuz ne olmalıdır? Bu sorulara verilecek cevap şudur:
Türk Milliyetçiliği, dünya üzerinde nerede Türk varsa
onlarla ilgilidir. Onlara karşı derin bir sevgi ve ilgiyle doludur.
Dünyanın neresinde Türk varsa bu Türklerin iyi durumda
olmaları, bu Türklerin yükselmeleri, korunmaları,
kendilerine mümkün olan her çeşit yardım ve desteğin
sağlanması Türk Milliyetçiliğinin şaşmaz düsturudur. Ancak
Türk Milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında bulunan
Türklerle ilgisinde ve münasebetlerinde, bu ilgi ve
münasebetlerin Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermeyecek
şekilde yürütülmesi prensibini esas alır. Türkiye Cumhuriyeti’ni
tehlikeye sokacak, Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar
verecek durumlarda herşeyden önce biricik bağımsız Türk
Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni tehlikelerden korumak
ve her çeşit zarara karşı onun gözetilmesi Türk Milliyetçiliğinin
esas görüşünü teşkil etmektedir.
Bugün yirminci yüzyılın son çeyreğinde dünya üzerinde
insanlık büyük merhaleler kat etmiş bulunmaktadır.
İnsan Hakları Beyannamesi hemen bütün devletlerce kabul
edilmiş ve imzalanmış. Bu iki önemli vesikanın kabul ettiği
bir insanlık ilkesi vardır. Bu insanlık ilkesi her milletin kendi
kendisini idare etme hakkına sahip olduğu görüşüdür. Self
Determinasyon denilen, her toplumun, her milletin kendi
mukadderatına kendisinin hâkim olması görüşü İnsan Hakları
Beyannamesinde ve Birleşmiş Milletler Anayasası’nda
yer almış olan mukaddes bir hak teşkil etmektedir. Bu hakka
dayanarak bugün Afrika’da ve Asya’da birçok insan toplulukları
yeni devletler, yeni milletler halinde sahneye çıkmakta,
bağımsızlıklarını ilan etmektedirler. Bugüne kadar
tarihte hiçbir zaman devlet olmamış, devlet kurmamış olan
birçok Asya’lı ve Afrika’lı insan toplulukları yeni milletler,
yeni devletler halinde sömürgeci devletlerden bağımsızlıklarını
almışlar ve Birleşmiş Milletlere üye olmuş bulunmaktadırlar.
Tarihte belirli bir medeniyetleri dahi kaydedilmemiş
olan birçok insan toplulukları Self Determinasyon prensibine
dayanarak bağımsızlıklarını alıp yeni devletler halinde
hürriyetlerine kavuşurlarken Türkiye sınırları dışında yaşayan
Türklerin bu haklarının teslim edilmemesi insanlık bakımından
yüz kızartıcı bir durumdur. Her milletin kendi
mukadderatına hâkim olmak mukaddes hakkı olduğu gibi,
başka milletlerin boyunduruğu altında sömürgesi olarak
yaşayan Türk topluluklarının da, İnsan Hakları Beyannamesi’nin
öngürdüğü ‘Self Dederminasyon’ haklarını kullanmak
kutsal haklarıdır.
Türklerin de bu haklarını ortaya koymak herşeyden
evvel yüksek insanlık vazifesinin bir gereğidir. Bu bakımdan
biz Türk Milliyetçiliğinin bir diğer görevi olarak başka milletlerin
sömürgesi durumda yaşatılan Türk Topluluklarına
Birleşmiş Milletler Anayasası’nda yer almış olan, İnsan Hakları
Beyannamesinde yer almış olan, Self Dederminasyon
hakkının tanınmasını bir insanlık vazifesi olarak ileri sürmekteyiz.
Ve bunu söylemeyi bir vazife saymaktayız. Bunu
söylememiz başka milletlere düşmanlık ifadesi değildir.
Kendi milletimizin insanca yaşama haklarını istemektir.
İnsanca yaşama hakkı istemek bir insanlık vazifesidir. Şimdiye
kadar birçok Türk aydınları bunu ifadeden dahi çekinmişlerdir.
Burada ilan ediyorum! Kendini bilen her Türk
bu gerçeği her yerde ifade etmelidir. Herkese bunu anlatmalıdır.
Bahse konu olan bu Türk topluluklarını kendi sömürgeci
tutumlarıyla esir olarak tutan milletlere de bunu
açıkça söylemeli ve insanlık duygusuna insanlık haysiyetine
aykırı olan bu davranıştan onların vaz geçmesinin, her şeyden
önce kendilerini yükselteceğini onlara anlatmalıdır.
Yurdumuzda iç politika mücadeleleri, politik menfaatleri
dolayısıyla Türk Milletinin yüksek davaları çiğnenmiştir;
zarara sokulmuştur. Türkiye’de Turancılık görüşleri hakkında
yalan yanlış iddialar ortaya atılmış ve Turancılık düşüncesi,
Turancılık fikri kötü, zararlı bir düşünce olarak Türk
Milletine tanıtılma yoluna gidilmiştir. Yunanlılar için Enosis
neyse, Ruslar için Panislavizm neyse, Almanlar için Alman
Birliği neyse, Araplar için Arap Birliği neyse, İranlılar için
Panaryanizm neyse, Türkler için de Turancılık odur. Ruslar
için suç ve kusur olmayan, Yunanlılar için suç ve kusur kabul
edilmeyen, Araplar için suç ve kusur kabul edilmeyen,
daha birçok milletler için suç ve kusur kabul edilmeyen
kendi milletinden olan insanların kölelikten kurtulması ve
yakın kültür birliği içinde bir varlık haline gelmeleri düşüncesi,
Türkler için neden kötü gösteriliyor? Neden bir suçmuş
gibi Türk Kamuoyuna takdim edliyor? Hiç şüphesiz
bunu yapanlar bir kısmı kendi hasis siyasi menfaatleri için
Türk Milletinin bu büyük ülküsünü istismar etmişler, kötülemişlerdir.
Diğerleri de Türk düşmanlarıdır. Yabancı kölelik
rejimlerinin içimize sokulmuş kölelik tellallarıdır ki, bunların
başında komünistler gelmektedir. Bunlar Turancılık düşüncesinin
baş düşmanlarıdır. Her yerde bu fikri gülünç
göstermeye, bu fikrin Türkiye için tehlikeli olduğunu göstermeye
çalışarak Türk Milletinin gücünü meydana getiren
milli düşünceyi tahrip etmek çabasını göstermişlerdir.
Milliyetçilik, Türk Milletine karşı beslenen derin sevginin
ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan
ve kendisini samimi olarak Türk hisseden ve Türklüğe
adayan herkes Türk’tür. Biz; Türk Milletine mensup olduğumuza
göre, bu milletin içinden çıkmış insanlar olduğumuza
göre, elbette ki kendi milletimize karşı derin bir bağla
bağlı olacağız ve bu milletin yükselmesi için, bu milletin
haklarının daima her şeyin üstünde bulundurulması için
çalışmayı görev tanıyacağız. İşte bu sebeplerden dolayı
bizim milliyetçiliğimiz, Türk Milletine karşı duyulan derin,
köklü bir sevgi ve Türk Milletinin içinde bulunduğu müşkül
durumdan bir an önce, en modern, en ilmi metodlarla çıkarılarak
en kısa yoldan modern uygarlığın en ön safhına
geçirilmesini sağlamak duygusundan kuvvet alır. Milliyetçiliğimiz
başkalarına karşı kin, garaz duygularıyla beslenmez.
Demek ki, Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine karşı duyulan
derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumdan kurtarıp, kuvvetli,
her çeşit korkudan, baskıdan uzak, şerefiyle yaşayan,
müreffeh, mutlu ve modern uygarlıkta en ön safha geçmiş
bir hale getirmek isteği ve bu isteğin yarattığı duygudur.
Birinci prensibimiz olan Milliyetçiliğimizin özet olarak tarifi
budur.
Bunun yanında Türkçülük kelimesini de ilave ediyoruz.
Milliyetçiyiz, Türkçüyüz. Neden Türkçüyüz? Çünkü milletimiz
Türk Milletidir. Türkçülük ne demektir? Türkçülük,
Türk Milletinin hayatının her safhasında yapacağı her şeyin
Türk ruhuna, Türk geleneğine uygun olması ve Türk’e yararlı
olması amacının, fikrinin ön planda tutulmasıdır. Türkçe
konuşacağız. Türkçeyi daima her şeyin üstünde tutacağız.
Yapılacak her işte Türklük ruhuna Türk’ün özelliğine
uygun ve Türk Milletine yararlı olması şartını göz önünden
kaçırmayacağız. Türkçülüğün de kısaca tarifi budur.
Birinci prensibimiz olarak aldığımız Milliyetçilik ve
Türkçülük, kısaca yaptığımız bu izah ve tarifle işte bu şekilde
ortaya koymuş oluyor.” 76
(76 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş.1977. Sayfa:61-62-63-64-65-66-67-68-69)
***
Dokuz Işık’ta birinci ilke olarak yer alan Milliyetçilik
ilkesi başlarda da çok geniş bir şekilde izah edildiği gibi ırkçı
çizgiden çok uzak, birleştirici ve bütünleştirici bir özelliktedir.
Ülkemizde yaşayan herkesi milletin bir parçası, eşit
haklara sahip bir parçası olarak kabul eden, bu milletin
adını, her milletin tek bir isimle anılması sebebiyle de Türk
olarak belirleyen ve Türk Milletine en faydalı, en uygun
görüş olarak milliyetçiliği uygun bularak en geçerli siyasi
görüş olarak Türk Milliyetçiliğini ortaya koymuştur. Irk üstünlüğünü
değil ama, Türk Milletinin tarihteki varlığı ile
neler yapabileceğini anlatarak Milliyetçiliği öncelikle bir
bağımsızlık hareketi ve daha sonra da hızlı bir kalkınma,
yükselme, refaha kavuşturmada en etkin fikir olarak kabul
ve ilan etmektedir. Dokuz Işık’taki milliyetçilik, İslam inancıyla
birlikte mütalaa edilerek günümüzdeki bütün suçlamalara
daha o yıllardan verilen en güzel cevap niteliğindedir
de.
