“9 IŞIK” ÜZERİNE BİR İNCELEME
1
“9 IŞIK”
ÜZERİNE BİR İNCELEME
Rıza MÜFTÜOĞLU
Ankara-2013
RIZA MÜFTÜOĞLU
2
Bu kitabın tüm hakları yazarına ve yayıncısına aittir.
“9 IŞIK”
ÜZERİNE BİR İNCELEME
Rıza MÜFTÜOĞLU
ISBN
978-975-267-… …
Grafik-Tasarım
Biçer YILDIRIM
Kapak Tasarım
Mehmet FİDANCI
Baskı & Cilt
Berikan Ofset Matbaa
Gersan Sanayi Sitesi 2306 Sokak No: 70
Şaşmaz/ANKARA
BERİKAN YAYINEVİ
Eti Mah. GMK Bulvarı Bulvar Apt. No.: 80/1
Maltepe / ANKARA
Tel: (0312) 232 62 18 Faks: (0312) 232 14 99
ÖNSÖZ
Son yıllarda Türk Milliyetçiliğini İslam dışı, hatta İslam
karşıtı gösterme gayretlerinin artması, geçmiş yıllarda ortaya
atılan “İslamiyet varken, Türklüğe ne gerek var” sözündeki
anlayışın etkisini giderek artırması, bölücü unsurların
büyük bir şımarıklıkla ülkeyi bölmeye hızla yönelmesi
ve bu noktada ciddi destekler görmesi sebebiyle; Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra Türk Milliyetçiliğini siyasi
hayata sokup, bunu doktrinleştirerek mücadelesini veren,
milyonlarca ülkücü yetiştiren ve yetişmesine sebep olan
Başbuğ Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık adlı doktrinini inceleyip
kamuoyuna sunmayı gerekli buldum.
Başkanlık sistemi arayışları içinde olan siyasetçilerimizin
Alparslan Türkeş’in 9 Işık adlı eserini referans göstermeleri,
bazı konuları çarpıtmaları da bu kitabı yazmamda
ayrı bir etken teşkil etmiştir.
Bu kitapta, Dokuz Işık’ta yer alan ve birinci ilke olan
Türk Milliyetçiliği ile diğer bütün ilkelerin esas aldığı kaynakları
ortaya koymaya çalıştım. Dokuz Işığın esas aldığı
kaynakların başında İslamiyet’in geldiğini, bizzat Dokuz
Işık’tan örnekler vererek belirledim. Alparslan Türkeş’in
savunduğu, öğrettiği milliyetçiliğin ırkçılıkla uzaktan yakından
ilgisinin bulunmadığını ortaya koymaya gayret ettim.
Dokuz Işık’ta millet nasıl tarif ediliyor, kimler Türk Milletini
meydana getiriyor ve bu milletin milliyetçiliğini yapmak
neden Türk Milliyetçiliği olarak adlandırılıyor, bunu anlatmaya
çalıştım.
İslamiyet’ten feyz almak, onun esaslarına göre hareket
etmek yerine; İslamiyetin evrensel olan özelliğini devlet
yönetimine indirgeyerek, hangi yanlışların yapılmak
istendiğine dikkat çekmek istedim. İslamiyet’in milletleri
imha etmediği, bilakis ihya ettiği gerçeğini bir kenara bırakarak;
egemenlik kavramının, millet kavramının İslamiyet
kullanılarak nasıl imha edilmek istendiğine işaret etmeyi
yararlı gördüm.
Ayrıca, günümüz dünyasında en önemli sorunların
başında yer alan gelir dağılımındaki adaletsizliğe, zülme
varan haksızlıklara Dokuz Işığın hangi çareleri bulduğunu
ve bunları ilke olarak nasıl belirlediğini anlatmaya ve bu
çerçevede herkesin uyanması gerektiğine işaret etmeye
çalıştım.
Sözde İslamcıların da iyi anlamaları için Dokuz Işığın
nihai hedefinin ne olduğuna, bu incelemede özellikle yer
verdim.
Muhakkak ki; bu inceleme çalışması ile Dokuz Işığı
tam olarak ortaya koyduğumu söyleyemeyiz. Ben sadece
Dokuz Işığın tekrar gündeme gelmesini ve günümüzde çok
yanlış olan değerlendirmelere, Dokuz Işık’la bir cevap vermeyi
hedeflemiş oluyorum.
Dün olduğu gibi bugün de belli çevrelerce görülmek
istenmeyen Dokuz Işık’taki büyük çağrı ve daveti, özellikle
belli yerlere cevap açısından daha kitabın başında yer vermeyi
yararlı gördüm.
“Ben Türk Milletini,
Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye,
Rüşvet ve hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine,
Ahlaktan mahrum bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya
yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum.
Türklük şuur ve gururuna, İslam ahlak ve faziletine,
yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası
hak yolu, hakikat yolu, ALLAH YOLUna çağırıyorum.
Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar
üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere
açıkça ilan ediyorum: Yeniden maneviyata dönüş…”
Yararlı olması dileğiyle…
İÇİNDEKİLER
A- DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ
1- Dokuz Işık Doktrinin genel özellikleri
2- Dokuz Işık’ın ilkesel özellikleri ve Başkanlık Sistemi
B- DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN ANA KAYNAKLARI
1- Milli kaynakları
2- Manevi kaynakları
3- Diğer kaynakları
C- DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN İLKELERİ
1- Milliyetçilik
2- Ülkücülük
3- Ahlakcılık
4- Toplumculuk
5- İlimcilik
6- Hürriyetçilik ve şahsiyetçilik
7- Köycülük
8- Gelişmecilik ve halkçılık
9- Endüstricilik ve teknikçilik
D- DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN HEDEFLERİ
DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN GENEL
DEĞERLENDİRİLMESİ
1-Dokuz Işık doktrininin genel özellikleri:
Dokuz Işık, Alparslan Türkeş tarafından ortaya konan
bir milli doktrindir. İlk defa Alparslan Türkeş’in Cumhuriyetçi
Köylü Millet Partisi Genel Başkanı iken gençlik temsilcileriyle
yaptığı bir konuşmada prensip ve ilkeleri ortaya
konmuş ve bu konuşma 1967 yılında İstanbul’da Şehir
Matbaası tarafından bir kitapçık halinde bastırılmıştır (Dokuz
Işık Yayınları No:1). Daha sonra 1977 yılında Ankara’da
Emel Matbaacılık Sanayi tarafından “9 IŞIK VE TÜRKİYE”
ismi ile 223 sayfalık bir kitap olarak okuyuculara sunulmuştur.
1978 yılında genişletilmiş olarak yine Alparslan Türkeş
tarafından yazılıp İstanbul’da Özdem Kardeşler Matbaası
tarafından bastırılmıştır. Birden çok yayınevi tarafından çok
sayıda baskı yapan “9 Işık” özellikle Ülkücüler’in ve Milliyetçi
Hareket Partisi’nin savunduğu ve her dönem parti
programına konan bir doktrin olmuştur.
Doktrin genel olarak aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır:
“Doktrin, dini, felsefi ve siyasi bir öğretim sistemindeki
doğma ve kavramların bütünü. Doğru (hakikat) diye
öğretimi yapılan nazari bilgileri takdim tarzı. Genelleştirme
suretiyle, ilayihata, felsefeye, ilme konu teşkil eden ve doğru
olduğu kabul edilen-veya ileri sürülen- bilgiler, doktrin
anlamında kullanılmaktadır. Bu bakımdan doktrin deyimi,
daima, birbirine bağlanmış, düzenli ve hatta çok defa eyleme
dönük hakikatlerin bütünlüğü fikrini ihtiva eder; asla
tek fikre veya sırf bir nazariyeye bağlı kalmaz. İlim ile doktrinin
değişik gayeleri vardır: İlim, tesbit eder ve açıklar;
doktrin ise hüküm verir ve talepte bulunur. Doktrinin basit
çerçeveye ve kesin telkin ve düşüncelere ihtiyacı vardır…
Siyaset dilinde, partilerin, devletlerin, devlet gruplarının
politikasına hâkim direktiflerin, ilke ve hedeflerin program
halinde tesbit edilmiş şekline doktrin adı verilir. Mesela,
Avrupa Dengesi Doktrini, Truman Doktrini…”1
Dokuz Işık herşeyden önce milli ve yerli bir doktrindir.
Hem Kuva-i milliyecilerin ortaya koyduğu 9 umde, hem
de Atatürk’ün ortaya koyduğu 6 ok’la benzeşen ve örtüşen
tarafları mevcuttur.
Dokuz Işık, 1980 öncesi marksist ve kapitalist fikir
akımları ve buna yönelik örgütlenmeler karşısında çok büyük
taraftar toplama başarısını elde eden bir doktrin olmuştur.
Bu açıdan da her türlü enternasyonal fikir akımlarına
karşı savunma kaleleri oluşturmuş, ciddi tezler içeren
bir doktrindir. Temel kaynağı MİLLİYETÇİLİK ve
İSLAMİYET’tir.
Milliyetçiliği; bilhassa İslamiyeti esas almış olması sebebiyle
de ırkçılık çizgisinin dışındadır ve birleştirici - bütünleştirici
bir özelliğe sahiptir. Dokuz Işık’ta yer alan ilkelerde
enternasyonal bir açıklama yoktur. Dokuz Işık’ta sadece
“Hürriyetçilik ve Halkçılık” ilkesi açıklamalarında ve
bir de Dış Türklerle ilgili meseleler izah edilirken Birleşmiş
Milletler Anayasası’ndan ve bu Anayasa’da yer alan bazı
ilkelerden bahsedilmiştir.
Bir inceleme yapmasanız da, Dokuz Işık’ta en çok geçen
kelimeleri tahmin etmeniz mümkündür. Bunlar, “Türk
Milleti”, “Türk”, “Türkiye’dir. Ancak Dokuz Işık iyi incelen-
(1 Yeni Türk Ansiklopedisi. Ötüken Yayınevi. İstanbul.1985. 2.cilt. Sayfa:704-705)
diğinde kendi içinde büyük bir hareketin, büyük bir enerjinin
ve büyük hamlelerin olduğunu görebilirsiniz. Bu yüzden;
en çok geçen kelimelerin başında “Süratle” kelimesi
ve buna denk kelimeler vardır. Geri kalmışlıktan hızla/
süratle kurtulmak heyecanını Dokuz Işık’ta hissetmeniz
zor olmaz.
Dokuz Işık isimli tüm eserlerde, Dokuz Işığın yerli ve
milli bir doktrin olduğu belirtilmektedir. Bu belirlemelerin
en çarpıcı olanları aşağıdadır:
“Türk Milleti için kurtuluş ve yükseliş çaresi, kendi
dini inançlarıyla, milliyetçilik ülküsüne sarılmaktır. Türk
Milleti için kısa zamanda, kısa yoldan kurtuluş ve yükseliş
Milli Türk ideolojisi ve milli Türk doktrini Dokuz Işık’tadır.
Kendi varlığıyla, hızlı bir şekilde kalkınan; yabancılardan
yardım beklemekten ve başkalarına sığınmaktan kurtulmuş
bir Türkiye ancak büyük Türk doktrini Dokuz Işık’la mümkün
olacaktır.” 2
“Bütün dünyada bir fikir savaşı yapılıyor. Bir sürü
doktrin çarpışıyor. Türkiye’de son zamanlarda kapitalistler
ile komünistlerin fikri bir çatışmaya girdiklerini gördük. Bu
iki felsefe de ithal malı, ikisi de maddeci, ikisi de Türk Milletine
yabancıdır. Biz buna karşı yüzde yüz yerli, yüzde yüz
milli, maneviyatçı bir doktrin ile ortaya çıktık.” 3
“Bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, milli
bir görüş etrafında birleşmek zorundayız. Bu görüş Dokuz
Işıkçı görüştür. Dokuz Işıkçılık, Türk milletine, tarih ve kültürüne
dayanan, ona inanan bir doktrindir. Bunun nasyonal
sozyalizm ile hiçbir ilgisi yoktur.” 4
(2 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978.İstanbul. Önsöz.
3 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. İstanbul. Sayfa:13. Paragraf:1
4 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. İstanbul. Sayfa:15. Paragraf:1)
Dokuz Işık Türk milletinin emperyalizme karşı öncelikle
bir başkaldırış ve bilahare bağımsız bir yükselişi hedeflemektedir.
9 Işık adlı eserin 268’nci sayfasında, birinci
paragrafın son cümlesinde bağımsızlıkla ilgili şu belirleme
vardır: “Milliyetçiliğin temel şartı milletinin bağımsızlığı için
çalışmaktır. Milletinin bağımsızlığı için savaşmayan kimse
asla milliyetçi değildir ve olamaz da.”
