Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10788
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
9 IŞIK ÜZERİNE BİR İNCELEME -1-
“9 IŞIK” ÜZERİNE BİR İNCELEME 1 “9 IŞIK” ÜZERİNE BİR İNCELEME Rıza MÜFTÜOĞLU Ankara-2013 RIZA MÜFTÜOĞLU 2 Bu kitabın tüm hakları yazarına ve yayıncısına aittir. “9 IŞIK” ÜZERİNE BİR İNCELEME Rıza MÜFTÜOĞLU ISBN 978-975-267-… … Grafik-Tasarım Biçer YILDIRIM Kapak Tasarım Mehmet FİDANCI Baskı & Cilt Berikan Ofset Matbaa Gersan Sanayi Sitesi 2306 Sokak No: 70 Şaşmaz/ANKARA BERİKAN YAYINEVİ Eti Mah. GMK Bulvarı Bulvar Apt. No.: 80/1 Maltepe / ANKARA Tel: (0312) 232 62 18 Faks: (0312) 232 14 99 ÖNSÖZ Son yıllarda Türk Milliyetçiliğini İslam dışı, hatta İslam karşıtı gösterme gayretlerinin artması, geçmiş yıllarda ortaya atılan “İslamiyet varken, Türklüğe ne gerek var” sözündeki anlayışın etkisini giderek artırması, bölücü unsurların büyük bir şımarıklıkla ülkeyi bölmeye hızla yönelmesi ve bu noktada ciddi destekler görmesi sebebiyle; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra Türk Milliyetçiliğini siyasi hayata sokup, bunu doktrinleştirerek mücadelesini veren, milyonlarca ülkücü yetiştiren ve yetişmesine sebep olan Başbuğ Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık adlı doktrinini inceleyip kamuoyuna sunmayı gerekli buldum. Başkanlık sistemi arayışları içinde olan siyasetçilerimizin Alparslan Türkeş’in 9 Işık adlı eserini referans göstermeleri, bazı konuları çarpıtmaları da bu kitabı yazmamda ayrı bir etken teşkil etmiştir. Bu kitapta, Dokuz Işık’ta yer alan ve birinci ilke olan Türk Milliyetçiliği ile diğer bütün ilkelerin esas aldığı kaynakları ortaya koymaya çalıştım. Dokuz Işığın esas aldığı kaynakların başında İslamiyet’in geldiğini, bizzat Dokuz Işık’tan örnekler vererek belirledim. Alparslan Türkeş’in savunduğu, öğrettiği milliyetçiliğin ırkçılıkla uzaktan yakından ilgisinin bulunmadığını ortaya koymaya gayret ettim. Dokuz Işık’ta millet nasıl tarif ediliyor, kimler Türk Milletini meydana getiriyor ve bu milletin milliyetçiliğini yapmak neden Türk Milliyetçiliği olarak adlandırılıyor, bunu anlatmaya çalıştım. İslamiyet’ten feyz almak, onun esaslarına göre hareket etmek yerine; İslamiyetin evrensel olan özelliğini devlet yönetimine indirgeyerek, hangi yanlışların yapılmak istendiğine dikkat çekmek istedim. İslamiyet’in milletleri imha etmediği, bilakis ihya ettiği gerçeğini bir kenara bırakarak; egemenlik kavramının, millet kavramının İslamiyet kullanılarak nasıl imha edilmek istendiğine işaret etmeyi yararlı gördüm. Ayrıca, günümüz dünyasında en önemli sorunların başında yer alan gelir dağılımındaki adaletsizliğe, zülme varan haksızlıklara Dokuz Işığın hangi çareleri bulduğunu ve bunları ilke olarak nasıl belirlediğini anlatmaya ve bu çerçevede herkesin uyanması gerektiğine işaret etmeye çalıştım. Sözde İslamcıların da iyi anlamaları için Dokuz Işığın nihai hedefinin ne olduğuna, bu incelemede özellikle yer verdim. Muhakkak ki; bu inceleme çalışması ile Dokuz Işığı tam olarak ortaya koyduğumu söyleyemeyiz. Ben sadece Dokuz Işığın tekrar gündeme gelmesini ve günümüzde çok yanlış olan değerlendirmelere, Dokuz Işık’la bir cevap vermeyi hedeflemiş oluyorum. Dün olduğu gibi bugün de belli çevrelerce görülmek istenmeyen Dokuz Işık’taki büyük çağrı ve daveti, özellikle belli yerlere cevap açısından daha kitabın başında yer vermeyi yararlı gördüm. “Ben Türk Milletini, Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, Rüşvet ve hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine, Ahlaktan mahrum bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum. Türklük şuur ve gururuna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası hak yolu, hakikat yolu, ALLAH YOLUna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum: Yeniden maneviyata dönüş…” Yararlı olması dileğiyle… İÇİNDEKİLER A- DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ 1- Dokuz Işık Doktrinin genel özellikleri 2- Dokuz Işık’ın ilkesel özellikleri ve Başkanlık Sistemi B- DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN ANA KAYNAKLARI 1- Milli kaynakları 2- Manevi kaynakları 3- Diğer kaynakları C- DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN İLKELERİ 1- Milliyetçilik 2- Ülkücülük 3- Ahlakcılık 4- Toplumculuk 5- İlimcilik 6- Hürriyetçilik ve şahsiyetçilik 7- Köycülük 8- Gelişmecilik ve halkçılık 9- Endüstricilik ve teknikçilik D- DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN HEDEFLERİ DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ 1-Dokuz Işık doktrininin genel özellikleri: Dokuz Işık, Alparslan Türkeş tarafından ortaya konan bir milli doktrindir. İlk defa Alparslan Türkeş’in Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı iken gençlik temsilcileriyle yaptığı bir konuşmada prensip ve ilkeleri ortaya konmuş ve bu konuşma 1967 yılında İstanbul’da Şehir Matbaası tarafından bir kitapçık halinde bastırılmıştır (Dokuz Işık Yayınları No:1). Daha sonra 1977 yılında Ankara’da Emel Matbaacılık Sanayi tarafından “9 IŞIK VE TÜRKİYE” ismi ile 223 sayfalık bir kitap olarak okuyuculara sunulmuştur. 1978 yılında genişletilmiş olarak yine Alparslan Türkeş tarafından yazılıp İstanbul’da Özdem Kardeşler Matbaası tarafından bastırılmıştır. Birden çok yayınevi tarafından çok sayıda baskı yapan “9 Işık” özellikle Ülkücüler’in ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin savunduğu ve her dönem parti programına konan bir doktrin olmuştur. Doktrin genel olarak aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır: “Doktrin, dini, felsefi ve siyasi bir öğretim sistemindeki doğma ve kavramların bütünü. Doğru (hakikat) diye öğretimi yapılan nazari bilgileri takdim tarzı. Genelleştirme suretiyle, ilayihata, felsefeye, ilme konu teşkil eden ve doğru olduğu kabul edilen-veya ileri sürülen- bilgiler, doktrin anlamında kullanılmaktadır. Bu bakımdan doktrin deyimi, daima, birbirine bağlanmış, düzenli ve hatta çok defa eyleme dönük hakikatlerin bütünlüğü fikrini ihtiva eder; asla tek fikre veya sırf bir nazariyeye bağlı kalmaz. İlim ile doktrinin değişik gayeleri vardır: İlim, tesbit eder ve açıklar; doktrin ise hüküm verir ve talepte bulunur. Doktrinin basit çerçeveye ve kesin telkin ve düşüncelere ihtiyacı vardır… Siyaset dilinde, partilerin, devletlerin, devlet gruplarının politikasına hâkim direktiflerin, ilke ve hedeflerin program halinde tesbit edilmiş şekline doktrin adı verilir. Mesela, Avrupa Dengesi Doktrini, Truman Doktrini…”1 Dokuz Işık herşeyden önce milli ve yerli bir doktrindir. Hem Kuva-i milliyecilerin ortaya koyduğu 9 umde, hem de Atatürk’ün ortaya koyduğu 6 ok’la benzeşen ve örtüşen tarafları mevcuttur. Dokuz Işık, 1980 öncesi marksist ve kapitalist fikir akımları ve buna yönelik örgütlenmeler karşısında çok büyük taraftar toplama başarısını elde eden bir doktrin olmuştur. Bu açıdan da her türlü enternasyonal fikir akımlarına karşı savunma kaleleri oluşturmuş, ciddi tezler içeren bir doktrindir. Temel kaynağı MİLLİYETÇİLİK ve İSLAMİYET’tir. Milliyetçiliği; bilhassa İslamiyeti esas almış olması sebebiyle de ırkçılık çizgisinin dışındadır ve birleştirici - bütünleştirici bir özelliğe sahiptir. Dokuz Işık’ta yer alan ilkelerde enternasyonal bir açıklama yoktur. Dokuz Işık’ta sadece “Hürriyetçilik ve Halkçılık” ilkesi açıklamalarında ve bir de Dış Türklerle ilgili meseleler izah edilirken Birleşmiş Milletler Anayasası’ndan ve bu Anayasa’da yer alan bazı ilkelerden bahsedilmiştir. Bir inceleme yapmasanız da, Dokuz Işık’ta en çok geçen kelimeleri tahmin etmeniz mümkündür. Bunlar, “Türk Milleti”, “Türk”, “Türkiye’dir. Ancak Dokuz Işık iyi incelen- (1 Yeni Türk Ansiklopedisi. Ötüken Yayınevi. İstanbul.1985. 2.cilt. Sayfa:704-705) diğinde kendi içinde büyük bir hareketin, büyük bir enerjinin ve büyük hamlelerin olduğunu görebilirsiniz. Bu yüzden; en çok geçen kelimelerin başında “Süratle” kelimesi ve buna denk kelimeler vardır. Geri kalmışlıktan hızla/ süratle kurtulmak heyecanını Dokuz Işık’ta hissetmeniz zor olmaz. Dokuz Işık isimli tüm eserlerde, Dokuz Işığın yerli ve milli bir doktrin olduğu belirtilmektedir. Bu belirlemelerin en çarpıcı olanları aşağıdadır: “Türk Milleti için kurtuluş ve yükseliş çaresi, kendi dini inançlarıyla, milliyetçilik ülküsüne sarılmaktır. Türk Milleti için kısa zamanda, kısa yoldan kurtuluş ve yükseliş Milli Türk ideolojisi ve milli Türk doktrini Dokuz Işık’tadır. Kendi varlığıyla, hızlı bir şekilde kalkınan; yabancılardan yardım beklemekten ve başkalarına sığınmaktan kurtulmuş bir Türkiye ancak büyük Türk doktrini Dokuz Işık’la mümkün olacaktır.” 2 “Bütün dünyada bir fikir savaşı yapılıyor. Bir sürü doktrin çarpışıyor. Türkiye’de son zamanlarda kapitalistler ile komünistlerin fikri bir çatışmaya girdiklerini gördük. Bu iki felsefe de ithal malı, ikisi de maddeci, ikisi de Türk Milletine yabancıdır. Biz buna karşı yüzde yüz yerli, yüzde yüz milli, maneviyatçı bir doktrin ile ortaya çıktık.” 3 “Bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, milli bir görüş etrafında birleşmek zorundayız. Bu görüş Dokuz Işıkçı görüştür. Dokuz Işıkçılık, Türk milletine, tarih ve kültürüne dayanan, ona inanan bir doktrindir. Bunun nasyonal sozyalizm ile hiçbir ilgisi yoktur.” 4 (2 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978.İstanbul. Önsöz. 3 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. İstanbul. Sayfa:13. Paragraf:1 4 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. İstanbul. Sayfa:15. Paragraf:1) Dokuz Işık Türk milletinin emperyalizme karşı öncelikle bir başkaldırış ve bilahare bağımsız bir yükselişi hedeflemektedir. 