Sözde İslamcılar, İslamiyet’e samimi olarak inanmış
olan dindar çevrelerin Milliyetçiliğe karşı olmaları için çalışmaktadır.
Bunu yaparken de, belli konuları saptırarak
hareket etmekte, derinlemesine bir inceleme yapılmasını
önlemeye çalışmaktadırlar. Bunların başlıcaları şunlardır:
Birincisi, Milliyetçiliğin batıdan alınan ırkçı bir anlayış
olduğunu ve Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında yer alan
Türkçülerin bazı görüşlerini İslam dışında göstermek gayretleridir.
Ayrıca Laikliğin, bazı laik çevrelerin anladığı gibi,
dinsizlik olarak gösterilmesidir. Diğerleri ise “Türk Müslümanlığı”
adı altında yeni bir din çıkarılmak istediği, Türkçe
ezan ve Türkçe Kur’an-ı Kerim istendiği, Kemalizmin yeni
bir din olduğu ve Milliyetçilerin de Kemalizm yolunda oldukları,
Milli kültür tabirinin dini dejenere etme vasıtası
yapıldığı gibi tamamen yanlış propagandaların yapılmasıdır.
Hâlbuki Dokuz Işık’ta batı tipi ırkçı bir anlayış bulunmamaktadır.
Üstelik Batılı ülkelerde de Alman milliyetçileri
dışındakiler ırka dayalı bir milliyetçiliği benimsemiş değildirler.
Mesela Fransızlar halita bir millettir ve kültür esaslı
bir milliyetçiliği tercih etmişlerdir. Avrupa’da, Alman ırkından
oluşan birden çok ülke ve millet vardır. Ayrıca bu tezlerindeki
en büyük yanlışlık şudur ki, bir millet olarak devlet
kurup dünyada var olma hali sadece Avrupa’nın değil,
bugün bütün dünyada var olan bir haldir. En basitiyle Ortadoğu’da
hem müslüman hem de Arap olan birden çok
devlet vardır. Çünkü insan toplulukları kabile hayatından
kabileler hayatına ve son olarak milletler olarak yaşamaya
başlamışlardır. Millet, toplulukların en son aşamasındaki
yaşama şeklidir. Şimdilerde de hepimizin bildiği gibi milletlerin
çeşitli “Birlik”ler halinde yaşama gayretleri vardır.
Batıda milliyetçilik hareketlerinin bir başlangıç olması ve
laik düzene geçilmesi, bizim de bunları aynen alıp tatbik
etmemizi gerektirmez.
Gerektirmedi de. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında
mevcut olan ve bir dönemi kapsayan Milliyetçilik ve Laiklik
anlayışlarında bazı yanlış ve abartılı görüş ve tatbikatların
bir bölümü yine cumhuriyet döneminin bu ilk yıllarında
ortadan kaldırılmış, kalan kısımlar da zaman içinde büyük
ölçüde kalkmıştır.
Bu bilindiği halde Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında
yaşamış bazı fikir adamlarının bazı dönemlerinde yazdıkları
ve anlattıkları; sanki bu görüşler bugün de Ülkücüler
tarafından savunuluyormuşcasına kamuoyuna ve dindar
insanlarımıza sunulmaktadır. Bunlar maksatlı gayretlerdir.
Evet, bazı yazarlar ve fikir adamları bazı konularda
yanlış yargılarda bulunmuşlardır. Ama bunlar, bugün bizim
yanlış gördüğümüz bazı hususları, hangi bunalım döneminde
ortaya koymuşlardır? Önce buna bakmak gerekmektedir.
Düşünelim, 3 kıtaya hükmetmiş bir Osmanlı İmparatorluğu,
son dönemlerinde sürekli toprak kaybediyor. Osmanlı
Padişahları aynı zamanda Halife oldukları halde başta
müslüman Araplar ve diğerleri Osmanlı’dan ayrılıyor.
Ayrılmakla kalmıyor, Hıristiyanlarla işbirliği yaparak Osmanlı’yı
arkadan vuruyor. Bir ihtişam yaşayan imparatorluk
sadece ayakta durmak için çabalıyor. Bu arada da Batı’da
hem teknik gelişiyor ve hem de yeni fikir akımları çıkıyor.
Osmanlı’nın dini müesseseleri başta olmak üzere hemen
hemen bütün müesseseleri dejenerasyona uğramış ve etkisini
giderek kaybetmeye başlamıştır. Böyle bir ortamda,
her aydın bir çıkar yol aramaya başlıyor. İslamcılık, Osmanlıcılık,
Milliyetçilik akımları üzerinde tartışmalar yapılıyor.
Ama burada herkesin dikkatlerden kaçırmak istediği bir
durum vardır. Her fikir akımını savunanların çoğu, samimi
olarak kendi fikrinin ülke için daha iyi olacağını anlatmaya
çalışıyor. Evet, hatta bazıları İslamiyet’in yeniden ele alınmasını
istiyor. Türk Milletinin kalkınması ve yükselmesi için
böyle yanlış bir fikri tartışmak istiyor. Ama bunlar, kısa bir
dönemi kapsamış ve bir müddet sonra silinmiş gitmiştir.
Yine Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkçe Ezan ve Türkçe
Kur’an-ı Kerim okunması istenmiş ve Türkçe Ezan
okunmasına 1950 DP iktidarında son verilmiştir. (Bu DP
iktidarı da bakınız 9 Işık adlı eserin 153’ncü sayfasının 2’nci
paragrafında nasıl anlatılmıştır? “Tanrıya şükürler olsun ki,
14 Mayıs 1950’de Türk Milletinin vermiş olduğu şanlı bir
kararla, meş’um tek parti zihniyeti yıkılmış ve Türkçülüğün
önü yeniden aydınlanmıştır”). Ancak bu çevreler bu konuları
sanki İslamiyet’ten çıkılmış gibi göstermeye çalışmaktadırlar.
Yanlış ya da eksik yorum ve uygulamalar ayrı bir
şey, dinden çıkartma ayrı bir şeydir. Bugün çoğu sözde İslamcı,
örnek aldıkları ve anlata anlata bitiremedikleri İran
İslam Cumhuriyeti’nde yaşayan Farslıların, yanlış ve eksik
anlayışlarıyla Farsça ezan okudukları ve Farsça Kur’an-ı
Kerim yazıp bastırdıklarını acaba bilmiyorlar mı? Yani
Cumhuriyet dönemindeki bu teklifler, dini kabul etme çizgisindeki
uygun düşmeyen tekliflerdir. Yoksa Diyanet İşleri
Başkanlığı bizzat Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından
kurdurulur muydu? Yine bugün bazı mezhepler, diğer
mezheplerce İslam dışı görülmüyor mu? Ama İslam dışı
kabul edilen mezhep mensupları kendilerine göre
İslamiyeti yaşıyorlar ve uygun olarak bu mezhebi seçiyorlar.
Yine soralım niye birden çok mezhep var?
Şimdi aşağıya Dokuz Işık’ta Batıcılık ile ilgili görüşlerin
bazılarını aynen alıyorum. Bakınız Dokuz Işık ne diyor?
“… İdarecilerimiz, siyasetçilerimiz ve münevverlerimiz
kalkınmanın yegâne çaresini batılılaşmakta görmüşlerdir.
İki yüz yıllık bir tecrübenin sonunda elimizde kalan nedir?
Neler kazandık, buna karşılık neler kaybettik? Maddi
ve manevi kayıplarımızın anlatılması çok uzun sürer. Kısa
özeti şöyledir: Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz başka
milletlerin hizmetine girmiştir. Daha kötüsü milli benliğimizden
uzaklaşmaya, manevi üstünlüklerimizi yitirmeye
başlamışızdır. Peki, ne kazandık? Çeşitli sebeplerle sorulmasına
cesaret edilemeyen veya uyutucu cevaplarla geçiştirilen
bu can alıcı soruyu biz cesaretle soruyor ve cevabını
da çekinmeden veriyoruz: İki yüz yıllık bir zamanı hemen
hemen boşuna harcadık ve yapabileceğimizin yüzde birini
bile yapamadık. Bu konuda tek, fakat kesin bir misalin akıl
ve insaf sahiplerini tatmin etmek için yeterli olduğunu sanıyoruz.
…
Kalkınmak ve ilerlemek fikirlerinin doğduğu tarihten
bugüne kadar bir batılılaşma hastalığına yakalandığımız ve
tıpkı otomobil ithal eder gibi batıdan siyasi ve iktisadi sistemler
ithal ettiğimiz muhakkaktır. Bu gibi davranışların
koyuna kurt dişi takmaktan veya bir hastayı süslü püslü
elbiselerle donatmaktan hiç farkı yoktur. Bir hastalığa başka
bir hastalığın ilacını uygulamak kadar tehlikeli bir şey
olabilir mi? Sözgelimi İngiltere siyasi ve iktisadi sistemi İngiltere’ye
uygun düşüyor ve orada parlak sonuçlar doğuruyorsa,
bu aynı sistemin Türkiye’de de olumlu ve verimli
sonuçlar doğuracağına delil olmaz. Aksine orada çok iyi
sonuç veren sistem, burada çok kötü bir sonuç verir. Çünkü
İngiltere’nin sosyal şartları Türkiye’ninkinden çok farklıdır.
Ve gene İngiliz kültürü, Türk kültürüne hiç benzemez. Bunları
söylememiz sebepsiz değildir. Kültürün bir millet için
taşıdığı önem göz önüne alınmadan taklit hastalığına kapılarak
dışardan rejim ve sistem ithal edilirse sonuç yıkım
olur… Batıdan ithal edilen müesseseler bana kağnı arabasına
uçak motoru takmak gibi çok mantıksız görünüyor. Ve
bu hal bizi hazırlopçuluğa alıştırıyor ve tembelleştiriyor.
