Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Haberler ve Yorumlar
MEDYA VE İNSAN HAKLARI SEMPOZYUMUNDAN İZLENİMLERİM-ROZA KURBAN-

MEDYA ve İNSAN HAKLARI SEMPOZYUMUNDAN İZLENİMLERİM

 

         10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği ve Nevşehir Ürgüp Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Medya ve İnsan Hakları” konulu toplantı 10–11 Aralık 2010 tarihinde Ürgüp’te gerçekleştirilmiştir. Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği her yıl Dünya İnsan Hakları gününde düzenlediği toplantıların bu yıl on birincisi yapılmış olup, artık bu toplantılar geleneksel bir hale gelmiştir.

         Türk Dünyası insan hakları savunucuları, 9 Aralık 2010’da akşam saatlerinde Ankara’dan Ürgüp’e hareket ettik. Otobüste tanıdık simaların yanı sıra ilk kez gördüğüm insanlar da vardı. Tarih ile doğal güzelliklerin bütünleştiği yer Kapadokya’ya gidecek olmamızdan dolayı herkes heyecanlı ve aynı zamanda mutluydu.

         Pers dilinde Güzel Atlar Ülkesi anlamına gelen Kapadokya, bölge olarak Aksaray, Nevşehir, Niğde, Kayseri, Kırşehir illerinin birleşimi olarak tanımlanmaktadır. Kayalık Kapadokya bölgesi ise Uçhisar, Göreme, Avanos, Ürgüp, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden oluşmaktadır. Kapadokya yalnız Türkiye’de değil tüm dünyada eşi benzeri olmayan bir güzelliğe sahip olan doğa mucizesi “Peri Bacaları”nı kalbide barındırmaktadır. Ünlü mutasavvıf ve Türk şairi Yunus Emre (1238–1320) Kapadokya’nın Aksaray bölgesinde yaşamıştır. Onun sevgi dolu yüreği Dünya insanlarını derinden etkilemiş olmalı ki, UNESCO 1991 yılını dünyada “Yunus Emre Sevgi Yılı” olarak kutlamıştır. Ahlakta sanatın ahenkli birleşimi özünü veren, düşünür Ahi Evren’in (XIII-XIV. y.y) “Ahi’lik” Kırşehir yöresinde gelişmiş ve Anadolu insanının yüreğine sevgi tohumlarını serpiştirmiştir. Anadolu’ya İslam Dini geldikten sonra Kapadokya Bölgesi ünlü İslam bilginlerine de ev sahipliği yapmıştır. Türk ve İslam mutasavvıfı Hacı Bektaş-ı Veli (1209/1210–1270/1271) 14.yüzyılda Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesini yurt edinmiştir. Anadolu’da Türk birliğini sağlayan düşünürün felsefesi, 1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile aynı düşünce özünü yansıtmaktadır. Yüzyıllar önce Türk birliği fikrini ortaya koyan ve bundan 62 yıl önce kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin temelleri atılan kutsal topraklarda İnsan Hakları Günü’nün kutlanması bir tesadüf mü idi bilinmez, ama bu topraklarda yetişen ünlü düşünürlerin fikirlerinin bugün de güncel olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

         Otobüs Kapadokya yolunda ilerlerken biz de zamanı verimli değerlendirmek amacıyla birbirimiz ile tanışma, dünya Türklerinin problem ve sıkıntılarını dile getirme fırsatını bulduk. Arkadaşlarla tanışıp dertlerini dinledikçe içimiz burkuluyordu. Konuşmalardan anlaşıldığı üzere, Türk olmak, Türklüğü savunmak, Türk’ü sevmek bir suçtu. Aramızda Türklük için kendini feda eden, direniş simgesi olan dava adamları da vardı. İnsan hakları ihlallerinin canlı şahidi olan bu insanların ilki, Doğu Türkistanlı Uygur Türkü tarihçi İklil Kurban’dı. İklil Kurban’ın 24 yıllık ömrü Çin Hapishane ve kamplarında geçmiştir.  Kurban, Üniversite yıllarında “Uygur tarihini de öğrenmek istiyoruz” dediği için daha 20 yaşındayken 4 Kasım 1955 yılında “Karşı Devrimci”  suç damgasıyla hapsedilmiştir. 1958 yılında ise İklil Kurban’a “Yerli Milliyetçi” damgası da eklenmiştir. 1979 yılında aklanan İklil Kurban 1980 yılında Türkiye’ye göç etmiştir. Kurban, “Aziz vatanım Şarkî Türkistan’a, aziz ulusuma elveda dememin karşılığında Çin’den ayrıldım” derken sözlerinde vatan özlemi ve hüzün vardı. Bahtı kara Uygur milleti bugün de Çin esareti altında olduğundan ulusunun geleceğinden endişe duyan İklil Kurban’ın sözleri kalbimizi derinden etkiledi. Gözünü para hırsı bürüyen zihniyetin bugün Uygur davasını hiçe sayarak, Uygurları köprü olarak kullanmak isteyenleri şiddetle kınadığını dile getiren İklil Kurban, Uygurları köprü olarak kullanmak isteyenlere geçit vermeyeceklerinin altını çizerken âdete isyan ediyordu.  