Dokuz Işık adlı eserin 381’nci sayfasında ise bağımsızlık;
günümüz emperyalizmine dikkat çeken bir anlayışla
“İşte biz Türk Milliyetçileri, Türk ülkücüleri olarak yurdumuza
karşı girişilen bu ideoloji ve kültür saldırısı ve istilasının
karşısına çıkarak, yurdumuzu bütünüyle koloni olmaktan,
bütünüyle emperyalizmin kucağına düşmekten kurtaracak
mücadeleyi veriyoruz.” diyerek anlatılmaktadır.
Bunun için de Milliyetçiliği esas almaktadır. Pek tabidir
ki Türkiye için söz konusu olacak Milliyetçilik ancak ve
sadece TÜRK Milliyetçiliği olabilir. Burada önemli olan
Türkiyemizde bir ayırımcılığa gidilip gidilmediğidir. Dokuz
Işık’ta ve Alparslan Türkeş’ in hayatı boyunca bir ayırımcılık
görülmemiştir. Zaten doktrin ilk başta tarif edilirken “Türk
Milleti için kurtuluş ve yükseliş çaresi” olarak ortaya konmuştur.
Türk Milleti’nin oluşumunun tahlili yapılarak bir iç
hesaplaşma hiçbir zaman düşünülmemiş ve bu en ufak
şekilde de olsa belirtilmemiştir.
Özetle Dokuz Işıkta Türk Milleti bir bütündür ve Türkiye’de
yaşayan “herkes” Türk Milletini meydana getirmektedir.
Bu “herkes”, sadece “başka bir milletin özlemini
taşımayan” ayırımına tabi tutulmuştur ki bu da çok doğal
ve gereklidir. Bu belirlemede 1980 öncesi Sovyetler Birliğine
ve ayrıca Batı’ya özlem duyanların ve bölücülerin varlığı
sebebiyle ortaya konmuştur.
Dokuz Işık’ta ırkçılığa karşı çıkılırken, “Kendini Türk
hisseden herkes Türk’tür” sözü bölücülerce bir asimilasyon
olarak kabul edilerek anlatılmaktadır. Bu doğru değildir.
Türk Milleti tarihin hiçbir döneminde asimilasyona ilgi
duymamıştır. Bir ülkede yaşıyorsak ve aynı bayrak altındaysak
ve “Biz Milliyetçiyiz” diyeceksek, neyin milliyetçisi
olacağız? Bu milletin. Bu milletin adı nedir? Türk Milleti.
Yani bir Türk Milliyetçisi, ben Türk Milliyetçisiyim demeyecek
de, bazılarına göre var olan 36 etnik kimliği mi sayacak?
Eğer ülkemizde “Biz Türk’üz ama şunlar şunlar Türk
değildir, şu bölgedekiler Türk değildir. Türk olmayanlara
karşı şunları şunları yapacağız” denilirse; işte o zaman ırkçılıktan
bahsedebiliriz. Ama ırkçılığa karşı olunduğu her zeminde
söylenip, bu ülkede yaşayan herkesi bir kabul eden
bir Türk Milliyetçiliğini başka şekilde anlatmak ve ithamlarda
bulunmak sadece bir gaflet değildir. Bu durum, birlik ve
beraberliğe kasteden bir durumdur.
Dokuz Işık doktrinin yerli ve milli olduğu hemen hemen
her bölümde zikredilmektedir. En belirginlerinden biri
de aşağıdaki açıklamadır:
“Türkiye’nin yükselişi dışardan ithal edilen fikirlerle
olmaz. Hiçbir yabancı, Türk Milletinin menfaatlerini, Türk
Milletinin kendisi kadar düşünemez. Bu gün yurdumuzda
dışardan ithal edilmiş bulunan komünizm, faşizm veya kapitalizm
fikirleriyle Türk Milleti yok edilmek istenmektedir.
Türk gençleri, yabancıdan gelen ve Türk Milletinin değil,
başkalarının menfaatini temin etmek için yurdumuza sokulan
yıkıcı fikir akımlarına karşı şahlanmalıdır.” 5
Alparslan Türkeş, 9 Işık adlı eserlerinde komünist sisteme
çatarken ve 1980 yılına kadar kadrosuyla komünizm
ile mücadele ederken; kapitalizme olan karşıtlığı hep göl-
(5 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:66. Paragraf:1)
gede bırakılmak istenmiştir. Özellikle komünistlerin suçlamaları
ve 1980 öncesi kurulan I.ve II. “Milliyetçi cephe”
diye adlandırılan (Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi
Hareket Partisi ve Güven Partisi) koalisyon hükümetlerine
katılması ve bu koalisyona girmeden önce Alparslan
Türkeş’in ‘Kapitalizmle olan kavgamızı erteledim’ beyanatı
kapitalizm ile ilgili görüşlerini geride bırakmıştır. Hâlbuki
kapitalizm ile ilgili belirlemeler çok nettir.
“ Kapitalizm bir dünya görüşüdür. Her dünya görüşü
gibi, kapitalizm de iktisadi yönü yanında siyasi ve hukuki
yönleri de vardır. Kapitalizmin siyasi yönü, liberal demokrasi,
hukuki yönü de liberal hukuk adını alır. Liberal demokrasinin
siyasi kurumları, özellikle meclis, hükümet ve idare,
kapitalist sınıfa hizmet eder. Liberal demokrasilerde devlet
yönetimine yalnız patronlar ve onların bürokrasi sınıfı katılır.
Parlamento, patronları koruyan kanunlar çıkarır, hükümet
ise bu kanunları titiz bir şekilde tatbik eder. Devlet
çarkı kapitalistlerin yararına işler. Fakat patronlar ve onlara
hizmet eden bürokratlar daima demokrasi ve hürriyetten
bahsederler. Liberal demokrasi ve hürriyet, sahte bir demokrasi
ve hürriyettir.
Liberal sistemde, demokrasi ve hürriyet sadece kapitalistlere
tanınmış bir demokrasi ve hürriyettir. Milletin çok
büyük kısmı, patronlar dışında kalan kısmı için demokrasi
ve hürriyet, bir diktatörlük ve esaretten başka bir şey değildir.
Yalnız kapitalist sınıfı efendi, buna karşılık Türk Milletinin
çok büyük bir kısmını köle yapan kapitalizme inanmıyoruz.
Bu sistemde dünkü derebeylerin şatosu, bu gün
büyük şehirlerin merkezine taşınmıştır. 9 Işıkçı görüşte
devlet ne derebeylerin şatosunda bekçi, ne de köşe başın“
da bir bakkaldır. 9 IŞIK DOKTRİNİ PATRONLAR DÜZENİ
OLAN KAPİTALİST DİKTATÖRLÜĞE karşıdır.” 6
Kapitalizme ve Komünizme karşı olan Dokuz Işığın
bağımsızlık ve emperyalizme karşı başkaldırış özelliği, Dokuz
Işık’la ilgili eserlerde hemen hemen her bölümde görülmektedir.
O dönemlerde iki emperyalist fikir akımı; komünizm
ve kapitalizm ve bu akımların lider ülkeleri karşısında
“Dokuz Işık”, sömürülen ülkelere de bir ışık niteliğindedir
ve dolaylı da olsa bir mesaj vermektedir. Bu özelliğini
Dokuz Işığın ÜÇÜNCÜ YOL belirlemesinde görmekteyiz.
“Bunun için sadist Slav marksizmini kopya etmeye
veya soğuk Anglo-Sakson kapitalizmine sarılmaya lüzum
yoktur. Bize başka bir yol, bir üçüncü yol gerekmektedir.
Bu üçüncü yol, dünya proletaryası diktaryasını kurma
ütopyasına bir tekme vurup, bütün olarak Türk Milletinin
güçlendirilmesini amaç edinen bir milli ülkü olmalıdır. Materyalist,
sömürücü kapitalizmi yıkarak, sosoyal adaleti ve
Türk Milletinin toplum olarak büyük bir hızla kalkınmasını
sağlayacak yüzde yüz yerli, yüzde yüz milli bir doktrin olmalıdır.”
7
“Yeni yol: Üçüncü yolu açmış bulunuyorum. Türkiye’yi
kurtaracak yeni yolu işaret ediyorum. 9 Işık bayrağını
her çeşit fırtınaya karşı açmış, dalgalandırıyorum. Şimdi bu
bayrağın altında Türk Milleti için hiçbir çıkar düşünmeden
çalışacak, ter dökecek ülkücüleri çağırıyorum. Milleti için,
devleti için, ülküsü için asla almayı düşünmeden, daima
vermeyi ve herşeyini vermeyi göze alan fazilet savaşçılarını
çağırıyorum…” 8
(6 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:85-86. Paragraf:2
7 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:182-183. Paragraf:3
8 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:182-183. Paragraf:3)
Dokuz Işık’taki kapitalizm ve komünizm karşısındaki
“yeni yol”, “Üçüncü yol” çağrısını, 1994 yılından sonra
dönemin İngiltere başbakanı Tony Blair’in Sosyal Demokrat
Partiler’in toplantısında kamuoyuna sunduğunu görmekteyiz.
Ayrıca son yıllarda kapitalizmin sorgulanmasında yeni
bir yol arayışını görebilmekteyiz. Amerika Birleşik Devletleri’nde
Wall Street’in onbinlerce kişi tarafından protesto
edilmesi, ‘Siz yüzde bir, biz yüzde doksandokuz’ diye bağırılması,
Yahudi kökenli bir diplomatın 32 sayfalık ‘Öfkelenin’
adlı kitabının kapitalizm karşıtı bütün eylemlerin fikir
babası olarak kabul edilmesi ile; Dokuz Işık’taki yıllar öncesi
tespit ve duruşun haklılığını günümüzde de görmekteyiz.
Pek tabidir ki, Sosyal Demokratların önermeleri ile Dokuz
Işık Doktrininin kaynakları ve ilkeleri farklıdır. Ancak burada
dikkat çeken ve ilginç olan nokta şudur: kollektivizm ve
kapitalizmin karışımından doğmasına rağmen kollektivizm
ve kapitalizm dışında bir yol arayan Sosyal Demokratların
yeni yol arayışları ve Dokuz Işığın yıllar önce ortaya attığı
“Üçüncü” yol tabirini yakalayabilmeleridir.
Dokuz Işık, o dönemlerde liberallerin, komünistlerle
Türk milliyetçilerini “karşıt grupların mücadesi” tabiriyle
aynı kefeye koymalarına şiddetle karşı çıkmakta ve mücadelelerinin
asıl hedefini belirlemektedir. Bu durumu şöyle
anlatmaktadır:
“Yurdumuz, dışardan yönetilen çeşitli kargaşalıklar ve
saldırılarla karşılaşmaktadır. Özellikle yabancı ideoloji ve
yabancı kültür saldırıları karşısındayız. Bir takım sapık ağızlar,
bir takım şartlanmış kafalar memleketimizde, Türk Milletinin
hayatıyla yakından ilgili olan bu mücadeleyi, Türk
halkına yanlış bir şekilde duyurma çabası içindedirler. Bu
çarpık ağızlar, bu çarpık kalemler, “karşıt grupların çatışmaları”
ndan bahsetmektedirler. Türkiye’de karşıt gruplar
yoktur. Türkiye’de karşıt gruplar çatışması yoktur. Türkiye’de
Türk Milliyetçiliğini siyasi aksiyon yaparak, Türk Milletinin
fakirlik, yoksulluk, geri kalmışlık kaderini yenme
mücadelesi veren ve Türk Milletini cihanın medeniyet hayatı
içinde yeniden varlık haline getirmek isteyen, şuurlu,
ülkücü, memleket evlatları ile Türk Milletini köleliğe götürmek,
Türk vatanını parçalamak ve Türkiye’yi kanlı kardeş
kavgaları içinde boğarak, yeryüzünün biricik Türk Devletinin
hayatına son vermek isteyen gafiller sürüsü vardır.
Bir tarafta, yüce Türk bayrağının burçlarda, direklerde
dalgalanmasını korumaya çalışanlar, diğer tarafta Türk
bayrağını parçalayanlar, yerlerde çiğneyenler. Bunların
ikisini bir görmeye imkân yoktur. Aklı başında her Türk,
memleketini, devletini düşünen her yurtsever vatandaş,
Türk devletini yaşatmak isteyenlerle beraber olmaya, Türk
devletini yıkmak isteyenlere karşı cephe almaya ve el ele
vermeye mecburdur.” 9
Böyle bir belirlemeye rağmen, “patronlar” sınıfının
hâkimiyetinde “Bizim çocuklar başardı” diyen dış merkezlerin
desteği ile gerçekleşen 12 Eylül ihtilalinde, Dokuz
Işıkçılar mücadele ettikleri komünistlerle birlikte cezaevlerine
tıkılmışlar ve en ağır işkencelere maruz bırakılmışlardır.