9 Işık adlı eserin 268’nci sayfasında, birinci paragrafın son cümlesinde bağımsızlıkla ilgili şu belirleme vardır: “Milliyetçiliğin temel şartı milletinin bağımsızlığı için çalışmaktır. Milletinin bağımsızlığı için savaşmayan kimse asla milliyetçi değildir ve olamaz da.” Dokuz Işık adlı eserin 381’nci sayfasında ise bağımsızlık; günümüz emperyalizmine dikkat çeken bir anlayışla “İşte biz Türk Milliyetçileri, Türk ülkücüleri olarak yurdumuza karşı girişilen bu ideoloji ve kültür saldırısı ve istilasının karşısına çıkarak, yurdumuzu bütünüyle koloni olmaktan, bütünüyle emperyalizmin kucağına düşmekten kurtaracak mücadeleyi veriyoruz.” diyerek anlatılmaktadır. Bunun için de Milliyetçiliği esas almaktadır. Pek tabidir ki Türkiye için söz konusu olacak Milliyetçilik ancak ve sadece TÜRK Milliyetçiliği olabilir. Burada önemli olan Türkiyemizde bir ayırımcılığa gidilip gidilmediğidir. Dokuz Işık’ta ve Alparslan Türkeş’ in hayatı boyunca bir ayırımcılık görülmemiştir. Zaten doktrin ilk başta tarif edilirken “Türk Milleti için kurtuluş ve yükseliş çaresi” olarak ortaya konmuştur. Türk Milleti’nin oluşumunun tahlili yapılarak bir iç hesaplaşma hiçbir zaman düşünülmemiş ve bu en ufak şekilde de olsa belirtilmemiştir. Özetle Dokuz Işıkta Türk Milleti bir bütündür ve Türkiye’de yaşayan “herkes” Türk Milletini meydana getirmektedir. Bu “herkes”, sadece “başka bir milletin özlemini taşımayan” ayırımına tabi tutulmuştur ki bu da çok doğal ve gereklidir. Bu belirlemede 1980 öncesi Sovyetler Birliğine ve ayrıca Batı’ya özlem duyanların ve bölücülerin varlığı sebebiyle ortaya konmuştur. Dokuz Işık’ta ırkçılığa karşı çıkılırken, “Kendini Türk hisseden herkes Türk’tür” sözü bölücülerce bir asimilasyon olarak kabul edilerek anlatılmaktadır. Bu doğru değildir. Türk Milleti tarihin hiçbir döneminde asimilasyona ilgi duymamıştır. Bir ülkede yaşıyorsak ve aynı bayrak altındaysak ve “Biz Milliyetçiyiz” diyeceksek, neyin milliyetçisi olacağız? Bu milletin. Bu milletin adı nedir? Türk Milleti. Yani bir Türk Milliyetçisi, ben Türk Milliyetçisiyim demeyecek de, bazılarına göre var olan 36 etnik kimliği mi sayacak? Eğer ülkemizde “Biz Türk’üz ama şunlar şunlar Türk değildir, şu bölgedekiler Türk değildir. Türk olmayanlara karşı şunları şunları yapacağız” denilirse; işte o zaman ırkçılıktan bahsedebiliriz. Ama ırkçılığa karşı olunduğu her zeminde söylenip, bu ülkede yaşayan herkesi bir kabul eden bir Türk Milliyetçiliğini başka şekilde anlatmak ve ithamlarda bulunmak sadece bir gaflet değildir. Bu durum, birlik ve beraberliğe kasteden bir durumdur. Dokuz Işık doktrinin yerli ve milli olduğu hemen hemen her bölümde zikredilmektedir. En belirginlerinden biri de aşağıdaki açıklamadır: “Türkiye’nin yükselişi dışardan ithal edilen fikirlerle olmaz. Hiçbir yabancı, Türk Milletinin menfaatlerini, Türk Milletinin kendisi kadar düşünemez. Bu gün yurdumuzda dışardan ithal edilmiş bulunan komünizm, faşizm veya kapitalizm fikirleriyle Türk Milleti yok edilmek istenmektedir. Türk gençleri, yabancıdan gelen ve Türk Milletinin değil, başkalarının menfaatini temin etmek için yurdumuza sokulan yıkıcı fikir akımlarına karşı şahlanmalıdır.” 5 Alparslan Türkeş, 9 Işık adlı eserlerinde komünist sisteme çatarken ve 1980 yılına kadar kadrosuyla komünizm ile mücadele ederken; kapitalizme olan karşıtlığı hep göl- (5 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:66. Paragraf:1) gede bırakılmak istenmiştir. Özellikle komünistlerin suçlamaları ve 1980 öncesi kurulan I.ve II. “Milliyetçi cephe” diye adlandırılan (Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Güven Partisi) koalisyon hükümetlerine katılması ve bu koalisyona girmeden önce Alparslan Türkeş’in ‘Kapitalizmle olan kavgamızı erteledim’ beyanatı kapitalizm ile ilgili görüşlerini geride bırakmıştır. Hâlbuki kapitalizm ile ilgili belirlemeler çok nettir. “ Kapitalizm bir dünya görüşüdür. Her dünya görüşü gibi, kapitalizm de iktisadi yönü yanında siyasi ve hukuki yönleri de vardır. Kapitalizmin siyasi yönü, liberal demokrasi, hukuki yönü de liberal hukuk adını alır. Liberal demokrasinin siyasi kurumları, özellikle meclis, hükümet ve idare, kapitalist sınıfa hizmet eder. Liberal demokrasilerde devlet yönetimine yalnız patronlar ve onların bürokrasi sınıfı katılır. Parlamento, patronları koruyan kanunlar çıkarır, hükümet ise bu kanunları titiz bir şekilde tatbik eder. Devlet çarkı kapitalistlerin yararına işler. Fakat patronlar ve onlara hizmet eden bürokratlar daima demokrasi ve hürriyetten bahsederler. Liberal demokrasi ve hürriyet, sahte bir demokrasi ve hürriyettir. Liberal sistemde, demokrasi ve hürriyet sadece kapitalistlere tanınmış bir demokrasi ve hürriyettir. Milletin çok büyük kısmı, patronlar dışında kalan kısmı için demokrasi ve hürriyet, bir diktatörlük ve esaretten başka bir şey değildir. Yalnız kapitalist sınıfı efendi, buna karşılık Türk Milletinin çok büyük bir kısmını köle yapan kapitalizme inanmıyoruz. Bu sistemde dünkü derebeylerin şatosu, bu gün büyük şehirlerin merkezine taşınmıştır. 9 Işıkçı görüşte devlet ne derebeylerin şatosunda bekçi, ne de köşe başın“ da bir bakkaldır. 9 IŞIK DOKTRİNİ PATRONLAR DÜZENİ OLAN KAPİTALİST DİKTATÖRLÜĞE karşıdır.” 6 Kapitalizme ve Komünizme karşı olan Dokuz Işığın bağımsızlık ve emperyalizme karşı başkaldırış özelliği, Dokuz Işık’la ilgili eserlerde hemen hemen her bölümde görülmektedir. O dönemlerde iki emperyalist fikir akımı; komünizm ve kapitalizm ve bu akımların lider ülkeleri karşısında “Dokuz Işık”, sömürülen ülkelere de bir ışık niteliğindedir ve dolaylı da olsa bir mesaj vermektedir. Bu özelliğini Dokuz Işığın ÜÇÜNCÜ YOL belirlemesinde görmekteyiz. “Bunun için sadist Slav marksizmini kopya etmeye veya soğuk Anglo-Sakson kapitalizmine sarılmaya lüzum yoktur. Bize başka bir yol, bir üçüncü yol gerekmektedir. Bu üçüncü yol, dünya proletaryası diktaryasını kurma ütopyasına bir tekme vurup, bütün olarak Türk Milletinin güçlendirilmesini amaç edinen bir milli ülkü olmalıdır. Materyalist, sömürücü kapitalizmi yıkarak, sosoyal adaleti ve Türk Milletinin toplum olarak büyük bir hızla kalkınmasını sağlayacak yüzde yüz yerli, yüzde yüz milli bir doktrin olmalıdır.” 7 “Yeni yol: Üçüncü yolu açmış bulunuyorum. Türkiye’yi kurtaracak yeni yolu işaret ediyorum. 9 Işık bayrağını her çeşit fırtınaya karşı açmış, dalgalandırıyorum. Şimdi bu bayrağın altında Türk Milleti için hiçbir çıkar düşünmeden çalışacak, ter dökecek ülkücüleri çağırıyorum. Milleti için, devleti için, ülküsü için asla almayı düşünmeden, daima vermeyi ve herşeyini vermeyi göze alan fazilet savaşçılarını çağırıyorum…” 8 (6 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:85-86. Paragraf:2 7 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:182-183. Paragraf:3 8 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:182-183. Paragraf:3) Dokuz Işık’taki kapitalizm ve komünizm karşısındaki “yeni yol”, “Üçüncü yol” çağrısını, 1994 yılından sonra dönemin İngiltere başbakanı Tony Blair’in Sosyal Demokrat Partiler’in toplantısında kamuoyuna sunduğunu görmekteyiz. Ayrıca son yıllarda kapitalizmin sorgulanmasında yeni bir yol arayışını görebilmekteyiz. Amerika Birleşik Devletleri’nde Wall Street’in onbinlerce kişi tarafından protesto edilmesi, ‘Siz yüzde bir, biz yüzde doksandokuz’ diye bağırılması, Yahudi kökenli bir diplomatın 32 sayfalık ‘Öfkelenin’ adlı kitabının kapitalizm karşıtı bütün eylemlerin fikir babası olarak kabul edilmesi ile; Dokuz Işık’taki yıllar öncesi tespit ve duruşun haklılığını günümüzde de görmekteyiz. Pek tabidir ki, Sosyal Demokratların önermeleri ile Dokuz Işık Doktrininin kaynakları ve ilkeleri farklıdır. Ancak burada dikkat çeken ve ilginç olan nokta şudur: kollektivizm ve kapitalizmin karışımından doğmasına rağmen kollektivizm ve kapitalizm dışında bir yol arayan Sosyal Demokratların yeni yol arayışları ve Dokuz Işığın yıllar önce ortaya attığı “Üçüncü” yol tabirini yakalayabilmeleridir. Dokuz Işık, o dönemlerde liberallerin, komünistlerle Türk milliyetçilerini “karşıt grupların mücadesi” tabiriyle aynı kefeye koymalarına şiddetle karşı çıkmakta ve mücadelelerinin asıl hedefini belirlemektedir. Bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Yurdumuz, dışardan yönetilen çeşitli kargaşalıklar ve saldırılarla karşılaşmaktadır. Özellikle yabancı ideoloji ve yabancı kültür saldırıları karşısındayız. Bir takım sapık ağızlar, bir takım şartlanmış kafalar memleketimizde, Türk Milletinin hayatıyla yakından ilgili olan bu mücadeleyi, Türk halkına yanlış bir şekilde duyurma çabası içindedirler. Bu çarpık ağızlar, bu çarpık kalemler, “karşıt grupların çatışmaları” ndan bahsetmektedirler. Türkiye’de karşıt gruplar yoktur. Türkiye’de karşıt gruplar çatışması yoktur. Türkiye’de Türk Milliyetçiliğini siyasi aksiyon yaparak, Türk Milletinin fakirlik, yoksulluk, geri kalmışlık kaderini yenme mücadelesi veren ve Türk Milletini cihanın medeniyet hayatı içinde yeniden varlık haline getirmek isteyen, şuurlu, ülkücü, memleket evlatları ile Türk Milletini köleliğe götürmek, Türk vatanını parçalamak ve Türkiye’yi kanlı kardeş kavgaları içinde boğarak, yeryüzünün biricik Türk Devletinin hayatına son vermek isteyen gafiller sürüsü vardır. Bir tarafta, yüce Türk bayrağının burçlarda, direklerde dalgalanmasını korumaya çalışanlar, diğer tarafta Türk bayrağını parçalayanlar, yerlerde çiğneyenler. Bunların ikisini bir görmeye imkân yoktur. Aklı başında her Türk, memleketini, devletini düşünen her yurtsever vatandaş, Türk devletini yaşatmak isteyenlerle beraber olmaya, Türk devletini yıkmak isteyenlere karşı cephe almaya ve el ele vermeye mecburdur.” 9 Böyle bir belirlemeye rağmen, “patronlar” sınıfının hâkimiyetinde “Bizim çocuklar başardı” diyen dış merkezlerin desteği ile gerçekleşen 12 Eylül ihtilalinde, Dokuz Işıkçılar mücadele ettikleri komünistlerle birlikte cezaevlerine tıkılmışlar ve en ağır işkencelere maruz bırakılmışlardır. 