         Türklük uğruna yargılanan diğer isim Sadun Köprülü idi. O, ömrünün 17 yılını Saddam hapishanesinde tüketmiş birisidir. “Türkleri ve Türkiye’yi sevdiğim için yargılandım, işkence gördüm” diyen Sadun Köprülü sözlerine şöyle devam etti “Hapishaneden çıktıktan sonra Türkiye sınır kapısını geçince Türkiye toprağını, Türk bayrağını öptüm, namaz kıldım. Bazıları benden güldüler, alay ettiler, fakat bu bir tek benim isteğim değildi. Bu idam edilen arkadaşlarımın da isteğiydi ki, ben onların son isteklerini-vasiyetlerini yerine getirdim.” Türk ve Türkiye sevdalısı olan Sadun Köprülü bugün Irak Türkmen Cephesi Türkiye temsilcisidir.

         Genelde zulme uğradığımız zaman kendimizi yalnız ve güçsüz hissetmemeliyiz. Kötülere karşı koymada gevşeklik göstermemeli, ümitsizliğe kapılmamalıyız. En iyilerin şafağı, en kötülerin doğurduğu zifiri karanlıkta söker. Dava adamı olmak kolay değildir, onlar bizim için yol göstericidirler. Kaderlerine küsmeden, fiziksel ve psikolojik baskı, zulüm ve işkencelere rağmen mücadelelerinden vazgeçmeyen bu güçlü ruhlu insanlar bugün de yaşadıklarını genç nesillere aktararak Türk olmanın bir gurur olduğunu dile getirmekten çekinmiyorlar.