9 Işık’ta belirtilen “Kapitalist diktatörya”, yukarıda söylenenlerin
aksine “karşıt gruplar mücadelesi” gerekçesiyle
Türk milliyetçilerini ezmiştir. Aslında 9 Işık’taki bu tespit;
“karşıt gruplar mücadelesi”, kapitalist sistem hüküm sürdüğü
sürece geçerli olan ve olacak bir tesbittir. Hemen
hemen her dönem, devlete ve millete karşı olanlarla, vatanseverleri
- milliyetçileri bir çizgide göstermek isteyenler
daima güçlü noktalarda kalmayı başarmışlardır. Çünkü yeni
bir yol; bir üçüncü yol, hâkimiyeti elinde bulunduranların,
( 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:435. paragraf:1,2)
hakmiyetleri sona ereceği endişesiyle müsaade etmeyecekleri
bir yol olmaktadır.
Dokuz Işık’ta 9 ilke mevcuttur.
1-Milliyetçilik
2-Ülkücülük
3-Ahlakçılık
4-Toplumculuk
5-İlimcilik
6-Hürriyetçilik ve şahsiyetçilik
7-Köycülük
8-Gelişmecilik ve halkçılık
9-Endüstricilik ve Teknikcilik
Bu dokuz ilke Türkiye’nin temel sorunlarını çözmede,
Türkiye’nin kalkınmasını ve yükselmesini sağlamada belli
esasları, kaynakları ve hedefleri ortaya koymaktadır. “Milliyetçilik”
ve “Ahlakçılık”, Dokuz Işığın temel kaynağı olan
milli ve manevi anlayışını ortaya koymaktadır. “Ülkücülük”,
bu doktrini rehber edinecek kadroyu tarif etmektedir.
“İlimcilik”le ilme verilen önem saptanmaktadır. “Hürriyetçilik”,
“Halkçılık”, “Toplumculuk”; demokratik, ekonomik
ve sosyal düzen belirlemesindeki esasları içermektedir.
Diğer ilkeler de kalkınmadaki prensipleri anlatmaktadır.
Dokuz Işık doktrini incelendiğinde özet olarak şu
özelliklerini görmekteyiz:
1-Milli ve yerlidir.
2-İki temel kaynağı İslamiyet ve milliyetçiliktir.
3-Kuvvetli bir milli şuur ve milliyetçilik ruhu taşımayı
öngörmektedir. Milliyetçiliği İslami çerçevededir; ırkçılığa,
her türlü bölücülüğe ve mezhepciliğe karşıdır. Türkiye’de
yaşayan herkesi “Millet” kavramı içinde görmektedir.
Üniter devletten yanadır.
4-Ümmetçiliğin ve İslam Birliği fikrinin gerçekleşmesini
çok zor görmektedir. Bunun yerine İslam ülkelerinin
işbirliğini önermektedir. İslamiyetin emrettiği ilkeleri esas
alan bir yönetimi ve ülkücü kadroları esas almaktadır. Laik
düzenden yanadır.
5-Dokuz Işığı benimseyen geniş bir ülkücü kadro hedeflemektedir.
Gençliğe büyük önem vermektedir.
6-Kapitalizme ve komünizme karşı “Üçüncü yol” özelliği
ile geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler için bir kurtuluş
reçetesi özelliği taşımaktadır.
7-“Gelişmecilik” ve “İlimcilik” sorunların tesbiti ve
çözüm yollarında temel ilkelerdir. İlimde ve teknolojide en
yüksek seviyeye ulaşmayı hedeflemektedir. Sanayi ve tarımda
modern, ölçek üretimi öngörmektedir.
8-Herkesin Dokuz Işık doktrinini benimsemesi gerektiği
gibi bir hedef taşımamaktadır. Ama milliyetçiliğe, milliyetçi
mücadelelere karşı olanları gaflet ya da ihanetle suçlamaktadır.
9-Toplumu oluşturan altı sosyal dilim ağırlığında yeni
bir siyasi, ekonomik ve sosyal düzen ve yeni bir meclis yapısı
öngörmektedir.
***
2- Dokuz Işık’ın ilkesel özellikleri ve Başkanlık
sistemi
“9 Işık ve Türkiye” ve “9 Işık” adlı bütün eserlerde
Dokuz Işığın ilkeleri anlatılırken, o tarihlerde mevcut olan
bazı sorunlar ve tehlikelerden de bahsedilmekte ve Dokuz
Işık ilkeleri çerçevesinde çözümler ortaya konmaktadır.
Bugün itibariyle dikkat edilmesi gereken husus, sadece
Dokuz Işık doktrininin ilkelerinin esas alınmasıdır. Çünkü o
günün sorunlarının bir kısmı bugün ortadan kalkmış veya
başka sorunlar ortaya çıkmışsa, öncelikle müracaat edilecek
olan Dokuz Işık adlı eserlerdeki çözüm yolları değil,
Dokuz Işık doktrininin 9 ilkesidir. Dokuz Işık Doktrinindeki
çözüm yolları kapitalizm ve komünizmde olduğu gibi değişmeyen
uluslararası kalıplara sahip değildir. Dokuz Işık’ta
değişmeyen sadece ilkelerdir. Dokuz Işık’ta yer alan “Gelişmecilik”
ve “İlimcilik” ilkeleri çözüm yollarında hiçbir
kalıp kabul etmeyen ilkelerdir ki; bu ilkeler Dokuz Işık
Doktrinine diğer doktrinler nezdinde ayrı bir özellik yüklemektedir.
Onun içindir ki, bugün bazı sorunların çözüm
yollarında öncelikle başvurulacak Dokuz Işık’taki ilkelerdir.
Mesela 1978 yılında basılan Dokuz Işık adlı eserde sermaye
birikimini temin etmek için önerilen bir kaç husus bugün
ekonomistlerce dikkate alınmayabilir. Yine o günlerde
mevcut olan komünizm tehlikesi bu gün mevcut değildir.
Dün komünistlerin büyük bir bölümü bilerek veya bilmeyerek
Sovyet Rusya’nın emellerine hizmet ederken bugünkü
komünistlerin büyük bir kısmı milli çizgidedir ve sadece
Türkiye için komünisttirler. Keza o yıllarda Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin yapısı “Meclis” ve “Senato”dan oluşmaktaydı.
Kanunların hızla çıkması bu ikili yapı sebebiyle çoğu
zaman mümkün olmuyordu. Bunun içindir ki Dokuz Işık
adlı eserde senatonun kaldırılması ilkeleri içinde değil ama
ilkeleri paralelinde önerilmiştir. Fakat bugün Türkiye Büyük
Millet Meclisi tek meclisten ibarettir ve senato yoktur.
Bu arada önemle belirtmek isterim ki; “Başkanlık sistemi”
Dokuz Işık Doktrininin 9 ilkesinin hiç birinde geçmemektedir.
Hatta Başkanlık sistemi ile birlikte meclisin yapısıyla
ilgili olarak da Dokuz Işık Doktrinin 9 ilkesinde herhangi
bir teklif yoktur.
1967 Yılında bastırılan “9 Işık” adlı kitapçıkta yoktur.
1977 yılında bastırılan “9 Işık ve Türkiye” adlı eserdeki
9 ilke içinde yoktur. Eserin ‘9 Işık’ın İki İlkesi Üzerine Düşünceler’
bölümü içinde (Sayfa:130) yer almıştır. Ancak
burada yeni bir meclis yapısı belirlenmekte, güçlü bir devlet
başkanından bahsedilmekte fakat “Başkanlık Sistemi”
yer almamaktadır.
1978 yılında bastırılan “9 Işık” adlı eserde de, hiçbir
ilkede bu sistem yoktur. Sadece ‘Toplumculuk’ ilkesi anlatıldıktan
sonra, o tarihlerdeki meclis ve iktidar yapısı paralelinde
“Başkanlık sistemi”nden ve yeni meclis yapısından
bahsedilmektedir. Yani Başkanlık sistemi o günkü şartlar ve
istenen ideal siyasi yapı paralelinde “9 Işık” adlı eserde
önerilmiştir.
Ancak bu öneri bugünkü meclis yapısı çerçevesinde
olmamıştır. Bunun içindir ki Alparslan Türkeş Milliyetçi
Çalışma Partisi (MÇP) Genel Başkanı olduğu dönemde,
Başbakan Özal Başkanlık Sistemi’ni ortaya attığında, MÇP
Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici verdiği bir
demeçle bu sisteme karşı çıkmıştır. Bu demecin MÇP’yi
bağlamadığına dair hiçbir açıklama da yapılmamıştır. Bugün
de MHP yönetimi Başkanlık Sistemi’ne karşıdır.
9 Işık adlı eserde, 9 ilke içinde yer almamakla beraber
Başkanlık Sistemi ile ile ilgili incelenmesi gereken en
önemli konu şudur.
Evet, Alparslan Türkeş 1978 yılında yazdığı 9 Işık eserinde
Başkanlık Sistemini net bir şekilde önermektedir.
Ama nasıl? Nasıl bir meclis istemekte ve bu sistemi önermektedir?
Önce buna bakmak, teklifi bir bütün olarak incelemek
gerekmektedir. 9 Işık’ta önerilen meclis üye sayısı o
güne göre daha azdır. 300 kişilik bir meclis önerilmektedir.
Ama en önemlisi bu meclisin oluşumu ile ilgili olan teklif
lerdir. Meclisin oluşumunda altı sosyal dilimin uygun bir
sayıda mecliste temsil edilmesi istenmektedir. Bugün olduğu
gibi liderlerin kendi ölçülerine göre belirledikleri milletvekili
seçimi Dokuz Işık’ta yoktur. Önce bir ön eleme
vardır ve bu ön eleme sosyal kesimler dikkate alınarak yapılmaktadır.
Her sosyal dilimin kendi meselelerini mecliste
en iyi şekilde dile getirilmesi hedeflenmektedir. Sadece
liderlere değil, sosyal kesimlere ve bu sosyal kesimlerin
sorunlarına bağlı milletvekillerinin oluşturduğu bir meclis
düşünülmektedir. Bütün bunlara bakıldığında görülecektir
ki Alparslan Türkeş bugünkü meclis yapısında Başkanlık
Sisteminin asla kabul etmez, edilen teklifleri de Özal döneminde
olduğu gibi geri çevirirdi.
İşte 9 Işık eserinde meclis oluşumu ile ilgili teklifler:
“Milliyetçi Hareketin iktidarı, işçi, köylü, esnaf, memur,
işveren ve serbest meslek sahiplerinden oluşacak 300
kişilik tek meclisi ilk planda kuracak ve memleketimizdeki
otorite buhranına son verip iktisadi sahada hızlı atılımlar
yapılmasını sağlayacaktır. Milliyetçi Hareket, milli demokrasinin
kurulmasının ve güçlendirilmesinin de teminatı olacaktır.”
10
“Milliyetçi siyaset teorisi, milleti altı sosyal dilimden
oluşan bir bütün olarak görür. Bu itibarla milli temsilde,
parlamentoda altı sosyal dilimin temsil edilmesini öngörür.
Burada parlamento ne sadece kapitalist sınıfın, ne de sadece
sözde işçi sınıfının organıdır. Bu sebeple siyasi demokrasi
ve bütünleşmeyi gerçekleştirmek için Milliyetçi
Hareket, belirli sayıda köylü milletvekilinin, işçi, esnaf,
memur, işveren ve serbest çalışanların meclise gelmesini
savunur. Altı sosyal dilimin mensubu meclise geldiği zaman
(10 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978 Sayfa:269. Paragraf:1)
Türk Milleti bir bütün olarak siyasi kararların alınmasına
katılmış ve siyasi demokrasi gerçekleşmiş olur.” 11
İşte 9 Işık, altı sosyal dilimden oluşacak tek bir mecliste
Başkanlık sistemini önermektedir. Yoksa bugünkü sistemde
olduğu gibi siyasi parti liderlerinin sadece kendi
ölçülerine göre belirleyip halka seçtirdiği milletvekillerinin
oluşturduğu bir meclisin varlığında başkanlık sistemini teklif
etmemektedir.
Aslında bana göre Dokuz Işık’ta teklif edilen meclis
oluşumu dünyaya da örnek teşkil edecek bir öneridir. Bu
önerinin yanında bu günkü demokratik oluşum adil değildir.
“Demokrasimiz ve Kralları” adlı eserimde belirtiğim gibi
geçmişte krallık rejimlerinde tek kral vardı. Şimdiki demokratik
hayatımızda mesela 30 kral vardır. Halbuki 9 Işık her
sosyal dilimden uygun sayıda milletvekili önermektedir.
300 kişilik mecliste altı sosyal dilimden uygun sayıda yani
her sosyal dilimden 40-50 milletvekilinin seçilmesi o mecliste
bütün sorunların ehil ve bilgili milletvekillerince görüşüleceği
bir meclis oluşumunu getirir. Sosyal dilimlerin
temsilcilerinden oluşan mecliste her sorun hangi sosyal
dilimi ilgilendiriyorsa, uygun teklif bu sosyal dilimin temsilcilerinden
gelir. Dokuz Işık’ta böyle bir meclis önerilmektedir.