Gene bu sebepten kendi öz yaratıcılık gücümüzü yitiriyor
ve aşağılık duygusuna kapılıyoruz. Şekli yönden batılılara
benzemekle medeni olmadığımız şüphe götürmez bir gerçektir.”
77
Batı’yı taklit eden aydınları, siyasetçileri bu şekilde
yeren Alparslan Türkeş, batıdan alınan bir milliyetçiliği savunur
mu?
(77 9 Işık. Alaparslan Türkeş.1978. Sayfa:384-385-386-387)
Durum böyle olduğu halde, Dokuz Işıkçıları ve Ülkücüleri,
Ziya Gökalp ve Atsızın uzantısı olarak vasıflandırarak
bunu kamuoyuna kitaplar halinde sunabiliyorlar. Hatta
bunlar, Dokuz Işıkçıların “Türk Müslümanlığı” diye bir
müslümanlığı, ayrı bir dini oluşturmak ve kabul ettirmek
için uğraştıkları yalanını söyleyebiliyorlar.
Böyle bir ifade, ne Dokuz Işık’ta vardır ne de Dokuz
Işık Doktrinin sahibi Alparslan Türkeş tarafından söylenmiştir.
9 Işık kitabında ve Ülkücülerin dilinde var olan Türkİslam
Ülküsü’nü, Türk Müslümanlığı olarak göstermek büyük
bir gaflet veya milliyetçilik düşmanlığıdır. Çünkü bu
slogan Dokuz Işık’ta yer alan milliyetçiliğin, batı tipinde bir
milliyetçilik olmadığının delilidir. İslam inancına dayanan
bir milliyetçiliğin ifadesidir.
Bunun yanısıra bugün bazı ilim adamlarımızın Türklerin
İslam dinini nasıl yaşadıklarını anlatmak için makalelerinde
ve kitaplarında yer verdikleri “Türk Müslümanlığı”
ifadesini, asıl anlatımından saptırarak “Türk Milliyetçileri
ayrı bir din oluşturmaktadırlar” demek; sadece Türk Milliyetçiliğine
olan düşmanlığın bir neticesi olabilir. Bu kara
propagandayı doğuran tezleri, sadece bilgisizliğe dayanmamaktadır.
Bakınız “Türk Müslmanlığı” başlığı altında
yazdığı makalede Prof. Dr. Semih Yalçın ne diyor:
“Türk Müslümanlığı bir din değildir. Türklerin İslam’ı
algılama, yorumlama ve yaşama tarzının bir ifadesidir. O
nedenle Türk Müslümanlığının ayrı bir din olarak görülmesi,
dini bir kavram olarak kullanılması yanlıştır.”78
Ayrıca Dokuz Işık’ta ne Atsız ne de Gökalp referans
olarak gösterilmemiştir. (9 Işık’ta ‘Sayfa 148, Paragraf:2’de
Ziya Gökalp ile ilgili belirlemeler şöyledir: Tanzimat sonrası
(78 Prof. Dr. E. Semih Yalçın. Makale. Türk Müslümanlığı. Düşünce Dünyasında
TÜRKİZ Siyaset ve Kültür Dergisi. Yıl.2011. Sayı:2. Sayfa:168. Paragraf:1)
bir fikir cereyanı halinde, Türk toplumunun aydın kesiminde
ortaya çıkan Türk Milliyetçiliği, kısa zamanda gelişti.
Başta Ziya Gökalp olmak üzere, pek çok fikir adamı Türk
Milliyetçiliği ülküsü üzerinde çalıştı. Bugünün anlayışına
göre bazı eksik yönleri olmakla beraber, Türk toplumunun
hâkim tek fikir haline geldi.) Bu cümlelerden görüleceği
üzere Alparslan Türkeş, o dönem Türk Milliyetçilerinde
bazı eksikliklerin olduğuna işaret ediyor, ama meseleye
genel olarak bakıyor. Ancak Ülkücüler ve Dokuz Işıkçılar,
Türk Milliyetçiliği konusunda fikir ileri süren her fikir adamına
ve yazara saygı gösterir, onlardan alacağını alır, yanlış
bulduğu tarafını bırakır.
Bu sözde İslamcılar, Dokuz Işığın Atsız’la olan meselesini
de çok öğrenmek istiyorlarsa, Hulusi Turgut tarafından
Alparslan Türkeş’in (kendi sesinden ve görüntülü olarak)
anlattıklarından yazılan Şahinlerin Dansı adlı kitabı
okumalarını ve susmalarını tavsiye ederim.
Dindar çevreleri sürekli milliyetçilere karşı kışkırtmak
isteyenlerin bir yalanı da Kemalizm’in bir din olarak kabul
edildiğini ve Kemalizmi Türk Milliyetçilerinin savundukları
görüşüdür. 9 Işık’ta Kemalizm diye bir şey yoktur. İkincisi
Ülkücülere göre “Kemalizm”, ta Osmanlı’nın son dönemlerinden
itibaren İslam ülkeleriyle ve dindar geçinen grup ve
cemaatlerle ve son 60 yıldır da terörü esas alan İslami örgütleri
kuran, kurdurtan ve eğiten özetle İslam toplumlarıyla
dünyadaki bütün devletlerden çok önde temas kurup
onları yönlendirmeye çalışan İngilizlerin Türkiye’ye belli
insanları kullanarak empoze ettikleri bir kavram ve görüştür.
Ülkücüler ve Dokuz Işıkçılar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e
karşı saygılıdır ve minnet doludurlar, onu büyük bir
Türk Milliyetçisi olarak kabul ederler, fakat bırakınız
Kemalizmi Atatürk Milliyetçiliği tabirini bile kabul etmezler.
Dokuz Işıkçılara göre Atatürk Türk Milletine hizmet etmiş
bir Türk Milliyetçisidir.
Bu çevrelerin en çok gündeme getirdikleri bir konu
da “Ne Mutlu Türküm Diyene” vecizesi ile Gençliğe Hitabe’de
ki “Muhtaç olduğun kudret Damarlarındaki asil
kande mevcuttur” sözüdür. Tabi milliyetçilikle ilgisi olmayanların
ve milliyetçiliğe hasım bulunanların bu sözleri yanlış
anlamaları, anlatmaları ve değerlendirememeleri çok
doğaldır. Bir de etnik ırkçılıkla kafalarını doldurmuş olanların
bu veciz sözleri ırkçılık olarak algılamaları kendi anlayışları
gereğidir. Bakınız Dr. Münir Dermen Hoca bu konularda
ne diyor:( Dr. Münir Derman’ın kim olduğunu öğrenmek
isteyenler İslami literatüre bakabilirler)
“Türk olmak kolay değildir. Öyle olana ne mutlu demektir.
Bu laf kendimizi övmek değildir. Öyle olabilen Türk’e
ne mutlu demektir.
Bu kelimede büyük bir ‘haslet’ gizlidir. Bu haslette
dedelerimizin asaleti, fazileti,, doğruluğu, ahlakı, kahramanlığı,
efendiliği gizlidir. Bu hasletler kayboluyor. Onunla
olan Türk’e ne mutlu, Onu kıskanıyorum demektir.
Bundan dolayı Atatürk Türklerin bulunduğu ülkeye
‘TÜRKİYE’ ismini vermiştir. Bir tehlikeye düşersen: ‘Muhtaç
olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur’
demesi: Dedelerden gelen bu görünmez asaletinde gizlidir…
‘Burada kan gurubu düşünme..’ O asaleti kuşaktan
kuşağa devam ettirenlerden ol. O zaman sana ne mutlu.
Yani düşün… Milliyetçilik: İçinde asalet, gelenek, ahlak,
fazileti kaybetmeden birlikte çağdaşlaşma ideolojisi. İşte
Atatürk’ün haykırdığı bu.”
Bu ülkede yaşayanların dedeleri kaç asırdır bu topraklarda
beraberler? Bin yıla yakın bir süre bu topraklardalar ve ayrıca binlerce yılda Orta Asya’dan beri birlikteler.
Amerika Birleşik Devletleri yaklaşık 240 yıllık bir devlettir,
millettir. Biz bunlardan dört kat daha fazla süredir bu vatanda
yaşayoruz. Bizim dedelerimiz bir değil de kimlerin ki
bir? O zaman biz Münür Dermen Hoca’ın belirttiği gibi dedelerimizin
hasletlerinden övünürken ya da bu hasletlere
ulaşmak isterken kullandığımız veciz sözlerden dolayı neden
ırkçı olalım? Ya da siz kendinizi neden bu sözlerin dışında
görüyorsunuz?
Kaldı ki bazı sözler o günkü şartlara göre, söylendiği
konulara göre değerlendirilmelidir. Müslümanız, yeri geldiğinde
müslümanlığımızla övünürüz. Türküz yeri geldiğinde
bunula övünürüz. Van’lıyız, Trabzon’luyuz yeri geldiğinde
bunula övünürüz. Genciz yeri geldiğinde gençliğimizle, yaşlıyız
yeri geldiğinde tecrübelerimizle övünürüz. Ya da övünülecek
nice şeylere ulaşmak için ondan övünçle
bahsediriz.
Özetle Dokuz Işık, ne batı tipi ne doğu tipi ne de kıtalar
ötesi bir milliyetçiliği esas almaktadır. Yüzde yüz yerli ve
milli olan Dokuz Işık, İslam inancını esas alan bir milliyetçiliği
kabul etmekte ve savunmaktadır.
Peki, sözde İslamcılık yapan bu kesim, İslam inancına
dayanarak milliyetçilik yapan Ülkücülere, Dokuz Işıkçılara,
Milliyetçi Hareketçilere neden böyle saldırmaktadırlar?
Bunun cevabını aşağıdaki makalede de bulmak
mümkündür.
“Meryem Cemile (Margaret Marcus) en şiddetlisi ile
Arap milliyetçiliğine karşı "siyasal İslamcı"dır. Türkiye’deki
benzerleri de en iflah olmaz tarzda Türk milliyetçiliğine,
Türk kimliğine karşı "siyasal İslamcı"dır. İkinci ortak yönleri
Meryem Cemile`nin hemen hemen bütün kitaplarının "milli
görüş" çizgisindeki kesimler tarafından Türkçe’ye çevrildiğini, Milli Gazete tarafından kupon karşılığı verildiğini ve
bu camianın ileri gelenleri tarafından okunduğunu söyleyebiliriz.