         Hoş ve samimi bir havada geçen bu sohbetler bazen kalbimizi acıttı, bazen de umut verdi. Ürgüp’e geldiğimizde saatler gece yarısını gösteriyordu. Yarın görüşmek dileğiyle otellerimize dağıldık. Sabah erkenden kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra Perissia Otel’de toplandık. Program oldukça yoğundu. Programa göre ilk işimiz Ürgüp Kaymakamı Sn. Tuğba Yılmaz’ı Hükümet Konağı’ndaki odasında ziyaret etmekti. 40 kişilik insan hakları savunucularından 8 kişilik bir heyet seçildikten sonra Ürgüp Kaymakamı Sn. Tuğba Yılmaz’ın odasına çıktık. Ekip içinde başta İHAF (Uluslar arası İnsan Hakları Avrasya Federasyonu)  Başkanı Sn. Abdullah Buksur olmak üzere, Ahıska Türkleri adına Ayfer Aksu, Doğu Türkistanlılar adına tarihçi İklil Kurban, Özgür Aysa Radyo’su Türkiye temsilcisi Erkin Emet, Doğu Türkistan Kültür ve Yardımlaşma Derneği Ankara Şubesi Başkanı Hayrullah Efendiğil, Kazan Tatarları adına Tatar Milli Meclisi üyesi Roza Kurban, Irak Türkleri adına Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Sadun Köprülü ve Ürgüplü hayırsever işadamı M. Akif Toksöz vardı. İHAF Başkanı Sn. Abdullah Buksur’un konuşmasından sonra temsilciler kendi ülkelerinde yaşanan insan hakları ihlallerinden bahsederek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Türk Dünyası’nda yaşananlara seyirci kalmamasını istediler. Son olarak Ürgüp Kaymakamı Sn. Tuğba Yılmaz söz aldı ve şöyle dedi: “ İnsanlar acı çekmesin, insanların hakları sağlansın için elimizden geleni yapmalıyız. Bizlere yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmamalıyız.” İkramlar yapıldıktan sonra kaymakam hanımın odasından ayrıldık. İkinci olarak Ürgüp Belediye Başkanı Sn. Fahri Yıldız’ı ziyaret ettik. “Medya ve İnsan Hakları” sempozyumuna ev sahipliği yapan Ürgüp Belediye Başkanı tüm ekibi makamında kabul etmekten mutluluk duyduğunu belirterek, “yerimiz dar olabilir, ama gönlümüz geniş” dedi. Fahri Yıldız, insan hakları savunucularını tek tek dinledikten sonra, “Umarım düzenlediğimiz bu toplantı hayırlara ve dünya barışına vesile olacaktır. Ürgüp’te sizi ağırlamaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Tekrar hoş geldiniz!”dedi. Sonraki ziyaret noktamız Ürgüp İlçe Emniyet Müdürlüğü idi. Bizi İlçe Emniyet Müdürü Nedret Bulut karşıladı. O, son yıllarda kanunlarda yapılan değişikliklerin insan hakları açısından daha olumlu olduğunu belirterek, artık savcıdan izin almadan polisin herhangi bir işlem yapamadığını söyledi. Son yıllarda Türkiye’de suç oranının büyük ölçüde azaldığını kaydeden Bulut, bunu AİHM’ ye yapılan başvuru sayısını da etkilediğini dile getirdi. Türk Dünyası insan hakları temsilcileri, İlçe Emniyet Müdürü’nü dikkatle dinledikten sonra bazı sorular yönelttiler. Nedret Bulut’a bizi bilgilendirdiği için teşekkür ederek Emniyet Müdürlüğü’nden ayrıldık. Sıradaki ziyaret yeri- Nevşehir Valiliğiydi. Otobüsle yola koyulduk. Yolda Ürgüp’ün simgesi olan “Çatalkaya (Üç Güzeller) ” peribacası yanında durduk. Rehber peribacaları hakkında bilgi verdikten sonra bu doğa harikasını ebedileştirmek için Üç Güzelleri arkamıza alarak resme çekildik. Ürgüp ile Nevşehir arası 20 km. uzaklıkta olup çok zaman geçmeden Nevşehir’e varmıştık. Valilik binasının önünde otobüsten indik ve Nevşehir Valisi Sn. Osman Aydın’ın odasına doğru ilerledik. Vali bizi toplantı odasında kabul etti. Nevşehir Valisi Sn. Osman Aydın düşüncelerini şöyle ifade etti:“Nevşehir’de toplantı yapmanız bizi memnun etti. Bundan dolayı size teşekkür ederim. Artık insan hakları tüm dünyada ön plana çıkmıştır. Devletimizin hassasiyeti sayesinde ülkemiz insan hakları konusunda ilerleme kaydetmiştir. Sizin göreviniz, insan hakları konusunda kamuoyu oluşturmaktır. Bu konuda yapmış olduğumuz hatalar olabilir. Bazı hataların hemen düzeltilmesi mümkün değildir, fakat zamanla bu hatalar düzeltilecektir.” Türk Dünyası İnsan Hakları savunucuları da kendi sıralarında ülkelerinde Türklere uygulanan insan hakları ihlallerinden kısaca bilgi verdiler.