Yoksa bugün olduğu gibi sadece talimatla parmak kaldırıp
indiren bir meclis önerilmemektedir.
Her sosyal dilimin temsilcilerinin uygun sayıda yer aldığı
bir mecliste “Başkanlık sistemi” uygun, ama bugünkü
meclisle asla ve asla uygun değildir. Çünkü bugünkü yapıda
başkanlık sistemine geçilmesi, adı “Demokrasi” olan otuz
krallığın bu defa tek bir krallığa dönüşmesi demek olur.
(11 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa:264. Paragraf:1.)
Dokuz Işık doktrininin en önemli özelliklerinden biri
diğer doktrinlerde olduğu gibi Türk Milletinin kalkınması ve
yükselmesinde değişmeyen kalıplarının olmamasıdır. Bunun
nedeni “İlimcilik” ve “Gelişmecilik” ilkeleridir. Bu açıdan
da gelişen ve değişen şartlara göre sorunların çözümünde
9 Işık’ta aslolan Türk Milletinin menfaatleridir. Bu
bakımdan hangi çözüm yolu Türk Milletinin yararına ise
Dokuz Işık, o çözüm yolunu kabul eder. Çünkü Doktrinde
esas olan 9 ilkedir.
***
B- DOKUZ IŞIK DOKTRİNİNİN ANA KAYNAKLARI
1-MİLLİ KAYNAKLARI:
Dokuz Işık doktrininin ana kaynağı Türk Milliyetçiliği
ve İslam inancıdır. Türk Milliyetçiliğinde ise ana eksen Türkiye’de
yaşayan Türk vatandaşlarıdır. Türkiye dışında yaşayan
Türklere ve Türk Yurtlarına karşı “Türkiye’yi riske etmeyecek”
bir çizgide ilgi ve destek mevcuttur. “Türk” kelimesi
Dokuz Işık’ta sadece kavmi bir anlamda ele alınmamıştır.
Millet olmanın, bir vatanda yaşayanların tek bir
isimle anılması gerçeği ile “kendisini samimi olarak Türk
kabul eden, başka bir milletin özlemini duymayan herkesi
Türk’tür” esasına dayanarak bu ülkede yaşayan herkesi
Türk kabul eden bir anlayışla hareket edilmiştir.
Irkçılığa karşı olunduğu 9 Işık adlı eserin 59 ve 60’ıncı
sayfalarında şöyle belirtilmektedir. “Türkçülük, Milliyetçilik
anlayışımız; manevi şuurlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde
Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak “Ben Türküm”
diyen herkes Türk’tür. Türkçülük ve Türk’ün tayininde,
sapık ölçülere, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa,
laboratuvar ırkçılığına inanmıyoruz. Başka milletleri küçük
gören, dünya barışını tehlikeye koyan antrepolojik ırkçılık,
Türk Milliyetçilik ülküsünün dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız,
maneviyatçı, akılcı, demokratik, çağdaş bir milliyetçiliktir.
Nazist Hitler ırkçılığının komünist ırkçılığının, her türlü
antidemokratik, insan sevgisine dayanmayan emperyalist
ırkçılığın karşısındayız. Emperyalist ırkçılık, milli devlet
fikrini tanımaz. Milliyetçi Hareket, milli devlet fikrine inanır,
bütün devletlerin eşitlik ve bağımsızlığını savunur, her
milli devletin ülke ve millet bütünlüğüne saygı duyar.
Türk Milliyetçiliği meşru savunma, yüksek insanlık
duyguları ve Türk Milletinin kendi tabi haklarının savunulması,
korunulması duygusu ve iradesinin, şuurunun bir
ifadesi olmuştur.
Türkçülük fikri de bu şuur ve duygudan doğmuştur.
Dokuz Işığa göre Türkçülüğü kısaca şu şekilde özetleyip
tarif edebiliriz: Her faaliyetin Türk Milletinin milli menfaatlerine
uygun bir şekilde düzenlenmesi, yürütülmesi görüşüdür.”
Dokuz Işık, Milliyetçilik kavramında Türk Milletini
esas almaktadır.
“Millet” kelimesinin algılanması ve manası milliyetçiliğimizi
hangi esaslara oturtacağımızın işaretini vermektedir.
“Millet” ve “Milliyetçilik” kavramları üzerinde durduğumuzda
“Irkçılık” ve “Milliyetçilik” arasındaki farkı görebilir,
Dokuz Işık’ta esas kaynakların başında yer alan “Türk
Milliyetçiliği” ideolojisini daha iyi kavrayabiliriz. Aksi takdirde
Alparslan Türkeş tarafından “Türk Milliyetçiliği, partiler
üstünde mi kalsın yoksa siyasi hayat içine mi girsin”
tartışmasının yapıldığı dönemleri aşarak, Türk siyasetine
bir doktrinle sokulan Türk Milliyetçiliğine, siyasi arenada
olması sebebiyle yapılan ırkçılık suçlamasını, faşist suçla
masını hemen kabul ederiz ki; bu çok yanlış bir algılama
olur.
Bu sebeple “Millet” nedir, “Millet”den ne anlıyoruz,
“Millet”i nasıl kabul ediyoruz; önce bunu iyi belirlemek
gerekmektedir.
“Millet kavramı Arapça’da değişik manalarda kullanılmıştır.
Arapça’da “Mezhep”, “Secde” manalarında kullanıldığı
gibi, daha çok “Ümmet” kelimesinin yerine, yani bir
dinin mensuplarının toplamını ifade etmek için kullanılmaktadır.
Ayrıca bu kelime Arapça’da tutulan “yol, esas”
anlamlarına da geliyordu. Kelimeler ve kavramlar aynı dilde
mana kaymasına uğrayarak değişik anlamlar ifade ettiği
gibi, dilden dile geçince ayrı manalar veya asıl manasının
bir bölümünü ifade ettiği de tespit edilmiştir. Mesela:
Mektep kelimesi Arapça’da “yazı yazılan yer”, yani masa
anlamında kullanılırken dilimizde, “okuyup yazmadan başlayarak
sanat ve bilime kadar öğrenimin her hangi bir derecesinin
sağlandığı yer” olan okul anlamında kullanılmıştır.
“Ceza” kelimesi dilimizde suç işleyene kendisini doğru
yola getirmek amacıyla verilen karşılık anlamında kullanılmaktadır.
Fakat Arapça’da ceza kelimesi iyi veya kötü fiillerin
karşılığı anlamında kullanılıyordu. Farsça’da “eski”nin
karşılığında kullanılan “köhne” kelimesi dilimize “eskiyip
yıpranmış” manasını kazanarak geçmiştir. Türk Dil Kurumu
lugatında “Millet” kelimesi, “Ulus” kelimesiyle eş anlamlı
gösterilmiştir. Tarihimizde aynı anlamda “Budun” kelimesi
de kullanılmıştır.” 12
Bugün dilimizde millet kelimesi ulus ve budun kelimesiyle
eşdeğer olarak kullanılmaktadır. Ancak, “Budun”
ve “Ulus”, özellikle de “Budun”; bugün “Millet” kavramının
kapsayıcı ve geniş sosyolojik bakış açısından geride kalmış-
(12 Siyasette yeni boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu.1995, 2.baskı.Sayfa:44-45)
tır. Millet ve ulus kavramları arasında aynı renkteki bir ton
farkı gibi bir mana farkı bulunmaktadır.
Millet veya Ulus genel anlamıyla “çoğunlukla aynı
topraklarda yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek
ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluk
anlamını” taşımaktadır.
“Ulus” ve “Millet” kavramlarına, ülkemizde “Sağ” ve
“Sol” görüşlüler tarafından da farklılık yüklenmeye çalışılmıştır.
Sol görüşlüler “Ulus” kavramını kullanmayı tercih
ederek milliyetçilerden farklı olduklarını, onların çizgisine
gelmediklerini anlatmaya çalışmaktadır. Ayrıca bu kesim
millet kelimesinin ümmet kelimesinden dönüşmüş olması
sebebiyle sanki bu kavramı tercih etmekle “Laiklik” ilkesinden
taviz vereceklerine inanmaktadır. Halbuki Cumhuriyet
Halk Partisi’nin 6 ilkesinden biri Milliyetçiliktir. Yani “Milliyetçilik”
ve “Millet”, “Ulusçuluk” ve “Ulus”, “Sol” ve “Sağ”
bloklaşmasının da bir ürünüdür aynı zamanda. Anayasamızda
yer alan “Ulus devlet” tabiri işte böyle bir farklılaşmanın
anlamsız bir ürünüdür. Çünkü 1980 öncesi Ülkücüler’in
en çok dile getirdikleri slogan ve konu “Milli devlet”
ti. 1980 den sonra hazırlanan Anayasa’da “Milli devlet”
tabiri yerine işte böyle “ulus devlet” tabiri yer almıştır.
Millet, Yeni Türk Ansiklopedisinde ise şöyle tanımlanmaktadır:
“Millet, birbirlerine milliyet duygusuyla bağlı bulunan
insanların topluluğudur. Milliyet ise, başka insanlarla aynı
milletten olduğumuz hakkında sahip bulunduğumuz bir
duygudur. Şu halde millet denince, aynı milliyete sahip
olduklarını düşünen insanların topluluğunu anlıyoruz. Acaba
bu duygu ve düşüncenin aslı nedir? İnsanlar hangi sebeplerle,
hangi hallerde aynı milletin fertleri olduklarını
düşünürler.İnsan, ancak başka insanlarla bir arada yaşayabilir.
İnsanın doğduktan sonra girdiği en küçük ve ilk topluluk
ailedir. Hepimiz bir ailenin üyesi olduğumuzu düşünür,
ailemizin öbür fertleriyle aramızda hem kan, hem duygu
bağlılığı bulunduğunu biliriz. Ailemizden sonra akraba çevremizle,
oturduğumuz mahalle veya köyün insanlarıyla
aramızda bir birlik duygusu gelişir. İnsanın bu şekilde kendini
bağlı hissetiği en büyük topluluk ise millettir. Mesela
bir kimse, “Yılmaz” ailesindendir, “Kayabaşı Mahallesi”
halkındandır, “Karadağ” kasabasındandır, “Türk Milleti”
ndendir. Ama çok eski zamanlarda, insanla toplum arasındaki
ilişki bu şekilde değildi. Mesela insanlar kendilerini
kabileler (aynı soydan geldiği kabul edilen aileler) halinde
ayırırlar, herkes kendi kabilesine olan bağlılığı, her şeyden
üstün tutardı. Zamanla bu kabileler kendileriyle aynı dili
konuşan, aynı dinden olan, aynı bölgede yaşayan, aynı devlet
idaresi altında bulunan başka kabilelerle birbirine karışmışlar;
bu defa kabile bağlarının yerini millet bağı almıştır.
Bu yüzden insan toplulukları, tarihin en eski devirlerinden
bu yana, gelişmiş derecesine göre sıralanacak olursa
en son merhalede millet dediğimiz topluluk bulunmaktadır.
Milliyet duygusunun nereden doğduğu çok tartışılmıştır.
Bu duygu daima bir birlik, ortaklık anlayışı etrafında
gelişir; yani biz, kendimizi başkalarıyla aynı milletten saymak
için, onlarla kendi aramızda aile ve kabile bağlarını
aşan bir takım ortak özellikler bulmalıyız. Bu özelliklerin
neler olduğu konusunda değişik görüşler mevcuttur. Genellikle
ortak dil, din, tarih, ülke ve devlet birliğinin bir topluluğu
millet yaptığı kabul edilir. Bir milletin oluşması için
bu saydıklarımızın hepsinin birden bulunması şart değildir;
bazen bunlardan biri veya bir kaçı millet birliği için yeterli
olmaktadır…” 13
Dokuz Işık, Türk Milletini esas alan bir doktrindir. Dokuz
Işık’ta “millet” kavramı ülkemizde yaşayan “herkes”i
kapsayan bir anlamda ele alınmış ve bu gün dünyada var
olan milletleşme gerçeğinin sosyolojik esasları kabul edilerek
hareket edilmiştir. “Millet” ve “Türk” kavramlarının
hakim kavramlar olmasının en önemli nedeni bu kabuller
ve yaşadığımız dünyada “millet” ve “devlet” realitelerinin
hâkim olması, milletlerin ve devletlerin yürüttüğü amansız
mücadelelerdir. İşte bu millet gerçeği ve bir bayrak ile bir
devlet çatısı altındaki milletlerin tek bir isimle anılması
“Türk Milleti” ve “Türk Milliyetçiliği” kavramlarını kendi
mecrası içinde yürütmüştür.