Meryem Cemile`nin bazı kitapları TBMM kütüphanesinde
bile bulunuyor.”
"İslamcılık" ve "siyasal İslam" Kur`an`daki Müslümanlık
olmayıp, ünlü Fransız düşünür ve filozof, Müslüman
Roger Garaudy`nin ifadesi ile "Amerikan-Batı İslam’ı"dır.
İdeolojidir.
Meryem Cemile (Margaret Marcus) ile Türkiye’deki
siyasi İslamcıların önderlerinin iki ortak yönü vardır. Birincisi,
Meryem Cemile en şiddetlisi ile Arap milliyetçiliğine
karşı "siyasal İslamcı"dır. Türkiye’dekiler de en iflah olmaz
tarzda Türk milliyetçiliğine, Türk kimliğine karşı "siyasal
İslamcıdır”.
1934 yılında New York`ta doğan Meryem Cemile,
Alman Yahudi bir ailenin kızı olup, felsefe eğitimi gördü.
Önce Hıristiyanlığa döndü ve 1959 yılından itibaren de
"Margaret Marcus adıyla İslam`ı öven makaleler yazmaya
başladı. Nihayet 1961 yılının Ramazan ayında Müslüman
olduğunu açıklayarak Meryem Cemile adını aldı.
Meryem Cemile Arap dünyasında, "siyasal İslam"ın
gelişmesinde büyük rol oynadı. 1961-1967 sürecinde ve
daha sonraları milliyetçi-dindar Araplar ile "siyasal İslamcı"
Araplar arasında derin toplumsal yarılmaların oluşmasına
yazdığı kitaplar ve makaleler ile büyük katkıda bulundu.
Çünkü Meryem Cemile`nin "milliyetçi dindarlık kötüdür,
siyasi ümmetçilik iyidir" merkezli kitap ve makaleleri, görünmez
eller tarafından milyonlarca basılıp Arap ülkelerinde
dağıtılıyordu. Sonra, 1970`lerden itibaren bu hastalık
Türkiye`ye de sirayet ettirildi.
İSRAİL’E GÖRE İSLAM’IN EN BÜYÜK DÜŞMANI
MİLLİYETÇİLİKTİR
İsrail, 1948`de Arap dünyasının tam kalbinde bir avuç
toprak parçası üzerinde kurulmuştu. Milliyetçi-dindar
Araplar ile sosyalist dindar Araplar İsrail`i bir kaşık suda
boğma konusunda hemfikirdiler. Hele hele İsrail`e karşı
Baas hareketinin başını çektiği ultra Arap milliyetçiliği yükselişteydi
ve İsrail`i ürkütmekteydi. İsrail`e göre İslam`ın en
büyük düşmanı milliyetçilikti! İlginçtir 1961`de "irşad olan"
Meryem Cemile`ye göre de İslam`ın en büyük düşmanı
milliyetçilikti…!
5 Haziran 1967`de bir Pazar sabahı, İsrail Hava Kuvvetleri
dünyanın en modern savaş uçakları olan Sovyet
yapımı miglerden oluşan Mısır ve Suriye Hava Kuvvetleri`ni
havalanmaya bile fırsat bulamadan iki saat içinde yok etti.
Altı Gün Savaşları denen Arap-İsrail Savaşı`nın sonunda
İsrail topraklarını üç kat genişletmişti. Araplar şaşkındı.
Milliyetçi dindarlar ile "İslamcı" Araplar birbirine girdiler.
Kısa bir süre sonra ABD özellikle İslamcı Araplara "Green
Card-yeşil kart-" uygulaması başlatarak binlerce Arap`ın
ABD vatandaşı olmasını sağladı. 11 Eylül 2001`deki şaibeli
saldırılardan sonra bu Arap ailelerin bir kısmının çocukları
saldırılardan sorumlu tutulan "radikal İslamcı terörist" olarak
dünya âleme ilan edildi. Meryem Cemile`nin şeyhi
Mevdudi, Pakistan`daki Cemaati İslami`nin kurucusuydu.
Mevdudi, Pakistan devletinin milliyetçi-dindar merkezli
politikasını "milliyetçi-laik" bulduğu için "siyasal İslamcı"
radikal bir muhalefet kurgulamıştı. Suudi Arabistan Kralı
İbn Suud ile iyi arkadaştılar.
ARVASİ’NİN TARİFİYLE TÜRK MİLLETİ
Mevdudi`ye göre modern dünya toplumlarının hepsi
şeytanî, lanetli, ahlaksız ve günahkârdı. Ancak Şeyh
Mevdudi hastalanınca veya dişi ağrısa tedavi için Londra`ya
uçuyordu! Londra`nın lüks otellerindeki mini etekli, dekolte
kıyafetli kızların servis yaptığı kokteyllere katılmakta
mahsur görmüyordu. Pakistan ve İslam dünyasındaki milliyetçi
hareketlere karşı radikal İslami ve siyasi ümmetçi bir
tavır koyan Mevdudi`nin teşkilatı cemaati İslami günümüzde
Almanya`daki İslam Konseyi, İngiltere`deki İslam Partisi`
yle bağlantılıdır. İşte bugün pek çok kaynakta MOSSAD
ajanı olduğu belirtilen Meryem Cemile böyle bir
Mevdudi`nin müridiydi.
Bakınız, gerçek bir seyid ve İslam âlimi olan rahmetli
S. Ahmed Arvasi "İslamiyet`i doğru öğrenmenin yolu" başlıklı
Erişim 17.01.2010 makalesinde şunları yazıyor:
"Türk milleti yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en
az bin yıldan beri İslam ile müşerref olmuştur. İslamiyet`i
en doğru tarzda anlayan, yaşayan ve söz sahibi olan bir
millettir. Bağrından İmamı Azamları, İmamı Maturidileri,
İmamı Gazzalileri, İmam Birgivileri, İbni Kemalleri, Molla
Fenarileri, Ebu Suud Efendiler gibi daha nice din âlimlerini
Mevlana Cemaleddin Rûmî, Yunus Emre gibi nice tasavvuf
büyüklerini yetiştiren Türk milleti büyük ve tarihi bir kitaplığa
ve "bidatsız" bir din kültürüne sahiptir. İslam dünyasının
bütün kaynakları ve sağlam belgeleri ile elimizdedir.
Genç nesilleri bu kaynaklardan mahrum ederek onları ne
idüğü belirsiz kimselerin kitap ve yazılarına muhtaç bırakmak
asla doğru değildir.
"Bugün, kimlerin kontrolünde olduklarını bilmediğimiz
pek çok "din akımı" ve onları temsil eden yazarların
kitapları harıl harıl tercüme edilip genç nesillerin ve halkımızın
eline verilmektedir. Kimdir bu yazarlar? Ne yazarlar?
Hangi emellere hizmet ederler? Mesela Serge Hutin adlı bir
masonun yazdığı ve Fransa`da yayınlanan Fransızca "les
Francs-Maçons" adlı kitabın 27.sayfasında yazıldığına göre,
Cemaleddini Efgani ve Muhammed Abduh din maskesi
altında çalışan birer korkunç mason üstadıdırlar. "Telfiki
Mezahip" adlı kitabın yazarı Reşit Rıza ise bunların talebesidir."
MERYAM CEMİLE VE BENZERLERİ
"Arap dünyasında birçok siyasi hareketi ve yazarı etkisi
altında tutan "İhvanül Müslimin" (Müslüman Kardeşler-
RKK) hareketi, aynı kitaba göre masonların kontrolü
altındadır. Seyit Kutupların ve benzerlerinin kitaplarını
genç nesillerin eline veren kimselerin bu yazarın "İhvanül
Müslimin" hareketinin öncülerinden olduklarını bilmiyorlar
mı? Meryem Cemile adlı Yahudi dönmesi kadını himayesi
altına alan Mevdudi acep ne yapmak ister? Bütün bu karanlık
adamları okutmak için çırpınan çevreler, ne hikmetse
İmamı Azam, İmamı Malik, İmamı Şafi, İmamı Hambeli
gibi sünnet yolu büyüklerini küçümsemek ve unutturmak
isteyen kimselerdir."
Evet, Türkiye’deki “siyasi İslamcılar”, rahmetli Seyid
Ahmed Arvasi Hoca`nın "karanlık kişiler" olarak tanımladığı
Meryem Cemile ve benzerlerinin "İslami" eserlerini okuyarak
bugünlere geldiler. Bugün hepimiz biliyoruz ki, Hamas
Arap dünyasının başına musallat olan Mısır merkezli "Müslüman
Kardeşler"in Filistin`deki koludur… Türkiye`yi Meryem
Cemile ve türevlerinin Arap dünyasında şekillendirdiği
"siyasal İslamcı" politika bataklığına çekmek istiyorlar. Ortadoğu`
daki bu "siyasal İslamcı" politikalar sadece İsrail`in
uzun vadeli hedeflerine hizmet etmekten başka bir işe yaramaz.
Türkiye`nin başına yeni yeni belalar açar. En az 500
nükleer başlıklı füzeye sahip İsrail devletinin yönetimini bir
grup fanatik elinde bulunduruyor. Bu insanlar Tevrat/
Talmud/Kabala kökenli inançları gereği Kral Davut soyundan,
Yahudileri kurtaracak Mesih`in gelmesi için her
türlü çılgınlığı yapabilirler Evanjelist Hıristiyan Amerikalılar
ellerini oğuşturarak İsrailli fanatiklerin her türlü manipülasyonunu
destekliyorlar. Çünkü Evanjelistlerde Yahudi Müslüman savaşının bir yerinde İsa Mesih`in ikinci ve nihayetinde
üçüncü ve son kez yeryüzüne gelişi ile "Kutsal Tanrı
İmparatorluğu"nun kurulacağına, kendilerinin cennete
gideceğine inanıyorlar.