9 Işık’ta belirtilen “Kapitalist diktatörya”, yukarıda söylenenlerin aksine “karşıt gruplar mücadelesi” gerekçesiyle Türk milliyetçilerini ezmiştir. Aslında 9 Işık’taki bu tespit; “karşıt gruplar mücadelesi”, kapitalist sistem hüküm sürdüğü sürece geçerli olan ve olacak bir tesbittir. Hemen hemen her dönem, devlete ve millete karşı olanlarla, vatanseverleri - milliyetçileri bir çizgide göstermek isteyenler daima güçlü noktalarda kalmayı başarmışlardır. Çünkü yeni bir yol; bir üçüncü yol, hâkimiyeti elinde bulunduranların, ( 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:435. paragraf:1,2) hakmiyetleri sona ereceği endişesiyle müsaade etmeyecekleri bir yol olmaktadır. Dokuz Işık’ta 9 ilke mevcuttur. 1-Milliyetçilik 2-Ülkücülük 3-Ahlakçılık 4-Toplumculuk 5-İlimcilik 6-Hürriyetçilik ve şahsiyetçilik 7-Köycülük 8-Gelişmecilik ve halkçılık 9-Endüstricilik ve Teknikcilik Bu dokuz ilke Türkiye’nin temel sorunlarını çözmede, Türkiye’nin kalkınmasını ve yükselmesini sağlamada belli esasları, kaynakları ve hedefleri ortaya koymaktadır. “Milliyetçilik” ve “Ahlakçılık”, Dokuz Işığın temel kaynağı olan milli ve manevi anlayışını ortaya koymaktadır. “Ülkücülük”, bu doktrini rehber edinecek kadroyu tarif etmektedir. “İlimcilik”le ilme verilen önem saptanmaktadır. “Hürriyetçilik”, “Halkçılık”, “Toplumculuk”; demokratik, ekonomik ve sosyal düzen belirlemesindeki esasları içermektedir. Diğer ilkeler de kalkınmadaki prensipleri anlatmaktadır. Dokuz Işık doktrini incelendiğinde özet olarak şu özelliklerini görmekteyiz: 1-Milli ve yerlidir. 2-İki temel kaynağı İslamiyet ve milliyetçiliktir. 3-Kuvvetli bir milli şuur ve milliyetçilik ruhu taşımayı öngörmektedir. Milliyetçiliği İslami çerçevededir; ırkçılığa, her türlü bölücülüğe ve mezhepciliğe karşıdır. Türkiye’de yaşayan herkesi “Millet” kavramı içinde görmektedir. Üniter devletten yanadır. 4-Ümmetçiliğin ve İslam Birliği fikrinin gerçekleşmesini çok zor görmektedir. Bunun yerine İslam ülkelerinin işbirliğini önermektedir. İslamiyetin emrettiği ilkeleri esas alan bir yönetimi ve ülkücü kadroları esas almaktadır. Laik düzenden yanadır. 5-Dokuz Işığı benimseyen geniş bir ülkücü kadro hedeflemektedir. Gençliğe büyük önem vermektedir. 6-Kapitalizme ve komünizme karşı “Üçüncü yol” özelliği ile geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler için bir kurtuluş reçetesi özelliği taşımaktadır. 7-“Gelişmecilik” ve “İlimcilik” sorunların tesbiti ve çözüm yollarında temel ilkelerdir. İlimde ve teknolojide en yüksek seviyeye ulaşmayı hedeflemektedir. Sanayi ve tarımda modern, ölçek üretimi öngörmektedir. 8-Herkesin Dokuz Işık doktrinini benimsemesi gerektiği gibi bir hedef taşımamaktadır. Ama milliyetçiliğe, milliyetçi mücadelelere karşı olanları gaflet ya da ihanetle suçlamaktadır. 9-Toplumu oluşturan altı sosyal dilim ağırlığında yeni bir siyasi, ekonomik ve sosyal düzen ve yeni bir meclis yapısı öngörmektedir. *** 2- Dokuz Işık’ın ilkesel özellikleri ve Başkanlık sistemi “9 Işık ve Türkiye” ve “9 Işık” adlı bütün eserlerde Dokuz Işığın ilkeleri anlatılırken, o tarihlerde mevcut olan bazı sorunlar ve tehlikelerden de bahsedilmekte ve Dokuz Işık ilkeleri çerçevesinde çözümler ortaya konmaktadır. Bugün itibariyle dikkat edilmesi gereken husus, sadece Dokuz Işık doktrininin ilkelerinin esas alınmasıdır. Çünkü o günün sorunlarının bir kısmı bugün ortadan kalkmış veya başka sorunlar ortaya çıkmışsa, öncelikle müracaat edilecek olan Dokuz Işık adlı eserlerdeki çözüm yolları değil, Dokuz Işık doktrininin 9 ilkesidir. Dokuz Işık Doktrinindeki çözüm yolları kapitalizm ve komünizmde olduğu gibi değişmeyen uluslararası kalıplara sahip değildir. Dokuz Işık’ta değişmeyen sadece ilkelerdir. Dokuz Işık’ta yer alan “Gelişmecilik” ve “İlimcilik” ilkeleri çözüm yollarında hiçbir kalıp kabul etmeyen ilkelerdir ki; bu ilkeler Dokuz Işık Doktrinine diğer doktrinler nezdinde ayrı bir özellik yüklemektedir. Onun içindir ki, bugün bazı sorunların çözüm yollarında öncelikle başvurulacak Dokuz Işık’taki ilkelerdir. Mesela 1978 yılında basılan Dokuz Işık adlı eserde sermaye birikimini temin etmek için önerilen bir kaç husus bugün ekonomistlerce dikkate alınmayabilir. Yine o günlerde mevcut olan komünizm tehlikesi bu gün mevcut değildir. Dün komünistlerin büyük bir bölümü bilerek veya bilmeyerek Sovyet Rusya’nın emellerine hizmet ederken bugünkü komünistlerin büyük bir kısmı milli çizgidedir ve sadece Türkiye için komünisttirler. Keza o yıllarda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yapısı “Meclis” ve “Senato”dan oluşmaktaydı. Kanunların hızla çıkması bu ikili yapı sebebiyle çoğu zaman mümkün olmuyordu. Bunun içindir ki Dokuz Işık adlı eserde senatonun kaldırılması ilkeleri içinde değil ama ilkeleri paralelinde önerilmiştir. Fakat bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi tek meclisten ibarettir ve senato yoktur. Bu arada önemle belirtmek isterim ki; “Başkanlık sistemi” Dokuz Işık Doktrininin 9 ilkesinin hiç birinde geçmemektedir. Hatta Başkanlık sistemi ile birlikte meclisin yapısıyla ilgili olarak da Dokuz Işık Doktrinin 9 ilkesinde herhangi bir teklif yoktur. 1967 Yılında bastırılan “9 Işık” adlı kitapçıkta yoktur. 1977 yılında bastırılan “9 Işık ve Türkiye” adlı eserdeki 9 ilke içinde yoktur. Eserin ‘9 Işık’ın İki İlkesi Üzerine Düşünceler’ bölümü içinde (Sayfa:130) yer almıştır. Ancak burada yeni bir meclis yapısı belirlenmekte, güçlü bir devlet başkanından bahsedilmekte fakat “Başkanlık Sistemi” yer almamaktadır. 1978 yılında bastırılan “9 Işık” adlı eserde de, hiçbir ilkede bu sistem yoktur. Sadece ‘Toplumculuk’ ilkesi anlatıldıktan sonra, o tarihlerdeki meclis ve iktidar yapısı paralelinde “Başkanlık sistemi”nden ve yeni meclis yapısından bahsedilmektedir. Yani Başkanlık sistemi o günkü şartlar ve istenen ideal siyasi yapı paralelinde “9 Işık” adlı eserde önerilmiştir. Ancak bu öneri bugünkü meclis yapısı çerçevesinde olmamıştır. Bunun içindir ki Alparslan Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) Genel Başkanı olduğu dönemde, Başbakan Özal Başkanlık Sistemi’ni ortaya attığında, MÇP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici verdiği bir demeçle bu sisteme karşı çıkmıştır. Bu demecin MÇP’yi bağlamadığına dair hiçbir açıklama da yapılmamıştır. Bugün de MHP yönetimi Başkanlık Sistemi’ne karşıdır. 9 Işık adlı eserde, 9 ilke içinde yer almamakla beraber Başkanlık Sistemi ile ile ilgili incelenmesi gereken en önemli konu şudur. Evet, Alparslan Türkeş 1978 yılında yazdığı 9 Işık eserinde Başkanlık Sistemini net bir şekilde önermektedir. Ama nasıl? Nasıl bir meclis istemekte ve bu sistemi önermektedir? Önce buna bakmak, teklifi bir bütün olarak incelemek gerekmektedir. 9 Işık’ta önerilen meclis üye sayısı o güne göre daha azdır. 300 kişilik bir meclis önerilmektedir. Ama en önemlisi bu meclisin oluşumu ile ilgili olan teklif lerdir. Meclisin oluşumunda altı sosyal dilimin uygun bir sayıda mecliste temsil edilmesi istenmektedir. Bugün olduğu gibi liderlerin kendi ölçülerine göre belirledikleri milletvekili seçimi Dokuz Işık’ta yoktur. Önce bir ön eleme vardır ve bu ön eleme sosyal kesimler dikkate alınarak yapılmaktadır. Her sosyal dilimin kendi meselelerini mecliste en iyi şekilde dile getirilmesi hedeflenmektedir. Sadece liderlere değil, sosyal kesimlere ve bu sosyal kesimlerin sorunlarına bağlı milletvekillerinin oluşturduğu bir meclis düşünülmektedir. Bütün bunlara bakıldığında görülecektir ki Alparslan Türkeş bugünkü meclis yapısında Başkanlık Sisteminin asla kabul etmez, edilen teklifleri de Özal döneminde olduğu gibi geri çevirirdi. İşte 9 Işık eserinde meclis oluşumu ile ilgili teklifler: “Milliyetçi Hareketin iktidarı, işçi, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest meslek sahiplerinden oluşacak 300 kişilik tek meclisi ilk planda kuracak ve memleketimizdeki otorite buhranına son verip iktisadi sahada hızlı atılımlar yapılmasını sağlayacaktır. Milliyetçi Hareket, milli demokrasinin kurulmasının ve güçlendirilmesinin de teminatı olacaktır.” 10 “Milliyetçi siyaset teorisi, milleti altı sosyal dilimden oluşan bir bütün olarak görür. Bu itibarla milli temsilde, parlamentoda altı sosyal dilimin temsil edilmesini öngörür. Burada parlamento ne sadece kapitalist sınıfın, ne de sadece sözde işçi sınıfının organıdır. Bu sebeple siyasi demokrasi ve bütünleşmeyi gerçekleştirmek için Milliyetçi Hareket, belirli sayıda köylü milletvekilinin, işçi, esnaf, memur, işveren ve serbest çalışanların meclise gelmesini savunur. Altı sosyal dilimin mensubu meclise geldiği zaman (10 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978 Sayfa:269. Paragraf:1) Türk Milleti bir bütün olarak siyasi kararların alınmasına katılmış ve siyasi demokrasi gerçekleşmiş olur.” 11 İşte 9 Işık, altı sosyal dilimden oluşacak tek bir mecliste Başkanlık sistemini önermektedir. Yoksa bugünkü sistemde olduğu gibi siyasi parti liderlerinin sadece kendi ölçülerine göre belirleyip halka seçtirdiği milletvekillerinin oluşturduğu bir meclisin varlığında başkanlık sistemini teklif etmemektedir. Aslında bana göre Dokuz Işık’ta teklif edilen meclis oluşumu dünyaya da örnek teşkil edecek bir öneridir. Bu önerinin yanında bu günkü demokratik oluşum adil değildir. “Demokrasimiz ve Kralları” adlı eserimde belirtiğim gibi geçmişte krallık rejimlerinde tek kral vardı. Şimdiki demokratik hayatımızda mesela 30 kral vardır. Halbuki 9 Işık her sosyal dilimden uygun sayıda milletvekili önermektedir. 