         Valilik konağından ayrılırken saatler saat 12.00’yi gösteriyordu. Otobüsle Ortahisar kasabasına doğru hareket ettik. Kasabanın en etkileyici mekânı stratejik öneme sahip olan “Ortahisar Kalesi”dir. Kalenin yakınında otobüsümüz durdu. Ortahisar Kalesi, ziyaretçilere açık olmadığı için gezemedik, fakat Türk geleneklerini temsil eden Kültür Müzesini ziyaret etme fırsatımız oldu. Müzede, Türk geleneğinin örneği hamam, pekmez kaynatma, hasat vs. anlatan ayrı ayrı bölümler vardı. Müzeden Ortahisar Kalesinin muhteşem manzarası da göz dolduruyordu. Tarihin, doğal tabiat ana tarafından ortaya çıkarılan doğal güzelliklerin ve sanatın buluştuğu yerdir Kapadokya. Her gittiğimiz yerde olağanüstü güzellikler çıkıyordu karşımıza… Artık öğle yemeği zamanıydı. Ortahisar kasabasının Dedeefendi Restoranında geleneksel yemekleri tattıktan sonra Cezaevi ziyaretini gerçekleştirmek için Nevşehir E Tipi Kapalı Cezaevi’nin yolunu tuttuk. Yolda giderken farklı hisler içindeydim. Bir taraftan bugüne kadar cezaevini hiç görmemiş ancak kitap ve filmlerden tanıdığım birisi olarak merak ediyordum. Diğer taraftan da nedendir bilmiyorum içimde bir korku hissi vardı. Bir de merak vardı: ömrünün 24 yılını hapiste geçiren İklil Kurban ve ömrünün 17 yılını hapiste geçiren Sadun Köprülü acaba neler düşünüyorlardı? Bunu onlara sorma cesaretim yoktu, çünkü onların yarasını deşmek istemiyordum. Yüzlerine baktım, düşünceliydiler… Bu düşünceler içinde kendi kendimle çelişirken Cezaevine varmıştık. Üzerimizde bulunan tüm metal eşyaları (küpe, kolye, saat vs.), cep telefonu, paralarımızı bırakarak titizlikte birkaç noktada arandıktan sonra Cezaevine girdik. Bizi Cezaevi Müdürü ve Cumhuriyet Savcısı karşıladı. İçinde 750 mahkûmu barındıran bu cezaevi Avrupa standartlarına uygun şekilde yapılmış olup, her yer düzenli ve temizdi. Bize mahkûm ilk kez cezaevine getirildikten sonra nasıl bir işlem yapıldığı hakkında geniş bilgi veren Cezaevi Müdürü sorulan soruları da yanıtlıyordu. Kadınların ve erkeklerin ayrı koğuşlarda tutulduğunu anlatan Müdür, Cezaevinde eğitim alma, meslek edinme olasılıklarının da bulunduğunun altını çizdi. Mahkûmların kaldığı koğuşları gördükten sonra ister istemez 16 yıllık ömrünü (1940–1956 yılları arası) Stalin hapishanesinde ve sürgünde geçiren ünlü Tatar şairi Hasan Tufan’ın (1900–1981) “İlde niler bar iken?” (Memlekette neler oluyor?) adlı şiirinden şu satırlar aklıma geldi:

                                                       İlde niler bar iken,

                                                      Tışta zeñger kar miken?

                                                      Boz tereze alsulana

                                                      Pojar miken, tañ miken?

                                                      İlde niler bar iken…

                                                      Memlekette neler oluyor,

                                                      Dışarısı mavi kar mıdır?

                                                      Buz tutmuş cam kızarıyor

                                                      Yangın mı, tan mı sökmüş?