2002 yılında UCI`dan Yahudi asıllı bir Amerikalı Profesör
şöyle demişti: "Urallar`ın altındaki nükleer, biyolojik
ve kimyasal silahlar olmasaydı Rus diye bir millet kalmayacaktı,
Rusya tarih olacaktı"…
Erdoğan`a cesaret madalyası veren ABD merkezli AJC
(Dünya Yahudi Kongresi) 104 yıllık bir kuruluş olup, temel
misyonu Siyonizmi dünyaya hâkim kılmaktır. Bu kuruluşun,
ömrünün beşte dördünde İsrail ve Yahudilere "kahrolsun"
diyen Erdoğan`a bir istisna yaparak ödül vermesi ilginçtir.
Zira bu kuruluş 104 yılda Erdoğan hariç sadece Yahudi asıllılara
mükâfat vermiştir.
Soğuk savaş döneminde, milliyetçiliğe ve Sovyetler`e
karşı oluşturulan "yeşil kuşak" ve "siyasal İslamcı" hareketlerin"
(Taliban vs. gibi) CIA ve MOSSAD tarafından organize
edildiğini bugün dağdaki çoban bile biliyor.
Dün Meryem Cemile`nin kitaplarını bütün İslam coğrafyasında
bedava dağıtan "görünmez eller", bugün "one
minute" ve türevlerine zemin hazırlıyor. Türkiye`de 1967
Arap-İsrail savaşına kadar İslami söylemlerin hiç birinde
Türk milliyetçiliğine karşı tek bir söylem yoktu. 1967`den
itibaren Türkiye`de ortaya çıkan Türk milliyetçiliği, Türklük
karşıtı "siyasal İslamcı" yazarlar, akademisyenler, siyasetçiler
kimlerden etkilendi? Hangi mahfiller tarafından finanse
edildi?
Dinimiz İslam, 1967-11 Eylül 2001 döneminde ve soğuk
savaşın en hararetli evresinde İsrail, ABD ve Avrupa
tarafından önce Sovyetler`e karşı gibi gözükse de esasen
İslam dünyasına yönelik olarak psikolojik harp silahı olarak
nasıl kullanıldı? Buraya gelişte Türkiye ve İslam dünyasında
kimler Batı ve İsrail`e taşeronluk yaptı?
Elbette pek çok insan gibi Meryem Cemile de birkaç
kez din değiştirmekle kalsaydı ve sonunda Müslüman olsaydı
söylenecek bir sözümüz yoktu. Ancak siyasal İslam`ın
bir ideoloğu haline getirilmesi, dindar Arap milliyetçilerinin
İngiliz, Fransız ve İsrail işgaline karşı mücadele verdikleri bir
dönemde karşılarına "siyasal ümmetçi" bir muhalefet cephesi
çıkararak Arap milletini karpuz gibi ikiye bölmesini
nasıl izah edeceğiz?
Dün ihtiyaca binaen "radikal siyasal İslamcı" Meryem
Cemile "ışık" saçıyordu. Bugün ABD`de, İngiltere`de "karma
namaz"ı savunan ve ilk denemesini de New York`taki Yahudi
Üniversitesi kampusu içinde yapan Amina Vedud ve
Esra Numani var.
Mütedeyyin Müslüman Türk insanı şu soruyu kendi
kendine sormalı. Yıllarca Siyonizm, Yahudilere ve İsrail`e
düşmanlığı siyasi, iktisadi rant kapısı yapanlar, açıkçası "siyasal
İslamcılar" bugüne kadar İsrail`e karşı hangi ciddi bir
tedbiri aldılar?
Öte yandan Yahudi-Nakşibendî/Halidi Mesud Barzani
ile İsrail`in "Kürdistan"ı kurmak için yaptıkları işbirliği ortada.
PKK`ya verdikleri destek "kör göze parmak". Ve Barzani
ile işbirliği yapanlar, ya eski Marksist yeni liberal ikinci
cumhuriyetçiler…
Dikkat! Osmanlı`da olduğu gibi Cumhuriyet Türkiye`
sinde de kurucu unsur Müslüman Türk, merkezden çevreye
itiliyor. "Enderun siyasası" ve "Endülüs uleması" işbirliği
yaparak cumhuriyetin kuruluş "paradigmasını kaydırmak" istiyorlar. ABD, İsrail ve AB bu süreçte dış destekçi
aktörler.”” 79
S.Ahmet Arvasi’nin belirttiği gibi İmamı Azamları,
İmamı Maturidileri, İmamı Gazzalileri, İmamı Birgivileri ve
nicelerini bir kenara bırakıp, İslam dünyasının bütün kaynakları
ve sağlam belgeleri elimizdeki iken “ne idüğü belirsiz”
kimselerin kitap ve yazılarına itibar etmenin sebebi
nedir? İslam dünyasının bu son dönemindeki bazı durumları
ele alırsak ve bazı İslami örgütlerin kimler tarafından
yönlendirildiğine bakarsak, mesele daha iyi anlaşılmış olur.
Ne hazindir ki; İslamı yaşama noktasında çok hassas
olan ve bu noktada arayışlar içerisinde olan müslüman
kitleler üzerinde, Müslüman ülkelerin devletleri değil de
başta İngiltere olmak üzere Hristiyan ülkelerin devletleri
çok etkin olmaktadır. Mesela, Ortadoğu ve Güneydoğu
Asya’daki Hamas, Ebu nidal, El Cihat, Hareket-ül Ansar,
Hizbullah, Abu Sayyaf, Demokratik Filistin Kurtuluş Cephesi,
Tamil Eelam’ın Kurtuluş Kaplanları gibi “İslami Terör
Örgütleri” olarak anılan örgütlerin altısının idari merkezleri
İngiltere’dir.
Diğer 16 grup ise, merkezi İngiltere’de bulunan teşkilatlardan
maddi yardım almakta veya İngiltere’de serbestçe
faaliyet gösteren gruplardan askeri eğitim veya lojistik
destek almaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığının “kara liste”ye
aldığı 30 teşkilattan 22’sinin idari merkezi ve lojistik destek
grupları İngiltere’dedir.
Hâlbuki bu teşkilatların merkezlerinin herhangi bir İslam
ülkesi olması gerekmez miydi?
El Kaide’nin siyasi kanadı sayılan Al Muhacirun Başkanı
Şeyh Ömer Bekri Muhammed çoğunlukla Londra’da
(79 Türk Milliyetçiliğine karşı Siyasal İslam. R.K.KURT. Makale.
www.turkmeclisi.org sitesinden Temel Bilgiler Bölümünden alınmıştır.)
faaliyetini sürdürmektedir ve kendisini İngiliz subayların
eğittiğini söylemektedir. El Kaide’nin uluslararası irtibat
bürosu da Londra’dadır.
Irak’ın işgali sırasında ve sonrasında Irak’ta İngiliz askerlerinin
öldürüldüğünü kaç defa duyduk? Türkiye Amerika’ya
lojistik destek veriyor bahanesiyle Türk şoförlerini
bile öldüren bu örgütler, her nedense ABD’nin en büyük
müttefiki olan İngiliz askerlerine hiçbir şey yapmıyorlardı.
Zaten, El Kaide “İngiltere ile barış anlaşmamız vardır. İngiltere,
sadece Amerika ve İsrail hedeflerine saldırılacağından
emin olsun” şeklinde gazetelerde açıklamalar yapıyordu.
Bu tür örgütlerin batılı ülkelerle olan ilişkilerine dair çok
fazla örnek vermek mümkündür. Zaten biz Türkler, Kutsal
topraklardan İngilizlerin Arapları kışkırtmasıyla çıkmadık
mı? Bir kısım dini grup ve tarikat liderlerinin herhangi bir
İslam ülkesi yerine batılı ülkeleri seçmesinin nedeni öncelikle
bu bağlantılardır.
Sözde İslamcılık yapıp Türk Milliyetçiliğine ve Ülkücülere
İslamiyet’i kullanarak iftiralar yağdıranlara, bir de Necip
Fazıl Kısakürek’le cevap vermek gerekir kanaatindeyim.
““Milliyetçi Hareket Partisinin 1980 öncesindeki son
kurultayında üstat Necip Fazıl Kısakürek, Milliyetçi Hareket
Partisine katılmıştı. 1987 yılında Başbuğ Türk Milletine bir
beyanname yayımlamıştı.
Alparslan Türkeş’in Türk Milletine yayımladığı beyanname:
1-Alparslan Türkeş yatalak bir idareye karşı, fikirsiz
bir hareket saydığı 1960 ihtilaline başta, sırf bir fikir yönü
vermek için ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin ihtilali sömürmesine
mani olmak için katılmış fakat bu gidiş önlenemeyince
ondan uzak kalmış, Türk Milleti ve tarihinin ihtilal
kadrosuna biçtiği suçluluk dairesinin dışında kalmayı ve
ibrasına nail olmayı şart bilmiştir.
2-Alparslan Türkeş ve partisinin dünya görüşü, ruhi
muhtevaya bağlı Milliyetçilik olarak metbuluğu ruha ve
tabiliği milliyete veren bir anlayış içinde tek kelimeyle İslam
imanıdır.
3-Alparslan Türkeş ve partisi, milliyetçiliği içi kevserle
dolu bir kase şeklinde görür, ama kıymeti kasede değil
kevserde bulur ve o kevserin nurunu ışıldattığı nisbette
kaseye değer verir.
4-Alparslan Türkeş ve partisi, bugün en keskin bunalımını
yaşayan insanlığa yol gösterici istikamet oklarını,
Kainatın Efendisince getirilmiş ruh ve ahlak ölçüleri olarak
ilan eder ve tasarılarını, hasretlerini, her şeyini bu inanç
mihrakında toplar.
Türk Milletinin maruz bulunduğu derin bunalım tarihi
gelişmesi bakımından yöneticilerin Türk Milletinin dert ve
ıstıraplarının sebeplerini teşhis edemediklerini, tedbir ve
çarelerde tabana inemediklerini, Türk tarihini gerçek revizyona
tabi tutamadıklarını ve taklitçi kaldıklarını görüyoruz.