300 kişilik mecliste altı sosyal dilimden uygun sayıda yani her sosyal dilimden 40-50 milletvekilinin seçilmesi o mecliste bütün sorunların ehil ve bilgili milletvekillerince görüşüleceği bir meclis oluşumunu getirir. Sosyal dilimlerin temsilcilerinden oluşan mecliste her sorun hangi sosyal dilimi ilgilendiriyorsa, uygun teklif bu sosyal dilimin temsilcilerinden gelir. Dokuz Işık’ta böyle bir meclis önerilmektedir. Yoksa bugün olduğu gibi sadece talimatla parmak kaldırıp indiren bir meclis önerilmemektedir. Her sosyal dilimin temsilcilerinin uygun sayıda yer aldığı bir mecliste “Başkanlık sistemi” uygun, ama bugünkü meclisle asla ve asla uygun değildir. Çünkü bugünkü yapıda başkanlık sistemine geçilmesi, adı “Demokrasi” olan otuz krallığın bu defa tek bir krallığa dönüşmesi demek olur. (11 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa:264. Paragraf:1.) Dokuz Işık doktrininin en önemli özelliklerinden biri diğer doktrinlerde olduğu gibi Türk Milletinin kalkınması ve yükselmesinde değişmeyen kalıplarının olmamasıdır. Bunun nedeni “İlimcilik” ve “Gelişmecilik” ilkeleridir. Bu açıdan da gelişen ve değişen şartlara göre sorunların çözümünde 9 Işık’ta aslolan Türk Milletinin menfaatleridir. Bu bakımdan hangi çözüm yolu Türk Milletinin yararına ise Dokuz Işık, o çözüm yolunu kabul eder. Çünkü Doktrinde esas olan 9 ilkedir. *** B- DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN ANA KAYNAKLARI 1-MİLLİ KAYNAKLARI: Dokuz Işık doktrininin ana kaynağı Türk Milliyetçiliği ve İslam inancıdır. Türk Milliyetçiliğinde ise ana eksen Türkiye’de yaşayan Türk vatandaşlarıdır. Türkiye dışında yaşayan Türklere ve Türk Yurtlarına karşı “Türkiye’yi riske etmeyecek” bir çizgide ilgi ve destek mevcuttur. “Türk” kelimesi Dokuz Işık’ta sadece kavmi bir anlamda ele alınmamıştır. Millet olmanın, bir vatanda yaşayanların tek bir isimle anılması gerçeği ile “kendisini samimi olarak Türk kabul eden, başka bir milletin özlemini duymayan herkesi Türk’tür” esasına dayanarak bu ülkede yaşayan herkesi Türk kabul eden bir anlayışla hareket edilmiştir. Irkçılığa karşı olunduğu 9 Işık adlı eserin 59 ve 60’ıncı sayfalarında şöyle belirtilmektedir. “Türkçülük, Milliyetçilik anlayışımız; manevi şuurlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak “Ben Türküm” diyen herkes Türk’tür. Türkçülük ve Türk’ün tayininde, sapık ölçülere, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuvar ırkçılığına inanmıyoruz. Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeye koyan antrepolojik ırkçılık, Türk Milliyetçilik ülküsünün dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız, maneviyatçı, akılcı, demokratik, çağdaş bir milliyetçiliktir. Nazist Hitler ırkçılığının komünist ırkçılığının, her türlü antidemokratik, insan sevgisine dayanmayan emperyalist ırkçılığın karşısındayız. Emperyalist ırkçılık, milli devlet fikrini tanımaz. Milliyetçi Hareket, milli devlet fikrine inanır, bütün devletlerin eşitlik ve bağımsızlığını savunur, her milli devletin ülke ve millet bütünlüğüne saygı duyar. Türk Milliyetçiliği meşru savunma, yüksek insanlık duyguları ve Türk Milletinin kendi tabi haklarının savunulması, korunulması duygusu ve iradesinin, şuurunun bir ifadesi olmuştur. Türkçülük fikri de bu şuur ve duygudan doğmuştur. Dokuz Işığa göre Türkçülüğü kısaca şu şekilde özetleyip tarif edebiliriz: Her faaliyetin Türk Milletinin milli menfaatlerine uygun bir şekilde düzenlenmesi, yürütülmesi görüşüdür.” Dokuz Işık, Milliyetçilik kavramında Türk Milletini esas almaktadır. “Millet” kelimesinin algılanması ve manası milliyetçiliğimizi hangi esaslara oturtacağımızın işaretini vermektedir. “Millet” ve “Milliyetçilik” kavramları üzerinde durduğumuzda “Irkçılık” ve “Milliyetçilik” arasındaki farkı görebilir, Dokuz Işık’ta esas kaynakların başında yer alan “Türk Milliyetçiliği” ideolojisini daha iyi kavrayabiliriz. Aksi takdirde Alparslan Türkeş tarafından “Türk Milliyetçiliği, partiler üstünde mi kalsın yoksa siyasi hayat içine mi girsin” tartışmasının yapıldığı dönemleri aşarak, Türk siyasetine bir doktrinle sokulan Türk Milliyetçiliğine, siyasi arenada olması sebebiyle yapılan ırkçılık suçlamasını, faşist suçla masını hemen kabul ederiz ki; bu çok yanlış bir algılama olur. Bu sebeple “Millet” nedir, “Millet”den ne anlıyoruz, “Millet”i nasıl kabul ediyoruz; önce bunu iyi belirlemek gerekmektedir. “Millet kavramı Arapça’da değişik manalarda kullanılmıştır. Arapça’da “Mezhep”, “Secde” manalarında kullanıldığı gibi, daha çok “Ümmet” kelimesinin yerine, yani bir dinin mensuplarının toplamını ifade etmek için kullanılmaktadır. Ayrıca bu kelime Arapça’da tutulan “yol, esas” anlamlarına da geliyordu. Kelimeler ve kavramlar aynı dilde mana kaymasına uğrayarak değişik anlamlar ifade ettiği gibi, dilden dile geçince ayrı manalar veya asıl manasının bir bölümünü ifade ettiği de tespit edilmiştir. Mesela: Mektep kelimesi Arapça’da “yazı yazılan yer”, yani masa anlamında kullanılırken dilimizde, “okuyup yazmadan başlayarak sanat ve bilime kadar öğrenimin her hangi bir derecesinin sağlandığı yer” olan okul anlamında kullanılmıştır. “Ceza” kelimesi dilimizde suç işleyene kendisini doğru yola getirmek amacıyla verilen karşılık anlamında kullanılmaktadır. Fakat Arapça’da ceza kelimesi iyi veya kötü fiillerin karşılığı anlamında kullanılıyordu. Farsça’da “eski”nin karşılığında kullanılan “köhne” kelimesi dilimize “eskiyip yıpranmış” manasını kazanarak geçmiştir. Türk Dil Kurumu lugatında “Millet” kelimesi, “Ulus” kelimesiyle eş anlamlı gösterilmiştir. Tarihimizde aynı anlamda “Budun” kelimesi de kullanılmıştır.” 12 Bugün dilimizde millet kelimesi ulus ve budun kelimesiyle eşdeğer olarak kullanılmaktadır. Ancak, “Budun” ve “Ulus”, özellikle de “Budun”; bugün “Millet” kavramının kapsayıcı ve geniş sosyolojik bakış açısından geride kalmış- (12 Siyasette yeni boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu.1995, 2.baskı.Sayfa:44-45) tır. Millet ve ulus kavramları arasında aynı renkteki bir ton farkı gibi bir mana farkı bulunmaktadır. Millet veya Ulus genel anlamıyla “çoğunlukla aynı topraklarda yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluk anlamını” taşımaktadır. “Ulus” ve “Millet” kavramlarına, ülkemizde “Sağ” ve “Sol” görüşlüler tarafından da farklılık yüklenmeye çalışılmıştır. Sol görüşlüler “Ulus” kavramını kullanmayı tercih ederek milliyetçilerden farklı olduklarını, onların çizgisine gelmediklerini anlatmaya çalışmaktadır. Ayrıca bu kesim millet kelimesinin ümmet kelimesinden dönüşmüş olması sebebiyle sanki bu kavramı tercih etmekle “Laiklik” ilkesinden taviz vereceklerine inanmaktadır. Halbuki Cumhuriyet Halk Partisi’nin 6 ilkesinden biri Milliyetçiliktir. Yani “Milliyetçilik” ve “Millet”, “Ulusçuluk” ve “Ulus”, “Sol” ve “Sağ” bloklaşmasının da bir ürünüdür aynı zamanda. Anayasamızda yer alan “Ulus devlet” tabiri işte böyle bir farklılaşmanın anlamsız bir ürünüdür. Çünkü 1980 öncesi Ülkücüler’in en çok dile getirdikleri slogan ve konu “Milli devlet” ti. 1980 den sonra hazırlanan Anayasa’da “Milli devlet” tabiri yerine işte böyle “ulus devlet” tabiri yer almıştır. Millet, Yeni Türk Ansiklopedisinde ise şöyle tanımlanmaktadır: “Millet, birbirlerine milliyet duygusuyla bağlı bulunan insanların topluluğudur. Milliyet ise, başka insanlarla aynı milletten olduğumuz hakkında sahip bulunduğumuz bir duygudur. Şu halde millet denince, aynı milliyete sahip olduklarını düşünen insanların topluluğunu anlıyoruz. Acaba bu duygu ve düşüncenin aslı nedir? İnsanlar hangi sebeplerle, hangi hallerde aynı milletin fertleri olduklarını düşünürler.İnsan, ancak başka insanlarla bir arada yaşayabilir. İnsanın doğduktan sonra girdiği en küçük ve ilk topluluk ailedir. Hepimiz bir ailenin üyesi olduğumuzu düşünür, ailemizin öbür fertleriyle aramızda hem kan, hem duygu bağlılığı bulunduğunu biliriz. Ailemizden sonra akraba çevremizle, oturduğumuz mahalle veya köyün insanlarıyla aramızda bir birlik duygusu gelişir. İnsanın bu şekilde kendini bağlı hissetiği en büyük topluluk ise millettir. Mesela bir kimse, “Yılmaz” ailesindendir, “Kayabaşı Mahallesi” halkındandır, “Karadağ” kasabasındandır, “Türk Milleti” ndendir. Ama çok eski zamanlarda, insanla toplum arasındaki ilişki bu şekilde değildi. Mesela insanlar kendilerini kabileler (aynı soydan geldiği kabul edilen aileler) halinde ayırırlar, herkes kendi kabilesine olan bağlılığı, her şeyden üstün tutardı. Zamanla bu kabileler kendileriyle aynı dili konuşan, aynı dinden olan, aynı bölgede yaşayan, aynı devlet idaresi altında bulunan başka kabilelerle birbirine karışmışlar; bu defa kabile bağlarının yerini millet bağı almıştır. Bu yüzden insan toplulukları, tarihin en eski devirlerinden bu yana, gelişmiş derecesine göre sıralanacak olursa en son merhalede millet dediğimiz topluluk bulunmaktadır. Milliyet duygusunun nereden doğduğu çok tartışılmıştır. Bu duygu daima bir birlik, ortaklık anlayışı etrafında gelişir; yani biz, kendimizi başkalarıyla aynı milletten saymak için, onlarla kendi aramızda aile ve kabile bağlarını aşan bir takım ortak özellikler bulmalıyız. Bu özelliklerin neler olduğu konusunda değişik görüşler mevcuttur. Genellikle ortak dil, din, tarih, ülke ve devlet birliğinin bir topluluğu millet yaptığı kabul edilir. Bir milletin oluşması için bu saydıklarımızın hepsinin birden bulunması şart değildir; bazen bunlardan biri veya bir kaçı millet birliği için yeterli olmaktadır…” 13 Dokuz Işık, Türk Milletini esas alan bir doktrindir. Dokuz Işık’ta “millet” kavramı ülkemizde yaşayan “herkes”i kapsayan bir anlamda ele alınmış ve bu gün dünyada var olan milletleşme gerçeğinin sosyolojik esasları kabul edilerek hareket edilmiştir. “Millet” ve “Türk” kavramlarının hakim kavramlar olmasının en önemli nedeni bu kabuller ve yaşadığımız dünyada “millet” ve “devlet” realitelerinin hâkim olması, milletlerin ve devletlerin yürüttüğü amansız mücadelelerdir. İşte bu millet gerçeği ve bir bayrak ile bir devlet çatısı altındaki milletlerin tek bir isimle anılması “Türk Milleti” ve “Türk Milliyetçiliği” kavramlarını kendi mecrası içinde yürütmüştür. Dokuz Işıkta Türk Milliyetçiliğinin esası olan Türk Milleti, sosyal açıdan öyle bir tarif içerisine sokulmuştur ki, bırakınız ırkçılık suçlamasını millet içinde meydana gelen ve gelebilecek bazı farklılaşmaları bile ortadan kaldıracak bir bütünlük ortaya konmuştur. Bu çarpıcı açıklama 9 Işık adlı eserin 262’nci sayfasının 3’ncü paragrafında ve devam eden 264’ncü sayfasında şöyledir: “Burada önemle belirtelim ki, millet kavramı, mücerret bir kavram değildir. Millet, ne kapitalistlerin savundukları gibi fertlerin maddi toplamından, ne de komünizmde olduğu gibi komünist partisi üyelerinden