                                                      Memlekette neler oluyor…

Anlaşıldığı üzere bu cezaevinin Stalin zindanları ile hiçbir alakası yoktu, camlar tavanda değil de olması gereken yerde duvardaydı… Cezaevi koridorlarından ilerlerken duvarlar sanki üzerime üzerime geliyor, nefesim daralıyordu. Mahkûmların bulunduğu bölüme geçtiğimizde, birkaç odayı ziyaret ettik. İngilizce dersine misafir olduk, sonra bilgisayar odasını gördük. Cezaevi müdürü bilgisayar kurslarına çok yoğun talep olduğunu dile getirerek, okuma yazma bilmeyen mahkûmların bile kursa katılmak istediklerini vurguladı. Sonra çok amaçlı salona girdik, salon çok güzel aydınlıktı. Buradayken kendimi cezaevinde olduğumu unuttum bir ara. Öğretmen eşliğinde tiyatro çalışmaları yapan mahkûmlar bizi görüp provalarına ara verdi. İki haftada bir tiyatro gösteresi hazırlayıp sunuyormuş mahkûmlar. Fakat salon tüm mahkûmları alamadığından hükümlüler gösteriyi izlemek için sıra ile geliyorlarmış. Bir de temizlik, düzen, hapishane şartlarına uymada en iyi olan koğuşları seçerek bir ödül gibi sunuluyormuş gösteriler. Ayrıca cezaevinde tarih, edebiyat, siyaset, din ile ilgili konularda binlerce kitap bulunan kütüphane de varmış. Bir de cezaevinin Çini Atölyesini ziyaret ettik. Biz atölyeye geldiğimizde mahkûmlar çalışmalarına devam ediyorlardı. Mahkûmlar arasında yetenek ve isteklerine göre iş paylaşımı yapılmış: bazıları resim yapıyor, bazıları resimleri boyuyor vs. Böylelikle muhteşem vazolar, tabaklar, saatler ortaya çıkıyor. Atölyede yapılan çalışmalar ilgimizi çekmiş olmalı ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Artık ayrılma zamanıydı. Cezaevi Müdürü ve Cumhuriyet Savcısı son değerlendirmeleri yaptıktan sonra, 24 yıllık ömrünü zor şartlar altında Çin zindanlarında geçiren İklil Kurban: “Böyle cezaevi olursa herkes girmek ister” diyerek şakayla karışık beğenisini dile getirdi. Dışarıya çıktık, yağmur olmasına rağmen kendimi kuş gibi özgür hissettim. Otobüse binip bölge gezisi için yola koyulduk. Özgürlüklerin kısıtlandığı, fakat fırsat ve imkânların sunulduğu Nevşehir E Tipi Kapalı Cezaevi arkamızda kaldı…

         Akşamüstü saatlerinde Göreme Açık Hava Müzesi’ne doğru ilerliyorduk. Müze kapanmak üzereyken müzeye yetiştik. Rehber, Göreme ve Müze hakkında bilgi veriyordu. Göreme mistik havanın yoğun olarak hissedildiği “İnanç Merkezi”dir. Göreme ve çevresi Roma Dönemi’nde Avanoslularca (Venessalılarca) nekropol alanı olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Göreme Açık Hava Müzesi, Aziz Büyük Basil’in (kardeşi ile birlikte) “bütün Hıristiyanlık fikirlerini birleştirdiği eğitim sisteminin” doğduğu yerdir. Tokalı Kilise, Rahibeler ve Rahipler Manastırı, Aziz Basil Şapeli, Elmalı, Yılanlı, Karanlık, Çarıklı Kiliseler, mimari tarzları ve freskleri ile hala eski günlerini yaşıyor gibidirler. Bu mistik diyardan ayrılırken artık hava kararmıştı. Ürgüp dönüşünde şarap fabrikasına uğrayıp, yerli şarap çeşitlerini tatma ve satın alma fırsatı bulduk. Akşam saat 20.00’da kokteyl ve akşam yemeği için Perissia Otel’de buluştuk. Herkes yorgun olmasına rağmen neşeliydi. Gördüklerimiz ve duyduklarımızla ilgili fikir alış verişinde bulunduk. Daha sonra dinlenmek üzere otellerimize dağıldık.