Türk’ün ruh köküne inmeyen ve bağlanmayan her
tedbirin temelsiz kalacağı inancındayız.
1977 seçimlerinin eşiğinde, başta milliyetçi, mukaddesatçı
Türk gençliği bulunmak üzere Alparslan Türkeş ve
partisinin hüviyeti bu satırlardan ve bu satırların ifade ettiği
derin manalardan ibarettir.
Necip Fazıl Kısakürek’in Türk Milletine yayınladığı beyanname:
MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in “Türk milletine
beyannamesi”ni okudum.
Pılı-pırtı odalarının raflarında dizili, kapağı arkasına
devrik ve içi boş, hatta süprüntü dolu teneke konserve
kutuları halindeki partiler arasında, bugünden itibaren
MHP nazarımda bambaşka bir mana ve hüviyet sahibidir.
Onu, müslümanlık ve Türklüğün gerçek hakkını vermeye
namzet bir topluluk olarak anıyor ve canımın içinden selamlıyorum.
Bu beyanname ta Cava’daki müminle Amerika’daki
zenci müslümana kadar bütün İslam âlemini ihtizaza getirecek
ve oluş davamızı temellendirecek kıymette tarihi bir
hadisedir. İdeal yumağımızın her lifini içinde saklayan bir
tohum İslam âleminin Türkiye’den beklediği zuhur ve tecellinin
tohumu...
Türkeş beyannamesinde dört ana esası, bir binanın
dört direği halinde va’zetmektedir.
1-1960 gece baskınının sorumluları arasında değildir.
2-Posa ve kabuk milliyetçiliğinden uzak ve ruhi muhtevaya
tabi manada milliyetçidir.
3-Başını dayadığı tek ruhi muhteva, yine tek kelimeyle
ve bütün ölçüleriyle İslamdır.
4-Son yüzelli yıllık taklit devrimizin bütün sahtekârlıklarının
tezgâhlayacak ve gerçek oluşu billurlaştıracak bir
tarih revizyonuna sahiptir.
Ne mebus, ne senatör, ne bakan, ne şu, ne bu!... Allah’ın
bana biçtiği manevi makam ve memuriyeti bunlardan
hiç biri terceme edemez. Bu bakımdan en canhıraş
ihlâs ve hasbilik kürsüsünden haykırıyorum: Kırk yıllık mücadele
ve yepyeni bir gençlik inşası hayatımda bu gün, bu
beyannameden, bu beyannamenin sahibi ve partisine taktığı
şeref ve mesuliyet bazubendinden sonra, artık emin
olmaya yakın bir ümit nefesi alabilirim.
150 yıldır her gün biraz daha artıcı bir hasretle kurtarıcısını bekleyen Türk Milletine: “beklediğin geliyor” müjdesini
vermenin ümid günü bu tarihi andır.
‘Emin olmaya yakın ümid’ ışığının çaktığını gördüğüme
ve bu ışığı nice defa hayal edip te karanlıklara düştüğüne
göre bundan böyle yeni inkisarlara tahammülü kalmayan
yanık yüreğimi, dava yolunda en küçük istikamet hatasına
razı olmaz bir hassasiyetle bu beyannamenin halkaladığı
sıcak avuçlara bakıyor ve kırk yıllık emeğimin semeresini
bu çevrenin aksiyoncu ruhundan bekliyor ve istiyorum.
İçi alev- alev müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına
hakim, dışı içine köle, yeni Türk neslinin maya çanağı
olma ehliyeti hangi toplulukta ise ben oradayım.
Allah’ın inayeti ve Resulünün ruhaniyeti bu yoldakilerin
üzerinde olsun.”” 80
Sanırım başka söze gerek kalmayacak şekilde, Dokuz
Işık’taki Türk Milliyetçiliği Necip Fazıl Kısakürek tarafından
işte böyle yorumlanmıştır.
Milliyetçilik ilkesi içinde anlatılan Dış Türkler konusu
1980 öncesinde “Esir Türkler” konusu olarak Ülkücüler
tarafından Dokuz Işığın prensipleri çerçevesinde gündeme
getirilmekteydi. O tarihlerde Esir Türkler konusu gündeme
getirildiği zaman Türk Milliyetçiliğine karşı olanlar “Esir
Türkleri atlara binerek mi kurtaracaksınız” diye alay etmekte,
Esir Türklerle ilgilenmeyi “Hayalcilik” ve “Faşistlik” olarak
suçlamaktaydılar. Ama o zaman Ülkücülere hayalci
diyenlerin hepsi 1991 yılından sonra mahcup olmuşlardır.
Bu suçlamaları yapan siyasilerden bir kısmı 1991 yılından
sonra mecburen kurulan “Dış Türklerden sorumlu Devlet
Bakanlığı”nın aldığı kararları imzalamak, bu bakanlığın faa-
(80 Derin Sayfalarıyla Milliyetçi Hareket. Rıza Müftüoğlu. 2004. Ortadoğu yayınları. Sayfa:64-65-66)
liyetlerini anlatmak ve bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetlerine resmi ziyaretler yapmak zorunda kalmışlarıdır.
Hatta 21 Mart 1993 tarihinde, bin yıldan sonra bütün
Türk Devlet ve topluluklarının iştirakiyle Antalya’da toplanan
1. Türk Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultay’ında
örs üzerinde demir döverek Türklerin Ergenekon’dan
çıkışını tasvir eden sahnede yer almışlardır.
Bugün Birleşmiş Milletler önünde Türkiye’nin
yanısıra Azerbaycan’ın, Türkmenistan’ın, Özbekistan’ın,
Kazakistan’ın ve Kırgızistan’ın bayrakları dalgalanmaktadır.
Ancak Doğu Türkistan mahsundur. Batı Trakya
mahsundur. Irak’ın kuzey bölgesindeki Kerkük, Musul
mahsundur. Sovyet Rusya yopraklarında bağımsızlıklarını
daha kazanamamış otonom ve özerk bölgelerde de Türk
toplulukları yaşamaktadır.
Ne yazıktır ki Filistin için gösterilen gayretlerin binde
biri Kerkük ve Musul için gösterilememektedir.
*******************************************
2-ÜLKÜCÜLÜK
“Ülkücülük batı dillerinden dilimize giren idealistlik
kelimesiyle aynı olan bir anlam belirtmektedir. Ülkücülük
veya idealizm insan kafasının içinde elde edilmesi, varılması
en mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin
tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için
arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır. İnsanlar arasında
idealistler yetişmeseydi insanlık bu gün dünyayı aydınlatan
birçok gelişmelerini, bir çok alanlardaki yükselişlerini
sağlayamazdı. Her gerçek, her fikir önce insanların kafasında
bir hayal olarak doğar. İnsanlar hayal ederler. Hayal
kurarlar. Bu hayalleri kendileri için iyi olan, kendilerinin
özledikleri, elde etmekle mutluluk duyacakları bir takım
istekleri, bir takım özleyişleri belirtir. İnsanlar hayalleriyle
diğer canlılardan bir ayrıcalık gösterirler ve gerçekten insanlık
vasfını kazanmış olurlar. İşte Ülkücülük de yani idealizm
de insanların ve insan topluluklarının kendileri için
varılması mutluluk sağlayacak, bir hayalin düşünülmesi ve
insan beyninde tasarlanarak şekillendirilmesidir.
Her toplumda idealistler vardır, ülkücüler vardır ve
ülkücülerin, idealistlerin bulunuşu toplumlar için bir saadettir;
büyük bir talihtir. Türk Milleti için bizim düşündüğümüz
ülkü nedir? Türk Milleti için tasarladığımız ideal
nedir? Her şeyden önce Türk Milletinin ahlakta, maneviyatta,
insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması,
yaşaması ve ilimde, teknikte dünyanın en ileri girmiş varlığı
haline gelmesi ve ekonomik açıdan kalkınmış, tarımını modern
tekniğe göre geliştirmiş ve modern sanayi kurmuş,
refahlı bir toplum haline gelmesi, Türk toplumu için bir
Türk Milliyetçisinin düşüneceği ülkünün esaslarından mühim
bir kısmını teşkil etmektedir. Türk Milliyetçiliğinin,
ülkücülüğünün sınırları içinde sadece bunlar mı vardır?
Sadece bunlar değil başka düşünceler, başka hedefler de
vardır. Bu hedefler Türk Milletinin hiç kimseden merhamet
dilenmeyecek, lütüf dilenmeyecek bir duruma gelmesi,
kendi gücüyle ayakta duran, kendi gücüyle varlığını koruyabilen
ve sözünü dünyanın her yerinde saydırabilen bir
varlık haline gelmesi düşüncesidir.
Bunun yanısıra Türk Milletinin haklarını her zaman
dünyaya tanıtabilmesi, dünyaya duyurabilmesi düşüncesidir
ve yine bunun yanısıra bütün Türklerin kölelikten, yabancıların
boyundurduğu altında yaşamaktan kurtulmaları
ve Self Determination, yani kendi mukadderatlarına kendilerinin
hâkim olması kutsal prensibine göre, hepsinin bağımsız
hale gelmeleri, bağımsız olmaları Türk ülkücülüğünün
bir diğer görüşü, düşüncesidir. Bunun için milli doktrinin
önemli bir ilkesi olarak ülkücülüğü almış bulunmaktayız.
Türk Milliyetçilerinin ülkücülük tarifinin sınırları içinde
bulunacak görüşleri, fikirleri ancak genel olarak işaret
etmiş bulunmaktayız. Türk ülkücülüğünün hedef aldığı düşünceler
genel olarak belirtilmiş bu fikirlerden ibaret değildir.