ibarettir. Millet bir varlıktır. Milletin haldeki bölümü altı sosyal dilimden; yani köylüden, işçiden, esnaftan, memurdan, işverenden ve serbest çalışanlardan ibarettir.” Milletin genel anlamıyla oluşumunda da farklılıklar mevcuttur. (13 Yeni Türk Ansiklopedisi.1985. Ötüken Yayınevi. Cilt:6. Sayfa:2365) “…yüzyıllardan yüzyıllara çeşitli serüvenlerle boy atan milletleri bir önceki şekilleri olan “kavim”lerden ayırmak gerekir. Milletler ya bir kavmin veya akraba kavimlerin birleşip gelişmesiyle ortaya çıktığı gibi, bir kavmin bölünmesiyle de oluşan milletler vardır. Bir kavmin gelişmesi veya akraba kavimlerin birleşip gelişmesiyle ortaya çıkan milletlere soy birliklerinden dolayı tarihi veya kök milletler denmektedir. Türkler gibi.. Değişik kavimlerin kaynaşarak gelişmesiyle oluşan milletlere de halita milletler denmektedir. Galyalılar, Franklar, Burgodlar, Vizigotlar ve Normanlar gibi değişik kavimler birleşmiş, tarih içinde bütünleşerek Fransız milletini ortaya çıkarmışlardır. Bir kavmin bölünüp gelişmesiyle ortaya çıkan milletlere örnek Almanlar, Hollandalılar, Danımarkalılar ve benzerleridir. Bunlara dal millet demek yerinde olur.” 14 Yukarıda belirlenen tarihi ve sosyolojik gerçekler bize göstermektedir ki ayrı kavimlerden bir millet oluşabileceği gibi, bir ırktan da başka milletler oluşabilmektedir. Bu tarihi gerçek de bize göstermektedir ki; milletleşmede aslolan “Biz” şuuru ve müşterek hedefler, vatan, bayrak, devlet ve dil birliğidir. Bu bakımdan milletleri mutlak manada bu gün için gelişmelerini tamamlamış olarak kabul etmek ve kesin bir tarif içerisine sokarak geleceği de belirlemek zordur. Milletler canlı bir organizma gibi gelişmeye devam ederler. Bu gelişmelerinde kavuştukları bilim ve kültür düzeyleri, ekonomik ve teknolojik ilerlemeleri, yaşadıkları felaketler ve sevinçler de etkili olur. (14 Siyasette yeni boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu. 1995 2. Baskı. Sayfa:46-) Milletleşme sürecini durduran, hatta ortadan kaldırarak bölen hareketler de mevcuttur. Bunların başında etnik ırkçılık, mezhepçilik ve milletleşmeye karşı olan diniideolojik hareketler bulunur. Bu açıdan milletleşme sürecinde “biz şuuru”, “ırk birliği” kadar önemli ve hatta ondan daha önde gelir. Bunun en canlı örneği Amerika Birleşik Devletleri’dir. Amerika’da milliyetini tamamlamış topluluklar çeşitli sebeplerden dolayı birbirleriyle karışıp kaynaşarak ortaya yeni bir millet çıkarmışlardır. Almanlar, İngilizler, İtalyanlar, İspanyollar ve diğer milletler tarihi gelişimini tamamladıktan sonra Amerika`ya göçmüşlerdir. Oraya yerleştiklerinde hepsi ayrı ayrı milletlere mensuptu. Amerika Birleşik Devletlerinin milletini; Amerikan milletini oluştururken bu milletler kavim rolünü oynadılar. Ziya Gökalp, “Millet; lisanca, dince, ahlakça ve bediyatça müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir.” demektedir. Ziya Gökalp’ın milletle ilgili değerlendirmelerinin özetleri şöyledir: “Millet ne coğrafi, ne ırkı ve ne de siyasi bir topluluktur. Millet lisanı müşterek, aynı terbiyeyi almış olan fertlerden meydana gelen harsı bir topluluktur.” “Millet olarak maddi meziyetlerimiz ırkımızdan gelmekte ise, manevi meziyetlerimiz de cemiyetimizden gelmektedir.” “Türk dili hayatın durmadan devam eden değişikliklerini, yeni fikirlerini ve kavramlarını ifade edebilmelidir.” “Devletin bekası ve varlığı, milli şuura sahip olan bir Türk topluluğu ile mümkündür.” “Milli ahlak, milli ülkülerden, milli görevlerden sonra meydana gelir ve olgunlaşır. Milli dayanışmayı kuvvetlendirmek için her şeyden önce vatani ahlakı güçlendirmek ve yüceltmek gerekmektedir.” 15 (15 www.turkmeclisi.org sitesinden,Temel Bilgilerden alınmıştır.) Milletin oluşumunu fertlerin egemenlik kavramına bağlayan görüşler de mevcuttur. “Millet, egemenlik kavramı ile bağlantılıdır, etnisite egemenlik kavramı ile bağlantılı değildir. Bir ülkede bütün farklı etnisiteye bağlı insanlar birlikte bir siyasi egemenlik oluştururlar. O siyasi egemenliğe birey olarak eşit katkı yaparlar. Türkiye bu noktaya doğru geldi. Ama bugünkü tartışma işi başka noktaya çekiyor. ‘Vatandaş eşitliği artık yeterli değil buradan etnik eşitliğe geçelim. Etnisiteleri siyasi yapılanmanın temel unsuru haline dönüştürelim. Devlet artık vatandaşların değil de etnisitelerin eşit ağırlık taşıdığı bir devlet olsun’ isteniyor. Şu andaki eşitlik isteği vatandaşların hukuki eşitliğine dayalı değil, etnisitelerin eşitliğine yönelik bir taleptir. Etnisiteler üzerinden bunu denemeye başlarsanız o siyasi yapıdaki bütünlüğü parçalarsınız. Şimdi o bütünlüğü ayrıştırma, milletin içinden bir millet daha çıkarma çabası yürütülmektedir. Bu bir egemenlik çatışmasıdır. Çünkü söz konusu olan bireye değil etnisiteye egemenliğin bir parçasını vermektir.” 16 Millet kavramını ırki değil, siyasi anlamda kullanmak gerektiğini belirleyen görüşler de mevcuttur. “Türkiye’de yaşayan bütün insanlar bizim milletimizi meydana getirir. ‘Tek Millet’ olan ‘Türk Milleti’, bir etnik aidiyeti değil, siyasi kimliğimiz ifade eder. Türk Milletine mensup olan her fert, etnik kimliği, dini mezhebi ne olursa olsun ‘Türk vatandaşı’dır. ‘Tek millet’i ifade ederken ‘Ümmet’ sözünü kullanamazsınız. Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin ümmetinden olmak hiç şüphesiz rutbelerin en büyüğüdür. Bundan elbette şeref duyarız. Ancak ümmet, günümüzde siyasi bir kimlik değildir. ‘Tek millet’, ‘Türkiyecilik’ ya da ‘Türkiye milleti’ gibi karşılığı olmayan saçma sapan (16 Deniz Baykal. Hürriyet Gazetesi. Söyleşi.15. Nisan.2013) sözlerle de ifade edilemez. Bana hiç İngilterelilik, Fransalılık, Almanyalılık gibi örnekler veya ABD milleti, Yunanistan milleti, İspanya milleti gibi saçma sapan ve gülünç uygulamalar gösterebilirmisiniz?” 17 “Türkiye’de belirli ideolojik formasyona sahip aydın zümrenin ısrarla ıskaladığı bir gerçek, millet ile etnisite arasındaki farktır. Millet, tarihsel ve kültürel bir olguya karşılık gelirken, etnisite yanlış bir algı sonucu ‘ırksal’ bir yapıya göndermede bulunur. Modern sonrası toplumsal ve kültürel yapıları yeniden şekillendiren ana olgu çeşitli dinifelsefi düşünceler, yeni cinsel farklılıklar, kültürel ve özellikle etnik yapılardır. Gordon Marshall’ın ‘Sosyoloji Sözlüğü’ etnisiteyi, ‘Ait oldukları ve içinde özgün kültürel davranışlar sergiledikleri bir toplumda, kendilerini diğer kollektif yapılardan farklılaştıran ortak özelliklere sahip olduğunu düşünen ya da başkaları tarafından bu gözle bakılan kişileri tanımlayan bir terim olarak açıklar. Etnisite terimi ırk terimine karşı bulunmuştur. Çünkü etnik bir grubun üyeleri ırksal özelliklerine göre tanımlanabilecekleri halde, bunun yanında din, meslek, dil ya da politika gibi başka kültürel özellikleri de paylaşıyor olabilirler… Etnik grupların bileşimi bir akışkanlığa sahiptir ve tanımı gereği değişikliklere açıktır.’ Orhan Türkdoğan ise etnikliği, ‘dil, din ve kültürel farklılaşmaların bir yansıması’ tarzı şeklinde değerlendirmektedir. Bir toplumsal ve kültürel yapı içindeki ilişkiler ve etkileşimler sistematiğine göre etniklik, kollektif bir olgu olarak kendine yer bulmaktadır. ‘Etniklik zaman dışında ve doğal olarak var olan bir olgudur. Ulusal kimlik, zamana ve kurguya bağlı olarak oluşan modern ulus ve ulusçuluğa zemin (17 Hasan Celal Güzel. Sabah Gazetesi. Makale. 3. Nisan.2013) hazırlayan en önemli unsurlardan biridir. Buna karşılık etniklik, bir etnik gruba aidiyete ve öznenin özgül durumuna göre belirlenen tutum, algı ve duygularla ilgili bir mesele olup geleneksel dönemin en önemli kimlik belirtme biçimlerinden biridir.’ Smith etnik grubu, soya ait mitlerin rolünü ve tarihi anıları vurgulayan, din, gelenek, dil ya da kurumlar gibi bir veya birden fazla kültürel farklılığa göre tanınan ve ayırt edilen bir kolektif tip olarak tanımlar. (Geniş bilgi için bkz. ‘İkbal Vurucu. Türklük’ten Türkiyeli’liğe Bireyin Temsil İmkanı. 21. Yüzyıl Dergisi, Temmuz 2011, Sayı 31) 18 Millet kavramının nasıl bir kaynaşma meydana getirdiğini anlatan sanırım en ilginç yaklaşım da aşağıdki belirlemedir. "Cumhuriyet" kavramının nasıl bir mânâ ifade ettiğini hepimiz biliriz. Ama bu kelime belli harflerin yan yana gelmesinden; yâni muayyen harflerin birlik ve beraberliğinden meydana gelir. Meydana gelen kelime ve kavram, o harflerin yan yana gelip birbirine sırt vermesinden, birbirleriyle kaynaşıp dayanışmasından ortaya çıkar. Sonuç, onlarla ve onlardan oluşur. Fakat artık onların hiçbiriyle ilgisi kalmaz. Yâni onlardandır, lâkin artık onlar değildir. Onların meydana getirdiği bir kavram ve bir kelimedir. Çünkü adı geçen harfler tek tek değil, bir bütün yâni "cumhuriyet" olarak okunarak bir kavramı ortaya koymuşlardır. İşte "millet" mefhûm ve kavramı da böyle bir şey. Yâni milleti; ana unsurun, onları aşılayan maya unsurun yanı sıra, birçok unsurlar meydana getirmiştir. Fakat o oluşum; artık ne sadece şu, ne de sırf bu unsurdur. Hiçbiri değil. Yalnız yepyeni bir terkip, sentez ve bireşimdir. Yep- (18 Doç Dr. Ruhi Ersoy. Millet Nedir? Etnisite nedir? Makale.Ortadoğu Gazetesi.08.06.2012) yeni bir yapı teşkil eden ve "millet" dediğimiz; hepsinden ve hepsiyle oluşan fakat oluştuktan sonra tek tek hiçbiri olmayan; hattâ asıl unsuru bile aşan; lâkin terkip ve sentezinde her toplumun da katkısı bulunup, içinde yer aldığı, destek ve ortak olduğu bambaşka bir veridir ki, işte biz buna "millet" diyoruz. Milleti onlar doğurmuş ve fakat sonuç; onların hiçbirinin değil; belki her birinin katkısı ve payı olduğu, yepyeni bir hamuledir.” 