Dokuz Işıkta Türk Milliyetçiliğinin esası olan Türk Milleti,
sosyal açıdan öyle bir tarif içerisine sokulmuştur ki,
bırakınız ırkçılık suçlamasını millet içinde meydana gelen
ve gelebilecek bazı farklılaşmaları bile ortadan kaldıracak
bir bütünlük ortaya konmuştur. Bu çarpıcı açıklama 9 Işık
adlı eserin 262’nci sayfasının 3’ncü paragrafında ve devam
eden 264’ncü sayfasında şöyledir: “Burada önemle belirtelim
ki, millet kavramı, mücerret bir kavram değildir. Millet,
ne kapitalistlerin savundukları gibi fertlerin maddi toplamından,
ne de komünizmde olduğu gibi komünist partisi
üyelerinden ibarettir. Millet bir varlıktır. Milletin haldeki
bölümü altı sosyal dilimden; yani köylüden, işçiden, esnaftan,
memurdan, işverenden ve serbest çalışanlardan ibarettir.”
Milletin genel anlamıyla oluşumunda da farklılıklar
mevcuttur.
(13 Yeni Türk Ansiklopedisi.1985. Ötüken Yayınevi. Cilt:6. Sayfa:2365)
“…yüzyıllardan yüzyıllara çeşitli serüvenlerle boy
atan milletleri bir önceki şekilleri olan “kavim”lerden ayırmak
gerekir.
Milletler ya bir kavmin veya akraba kavimlerin birleşip
gelişmesiyle ortaya çıktığı gibi, bir kavmin bölünmesiyle
de oluşan milletler vardır. Bir kavmin gelişmesi veya akraba
kavimlerin birleşip gelişmesiyle ortaya çıkan milletlere
soy birliklerinden dolayı tarihi veya kök milletler denmektedir.
Türkler gibi.. Değişik kavimlerin kaynaşarak gelişmesiyle
oluşan milletlere de halita milletler denmektedir.
Galyalılar, Franklar, Burgodlar, Vizigotlar ve Normanlar gibi
değişik kavimler birleşmiş, tarih içinde bütünleşerek Fransız
milletini ortaya çıkarmışlardır. Bir kavmin bölünüp gelişmesiyle
ortaya çıkan milletlere örnek Almanlar, Hollandalılar,
Danımarkalılar ve benzerleridir. Bunlara dal millet
demek yerinde olur.” 14
Yukarıda belirlenen tarihi ve sosyolojik gerçekler bize
göstermektedir ki ayrı kavimlerden bir millet oluşabileceği
gibi, bir ırktan da başka milletler oluşabilmektedir. Bu tarihi
gerçek de bize göstermektedir ki; milletleşmede aslolan
“Biz” şuuru ve müşterek hedefler, vatan, bayrak, devlet ve
dil birliğidir. Bu bakımdan milletleri mutlak manada bu gün
için gelişmelerini tamamlamış olarak kabul etmek ve kesin
bir tarif içerisine sokarak geleceği de belirlemek zordur.
Milletler canlı bir organizma gibi gelişmeye devam ederler.
Bu gelişmelerinde kavuştukları bilim ve kültür düzeyleri,
ekonomik ve teknolojik ilerlemeleri, yaşadıkları felaketler
ve sevinçler de etkili olur.
(14 Siyasette yeni boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu. 1995 2. Baskı. Sayfa:46-)
Milletleşme sürecini durduran, hatta ortadan kaldırarak
bölen hareketler de mevcuttur. Bunların başında etnik
ırkçılık, mezhepçilik ve milletleşmeye karşı olan diniideolojik
hareketler bulunur. Bu açıdan milletleşme sürecinde
“biz şuuru”, “ırk birliği” kadar önemli ve hatta ondan
daha önde gelir. Bunun en canlı örneği Amerika Birleşik
Devletleri’dir. Amerika’da milliyetini tamamlamış topluluklar
çeşitli sebeplerden dolayı birbirleriyle karışıp kaynaşarak
ortaya yeni bir millet çıkarmışlardır. Almanlar, İngilizler,
İtalyanlar, İspanyollar ve diğer milletler tarihi gelişimini
tamamladıktan sonra Amerika`ya göçmüşlerdir. Oraya yerleştiklerinde
hepsi ayrı ayrı milletlere mensuptu. Amerika
Birleşik Devletlerinin milletini; Amerikan milletini oluştururken
bu milletler kavim rolünü oynadılar.
Ziya Gökalp, “Millet; lisanca, dince, ahlakça ve
bediyatça müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden
mürekkep bulunan bir zümredir.” demektedir.
Ziya Gökalp’ın milletle ilgili değerlendirmelerinin
özetleri şöyledir: “Millet ne coğrafi, ne ırkı ve ne de siyasi
bir topluluktur. Millet lisanı müşterek, aynı terbiyeyi almış
olan fertlerden meydana gelen harsı bir topluluktur.” “Millet
olarak maddi meziyetlerimiz ırkımızdan gelmekte ise,
manevi meziyetlerimiz de cemiyetimizden gelmektedir.”
“Türk dili hayatın durmadan devam eden değişikliklerini,
yeni fikirlerini ve kavramlarını ifade edebilmelidir.” “Devletin
bekası ve varlığı, milli şuura sahip olan bir Türk topluluğu
ile mümkündür.” “Milli ahlak, milli ülkülerden, milli görevlerden
sonra meydana gelir ve olgunlaşır. Milli dayanışmayı
kuvvetlendirmek için her şeyden önce vatani ahlakı
güçlendirmek ve yüceltmek gerekmektedir.” 15
(15 www.turkmeclisi.org sitesinden,Temel Bilgilerden alınmıştır.)
Milletin oluşumunu fertlerin egemenlik kavramına
bağlayan görüşler de mevcuttur.
“Millet, egemenlik kavramı ile bağlantılıdır, etnisite
egemenlik kavramı ile bağlantılı değildir. Bir ülkede bütün
farklı etnisiteye bağlı insanlar birlikte bir siyasi egemenlik
oluştururlar. O siyasi egemenliğe birey olarak eşit katkı
yaparlar. Türkiye bu noktaya doğru geldi. Ama bugünkü
tartışma işi başka noktaya çekiyor. ‘Vatandaş eşitliği artık
yeterli değil buradan etnik eşitliğe geçelim. Etnisiteleri siyasi
yapılanmanın temel unsuru haline dönüştürelim. Devlet
artık vatandaşların değil de etnisitelerin eşit ağırlık taşıdığı
bir devlet olsun’ isteniyor. Şu andaki eşitlik isteği vatandaşların
hukuki eşitliğine dayalı değil, etnisitelerin eşitliğine
yönelik bir taleptir. Etnisiteler üzerinden bunu denemeye
başlarsanız o siyasi yapıdaki bütünlüğü parçalarsınız.
Şimdi o bütünlüğü ayrıştırma, milletin içinden bir millet
daha çıkarma çabası yürütülmektedir. Bu bir egemenlik
çatışmasıdır. Çünkü söz konusu olan bireye değil etnisiteye
egemenliğin bir parçasını vermektir.” 16
Millet kavramını ırki değil, siyasi anlamda kullanmak
gerektiğini belirleyen görüşler de mevcuttur.
“Türkiye’de yaşayan bütün insanlar bizim milletimizi
meydana getirir. ‘Tek Millet’ olan ‘Türk Milleti’, bir etnik
aidiyeti değil, siyasi kimliğimiz ifade eder. Türk Milletine
mensup olan her fert, etnik kimliği, dini mezhebi ne olursa
olsun ‘Türk vatandaşı’dır. ‘Tek millet’i ifade ederken ‘Ümmet’
sözünü kullanamazsınız. Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin
ümmetinden olmak hiç şüphesiz rutbelerin en büyüğüdür.
Bundan elbette şeref duyarız. Ancak ümmet, günümüzde
siyasi bir kimlik değildir. ‘Tek millet’, ‘Türkiyecilik’
ya da ‘Türkiye milleti’ gibi karşılığı olmayan saçma sapan
(16 Deniz Baykal. Hürriyet Gazetesi. Söyleşi.15. Nisan.2013)
sözlerle de ifade edilemez. Bana hiç İngilterelilik, Fransalılık,
Almanyalılık gibi örnekler veya ABD milleti, Yunanistan
milleti, İspanya milleti gibi saçma sapan ve gülünç uygulamalar
gösterebilirmisiniz?” 17
“Türkiye’de belirli ideolojik formasyona sahip aydın
zümrenin ısrarla ıskaladığı bir gerçek, millet ile etnisite
arasındaki farktır. Millet, tarihsel ve kültürel bir olguya
karşılık gelirken, etnisite yanlış bir algı sonucu ‘ırksal’ bir
yapıya göndermede bulunur. Modern sonrası toplumsal ve
kültürel yapıları yeniden şekillendiren ana olgu çeşitli dinifelsefi
düşünceler, yeni cinsel farklılıklar, kültürel ve özellikle
etnik yapılardır. Gordon Marshall’ın ‘Sosyoloji Sözlüğü’
etnisiteyi, ‘Ait oldukları ve içinde özgün kültürel davranışlar
sergiledikleri bir toplumda, kendilerini diğer kollektif
yapılardan farklılaştıran ortak özelliklere sahip olduğunu
düşünen ya da başkaları tarafından bu gözle bakılan kişileri
tanımlayan bir terim olarak açıklar. Etnisite terimi ırk terimine
karşı bulunmuştur. Çünkü etnik bir grubun üyeleri
ırksal özelliklerine göre tanımlanabilecekleri halde, bunun
yanında din, meslek, dil ya da politika gibi başka kültürel
özellikleri de paylaşıyor olabilirler… Etnik grupların bileşimi
bir akışkanlığa sahiptir ve tanımı gereği değişikliklere açıktır.’
Orhan Türkdoğan ise etnikliği, ‘dil, din ve kültürel farklılaşmaların
bir yansıması’ tarzı şeklinde değerlendirmektedir.
Bir toplumsal ve kültürel yapı içindeki ilişkiler ve etkileşimler
sistematiğine göre etniklik, kollektif bir olgu olarak
kendine yer bulmaktadır. ‘Etniklik zaman dışında ve doğal
olarak var olan bir olgudur. Ulusal kimlik, zamana ve kurguya
bağlı olarak oluşan modern ulus ve ulusçuluğa zemin
(17 Hasan Celal Güzel. Sabah Gazetesi. Makale. 3. Nisan.2013)
hazırlayan en önemli unsurlardan biridir. Buna karşılık etniklik,
bir etnik gruba aidiyete ve öznenin özgül durumuna
göre belirlenen tutum, algı ve duygularla ilgili bir mesele
olup geleneksel dönemin en önemli kimlik belirtme biçimlerinden
biridir.’ Smith etnik grubu, soya ait mitlerin rolünü
ve tarihi anıları vurgulayan, din, gelenek, dil ya da kurumlar
gibi bir veya birden fazla kültürel farklılığa göre tanınan ve
ayırt edilen bir kolektif tip olarak tanımlar. (Geniş bilgi için
bkz. ‘İkbal Vurucu. Türklük’ten Türkiyeli’liğe Bireyin Temsil
İmkanı. 21. Yüzyıl Dergisi, Temmuz 2011, Sayı 31) 18
Millet kavramının nasıl bir kaynaşma meydana getirdiğini
anlatan sanırım en ilginç yaklaşım da aşağıdki belirlemedir.
"Cumhuriyet" kavramının nasıl bir mânâ ifade ettiğini
hepimiz biliriz. Ama bu kelime belli harflerin yan yana
gelmesinden; yâni muayyen harflerin birlik ve beraberliğinden
meydana gelir. Meydana gelen kelime ve kavram, o
harflerin yan yana gelip birbirine sırt vermesinden, birbirleriyle
kaynaşıp dayanışmasından ortaya çıkar. Sonuç, onlarla
ve onlardan oluşur. Fakat artık onların hiçbiriyle ilgisi
kalmaz. Yâni onlardandır, lâkin artık onlar değildir. Onların
meydana getirdiği bir kavram ve bir kelimedir. Çünkü adı
geçen harfler tek tek değil, bir bütün yâni "cumhuriyet"
olarak okunarak bir kavramı ortaya koymuşlardır.
İşte "millet" mefhûm ve kavramı da böyle bir şey.