Ülkücülüğümüzün içerisinde her mesleğe mensup Türk
Milliyetçilerinin kendi mesleklerinde en ileri, en yüksek ve
gerek kendi milletimiz için, gerek insanlık için en çok yararlı
neticeleri elde etmek görüşü de yer alacaktır. Bir Türk Milliyetçisi
kendi toplumu için, kendi milleti için idealizmi daima
göz önünde bulunduracak, bu genel idealizm prensipleri
ile birlikte kendi sahası, kendi branşı ile ilgili çalışmalarında
da bu temel ve genel mahiyetteki esaslarına uygun,
onunla bütünleşmiş bir halde kendi branşı ile ilgili ülkücülüğünü
de tespit edip güdecektir. Ülkücüler uzak hedeflidir,
uzun vadelidir. Bir ülkünün hemen yarın gerçekleşmesi
mümkün olmayabilir. Ülküler önümüzdeki yüzyılları kapsayabilir.
Ama ülkü insanın kalbini aydınlatan bir ışıktır. Ülkü
insanlara yönünü tayin etmesini sağlayan bir kılavuzdur.
Milletler için de milli ülkü, milletin kılavuzu, milletin yolunu
aydınlatan güneştir. Ülküsüz insan çamurdan bir varlık gibidir.
Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir.
Bunun için her Türk Milliyetçisi, her Dokuz Işık’çı mutlaka
ülkücü olacaktır, mutlaka ülkü sahibi bulunacaktır. Hem
milli ülkü sahibi olacaktır, hem insani ülkü sahibi olacaktır,
hem de kendi mesleğiyle ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olacaktır
ki, hem kendi mesleğinde başarılı, yararlı bir kişi olarak
gelişsin hem de mensup olduğu topluma, milletine
yararlı hizmetler yapsın, insanlığa yararlı faaliyetler gösterebilsin.
Bunun için Dokuz Işık doktrinin çok önemli ilkelerinden
olan ülkücülüğe büyük değer vermekteyiz.
Ülkücüyüz! İnsanlık ailesi, yeryüzünde yaşayan bütün
insanlar, milletler denen ayrı ayrı üyelerin bir araya gelmesinden
meydana gelir. Bir insan, insan olmak isterse, insanlığa
hizmet etmek isterse, evvela kendi milletine hizmet
etmeli, kendi milletini yükseltmeye, kendi milletini mutlu
kılmaya çalışmalıdır. Bunu yaptığı takdirde aynı zamanda
insanlığa da hizmet etmiş olur. Çünkü bir insan kendi ailesini
düşünür ve ona karşı vefalı kalırsa, insanlık duyguları
en olgun seviyeye erişeceği için, kendi ailesi dışındaki insanlara
karşı da yararlı ve vefalı olur. Bir insan kendi milletine
faydalı olamaz, kendi milletine karşı bağlılık duymazsa,
onun insanlığı düşünmekten bahsetmesi nihayet bir fantezi
olur. İnsan yetiştiği toprağın, yetiştiği milletin refahını, iyiliğini,
saadetini ve şerefini temin etmelidir. Bunu yaptığı
takdirde, o milletin insanlığın bir parçası olduğu için, dolayısıyla
insanlığa da hizmet etmiş olur.
Ülkücülüğümüz nedir? Ülkücülüğümüz; Türk Milletin
en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst
seviyesine çıkarmak; mutlu, müreffeh hale getirmek; bağımsız,
özgür, kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturmaktır.
Kişilere hürriyet, milletlere istiklal başta gelen prensiplerimizdendir.
İnsanlar hür ve eşit haklara sahip olarak
doğarlar. Kabiliyet ve görevleri dışında insanlar haklarına
tam olarak sahip kılınmalıdırlar.
Toplum içerisinde insanlar kişisel liyakat ve kabiliyetlerine
göre görevlendirilmeli ve bir sıraya konulmalıdır.
Bütün bunlarla beraber ayırımsız olarak herkese bir imkân
eşitliği sağlanmalıdır. İmkân eşitliği derken mücerret anlamda
bir eşitlik anlaşılmamalıdır.
Bu ülkücülüğün içine bu günkü sınırlarımızın dışında
bulunan Türklere ait herhangi bir şey girer mi?
Türk adı taşıyan herkes bizim sevgi ve ilgimizin çevresi
içindedir. Bundan vazgeçemeyiz…
Fakat biz ülkücülüğümüzde daima gerçekçi olmayı ve
girişilecek faaliyetlerde Türkiye’yi hiçbir zaman tehlikelere,
risklere, maceralara sürüklemeyecek bir yol üzerinde bulunmayı
esas kabul ederiz. Ülkücülüğümüz bir macera fikri
değildir. Ülkücülüğümüz, Türk Milletinin en kısa yoldan, en
kısa zamanda modern uygarlığın en üst kademesine yükseltilmesi,
müreffeh, mutlu bir hayata erdirilmesi, kendi
gücüyle ayakta durabilecek bir hale getirilmesi ve her çeşit
korkudan, baskıdan uzak olarak, hür, müstakil yaşaması
ülküsüdür.” 81
***
(81 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:70-71-72-73-74-75)
Ülkücülük, Dokuz Işık’ta bu açıklamasıyla Dokuz Işık
doktrininin hayata geçirilmesi için gerekli olan kadronun
lider kesimini teşkil etmekte ve Dokuz Işığı benimseyen ve
savunanların adını belirlemektedir.
Dokuz Işık’ta Ülkücüler ayrıca “Fazilet savaşçıları”
olarak da nitelendirilmektedirler.
Ülkücüler, Dokuz Işıkçıdırlar ve Dokuz Işık doktrininin
ilkelerini Türk Milleti için uygulayan ve uygulatan kadrodur.
Ancak bu ifade, Milliyetçi harekette daha çok gençler
tarafından kullanılmakta ve “Ülkücü gençler” kavramı oldukça
yaygın bulunmaktadır.
Hâlbuki “Ülkücü” özellikle devlet yönetiminde, halkın
sevk ve idaresinde, her sahada ve her yaşta geçerli olacaktır.
En önemlisi ise; “Ülkücü”nün özellikle de gençlik
çağından sonra gerekli olmasıdır. Dokuz Işık’taki bu tarife
göre Ülkücülük süreklilik gerektiren bir özellik taşımaktadır.
Ayrıca Ülkücülük, hayatın her sahasında gerekli olmaktadır.
Ülke hizmetinde de gerekli olmaktadır, herhangi bir
mesleği icra ederken de gerekli olmaktadır. Gençlik dönemi
öncelikle bir yetişme dönemi, Dokuz Işık ilkelerini öğrenme
dönemidir, gençliğin yapabileceği işler ve görevler
çerçevesinde de tatbik dönemidir. Ondan sonra ki dönem
ise yetişmeyle birlikte tatbik etme dönemidir.
Bunun içindir ki 1980 öncesinde, Dokuz Işık Doktrini
ortaya konduktan sonra, Ülkü Ocakları’nın yanısıra,
ÜLKÜ-BİR (Ülkücü Öğretmenler Birliği Derneği),
ÜMİD-BİR (Ülkücü Maliyeci ve İktisatçılar Derneği),
ÜLKÜM-BİR (Ülkücü Memurlar Derneği-Ülkücü
Kamu Görevlileri Güç Birliği Derneği),
ÜLKÜ-TEK (Ülkücü Teknik Elemanlar Derneği),
ÜLKÜ-KÖY (Ülkücü Köylüler Derneği),
ÜİBD (Ülkücü İşçiler Birliği Derneği),
ÜLKÜ-HAN (Ülkücü Hanımlar Derneği),
ÜLKÜ-CEM (Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti),
ÜLKÜ-ES (Ülkücü Esnaflar Derneği),
ÜLKÜ-SAN (Ülkücü Sinema ve Sanat Kültür Derneği),
TIB-BİR (Tıbbiyeliler Derneği),
ÜNAY (Üniversiteli Asistanlar Yardımlaşma Derneği),
MİSK (Milliyetçi İşçi Sendikası),
ÜS-BİR (Ülkücü Siyasalcılar Birliği)
ve benzeri ülkücü dernekler kurulmuş ve bütün bu dernekler
1980 ihtilaline kadar faaliyet göstermişlerdir. Bugün
Ülkü Ocakları ve bazı dernekler faaliyetlerini halen sürdürmektedirler.
Ülkücülük, bu idealden uzaklaşıldığında biter. Bu bakımdan
“Eski ülkücü” tabiri sadece bir dönem yapılan hizmeti
anlatmaktan öte hiçbir mana ifade etmez. Ve üstelik
bir dönem hizmet edip sonra bu yoldan çıkmak ihanet etme
anlamını bile taşıyabilir. Çünkü bir dönem ülkücü olan,
şimdi niye ülkücü olmadığını izah edemez. Ancak bazı siyasi
savunmalarla konuyu geçiştirmeye çalışabilir. Süreklilik
isteyen Ülkücülük, ayrıca siyasi hayatın dışında da büyük
görevler ifa etme durumunda olduğu için hayatın bütün
unsarlarını da kapsayan bir özellik taşımaktadır.
Ülkücülük ile Türk Milliyetçiliği veya Toplumculuk
arasında Dokuz Işık Doktrini açısından bir fark
sözkonusudur.
Her Ülkücü, aynı zamanda bir Türk Milliyetçisidir ama
her Türk Milliyetçisi Ülkücü olmayabilir, olamayabilir. Türk
Milliyetçisiyim deyip, milliyetçiliği kendine göre tarif eden
ve yorumlayan, ayrıca Dokuz Işık Doktrininin kaynaklarından
habersiz olan, Dokuz Işığın 9 ilkesini birlikte savunup
tatbik etmeyen biri Ülkücü olamaz. Çünkü Dokuz Işıkçı değildir.
Dokuz Işıkçı olmayanlar Ülkücü olamazlar, bu adı
kullanamazlar. Ülkücü olmayan Türk Milliyetçilerinin durumu
nedir diye sormak gerekirse 9 Işık çerçevesinde şunu
söyleyebiliriz. Sadece Türk Milliyetçisi olmak kâfi değildir.
Aynı zamanda ülkücü olmak gerekmektedir. Bir örgüt içinde
birlik ve beraberlik içinde olunmalı ve aynı hedef paylaşılmalı,
aynı hedef için güç birliği içinde çalışılmalıdır. Bugün
için başka merkezlerde Türk Milliyetçiliğinin gereğini
yapmak mümkün değildir.