19 Prof.Dr. Orhan Türkdoğan’a göre millet belirlemesi şu şekildedir: “Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’a göre 19. Yüzyılı ve günümüz toplumlarını şekillendiren iki akımdan biri modernleşme teorisi, diğeri de milletleşme sürecidir. Türkdoğan’a göre bir millet çatısı altına çok farklı ırk, soy ve renkte insanlar yaşayabilir; önemli olan kişinin kendini ait olduğu toplumdan hissetmesidir. Türkdoğan buna aidiyet duygusu demektedir. Ona göre köken itibariyle Türk olmadığı halde, bu ülkenin insanları arasında yaşıyorsa, aşını ve işini bu ülkeden sağlıyorsa, kendini Türk Toplumundan hissetmesi, onun bir mensubu olması, kısacası mensubiyet duygusu ile bağlı bulunması, sosyolojik anlamda bizi, milletleşme gerçeğine götürebilecek tek yoldur. Türkdoğan’a göre; Millet, dil ve kültür değerleri yanında ortak duygularda uyum sağlamaktır.” 20 Milletin benzer tariflerini, sadece tek ırka dayalı millet tariflerini ve tarihte değişik milletleşmeleri görmek mümkündür. Ama bir milletin oluşması için öncelikle bir (19 Düşünce kırıntıları. Millet Nedir? Muhsin Bozkurt. Tarihçi. Makale. 15.Aralık.2012. 20 Sosyal Bütünleşmenin Sağlanması Sürecinde Ziya Gökalp ve Orhan Türkdoğan’da dilin fonksiyonları. Gönül Aydın. 2006. Erzurum. Sayfa:57. Yüksek Lisans Tezi.) vatan, müşterek dil ve kültür, müşterek tarih, müşterek bir bayrak ve devlet ile müşterek tek isim ve bütün bunları geleceğe taşıyacak olan “Biz” şuurunun gerektiğini söylemek mümkündür. Dokuz Işık’ta Türk Milleti’nden bahsedilirken hiçbir sayfasında ırka dayalı bir tarif ve anlatım yoktur. Şu bölgede yaşayanlar “Türk Milleti”nden değildir. “Türk” değildir şeklinde bir cümleye rastlamak mümkün değildir. Sadece bir millete mensup olma gereği ve tek isimle anılma gerçeği sebebiyle “Türk Milleti”nden olma şuurundan bahsedilmekte ve bu öngörülmektedir. Milletlerarası mücadelede ve geleceğe taşınmada gerekli olan milletleşme olgusunu güçlendirirci öğretiler ve belirlemeler mevcuttur. Dokuz Işık’ta Türk Milleti şöyle tarif edilmektedir: “Türk Milleti dediğimiz gerçek nedir? Bugün Türk Milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkündür. Müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin sahibi ve aynı devletin bayrağı altında ve sınırları içinde yaşayan ve Türklüğü benimseyen, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı dine mensup insan topluluğu bugünkü milletimizi meydana getirmektedir.” ” 21 “Türk Milletini meydana getiren, diğer önemli bir manevi faktör bağımsız olarak birlikte yaşama arzusu, bölünmeme, kaderde, tasada ve kıvançta bir bütün olarak devam etme arzusudur.” 22 Irkçılığa karşı olunduğu Dokuz Işık’ta çok yerde zikredilmiştir. Dokuz Işık’ta ırkçılığın olmadığı, her vatandaşa (21 9 Işık Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:90. Paragraf:1 22 9 Işık. Alaparslan Türkeş.1978. Sayfa:284) eşit hizmet öğretisiyle, ayrıca sınıf ve hâkim zümre anlayışının reddedilmesiyle de açık ve seçiktir. Dokuz Işık’ta Türkçülük, Milliyetçilik anlayışıda “Millet” esası yanında manevi şuurlanmaya dayandırılmaktadır. Dokuz Işık’ta Türkçülük ve Türkün tayininde, sapık ölçülere, antrepolojik ırkçılığa, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuvar ırkçılığına asla yer verilmemektedir. Başka milletleri küçük gören bir anlayış da mevcut değildir. Dokuz Işık’taki Milliyetçilik anlayışı, maneviyatçı, akılcı, demokratik, çağdaş bir milliyetçiliktir. Milliyetçilik, tarih boyunca dayandırıldığı esaslar açısından da farklılıklar göstermektedir. Milliyetçilik “Milletleşme” sürecinde takip edilecek yol sebebiyle de belli ülkelerde farklı esaslara dayandırılmıştır. Tarihe baktığımızda Almanların Milliyetçiliği ırkçılığa dayanmış ama Fransızlarda kültüre dayanan bir milliyetçilik söz konusu olmuştur. Keza İsviçreliler Milliyetçilikte “Vatan”ı, Romanyalılar ise “Dil”i esas almışlardır. Bu sebepledir ki, milliyetçilik tariflerinde farklı bakış açılarını görmek mümkün olmaktadır. Dokuz Işık’taki milliyetçilik ise kültür ağırlıklı, vatan birliği ve şuurlanmayı öne alan bir milliyetçiliktir. Milliyetçilikle ilgili olarak yakın tarihimizdeki bazı fikir adamlarının ve dünyadaki bazı düşünürlerin görüşleri kısaca ele alacak olarsak şöyledir: Remzi Oğuz Arık milliyetçiliği şöyle tarif etmektedir: “Bir korunma, bir müdafaa ideoloji olan bu günkü Milliyetçiliğimiz her şeyden önce Türkiye’yi yükseltmeye yönelmekte, çok ileri olan milletler ailesi içine şerefle girebilmeyi, eşit haklarla yaşamayı hedef bilmektedir. Bu günkü milliyetçiliğimiz sevgi ile işe başlamaktır. Vatanını, tarihini, milletini (işçisi, çiftçisi, askeri, aydını, tüccarı ile) bütün halkını sevmek, milliyetçiliğimizin hareket noktası budur.” 23 “Erol Güngör’e göre ise: Gerçek milliyetçilik, milleti meydana getiren her insanı hiçbir ayırım yapmaksızın aynı derecede sevmektir. İnandığımız milliyetçilik anlayışı, bu milleti meydana getiren insanlar arasında her türlü ayırımı kesinlikle reddeder. Milliyetçilik bölücü değil birleştirici, ayırıcı değil toplayıcıdır. Bu milleti meydana getiren her fert aynı soyun, aynı kültür ve tarihin birer üyesidir ve hepsi aynı müşterek kaderle yoğrulmuşlardır. Bizim dünya görüşümüzde bir ferdin diğerinden üstün tutulması yoktur.” 24 “H.Fikret Kanat’a göre Milliyetçilik şudur: Milliyet fikri, insan toplulukları arasında fertlerin muayyen bir zümreye mensup olma şuurudur. Fertlerin milli benliklerini idrak etmesidir. Fertlerin kendi hayatlarının, kendi nesillerinin, ananelerinin, dillerinin, şeref ve istiklal gibi her türlü kıymetlerin ancak milli varlıkla yaşayabileceğine kanaat ederlerse milli şuur derinleşerek ve hislerle birleşerek iman ve ideal haline gelir. Demek oluyor ki milliyet ideali, milletin selameti, bekası ve yükselmesi gayeleri etrafında, fikir, his ve irade kuvvetlerinin insanın ruhunu derinden sarsmasıyla teşekkül eder. Kırby Page’ye göre: Milliyetçilik hissidir. İnsanların içinden gelir ve bir tek sebebe bağlı değildir. Milliyetçiliği yaratan sebeplerden bazıları: ırk birliği, dil birliği, coğrafya birliği, din birliği, tarih ve örf birliği ve ortak ekonomik (23 Siyasette yeni boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu. 1995. Sayfa:51. Paragraf: 2-3 24 Siyasette yeni boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu. 1995. Sayfa:51. Paragraf:2-3) menfaatlerdir. Bazı durumlarda bu faktörler beraber bulunur, bazı vaziyette ise bu faktörlerden çoğu yoktur. İsrael Zangwil, milliyetçiliği ‘politik gerçeklere dayanan bir düşünce şeklidir’ diye tarif eder. Prof. Dr. G.P Gooch, ‘Milliyetçilik bir milletin kendi kendisini tanımasıdır’ der. Prof. Alferd E.Zimmern ‘Milliyetçilik din gibi subjektif bir durumdur, psikolojik bir düşünce şeklidir, ruhi bir yüceliştir, bir his, düşünce ve yaşama şeklidir’ der. Ramsay Muir, ‘Bir grup insan kendilerini belli menfaatlerle birbirlerine öyle bağlanmış hissederler ki bir arada çok mesut yaşayabilirler, ayrılık onları perişan eder ve hisleri paylaşmayan insanlara tahammül edemezler’ diye değişik bir tarif ortaya koyar. Peyami Safa’ya göre milliyetçilik şudur: ‘Milliyet fikri, tarihin ilk çağlarında bir tohum, orta çağlarında bir fidan, zamanımızda gölgesini bütün dünyaya salan bir ağaç halindedir. Tarih bu ağacı devirmek için onun köküne vurulan her baltanın kırıldığını gösteriyor. Çünkü bütün tarih boyunca insan topluluklarının en büyük özleyişi tam ve müstakil bir milli taazzuva kavuşmaktadır. İnsan fani ferdiyetinin üstünde kendisini müşahhas bir gerçeklik halinde yaşatacak bir ideale sarılmakla ölmezliğinin sırrını bulmuştur. Ord. Prof. Sadri Maksudi Arsal ise milliyetçiliğin en önemli prensibini şöyle belirlemektedir: ‘Bugün, milletlerarası işbirliği şekillerine rağmen, her milletin kendi için çalışması, kendi kaynak ve imkânları ile kalkınması ve yardımı kendinden beklemesi Milliyetçiliğin prensiplerinden biri olmalıdır.” 25 (25 Siyasette Yeni Boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu.1995. Sayfa:52-52-53) Dokuz Işık’ta Milliyetçilik, Alparslan Türkeş tarafından her açıdan ortaya konmuş ve bu fikir etrafında birleşilmesi gereği üzerinde ısrarla durulmuştur. Dokuz Işık’ta Milliyetçilikle ilgili belirlemelerin bazıları şöyledir. “Milliyetçilik, Türk Milletine karşı beslenen derin sevginin ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan ve kendisini samimi olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk’tür. Biz; Türk Milletine mensup olduğumuza göre, bu milletin içinden çıkmış insanlar olduğumuza göre, elbette ki kendi milletimize karşı derin bir bağla bağlı olacağız ve bu milletin yükselmesi için, bu milletin haklarının daima her çeşit tesirlerden uzak, her şeyin üstünde bulundurulması için çalışmayı görev tanıyacağız. İşte bu sebeplerden dolayı bizim milliyetçiliğimiz, Türk Milletine karşı duyulan derin, köklü bir sevgi ve Türk Milletinin içinde bulunduğu müşkül durumdan bir an önce, en modern, en ilmi metotlarla çıkarılarak en kısa yoldan modern uygarlığın en ön safına geçirilmesini sağlamak duygusundan kuvvet alır. Milliyetçiliğimiz başkalarına kin, garez duygularıyla beslenmez. Demek ki, Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine karşı duyulan derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumdan kurtarıp, kuvvetli, her çeşit korkudan, baskıdan uzak, şerefiyle yaşayan, müreffeh, mutlu ve modern uygarlıkta en ön safa geçmiş bir hale getirmek isteği bu isteğin yarattığı duygudur…” 26 Bu anlatımda görüleceği üzere, Dokuz Işık’taki milliyetçilikte Türk Milletine karşı derin sevgi ve bağlılık, Türk milletine mensubiyet, başka bir ırkın gururunu taşımamak, (26 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978.Sayfa:84-85) Türk Milletini en öne geçirme isteğinin doğurduğu duygu ve buna paralel olarak çalışmak vardır. Yani sadece milliyetçilik duygusu yeterli görülmemektedir. Bu duygu gerekli ama çalışma olmayınca yeterli görülmemektedir. “Milliyetçiliğimiz, Türk Milletinin bütün fertlerini aynı derecede sevmek, onları devlet yönetimine aynı derecede katmak, ortak etmektir.” 