Yâni milleti; ana unsurun, onları aşılayan maya unsurun
yanı sıra, birçok unsurlar meydana getirmiştir. Fakat o oluşum;
artık ne sadece şu, ne de sırf bu unsurdur. Hiçbiri
değil. Yalnız yepyeni bir terkip, sentez ve bireşimdir. Yep-
(18 Doç Dr. Ruhi Ersoy. Millet Nedir? Etnisite nedir? Makale.Ortadoğu Gazetesi.08.06.2012)
yeni bir yapı teşkil eden ve "millet" dediğimiz; hepsinden
ve hepsiyle oluşan fakat oluştuktan sonra tek tek hiçbiri
olmayan; hattâ asıl unsuru bile aşan; lâkin terkip ve sentezinde
her toplumun da katkısı bulunup, içinde yer aldığı,
destek ve ortak olduğu bambaşka bir veridir ki, işte biz
buna "millet" diyoruz. Milleti onlar doğurmuş ve fakat sonuç;
onların hiçbirinin değil; belki her birinin katkısı ve
payı olduğu, yepyeni bir hamuledir.” 19
Prof.Dr. Orhan Türkdoğan’a göre millet belirlemesi
şu şekildedir:
“Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’a göre 19. Yüzyılı ve günümüz
toplumlarını şekillendiren iki akımdan biri modernleşme
teorisi, diğeri de milletleşme sürecidir. Türkdoğan’a
göre bir millet çatısı altına çok farklı ırk, soy ve renkte insanlar
yaşayabilir; önemli olan kişinin kendini ait olduğu
toplumdan hissetmesidir. Türkdoğan buna aidiyet duygusu
demektedir. Ona göre köken itibariyle Türk olmadığı halde,
bu ülkenin insanları arasında yaşıyorsa, aşını ve işini bu
ülkeden sağlıyorsa, kendini Türk Toplumundan hissetmesi,
onun bir mensubu olması, kısacası mensubiyet duygusu ile
bağlı bulunması, sosyolojik anlamda bizi, milletleşme gerçeğine
götürebilecek tek yoldur. Türkdoğan’a göre; Millet,
dil ve kültür değerleri yanında ortak duygularda uyum sağlamaktır.”
20
Milletin benzer tariflerini, sadece tek ırka dayalı millet
tariflerini ve tarihte değişik milletleşmeleri görmek
mümkündür. Ama bir milletin oluşması için öncelikle bir
(19 Düşünce kırıntıları. Millet Nedir? Muhsin Bozkurt. Tarihçi. Makale.
15.Aralık.2012.
20 Sosyal Bütünleşmenin Sağlanması Sürecinde Ziya Gökalp ve Orhan
Türkdoğan’da dilin fonksiyonları. Gönül Aydın. 2006. Erzurum. Sayfa:57.
Yüksek Lisans Tezi.)
vatan, müşterek dil ve kültür, müşterek tarih, müşterek bir
bayrak ve devlet ile müşterek tek isim ve bütün bunları
geleceğe taşıyacak olan “Biz” şuurunun gerektiğini söylemek
mümkündür.
Dokuz Işık’ta Türk Milleti’nden bahsedilirken hiçbir
sayfasında ırka dayalı bir tarif ve anlatım yoktur. Şu bölgede
yaşayanlar “Türk Milleti”nden değildir. “Türk” değildir
şeklinde bir cümleye rastlamak mümkün değildir. Sadece
bir millete mensup olma gereği ve tek isimle anılma gerçeği
sebebiyle “Türk Milleti”nden olma şuurundan bahsedilmekte
ve bu öngörülmektedir. Milletlerarası mücadelede
ve geleceğe taşınmada gerekli olan milletleşme olgusunu
güçlendirirci öğretiler ve belirlemeler mevcuttur. Dokuz
Işık’ta Türk Milleti şöyle tarif edilmektedir:
“Türk Milleti dediğimiz gerçek nedir? Bugün Türk
Milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkündür.
Müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna
sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş,
aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı
devletin sahibi ve aynı devletin bayrağı altında ve sınırları
içinde yaşayan ve Türklüğü benimseyen, aynı kültürle yoğrulmuş,
aynı dine mensup insan topluluğu bugünkü milletimizi
meydana getirmektedir.” ” 21
“Türk Milletini meydana getiren, diğer önemli bir
manevi faktör bağımsız olarak birlikte yaşama arzusu, bölünmeme,
kaderde, tasada ve kıvançta bir bütün olarak
devam etme arzusudur.” 22
Irkçılığa karşı olunduğu Dokuz Işık’ta çok yerde zikredilmiştir.
Dokuz Işık’ta ırkçılığın olmadığı, her vatandaşa
(21 9 Işık Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:90. Paragraf:1
22 9 Işık. Alaparslan Türkeş.1978. Sayfa:284)
eşit hizmet öğretisiyle, ayrıca sınıf ve hâkim zümre anlayışının
reddedilmesiyle de açık ve seçiktir. Dokuz Işık’ta
Türkçülük, Milliyetçilik anlayışıda “Millet” esası yanında
manevi şuurlanmaya dayandırılmaktadır. Dokuz Işık’ta
Türkçülük ve Türkün tayininde, sapık ölçülere, antrepolojik
ırkçılığa, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuvar
ırkçılığına asla yer verilmemektedir. Başka milletleri küçük
gören bir anlayış da mevcut değildir. Dokuz Işık’taki Milliyetçilik
anlayışı, maneviyatçı, akılcı, demokratik, çağdaş bir
milliyetçiliktir.
Milliyetçilik, tarih boyunca dayandırıldığı esaslar açısından
da farklılıklar göstermektedir. Milliyetçilik “Milletleşme”
sürecinde takip edilecek yol sebebiyle de belli ülkelerde
farklı esaslara dayandırılmıştır. Tarihe baktığımızda
Almanların Milliyetçiliği ırkçılığa dayanmış ama Fransızlarda
kültüre dayanan bir milliyetçilik söz konusu olmuştur.
Keza İsviçreliler Milliyetçilikte “Vatan”ı, Romanyalılar ise
“Dil”i esas almışlardır. Bu sebepledir ki, milliyetçilik tariflerinde
farklı bakış açılarını görmek mümkün olmaktadır.
Dokuz Işık’taki milliyetçilik ise kültür ağırlıklı, vatan
birliği ve şuurlanmayı öne alan bir milliyetçiliktir.
Milliyetçilikle ilgili olarak yakın tarihimizdeki bazı fikir
adamlarının ve dünyadaki bazı düşünürlerin görüşleri kısaca
ele alacak olarsak şöyledir:
Remzi Oğuz Arık milliyetçiliği şöyle tarif etmektedir:
“Bir korunma, bir müdafaa ideoloji olan bu günkü Milliyetçiliğimiz
her şeyden önce Türkiye’yi yükseltmeye yönelmekte,
çok ileri olan milletler ailesi içine şerefle girebilmeyi,
eşit haklarla yaşamayı hedef bilmektedir. Bu günkü milliyetçiliğimiz
sevgi ile işe başlamaktır. Vatanını, tarihini,
milletini (işçisi, çiftçisi, askeri, aydını, tüccarı ile) bütün halkını
sevmek, milliyetçiliğimizin hareket noktası budur.” 23
“Erol Güngör’e göre ise: Gerçek milliyetçilik, milleti
meydana getiren her insanı hiçbir ayırım yapmaksızın aynı
derecede sevmektir. İnandığımız milliyetçilik anlayışı, bu
milleti meydana getiren insanlar arasında her türlü ayırımı
kesinlikle reddeder. Milliyetçilik bölücü değil birleştirici,
ayırıcı değil toplayıcıdır. Bu milleti meydana getiren her
fert aynı soyun, aynı kültür ve tarihin birer üyesidir ve hepsi
aynı müşterek kaderle yoğrulmuşlardır. Bizim dünya görüşümüzde
bir ferdin diğerinden üstün tutulması yoktur.”
24
“H.Fikret Kanat’a göre Milliyetçilik şudur: Milliyet fikri,
insan toplulukları arasında fertlerin muayyen bir zümreye
mensup olma şuurudur. Fertlerin milli benliklerini idrak
etmesidir. Fertlerin kendi hayatlarının, kendi nesillerinin,
ananelerinin, dillerinin, şeref ve istiklal gibi her türlü kıymetlerin
ancak milli varlıkla yaşayabileceğine kanaat ederlerse
milli şuur derinleşerek ve hislerle birleşerek iman ve
ideal haline gelir. Demek oluyor ki milliyet ideali, milletin
selameti, bekası ve yükselmesi gayeleri etrafında, fikir, his
ve irade kuvvetlerinin insanın ruhunu derinden sarsmasıyla
teşekkül eder.
Kırby Page’ye göre: Milliyetçilik hissidir. İnsanların
içinden gelir ve bir tek sebebe bağlı değildir. Milliyetçiliği
yaratan sebeplerden bazıları: ırk birliği, dil birliği, coğrafya
birliği, din birliği, tarih ve örf birliği ve ortak ekonomik
(23 Siyasette yeni boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu. 1995. Sayfa:51. Paragraf:
2-3
24 Siyasette yeni boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu. 1995. Sayfa:51. Paragraf:2-3)
menfaatlerdir. Bazı durumlarda bu faktörler beraber bulunur,
bazı vaziyette ise bu faktörlerden çoğu yoktur.
İsrael Zangwil, milliyetçiliği ‘politik gerçeklere dayanan
bir düşünce şeklidir’ diye tarif eder. Prof. Dr. G.P
Gooch, ‘Milliyetçilik bir milletin kendi kendisini tanımasıdır’
der. Prof. Alferd E.Zimmern ‘Milliyetçilik din gibi subjektif
bir durumdur, psikolojik bir düşünce şeklidir, ruhi bir yüceliştir,
bir his, düşünce ve yaşama şeklidir’ der. Ramsay
Muir, ‘Bir grup insan kendilerini belli menfaatlerle birbirlerine
öyle bağlanmış hissederler ki bir arada çok mesut yaşayabilirler,
ayrılık onları perişan eder ve hisleri paylaşmayan
insanlara tahammül edemezler’ diye değişik bir tarif
ortaya koyar.
Peyami Safa’ya göre milliyetçilik şudur: ‘Milliyet fikri,
tarihin ilk çağlarında bir tohum, orta çağlarında bir fidan,
zamanımızda gölgesini bütün dünyaya salan bir ağaç halindedir.
Tarih bu ağacı devirmek için onun köküne vurulan
her baltanın kırıldığını gösteriyor. Çünkü bütün tarih boyunca
insan topluluklarının en büyük özleyişi tam ve müstakil
bir milli taazzuva kavuşmaktadır. İnsan fani ferdiyetinin
üstünde kendisini müşahhas bir gerçeklik halinde yaşatacak
bir ideale sarılmakla ölmezliğinin sırrını bulmuştur.
Ord. Prof. Sadri Maksudi Arsal ise milliyetçiliğin en
önemli prensibini şöyle belirlemektedir: ‘Bugün, milletlerarası
işbirliği şekillerine rağmen, her milletin kendi için çalışması,
kendi kaynak ve imkânları ile kalkınması ve yardımı
kendinden beklemesi Milliyetçiliğin prensiplerinden biri
olmalıdır.” 25
(25 Siyasette Yeni Boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu.1995. Sayfa:52-52-53)
Dokuz Işık’ta Milliyetçilik, Alparslan Türkeş tarafından
her açıdan ortaya konmuş ve bu fikir etrafında
birleşilmesi gereği üzerinde ısrarla durulmuştur.
Dokuz Işık’ta Milliyetçilikle ilgili belirlemelerin bazıları
şöyledir.
“Milliyetçilik, Türk Milletine karşı beslenen derin
sevginin ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan
ve kendisini samimi olarak Türk hisseden ve Türklüğe
adayan herkes Türk’tür. Biz; Türk Milletine mensup olduğumuza
göre, bu milletin içinden çıkmış insanlar olduğumuza
göre, elbette ki kendi milletimize karşı derin bir
bağla bağlı olacağız ve bu milletin yükselmesi için, bu milletin
haklarının daima her çeşit tesirlerden uzak, her şeyin
üstünde bulundurulması için çalışmayı görev tanıyacağız.
İşte bu sebeplerden dolayı bizim milliyetçiliğimiz, Türk Milletine
karşı duyulan derin, köklü bir sevgi ve Türk Milletinin
içinde bulunduğu müşkül durumdan bir an önce, en modern,
en ilmi metotlarla çıkarılarak en kısa yoldan modern
uygarlığın en ön safına geçirilmesini sağlamak duygusundan
kuvvet alır.
Milliyetçiliğimiz başkalarına kin, garez duygularıyla
beslenmez. Demek ki, Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine
karşı duyulan derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumdan
kurtarıp, kuvvetli, her çeşit korkudan, baskıdan uzak, şerefiyle
yaşayan, müreffeh, mutlu ve modern uygarlıkta en ön
safa geçmiş bir hale getirmek isteği bu isteğin yarattığı
duygudur…” 26
Bu anlatımda görüleceği üzere, Dokuz Işık’taki milliyetçilikte
Türk Milletine karşı derin sevgi ve bağlılık, Türk
milletine mensubiyet, başka bir ırkın gururunu taşımamak,
(26 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978.Sayfa:84-85)
Türk Milletini en öne geçirme isteğinin doğurduğu duygu
ve buna paralel olarak çalışmak vardır. Yani sadece milliyetçilik
duygusu yeterli görülmemektedir. Bu duygu gerekli
ama çalışma olmayınca yeterli görülmemektedir.