Ülkücülük, Dokuz Işık doktrininin diğer ilkelerinden
fonksiyon açısından tamamen farklıdır. Dokuz Işığın Ülkücülük
dışındaki ilkeleri, prensipleri ve işlevleri, yol göstermeleri,
sorunların çözümünde anahtar ve öğreti özelliği
taşırken; Ülkücülük, Dokuz Işık doktrininin ilkelerini gerçekleştirecek,
bunları hayata geçirecek lider kadroyu işaret
etmektedir. Dokuz Işık Doktrinine göre “Ülkücü kadro”
olmazsa, Dokuz Işık Doktrininin diğer ilkelerinin hayata
geçirilmesi ve dolayısıyla Türk Milletinin yükselmesi, kalkınması,
refaha kavuşması zordur.
****************************************
3-AHLAKÇILIK
“Bir toplumda insanların birbirlerini incitmeden, birbirlerine
zarar vermeden, sağlıklarını koruyarak, tabiat
güçlerinin tesirlerinden en iyi yararlanacak şekilde hareketlerini
tanzim etmelerini sağlamaya yarayan kuralların toplamı
ahlakı meydana getirir. Ahlak, kişinin davranışlarını
ayarlayan, sınırlayan ve bu davranışların hem kendisi için
yararlı olmasını, kendisine mutluluk sağlayacak şekilde
düzenlemesini hem de çevresini rahatsız etmeden, zarara
sokmadan çevresiyle uyuşmasını sağlamak üzere konulmuş
olan kaidelerdir; münasebet prensipleridir, yaşama prensipleridir.
Ahlak insanların inancından ve dünya görüşünden
doğmakta, kaynağını almaktadır. Bunun için, gerek
toplumun gerekse toplumu meydana getiren kişilerin ayrı
ayrı inançları, yaşama görüşleri, yaşama felsefeleri ahlakın
kaynağını, temelini teşkil etmektedir. Bu bakımdan kişilerin
ve toplumun dünya görüşü, yaşama felsefesi ve taşıdıkları
inanç çok önemlidir.
Biz Tür toplumunun dünya görüşünün, yaşama felsefesinin
kendi dini inançlarından, İslamiyetten ve milli tarihten
kökünü aldığını görmekteyiz. Bunlara ilave olarak, milletimizin
geçirdiği tecrübeler ve yurdumuzun içinde bulunduğu
şartlar da toplumumuzun düşünce ve inançlarında
tesirli faktörlerdir. İşte bu kaynak ve faktörlerin tesiri altında,
Türk Milletinin mutluluğunu sağlayacak, Türk milli ahlakına
önem vermek zorunluluğla karşı karşıyayız. Ahlaksız
kişi, ahlaksız toplum mutlu olamaz. Böyle bir toplum kalkınamaz,
böyle bir toplum yüksek düşünceler, kutsal inançları
uğruna fedakârlık ve feragat gösteremez. İnsanlık tarihine
şeref veren büyük eserler, insanların uzun sabır yıllarıyla
güçlüklere göğüs gererek, katlanarak feragatle çalışmalarıyla meydana getirdikleri yüce hizmetler, inancın insanlığa
kazandırdığı, köklü imanın ve yüce bir ülküye ideale
bağlanmanın kazandırdığı varlıklar olmuştur. Bunun için biz
Milli Doktrin Dokuz Işık’ın önemli bir ilkesi olarak ahlakçılığı
almış bulunmaktayız. Ahlakçılıkla kastettiğimiz şey,
herşeyden önce kişilerin ve toplumların milli ahlak kurallarına
bağlı olarak yaşaması ilkesidir. Bu sağlanmadıkça toplumumuzun
kalkınması ve toplum içinde haksızlıkların önlenmesi,
ıstırapların önlenmesi, kişilerin ve toplumun mutluluğunun
sağlanması mümkün olmaz. Ahlakçılık derken
her şeyden önce milletimizn dini olan İslamiyet esaslarını
ve İslam inançlarını bunun başlıca kaynağı olarak almaktayız.
Bunun yanısıra kendi milli geleneklerimiz, milli tarihimizi
ve milletimizin geçirmiş olduğu çeşitli tecrübelerin
bize kazandırdığı kuralları göz önünde bulundurmaktayız.
Ahlakçılığımızın içinde İslamiyet esasları, İslam inançları
başlıca yer almakla beraber bununla yoğrulmuş olan ve
tarihimizden gelen Türk töresi de yer almaktadır. Gerek
dinimizin, gerek milli törelerimizin bize emrettiği ahlak
kurallarından başta geleni, millet varlığının, kişi ve toplum
varlığının üstünde yer aldığıdır. Toplumun, milletin, vatanın,
devletin menfaatları daima kişilerin menfaatlarından
önde gelir ve önde tutulması gerekir. Bunun yanısıra yine
kaynaklarımızın bize göstermiş olduğu kuralların
başlıcalarından birisi de her ne olursa olsun dürüst hareket
etmek, sabırlı hareket etmek ve büyüklere karşı saygılı,
itaatli olmak, küçüklere karşı şefkatlı olmak ve sevgi göstermek
ilkesidir. Bunun yanısıra disiplinli yaşamak, disiplinli
bir toplum olarak hareket etmek de töremizin dayandığı
başlıca ilkelerdendir. Disiplin dediğimiz zaman neyi kastetmekteyiz?
Disiplin dediğimiz zaman ahlak kurallarına
bağlı olmak, kanunlara saygılı ve itaatli olmak, büyüklere
saygılı olmak, küçüklere karşı daima adaletli, şefkatli olmak
ve büyük küçük karşılıklı olarak herkesin birbirlerinin hakkına,
hukukuna riayetkâr olmasını kastetmekteyiz. Bunların
yanısıra yine törelerimizin bize tavsiye etmiş olduğu bir
diğer ilke de yüksek vazife duygusuna sahip olmak, yüksek
görev duygusu taşımak ve görevi namus saymaktır. Görev,
kişinin kendisi için, yurdu için, milleti için yapmakla yükümlü
olduğu iş demektir. Bunda ciddi olması ve görevi aksatmadan
yapması törelerimizin gereğidir.
Ahlakçılığımız dini, milli, manevi değerlerimize dayanmakla
beraber tabiat kurallarına aykırı olmamak şartını
da içinde bulundurmaktadır. Tabiat kurallarıyla bağdaşacak
şekilde ahlak kurallarının tanzimi ve yürütülmesi, onun
işlerliği için gerekli bulunmaktadır. Ahlak herşeyin esasıdır.
Ahlakı olmayan bir toplumun hiçbir işi başarılı olamaz ve o
toplumda hiçbir şey iyi bir durumda bulunamaz. Fakat ahlakçılığın
dayandığı bir takım temeller vardır. Bizim ahlakçılığımızın
dayanacağı temeller şunlardır: Türk ahlakı, Türk
geleneklerine, Türk ruhuna, Türk Milletinin inançlarına
uygun olacaktır. Türk ahlakı, hiçbir zaman insan ruhuna
aykırı olmayacak, inançlarımızla da bağdaşan bir takım
temellere dayanmış bir ahlak olacaktır. Ahlakçılıkta gözeteceğimiz,
araştıracağımız şeylerden biri de, Türk ahlakının,
Türk Milletinin yükselmesi, yaşaması ve korunmasını sağlamaya
yarayacak esasları içinde toplanması olacaktır. Yani
Türk Milletinin yaşamasına zararlı olacak kaideler, Türk
ahlakçılığının içinde yer alamaz. Demek ki, ahlakçılık ilkesine
esas olarak kabul ettiğimiz şeyler, Türk Milletinin ruhuna
uygun olmak, Türk Milletinin geleneklerine, adetlerine
ve inançlarına uygun olmak, tabiat kanunlarına uygun olmak
ve Türk Milletine yararlı olmak esaslarına dayanacaktır.”
82
(82 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:76-77-78-79)
***
Dokuz Işık’ta yer “Ahlakçılık” ilkesi, İslam ahlakına
dayanmaktadır. İslam ahlakıyla yoğrulmuş Milli kültürümüz
ve Türk töresi de bu ilkede esas alınmaktadır.
Türk töresi daha çok, İslamiyet’e de ters düşmeyen
disiplin, vazife aşkı, millet ve devlet menfaatinin ferdi menfaatlerin
üstünde tutulması gibi ilkeleri kapsamaktadır.
Dokuz Işık’ta İslamiyet, bu doktrine özü itibariyle yön
veren bir özelliktedir. Yoksa “Siyasi İslamcılık”, Dokuz
Işık’ta yoktur.
Bugün siyaset İslamiyet ilişkilerinde düşülen en büyük
hata İslamiyeti siyasi hayata bir din adamı öğretisiyle
indirgemektir. Mesela: Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur.
Arab’ın Acem’e üstünlüğü yoktur. Beyaz tenlinin siyah tenliye
üstünlüğü yoktur. Takvada bir üstünlük bahis konusudur.
Peki ırkçı olmayan milliyetçiliği bile, “Arabın Aceme,
Acemin Araba üstünlüğü yoktur. Üstünlük Takva’dadır”
özündeki Hadis-i Şerif-i ile tenkit etmek ne kadar doğrudur?
Şöyle bir düşünelim. Yüce peygamberimiz üstünlük
meselesini Takva’ya bağlarken acaba neden Arap ve Acem
örneğini vermiştir? Acaba İslamiyet Arabistan’da doğduğu
için ve Hz. Peygamberimizin de Arap olması sebebiyle mi
Arap örneğini vermiştir? Yine Farslıların da İslamiyet’te öne
çıkma durumları olduğu için mi Farslıları örnek vermiştir?
Malum İran bugün bile İslamiyet’i bir ideoloji haline getirip
müslüman ülkeler ve milletler üzerinde hâkimiyet kurma
çabası içindedir. Yine bir kısım Arap’lar bugün halifeliğin
tekrar geri getirilmesinde Arabistan’ı merkez yapmak gerektiğini
söylemektedirler. Hatta Arapların bir de namaz milliyetçiliği vardır |