27 Bu tanımda ise herkesi eşit görme, herkesi devlet yönetimine talip etme ile milliyetçiliğin ne kadar eşit haklara dayanarak bir bütünleşme meydana getirdiğini anlamaktayız. Dokuz Işık, ırkçılığa ve ayırımcılığa karşı olduğunu söylemekle yetinmemiş, bunun önemli olan tatbik yollarını da göstermiştir. Bu tarif bile tek başına ırkçılık çizgisinin dışında bir milliyetçiliği anlatmada yeterlidir. “Çağımızın temel ideolojisi, milliyetçilik ülküsüdür. Bugün Afrika’yı, Güney Amerika’yı ve hatta Avrupa’yı saran ideoloji, Milliyetçiliktir. Faşist sistemin amansız düşmanıyız. Milliyetçilik anlayışımız manevi şuurlanmaya dayanır, milli sınırlarımız üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak “Ben Türk’üm” diyen herkes Türktür… Milliyetçilik ve Türklük tayininde bölücü unsurlara, antrepolojikırkçılığa, mezhepçiliğe ve bölgeciliğe inanmıyoruz. Nazist ırkçılığın, komünist halkçılığın, mezhepçiliğin, emperyalist coğrafyacılığın karşısındayız.” 28 “Türk Milletinin yükselmesi ve tehlikelerden korunması, Türk milletini meydana getiren kişilerin teker teker milli şuur sahibi olmasına ve kalplerinin millet sevgisi, vatan sevgisi ile çarpmasına bağlıdır. Bunun için milli doktrin Dokuz Işığın birinci ilkesi olarak Milliyetçiliği koymuş bu- (27 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:250. 1. Paragraf 28 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa: 135-136) lunmaktayız. Şüphesiz burada bahis konusu edilen Milliyetçilik Türk Milliyetçiliğidir. Türk Milliyetçiliği ne demektir? Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun, müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir. Türk Milliyetçiliği insani duygularla beslenen bir anlayıştır. Türk Milliyetçiliği kin ve garazı esas almayan, sevgiyi esas alan bir düşünce tarzıdır. Milliyetçilik; milletini sevmek, vatanını sevmek ve milletinin tehlikelere karşı korunması için her fedakârlığı göze almak duygusu ve düşüncesidir. Türk Milliyetçiliği bütün Türkleri kardeş sayan bir düşüncedir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve kendisini Türk Milletinin bir mensubu kabul eden herkesi kardeş sayan bir düşünce ve görüştür.” 29 Bu tanım ırkçılık açısından çok önemlidir. “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve kendisini Türk Milletinin bir mensubu kabul eden herkesi kardeş sayan” düşünce ve görüş, milliyetçiliğin bir prensibi olarak gösterilmektedir ki bu da Dokuz Işığın ne kadar birleştirici ve bütünleştirici olduğunun ayrı bir ispatı olmaktadır. “Türk Milletinden olmak; Türk Milletini sevmek ve Türk Devletine sadakatla hizmet aşkı taşımak, vatana bağlılık duygusu içinde bulunmak ve Türk Milletinin yükselmesi için elinden gelen her fedakârlığı yapmak ve çalışmak duygusu ve şuurudur. Bu duygu ve şuuru taşıyan, herkes Türk’tür. Kalbinde yabancı başka bir milletin özlemini, özentisini taşımayan, kendisini Türk hisseden, Türklüğü benimseyen ve Türk Milletine, Türk Devletine hizmet aşkı taşıyan herkes Türk’tür.” 30 (29 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:89. Paragraf:1 30 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:91) Burada ise milliyetçiliğin aynı zamanda bir fedakarlık ve çalışkanlık olduğuna bir kere daha işaret edilmektedir. Ve Türk Milletine ve devletine hizmet aşkı ile bağlı olan, bu fedakârlığı ve çalışmayı yapan herkes, Türk ve Milliyetçi olarak vasıflandırılmaktadır. “Bizim Türk Milliyetçileri olarak davamız Türk Milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyen devam ettirmek davasıdır. Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir, başka bir dava yer alamaz. Türk Milletinin varlığını korumak, yükseltmek ve onu ebediyen devam ettirmek fikrine hizmet etmeyen, bu fikre uygun olmayan hiçbir davranış, hiçbir hareket Türk Milleti için meşru olamaz.” 31 Dokuz Işık, milliyetçiliği Türk Milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyen devam ettirme davasına bağlıyarak, ‘Bu davaya bağlı olacak başka hangi fikir vardır ki?’ ifadesiyle meydan okumaktadır. Yani milliyetçiliği, milletleri yüceltecek ve ebediyen devam ettirecek tek fikir akımı olarak takdim etmektedir. Bu davaya milliyetçilikten başka hiçbir fikir ve görüşün uygun olmayacağını belirtmektedir. “Her şeyden evvel bir milletin yüksek ahlak duygusuna sahip olması ve yüksek bir manevi inanç taşıması gerekmektedir. Bunlarla beraber milletin kuvvetli bir milliyetçilik şuuru içinde bulunulması ve kendi milletini kalkındırmak, kendi milletini ileri götürmek aşkı, isteği ve azmi içinde bulunması gerekmektedir.” 32 Bu bölümde de milliyetçiliğin din ile münasebeti ve din ile bütünleşmesi anlatılmaktadır. Türk Milliyetçiliğinin İslam inancı ile birlikte mütalaa edilmesi gerektiğini belirten ayrı bir tariftir bu. (31 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:91. Paragraf:1 32 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:39. Paragraf:2) “Milliyetçi Hareket, Cumhuriyet sınırları içinde yaşayan, kendini Türklüğe adamış, herkesi Türk sayar. Milliyetçi Hareket bölücü değil, birleştirici, bütünleştiricidir. Milliyetçi Hareket Hitler ırkçılığını, nazizmi reddettiği kadar, Türkiye halkları sözleri içinde azınlık ırkçılığı yapan zihniyeti, azınlık ırkçılığına yataklık yapan sahte solu da reddeder. Sahte solla, onun lideriyle, komünist eşkiyalarla kolkola yürüyen azınlık ırkçılığına hayat hakkı tanımayacağız. Türkiye halkları sözlerini yurdumuzda söyletmeyeceğiz. Türkiye’de Türkiye Halkları yoktur, yalnız ve yalnız ebedi büyük Türk Milleti vardır.” 33 Bu tanımda ırkçılığa, nazizme karşı olunduğu kadar etnik ırkçılığa da karşı olunduğu açıkça ifade edilmektedir. “Irkçılığı ayaklar altına almak” böyle olur. Etnik ırkçılık yapanları bir tarafa bırakıp, Türk milliyetçiliğini ırkçı olarak vasıflandırıp hedef almak sadece etnik ırkçıları ve bölücüleri memnun edebilir. “Dünya üzerinde insan toplulukları milletler halinde yaşamaktadırlar. Her millet kendi özelliklerini korumaya, geliştirmeye gayret etmekte ve kendi topluluğunu diğer milletlerden daha ileri, daha yüksek, daha refahlı yapmaya çalışmaktadır. Milletler arasındaki bu rekabet ve karşılıklı yarışma, milleti meydana getiren insanların müşterek duygular halinde birleşmeleri ve müşterek bir milli şuur etrafında toplanarak kendi toplum varlıklarını belirli hedeflere yöneltmek şuuruna sahip olmalarıyla mümkündür. Milletlerin faaliyetlerinde, yükselmelerinde ve kendi toplumlarını refaha kavuşturmak, geliştirmek çabalarında Milliyetçilik şuuru ve Milliyetçilik duygusu başlıca tesir yapan faktör olmaktadır. Milliyetçilik duygusundan yoksun olan bir toplumun millet manzarası göstermesi mümkün değildir. Böy- (33 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:490-491) le bir duygudan ve şuurdan mahrum toplulukların dış olayların en ufak bir tesirine karşı kendilerini koruyamadıklarını, hatta dış tesirler olmasa dahi kendi kendilerine dağıldıklarını ve belirli vasıfları olan, belirli hedefleri olan bir topluluk hüviyetinden çıktıklarını görmekteyiz.” 34 Dokuz Işık, milliyetçiliği, milletlerarasında var olan amansız mücadele için kaçınılmaz gördüğü gibi, milliyetçilik duygusundan mahrum olan toplumların dış müdahale olmaksızın bile kendiliğinden dağılacakları uyarısını yapmaktadır. Gerçekten bugün dünyada toplumlar milletler halinde yaşarlarken, mücadelelerini de bu şekilde yapmaktadırlar. Ve bu mücadele amansız bir mücadeledir. Alparslan Türkeş’in belirttiği gibi dünyanın ana caddelerinde barış şarkılarının okunduğuna aldanmamak gerekir. Çünkü arka sokaklarında daima savaş marşları çalınmaktadır. Bu amansız mücadelenin temel güç kaynağı milliyetçiliktir. Yani millet olarak, bir bütün halinde mücadele azmi içinde birlik ve beraberlik halinde olmak ve sonra da gerekli bütün çalışmaları yapmak lazımdır. “Dokuz Işığın diğer kaynağı İNSAN SEVGİSİ, İNSAN ŞAHSİYETİNE SONSUZ SAYGIdır. Türk Milleti olarak bizim milli karakterimizin bir hususiyeti vardır. Biz Türkler ne başkalarına uşaklık etmeyi, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul ederiz. İnsanlık haysiyetine saygı duymayan, Türk insanına karşı gönlünde sevgi taşımayan, Türk Milletini Türk Halkını hor gören zihniyete karşıyız. Dokuz Işıkçılar olarak bizler Türk Halkını, Türk insanını ALLAH’ın mukaddes bir emaneti telakki etmekteyiz. İdareci ve aydınların milletimizin bütün fertlerine bu anlayış içinde hizmet etmeleri, hangi mevkide olurlarsa olsunlar, mevki farkı, zenginlik farkı gözetmeksizin herkesin hakkına, hukuku- (34 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:88-89) na riayetkâr olmaları, ancak gönüllerini insan sevgisi ve insan haysiyetine sonsuz saygı ile dolu olmasına bağlıdır.” 35 Dokuz Işık, Milliyetçiliği bu belirlemesiyle de, İslamiyetin ahlak ve faziletini esas aldığını farklı cümlelerle ortaya koymaktadır. “Gerçek Milliyetçilik, Milleti meydana getiren her insanı hiçbir ayırım yapmaksızın aynı derecede sevmektir. İnandığımız milliyetçilik anlayışı, bu milleti meydana getiren insanlar arasında her türlü ayırımı kesinlikle reddeder. Milliyetçilik bölücü değil, birleştirici, ayırıcı değil toplayıcıdır. Bu milleti meydan getiren her fert aynı soyun aynı kültür ve tarihin birer üyesidir ve hepsi aynı müşterek kaderle yoğrulmuşlardır. Bizim dünya görüşümüzde bir ferdin diğerinden üstün tutulması yoktur. Her türlü ayırıcı, bölücü sistemlere şiddetle karşıyız. Millet canlı bir organizma ve yaşayan bir varlıktır. Bu organ ve varlıkta her ferdin belirli bir yeri ve görevi vardır. Her fert bu organizmanın bir uzvu, bir hücresidir.” 36 “Milliyetçi hareket, insan sevgisine, tam demokrasiye inanır. İnsanlığa düşman, insanlığı bölücü her sistem ve ideolojiye karşıyız. Amacımız milli sınırlarımız içinde yaşayan bütün yurttaşlarımızı, hiçbir ayırım yapmaksızın, din, mezhep ve ırk farkı gözetmeksizin kucaklamak, sevmek, insanca yaşama şartlarına kavuşturmaktır.” 37 “…Milliyetçiliğin temel şartı milletin bağımsızlığı için çalışmaktır. Milletin bağımsızlığı için savaşmayan kimse asla milliyetçi değildir ve olamaz da.” 38 (35 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:478 36 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:82. Paragraf:1 37 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:120. 