“Milliyetçiliğimiz, Türk Milletinin bütün fertlerini aynı
derecede sevmek, onları devlet yönetimine aynı derecede
katmak, ortak etmektir.” 27
Bu tanımda ise herkesi eşit görme, herkesi devlet
yönetimine talip etme ile milliyetçiliğin ne kadar eşit haklara
dayanarak bir bütünleşme meydana getirdiğini anlamaktayız.
Dokuz Işık, ırkçılığa ve ayırımcılığa karşı olduğunu
söylemekle yetinmemiş, bunun önemli olan tatbik yollarını
da göstermiştir. Bu tarif bile tek başına ırkçılık çizgisinin
dışında bir milliyetçiliği anlatmada yeterlidir.
“Çağımızın temel ideolojisi, milliyetçilik ülküsüdür.
Bugün Afrika’yı, Güney Amerika’yı ve hatta Avrupa’yı saran
ideoloji, Milliyetçiliktir. Faşist sistemin amansız düşmanıyız.
Milliyetçilik anlayışımız manevi şuurlanmaya dayanır, milli
sınırlarımız üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak
“Ben Türk’üm” diyen herkes Türktür… Milliyetçilik ve
Türklük tayininde bölücü unsurlara, antrepolojikırkçılığa,
mezhepçiliğe ve bölgeciliğe inanmıyoruz. Nazist ırkçılığın,
komünist halkçılığın, mezhepçiliğin, emperyalist coğrafyacılığın
karşısındayız.” 28
“Türk Milletinin yükselmesi ve tehlikelerden korunması,
Türk milletini meydana getiren kişilerin teker teker
milli şuur sahibi olmasına ve kalplerinin millet sevgisi, vatan
sevgisi ile çarpmasına bağlıdır. Bunun için milli doktrin
Dokuz Işığın birinci ilkesi olarak Milliyetçiliği koymuş bu-
(27 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:250. 1. Paragraf
28 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa: 135-136)
lunmaktayız. Şüphesiz burada bahis konusu edilen Milliyetçilik
Türk Milliyetçiliğidir. Türk Milliyetçiliği ne demektir?
Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine karşı beslenen derin
sevgi, bağlılık duygusunun, müşterek bir tarih ve müşterek
hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir. Türk Milliyetçiliği
insani duygularla beslenen bir anlayıştır. Türk Milliyetçiliği
kin ve garazı esas almayan, sevgiyi esas alan bir düşünce
tarzıdır. Milliyetçilik; milletini sevmek, vatanını sevmek ve
milletinin tehlikelere karşı korunması için her fedakârlığı
göze almak duygusu ve düşüncesidir. Türk Milliyetçiliği
bütün Türkleri kardeş sayan bir düşüncedir. Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içinde yaşayan ve kendisini Türk Milletinin
bir mensubu kabul eden herkesi kardeş sayan bir düşünce
ve görüştür.” 29
Bu tanım ırkçılık açısından çok önemlidir. “Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve kendisini Türk Milletinin
bir mensubu kabul eden herkesi kardeş sayan” düşünce
ve görüş, milliyetçiliğin bir prensibi olarak gösterilmektedir
ki bu da Dokuz Işığın ne kadar birleştirici ve bütünleştirici
olduğunun ayrı bir ispatı olmaktadır.
“Türk Milletinden olmak; Türk Milletini sevmek ve
Türk Devletine sadakatla hizmet aşkı taşımak, vatana bağlılık
duygusu içinde bulunmak ve Türk Milletinin yükselmesi
için elinden gelen her fedakârlığı yapmak ve çalışmak duygusu
ve şuurudur. Bu duygu ve şuuru taşıyan, herkes
Türk’tür. Kalbinde yabancı başka bir milletin özlemini,
özentisini taşımayan, kendisini Türk hisseden, Türklüğü
benimseyen ve Türk Milletine, Türk Devletine hizmet aşkı
taşıyan herkes Türk’tür.” 30
(29 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:89. Paragraf:1
30 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:91)
Burada ise milliyetçiliğin aynı zamanda bir fedakarlık
ve çalışkanlık olduğuna bir kere daha işaret edilmektedir.
Ve Türk Milletine ve devletine hizmet aşkı ile bağlı olan, bu
fedakârlığı ve çalışmayı yapan herkes, Türk ve Milliyetçi
olarak vasıflandırılmaktadır.
“Bizim Türk Milliyetçileri olarak davamız Türk Milletinin
varlığını yüceltmek ve ebediyen devam ettirmek davasıdır.
Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir,
başka bir dava yer alamaz. Türk Milletinin varlığını korumak,
yükseltmek ve onu ebediyen devam ettirmek fikrine
hizmet etmeyen, bu fikre uygun olmayan hiçbir davranış,
hiçbir hareket Türk Milleti için meşru olamaz.” 31
Dokuz Işık, milliyetçiliği Türk Milletinin varlığını yüceltmek
ve ebediyen devam ettirme davasına bağlıyarak,
‘Bu davaya bağlı olacak başka hangi fikir vardır ki?’ ifadesiyle
meydan okumaktadır. Yani milliyetçiliği, milletleri
yüceltecek ve ebediyen devam ettirecek tek fikir akımı
olarak takdim etmektedir. Bu davaya milliyetçilikten başka
hiçbir fikir ve görüşün uygun olmayacağını belirtmektedir.
“Her şeyden evvel bir milletin yüksek ahlak duygusuna
sahip olması ve yüksek bir manevi inanç taşıması gerekmektedir.
Bunlarla beraber milletin kuvvetli bir milliyetçilik
şuuru içinde bulunulması ve kendi milletini kalkındırmak,
kendi milletini ileri götürmek aşkı, isteği ve azmi içinde
bulunması gerekmektedir.” 32
Bu bölümde de milliyetçiliğin din ile münasebeti ve
din ile bütünleşmesi anlatılmaktadır. Türk Milliyetçiliğinin
İslam inancı ile birlikte mütalaa edilmesi gerektiğini belirten
ayrı bir tariftir bu.
(31 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:91. Paragraf:1
32 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:39. Paragraf:2)
“Milliyetçi Hareket, Cumhuriyet sınırları içinde yaşayan,
kendini Türklüğe adamış, herkesi Türk sayar. Milliyetçi
Hareket bölücü değil, birleştirici, bütünleştiricidir. Milliyetçi
Hareket Hitler ırkçılığını, nazizmi reddettiği kadar, Türkiye
halkları sözleri içinde azınlık ırkçılığı yapan zihniyeti,
azınlık ırkçılığına yataklık yapan sahte solu da reddeder.
Sahte solla, onun lideriyle, komünist eşkiyalarla kolkola
yürüyen azınlık ırkçılığına hayat hakkı tanımayacağız. Türkiye
halkları sözlerini yurdumuzda söyletmeyeceğiz. Türkiye’de
Türkiye Halkları yoktur, yalnız ve yalnız ebedi büyük
Türk Milleti vardır.” 33
Bu tanımda ırkçılığa, nazizme karşı olunduğu kadar
etnik ırkçılığa da karşı olunduğu açıkça ifade edilmektedir.
“Irkçılığı ayaklar altına almak” böyle olur. Etnik ırkçılık yapanları
bir tarafa bırakıp, Türk milliyetçiliğini ırkçı olarak
vasıflandırıp hedef almak sadece etnik ırkçıları ve bölücüleri
memnun edebilir.
“Dünya üzerinde insan toplulukları milletler halinde
yaşamaktadırlar. Her millet kendi özelliklerini korumaya,
geliştirmeye gayret etmekte ve kendi topluluğunu diğer
milletlerden daha ileri, daha yüksek, daha refahlı yapmaya
çalışmaktadır. Milletler arasındaki bu rekabet ve karşılıklı
yarışma, milleti meydana getiren insanların müşterek duygular
halinde birleşmeleri ve müşterek bir milli şuur etrafında
toplanarak kendi toplum varlıklarını belirli hedeflere
yöneltmek şuuruna sahip olmalarıyla mümkündür. Milletlerin
faaliyetlerinde, yükselmelerinde ve kendi toplumlarını
refaha kavuşturmak, geliştirmek çabalarında Milliyetçilik
şuuru ve Milliyetçilik duygusu başlıca tesir yapan faktör
olmaktadır. Milliyetçilik duygusundan yoksun olan bir toplumun
millet manzarası göstermesi mümkün değildir. Böy-
(33 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:490-491)
le bir duygudan ve şuurdan mahrum toplulukların dış olayların
en ufak bir tesirine karşı kendilerini koruyamadıklarını,
hatta dış tesirler olmasa dahi kendi kendilerine dağıldıklarını
ve belirli vasıfları olan, belirli hedefleri olan bir topluluk
hüviyetinden çıktıklarını görmekteyiz.” 34
Dokuz Işık, milliyetçiliği, milletlerarasında var olan
amansız mücadele için kaçınılmaz gördüğü gibi, milliyetçilik
duygusundan mahrum olan toplumların dış müdahale olmaksızın
bile kendiliğinden dağılacakları uyarısını yapmaktadır.
Gerçekten bugün dünyada toplumlar milletler halinde
yaşarlarken, mücadelelerini de bu şekilde yapmaktadırlar.
Ve bu mücadele amansız bir mücadeledir. Alparslan
Türkeş’in belirttiği gibi dünyanın ana caddelerinde barış
şarkılarının okunduğuna aldanmamak gerekir. Çünkü arka
sokaklarında daima savaş marşları çalınmaktadır. Bu
amansız mücadelenin temel güç kaynağı milliyetçiliktir.
Yani millet olarak, bir bütün halinde mücadele azmi içinde
birlik ve beraberlik halinde olmak ve sonra da gerekli bütün
çalışmaları yapmak lazımdır.
“Dokuz Işığın diğer kaynağı İNSAN SEVGİSİ, İNSAN
ŞAHSİYETİNE SONSUZ SAYGIdır. Türk Milleti olarak bizim
milli karakterimizin bir hususiyeti vardır. Biz Türkler ne
başkalarına uşaklık etmeyi, ne de başkalarını uşak olarak
kullanmayı kabul ederiz. İnsanlık haysiyetine saygı duymayan,
Türk insanına karşı gönlünde sevgi taşımayan, Türk
Milletini Türk Halkını hor gören zihniyete karşıyız. Dokuz
Işıkçılar olarak bizler Türk Halkını, Türk insanını ALLAH’ın
mukaddes bir emaneti telakki etmekteyiz. İdareci ve aydınların
milletimizin bütün fertlerine bu anlayış içinde hizmet
etmeleri, hangi mevkide olurlarsa olsunlar, mevki farkı,
zenginlik farkı gözetmeksizin herkesin hakkına, hukuku-
(34 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:88-89)
na riayetkâr olmaları, ancak gönüllerini insan sevgisi ve
insan haysiyetine sonsuz saygı ile dolu olmasına bağlıdır.”
35
Dokuz Işık, Milliyetçiliği bu belirlemesiyle de,
İslamiyetin ahlak ve faziletini esas aldığını farklı cümlelerle
ortaya koymaktadır.
“Gerçek Milliyetçilik, Milleti meydana getiren her insanı
hiçbir ayırım yapmaksızın aynı derecede sevmektir.
İnandığımız milliyetçilik anlayışı, bu milleti meydana getiren
insanlar arasında her türlü ayırımı kesinlikle reddeder.
Milliyetçilik bölücü değil, birleştirici, ayırıcı değil toplayıcıdır.
Bu milleti meydan getiren her fert aynı soyun aynı kültür
ve tarihin birer üyesidir ve hepsi aynı müşterek kaderle
yoğrulmuşlardır. Bizim dünya görüşümüzde bir ferdin diğerinden
üstün tutulması yoktur. Her türlü ayırıcı, bölücü
sistemlere şiddetle karşıyız. Millet canlı bir organizma ve
yaşayan bir varlıktır. Bu organ ve varlıkta her ferdin belirli
bir yeri ve görevi vardır. Her fert bu organizmanın bir uzvu,
bir hücresidir.” 36
“Milliyetçi hareket, insan sevgisine, tam demokrasiye
inanır. İnsanlığa düşman, insanlığı bölücü her sistem ve
ideolojiye karşıyız. Amacımız milli sınırlarımız içinde yaşayan
bütün yurttaşlarımızı, hiçbir ayırım yapmaksızın, din,
mezhep ve ırk farkı gözetmeksizin kucaklamak, sevmek,
insanca yaşama şartlarına kavuşturmaktır.” 37
“…Milliyetçiliğin temel şartı milletin bağımsızlığı için
çalışmaktır. Milletin bağımsızlığı için savaşmayan kimse
asla milliyetçi değildir ve olamaz da.” 38
(35 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:478
36 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:82. Paragraf:1
37 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:120. 5.paragraf. Sayfa:121
38 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:268. Paragraf:1)
Burada kimlerin asla milliyetçi olamayacağı belirtilmektedir.
Pek tabidir ki bağımsızlık, milliyetçiliğin değişmez
prensiplerinin başında gelmektedir. Ancak burada dikkat
çeken husus; Dokuz Işık, sadece bağımsızlıktan yana olunduğunu
beyan etmeyi yeterli bulmamaktadır. Bağımsızlık
için savaşmayı; mücadele etmeyi istemektedir.
“9 Işık’ta milliyetçilikle ilgili bütün tarif, belirlemeler
ve tekliflerle ilgili olarak göze çarpan gerçekler şunlardır:
1-Türk Milliyetçiliğinin temeli Türk Milletidir.
2-Türk milleti kavramında ve oluşumunda köken farkı
söz konusu edilmemektedir. Müşterek kültür, din, dil ve
müşterek geleceği paylaşan ve bu ülkede aynı bayrak altında
yaşayan ve kendini bu milletin mensubu sayan herkes
Türk Milletinin bir parçasıdır.
3-Millete derin bir sevgi vardır. Bu sevgide Türk Milletinin
bütün fertleri eşit değerdedir.
4-Kesinlikle ırkçılığa karşıdır.
5-Milleti bağımsız kılmak, refaha kavuşturmak ve
yükseltmek ana hedeftir.
6-Milletin yükselmesi için her türlü fedakârlık ve çalışma
şartı mevcuttur.
7-Milletin ayakta kalması ve dağılmaması için en gerekli
fikir akımıdır.
8- İnsan sevgisi ve insan şahsiyetine sonsuz saygı
vardır.
9-Bölücü değil birleştiricidir.
Dokuz Işık’ta yer alan Milliyetçilik ve Türkçülükle ilgili
olarak, özellikle ırkçılık suçlaması açısından Alparslan Türkeş’in
aşağıdaki izahatları çok önemlidir.
“Üzerinde iftiralarla, yalan ve yanlışlarla dolu münakaşalar
yaparak, fikir yürütmek, bilhassa 1944 ve sonraki
yıllarda kötü bir adet haline getirilmiş olan Türkçülük ve
Türk Birliği ülküsü hakkında, bir inceleme yapmanın çoktan
vakti gelmiştir.
Türkçülüğün ve Türk Birliği ülküsünün, bir cürüm olarak
kabul edilmesinden ve bu yolda büyük propagandalara
girişilmesinden sonra, Türkiye’de Türk olmak ve Türkçülükten
bahsetmek bile korkulacak hal olmuştu. Tanrıya şükürler
olsun ki, 14 Mayıs 1950 de Türk milletinin vermiş olduğu
şanlı bir kararla, meş’um tek parti zihniyeti yıkılmış ve
Türkçülüğün ufku yeniden aydınlanmıştı.
Türkçülük ne demektir? Diye bir soru sorduğumuz
zaman, hatırımıza gerekli olan şeyler bugün herkese göre
değişmektedir. Çok muhtemeldir ki böyle bir soru karşısında
bazı kimseler koyu bir gafletin ve adi bir menfaat taassubunun
tahrikleri ile yaratılan propagandaların tesiri altında
Faşizmi düşünecek, diğer bazı kimseler de bunun
ifade ettiği manadan büsbütün habersiz görünecektir. Hele
gençlerin çoğunun, buna ait esaslı hiç bir şey bilmediği
hakikatı önemle ele alınacak bir olaydır. Bununla ilgili acı
bir misali burada söylemeden geçemeyeceğim. 1948 yılında
Amerika’da iken genç bir arkadaşım bir gün okul kütüphanesinde
“Ensiclopedy Britanca” yı karıştırırken “Türk”
kelimesinin karşısındaki izahı da okumuş ve orada “Türkçülük
denilen şövenizm ile Türklerin, yurtlarında eskiden beri
yaşamakta olan Türk olmayan unsurları gücendirerek kendilerine
düşman ettiğini, bu yüzden bu yabancı unsurlarda
da milli duyguların uyanarak geliştiğinin” yazılı bulunduğunu
görmüş. Bu hususa ait hiçbir bilgisi olmayan bu genç
Türk çocuğu yukarıda bahsi geçen ifadelere inanmaktan da
kendini alamamıştı. “Nasıl olur” diyordu. “İlim yetkisi, dün“
yaca tanınmış bir ansiklopedinin yazdığı şeyler yanlış olur
mu?” Bu sebepten benimle bir hayli münakaşalara da girişti.
Fakat neticede, Türkçülüğün, Hıristiyan ve Musevi bütün
yabancı unsurların Türklere karşı gösterdikleri sistemli ve
nankörce bir düşmanlıktan ve hıyanetten dolayı, Türklerin
kendi varlıklarını korumak kaygusundan doğduğunu anlayarak
kanaatini değiştirmiştir.
İşte yukarıdaki sebeplerden ötürü Türkçülüğün ne
gibi bir mana ifade ettiğini ve doğuş sebeplerini kısaca izaha
çalışmak faydalı olacaktır sanıyorum.
Osmanlı tarihine şöyle üstünkörü bir göz atıldığı takdirde
görülür ki, hiçbir zaman devletin siyasetinde ve Türk
sosyal hayatında şovenizme varan bir milliyetçilik hâkim
olmamıştır. Değil yalnız küçük memuriyetlere, Sadrazamlık
gibi en yüksek makamlara bile her soydan insanlar getirilmiştir.
Tanzimat’a kadar yurt içerisinde diğer dinlere ve
milliyetlere karşı, o devirlerde hiçbir memlekette bulunmayan
ve aşırı sayılabilecek bir müsamaha hâkim olmuştur.
Müslüman Arap ve Farslarla o kadar ileri gidilmiştir ki,
bu yüzden, Suriye ve Irak’ta hatta Filistin ve Mısır’da sayısı
milyonları aşan Türk halkı Araplaşarak, yavaş yavaş eriyip
kaybolmuşlardır. Türkçe her tarafta ihmal edilerek arapça
ve farsça kelimeler kullanmak mukaddes bir moda ve zevk
haline gelmiştir. Tanzimat’tan sonra ise, İslamcılığın yanında
ortaya resmen bir Osmanlıcılık fikri çıktı. Bu fikir, çeşitli
din ve milliyet taşıyan unsurların halitasından ortaya bir
Osmanlı milleti çıkarmak hayali idi.
İşte bu hakikatler karşısında, Türk milletinin şovenliğinden
bahsetmek, ilmin gerektirdiği tarafsızlığa sırt çevirerek,
adi bir garazkârlığın esiri olmaktan başka bir şey
sayılmaz.
Türkler ancak, gösterdikleri sonsuz müsamahalardan
ve lütuflardan sonra gördükleri sistemli düşmanlık ve hıyanetlere
karşı bir reaksiyon göstermek zorunda kalmışlardır.
Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği, Yunan, Bulgar, Sırp, Ermeni,
Arnavut, Arap ve diğer unsurların milliyetçilik ve ayrılık
duygularının tesiri altında, bir nefis koruması gayesi ile
meydana gelmiş ve hiçbir zaman haksız ve tecavüzkâr olmamıştır.
Türkçülük, Türk milletinin, ilim, sanat, ziraat, iktisat,
kültür ve diğer her alanda, milli gelenek ve milli bünyeye
uygun bir şekilde kalkındırılması, içte ve dışta her çeşit saldırganlıklara
karşı korunarak hür ve müstakil olarak yaşatılmasını
hedef tutan bir ülküdür. Böyle bir ülkü, her milletin
kendisi için mukaddes bir hak olduğu gibi Türk milleti
için ve onu teşkil eden her fert için de en mukaddes ve en
tabii bir haktır.
Türkçülüğü, her ne sebeple olursa olsun, şu veya bu
şekilde iftira ve ithamlar altında bırakmağa kalkışmak ise,
bunu yapanların en hafifi bir tabirle iyi niyetinden ve Türk
Milletine olan sevgisinden şüphe etmeyi gerektirir.” 39
Dokuz Işık’taki bu izahatı tamamlamak üzere Osmanlı
Devletinin son dönemlerindeki birkaç örnek olayı buraya
almakta yarar vardır.
“Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde bir tek
“Türk’üm!” demek zordur/sıkıntılıdır ve diğer herkes, rahatlıkla
kendi kimliğini “iftihar!” ile söylemektedir. Bunun
en tipik örnekleri, Osmanlı Saray Bahçesi’nde ve Ahmet
Vefik Paşa’nın Bursa Valiliği Dönemi’nde yaşanmıştır.
(39 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa:153-154-155-156)
Saray’da görevli olan bir Arnavut, bahçıvanlık yapan
bir Türk’e, “Pis Türk” diye haykırmıştır. Saray penceresinde
bu hakereti duyan Padişah II. Abdulhamit Han, Arnavut
görevliye, “Unutma ki ben de Türk’üm!” diye seslenmiştir.
Benzeri can alıcı bir diğer örnek de Ahmet Vefik Paşa’nın
(1823-1891) Bursa Valiliği döneminde (1879-1882) cereyan
etmiştir. Ahmet Vefik Paşa, Bursa ilçelerinden birini teftişe
çıkmış ve ilçenin girişinde karşılanmıştır. Karşılama sırasında
Vali Paşa, sıra ile herkese kim olduğunu sormuş ve karşılama
töreninde bulunan herkes kim olduğunu
(Arnavutum, Gürcüyüm, Çerkezim, Boşnakım hatta
Ermeniyim, Rumum, Yahudiyim gibi) gür bir sesle söylemiştir.
Sıra soluk bir ihtiyara geldiğinde ezile-büzüle ve cılız bir
sesle: “Türk’üm Efendim” demiştir. Bunun üzerine Vali
Paşa, “Niçin saklıyorsun öyle? Türk olmak bir kabahat mı?
Bak ben de Türk’üm!” demiştir. Çekingen davranan Türk.
“Sahi mi Paşa sen de Türk müsün? Demek Türk’ten de Paşa
olurmuş ha!” şeklinde cevap vermiştir. Bu cevap karşısında
Valinin gözleri dolmuş ve “ Paşa da kim oluyor. Türklerden
Padişah çıkar Padişah anladın mı?” dedikten sonra rahatça
ağlayabilmek için tenha bir yere çekilmiştir.
Yaşanmış bu olaylar, geçmişe ve günümüze ışık tutmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde özellikle
Tanzimat’tan sonra geniş hürriyete kavuşan “etnik unsurlar”
alenen Türk düşmanlığı yapmışlar, devletin asıl sahibi
olan Türk’ü/ Türk Milletini ezmeyi ve onlara her fırsatta
hakaret etmeyi gaye edinmişlerdir. Ahmet Vefik Paşa’nın
Bursa’da yaşadığı bu olaydan sonra Osmanlı İmparatorluğunun
parçalanma süreci başlamış ve Milletlere göre ayrılmışlardır.
Sami soyundan gelen Araplar ile Batı kökenli
Milletler Türkler’den ayrılmışlardır. Ancak bugün ayrı “ırk
ve ayrı millet” gösterilmek istenen ne Kürtler, ne Arnavutlar,
ne Çerkezler, ne Gürcüler, ne Boşnaklar ayrı “bir ırk ve
ayrı millet” iddiasında bulunmamışlardır. Hepsi
Türk’e/Türk Milletine mensup olmaktan gurur duymuş;
ayrılmayı değil birleşmeyi, kurtuluşu savunmuş ve birlikte
Kurtuluş Savaşı vermiştir.” 40
Dokuz Işık’ta Türkçülük ve Milliyetçilik kavramlarının
nasıl doğduğu, 9 Işık adlı eserin 57’nci sayfada yer alan
“Türk Fikir Hareketleri Tarihine Bakış” başlığı altında yer
almaktadır. Burada da Türkçülüğün ve Milliyetçiliğin bir
reaksiyon olarak doğduğu anlatılmaktadır. Türklerin tarihinde
kurulan bütün devletler milli kültür, töre ve milliyetçiliğe
daima önem vermiştir. Ancak bu anlayışları hiçbir
zaman bilhassa mahiyeti altında yaşayan farklı kavimleri
ezme eylemlerini meydana getirmemiştir. Bilhassa Osmanlı
döneminde Müslüman olmayan vatandaşlara devletin en
üst makamları bile açık tutulmuştur. Türk devletlerinin
yıkılışlarında da milli değerlerin dejenere olması büyük
etkendir. Bilge Kağan’ın ta o yıllarda (20 Eylül 735) ” demesi bunun en
önemli örneklerinden biridir. Ancak bütün Türk devletlerinde
milliyetçilik ırkçılık çizgisinde ele alınmamıştır.
Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan milliyetçilik
fikrinin Fransız devrimi ile direkt bir ilişkisi yoktur.
Fransız ihtilalinin Osmanlı hakimiyeti altında yaşayan halklara
etkisi olmuş, zamanla meydana gelen kopmalar Os-
(40 Prof. Dr. Abdurrahman Küçük. Irkçılık. www.turkmeclisi.org sitesi, ‘Görüşler’bölümünden alınmıştır) |