5.paragraf. Sayfa:121 38 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:268. Paragraf:1) Burada kimlerin asla milliyetçi olamayacağı belirtilmektedir. Pek tabidir ki bağımsızlık, milliyetçiliğin değişmez prensiplerinin başında gelmektedir. Ancak burada dikkat çeken husus; Dokuz Işık, sadece bağımsızlıktan yana olunduğunu beyan etmeyi yeterli bulmamaktadır. Bağımsızlık için savaşmayı; mücadele etmeyi istemektedir. “9 Işık’ta milliyetçilikle ilgili bütün tarif, belirlemeler ve tekliflerle ilgili olarak göze çarpan gerçekler şunlardır: 1-Türk Milliyetçiliğinin temeli Türk Milletidir. 2-Türk milleti kavramında ve oluşumunda köken farkı söz konusu edilmemektedir. Müşterek kültür, din, dil ve müşterek geleceği paylaşan ve bu ülkede aynı bayrak altında yaşayan ve kendini bu milletin mensubu sayan herkes Türk Milletinin bir parçasıdır. 3-Millete derin bir sevgi vardır. Bu sevgide Türk Milletinin bütün fertleri eşit değerdedir. 4-Kesinlikle ırkçılığa karşıdır. 5-Milleti bağımsız kılmak, refaha kavuşturmak ve yükseltmek ana hedeftir. 6-Milletin yükselmesi için her türlü fedakârlık ve çalışma şartı mevcuttur. 7-Milletin ayakta kalması ve dağılmaması için en gerekli fikir akımıdır. 8- İnsan sevgisi ve insan şahsiyetine sonsuz saygı vardır. 9-Bölücü değil birleştiricidir. Dokuz Işık’ta yer alan Milliyetçilik ve Türkçülükle ilgili olarak, özellikle ırkçılık suçlaması açısından Alparslan Türkeş’in aşağıdaki izahatları çok önemlidir. “Üzerinde iftiralarla, yalan ve yanlışlarla dolu münakaşalar yaparak, fikir yürütmek, bilhassa 1944 ve sonraki yıllarda kötü bir adet haline getirilmiş olan Türkçülük ve Türk Birliği ülküsü hakkında, bir inceleme yapmanın çoktan vakti gelmiştir. Türkçülüğün ve Türk Birliği ülküsünün, bir cürüm olarak kabul edilmesinden ve bu yolda büyük propagandalara girişilmesinden sonra, Türkiye’de Türk olmak ve Türkçülükten bahsetmek bile korkulacak hal olmuştu. Tanrıya şükürler olsun ki, 14 Mayıs 1950 de Türk milletinin vermiş olduğu şanlı bir kararla, meş’um tek parti zihniyeti yıkılmış ve Türkçülüğün ufku yeniden aydınlanmıştı. Türkçülük ne demektir? Diye bir soru sorduğumuz zaman, hatırımıza gerekli olan şeyler bugün herkese göre değişmektedir. Çok muhtemeldir ki böyle bir soru karşısında bazı kimseler koyu bir gafletin ve adi bir menfaat taassubunun tahrikleri ile yaratılan propagandaların tesiri altında Faşizmi düşünecek, diğer bazı kimseler de bunun ifade ettiği manadan büsbütün habersiz görünecektir. Hele gençlerin çoğunun, buna ait esaslı hiç bir şey bilmediği hakikatı önemle ele alınacak bir olaydır. Bununla ilgili acı bir misali burada söylemeden geçemeyeceğim. 1948 yılında Amerika’da iken genç bir arkadaşım bir gün okul kütüphanesinde “Ensiclopedy Britanca” yı karıştırırken “Türk” kelimesinin karşısındaki izahı da okumuş ve orada “Türkçülük denilen şövenizm ile Türklerin, yurtlarında eskiden beri yaşamakta olan Türk olmayan unsurları gücendirerek kendilerine düşman ettiğini, bu yüzden bu yabancı unsurlarda da milli duyguların uyanarak geliştiğinin” yazılı bulunduğunu görmüş. Bu hususa ait hiçbir bilgisi olmayan bu genç Türk çocuğu yukarıda bahsi geçen ifadelere inanmaktan da kendini alamamıştı. “Nasıl olur” diyordu. “İlim yetkisi, dün“ yaca tanınmış bir ansiklopedinin yazdığı şeyler yanlış olur mu?” Bu sebepten benimle bir hayli münakaşalara da girişti. Fakat neticede, Türkçülüğün, Hıristiyan ve Musevi bütün yabancı unsurların Türklere karşı gösterdikleri sistemli ve nankörce bir düşmanlıktan ve hıyanetten dolayı, Türklerin kendi varlıklarını korumak kaygusundan doğduğunu anlayarak kanaatini değiştirmiştir. İşte yukarıdaki sebeplerden ötürü Türkçülüğün ne gibi bir mana ifade ettiğini ve doğuş sebeplerini kısaca izaha çalışmak faydalı olacaktır sanıyorum. Osmanlı tarihine şöyle üstünkörü bir göz atıldığı takdirde görülür ki, hiçbir zaman devletin siyasetinde ve Türk sosyal hayatında şovenizme varan bir milliyetçilik hâkim olmamıştır. Değil yalnız küçük memuriyetlere, Sadrazamlık gibi en yüksek makamlara bile her soydan insanlar getirilmiştir. Tanzimat’a kadar yurt içerisinde diğer dinlere ve milliyetlere karşı, o devirlerde hiçbir memlekette bulunmayan ve aşırı sayılabilecek bir müsamaha hâkim olmuştur. Müslüman Arap ve Farslarla o kadar ileri gidilmiştir ki, bu yüzden, Suriye ve Irak’ta hatta Filistin ve Mısır’da sayısı milyonları aşan Türk halkı Araplaşarak, yavaş yavaş eriyip kaybolmuşlardır. Türkçe her tarafta ihmal edilerek arapça ve farsça kelimeler kullanmak mukaddes bir moda ve zevk haline gelmiştir. Tanzimat’tan sonra ise, İslamcılığın yanında ortaya resmen bir Osmanlıcılık fikri çıktı. Bu fikir, çeşitli din ve milliyet taşıyan unsurların halitasından ortaya bir Osmanlı milleti çıkarmak hayali idi. İşte bu hakikatler karşısında, Türk milletinin şovenliğinden bahsetmek, ilmin gerektirdiği tarafsızlığa sırt çevirerek, adi bir garazkârlığın esiri olmaktan başka bir şey sayılmaz. Türkler ancak, gösterdikleri sonsuz müsamahalardan ve lütuflardan sonra gördükleri sistemli düşmanlık ve hıyanetlere karşı bir reaksiyon göstermek zorunda kalmışlardır. Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği, Yunan, Bulgar, Sırp, Ermeni, Arnavut, Arap ve diğer unsurların milliyetçilik ve ayrılık duygularının tesiri altında, bir nefis koruması gayesi ile meydana gelmiş ve hiçbir zaman haksız ve tecavüzkâr olmamıştır. Türkçülük, Türk milletinin, ilim, sanat, ziraat, iktisat, kültür ve diğer her alanda, milli gelenek ve milli bünyeye uygun bir şekilde kalkındırılması, içte ve dışta her çeşit saldırganlıklara karşı korunarak hür ve müstakil olarak yaşatılmasını hedef tutan bir ülküdür. Böyle bir ülkü, her milletin kendisi için mukaddes bir hak olduğu gibi Türk milleti için ve onu teşkil eden her fert için de en mukaddes ve en tabii bir haktır. Türkçülüğü, her ne sebeple olursa olsun, şu veya bu şekilde iftira ve ithamlar altında bırakmağa kalkışmak ise, bunu yapanların en hafifi bir tabirle iyi niyetinden ve Türk Milletine olan sevgisinden şüphe etmeyi gerektirir.” 39 Dokuz Işık’taki bu izahatı tamamlamak üzere Osmanlı Devletinin son dönemlerindeki birkaç örnek olayı buraya almakta yarar vardır. “Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde bir tek “Türk’üm!” demek zordur/sıkıntılıdır ve diğer herkes, rahatlıkla kendi kimliğini “iftihar!” ile söylemektedir. Bunun en tipik örnekleri, Osmanlı Saray Bahçesi’nde ve Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa Valiliği Dönemi’nde yaşanmıştır. (39 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa:153-154-155-156) Saray’da görevli olan bir Arnavut, bahçıvanlık yapan bir Türk’e, “Pis Türk” diye haykırmıştır. Saray penceresinde bu hakereti duyan Padişah II. Abdulhamit Han, Arnavut görevliye, “Unutma ki ben de Türk’üm!” diye seslenmiştir. Benzeri can alıcı bir diğer örnek de Ahmet Vefik Paşa’nın (1823-1891) Bursa Valiliği döneminde (1879-1882) cereyan etmiştir. Ahmet Vefik Paşa, Bursa ilçelerinden birini teftişe çıkmış ve ilçenin girişinde karşılanmıştır. Karşılama sırasında Vali Paşa, sıra ile herkese kim olduğunu sormuş ve karşılama töreninde bulunan herkes kim olduğunu (Arnavutum, Gürcüyüm, Çerkezim, Boşnakım hatta Ermeniyim, Rumum, Yahudiyim gibi) gür bir sesle söylemiştir. Sıra soluk bir ihtiyara geldiğinde ezile-büzüle ve cılız bir sesle: “Türk’üm Efendim” demiştir. Bunun üzerine Vali Paşa, “Niçin saklıyorsun öyle? Türk olmak bir kabahat mı? Bak ben de Türk’üm!” demiştir. Çekingen davranan Türk. “Sahi mi Paşa sen de Türk müsün? Demek Türk’ten de Paşa olurmuş ha!” şeklinde cevap vermiştir. Bu cevap karşısında Valinin gözleri dolmuş ve “ Paşa da kim oluyor. Türklerden Padişah çıkar Padişah anladın mı?” dedikten sonra rahatça ağlayabilmek için tenha bir yere çekilmiştir. Yaşanmış bu olaylar, geçmişe ve günümüze ışık tutmaktadır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde özellikle Tanzimat’tan sonra geniş hürriyete kavuşan “etnik unsurlar” alenen Türk düşmanlığı yapmışlar, devletin asıl sahibi olan Türk’ü/ Türk Milletini ezmeyi ve onlara her fırsatta hakaret etmeyi gaye edinmişlerdir. Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa’da yaşadığı bu olaydan sonra Osmanlı İmparatorluğunun parçalanma süreci başlamış ve Milletlere göre ayrılmışlardır. Sami soyundan gelen Araplar ile Batı kökenli Milletler Türkler’den ayrılmışlardır. Ancak bugün ayrı “ırk ve ayrı millet” gösterilmek istenen ne Kürtler, ne Arnavutlar, ne Çerkezler, ne Gürcüler, ne Boşnaklar ayrı “bir ırk ve ayrı millet” iddiasında bulunmamışlardır. Hepsi Türk’e/Türk Milletine mensup olmaktan gurur duymuş; ayrılmayı değil birleşmeyi, kurtuluşu savunmuş ve birlikte Kurtuluş Savaşı vermiştir.” 40 Dokuz Işık’ta Türkçülük ve Milliyetçilik kavramlarının nasıl doğduğu, 9 Işık adlı eserin 57’nci sayfada yer alan “Türk Fikir Hareketleri Tarihine Bakış” başlığı altında yer almaktadır. Burada da Türkçülüğün ve Milliyetçiliğin bir reaksiyon olarak doğduğu anlatılmaktadır. Türklerin tarihinde kurulan bütün devletler milli kültür, töre ve milliyetçiliğe daima önem vermiştir. Ancak bu anlayışları hiçbir zaman bilhassa mahiyeti altında yaşayan farklı kavimleri ezme eylemlerini meydana getirmemiştir. Bilhassa Osmanlı döneminde Müslüman olmayan vatandaşlara devletin en üst makamları bile açık tutulmuştur. Türk devletlerinin yıkılışlarında da milli değerlerin dejenere olması büyük etkendir. Bilge Kağan’ın ta o yıllarda (20 Eylül 735) ” demesi bunun en önemli örneklerinden biridir. Ancak bütün Türk devletlerinde milliyetçilik ırkçılık çizgisinde ele alınmamıştır. Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan milliyetçilik fikrinin Fransız devrimi ile direkt bir ilişkisi yoktur. Fransız ihtilalinin Osmanlı hakimiyeti altında yaşayan halklara etkisi olmuş, zamanla meydana gelen kopmalar Os- (40 Prof. Dr. Abdurrahman Küçük. Irkçılık. www.turkmeclisi.org sitesi, ‘Görüşler’bölümünden alınmıştır)


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.