         11 Aralık 2010 tarihinde saat 9.00’da Perissia Otel’in toplantı salonunda Dünya İnsan Hakları günü dolayısıyla düzenlenen “Medya ve İnsan Hakları” sempozyumu açıldı. Nevşehir Valisi Sn. Osman Aydın, Ürgüp Kaymakamı Sn. Tuğba Yılmaz, Ürgüp Belediye Başkanı Sn. Fahri Yıldız, İl Jandarma Alay Komutanı Albay Sn. Turgay Aras, Cumhuriyet Başsavcısı Sn. Necmettin Saygın, Uluslar Arası İnsan Hakları Avrasya Federasyonu (İHAF) Başkanı Sn. Abdullah Buksur, Uluslar Arası İnsan Hakları Avrasya Federasyonu Genel Sekreteri Sn. Ahmet Demirci, Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği Yönetim Kurulu üyeleri Tülay Demir, Raziye Candan, Ömer Hayali, Gürkan Arıkan katılımcıların arasındaydı. Ayrıca Azerbaycan, Güney Azerbeycan(İran), Irak, Makedonya, Ahıska, Tataristan, Doğu Türkistan, Amerika ve Türkiye olmak üzere birçok ülkeden gelen insan hakları savunucuları da hazır bulunuyordu. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başlayan sempozyum, İHAF Başkanı Abdullah Buksur’un açış konuşması ile devam etti. Abdullah Buksur günün önem ve anlamından bahsederken, “10 Aralık, insanların insan olduğunun kabulü günüdür” dedi. Buksur sözlerine şöyle devam etti: “Demokrasi ne kadar gelişirse insan hakları da o kadar iyi olur. Sempozyumun adının “Medya ve İnsan Hakları” dememizin nedeni, medyada önemsiz haberlere yer verilirken insan hakları konuları medyada yer almamaktadır.”dedi.  Ürgüp Belediye Başkanı Fahri Yıldız yaptığı açış konuşmasında, insanın en değerli varlık olduğunu dile getirerek, insani haklara müdahale eden varsa bununla mücadele edilmelidir dedi. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ifadesinden yola çıkarak sözlerine devam eden Fahri Yıldız, “ Dünyada dininden, ırkından, dilinden dolayı ötekileştirilen insanlar vardır. Türkler insan haklarına önem veren bir millettir.”dedi. Toplantının hayırlara vesile olmasını dileyen Ürgüp Belediye Başkanı Fahri Yıldız sözlerine son verirken “Hak haklının vazgeçilmez hakkındır, eğer verilmezse alacaksın” dedi. Ürgüp Kaymakamı Sn. Tuğba Yılmaz yaptığı konuşmasında, Türk Dünyası İnsan Hakları Derneğine teşekkür ederek başladı. Tuğba Yılmaz, “Cinsi, milleti, ırkı ne olursa olsun insan hakları tanınmalıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi yayınlanalı 62 yıl oldu, ama halen zulme uğrayan, acı çeken insanlar vardır. Önce bireysel haklar tanınmalıdır” dedi. Cumhuriyet Başsavcısı Necmettin Saygın, yaptığı kısa konuşmasında “Bu toplantının yapılmasından çok memnunum. Toplantının faydalı olmasını diliyorum.” dedi. Açış konuşmalarında son sözü Nevşehir Valisi Sn. Osman Aydın aldı. Aydın, “Burada konuşmam tereciye tere satmak gibi bir konuşma olacaktır. Ülkemiz gelişmiş ülkelerden geride değildir. Polis devletinden kutsal devlete, kutsal devletten hizmet devletine, yani tebaadan vatandaşa yöneldik. Vatandaş huzurlu olursa devlet de huzurlu olur anlayışı başladı. Bazı sıkıntılarımız var, fakat bu sıkıntılar zamanla aşılacaktır. Türk Dünyası’ndaki üzücü olaylar bizi derinden etkilemektedir. Sizlerin çalışması daha iyi yarınlar için bir vesile olacak, yarınlara ışık tutacaktır” dedi.

         Protokol konuşmalarından sonra Türk Dünyası insan hakları savunucuları ülkelerinde baş gösteren ihsan hakları ihlalleri ile ilgili konuşmalar yaptılar. Doğu Türkistanlılar adına konuşan Özgür Asya Radyo’su Türkiye temsilcisi Erkin Emet, Çinlilerin Uygurlara uyguladığı zulmün tablosunu örneklerle sundu. Doğu Türkistan’ın zengin yeraltı kaynakları olmasına rağmen en fakir ülke olduğunu söyleyen Erkin Emet, Uygurların dini özgürlüğünün kısıtlandığını, Doğu Türkistan’da bir camiye asılan yazı ile anlatarak durumun ne kadar vahim olduğunun altını çizdi. Uygurlar adına Doğu Türkistan Kültür ve Yardımlaşma Derneği Ankara Şubesi Başkanı Abdullah Efendigil, Gulca katliamından bahsederek, o gün bu gündür Doğu Türkistan ile irtibat kuramıyoruz diyerek, Çin zulmünün acı gerçeklerini gözler önüne serdi.

         Kazan Tatarları adına konuşan Tatar Milli Meclisi üyesi Roza Kurban, Kazan Tatarlarının adlarını tarih sayfalarına altın harflerle yazdıran büyük bir ulus olduğunu vurguladı. Günümüzde Kazan Tatarlarının yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunun altını çizen Kurban, Putin hükümeti tarafından alınan kararlarla Tatar okullarının kapatıldığını, Latin Alfabesi’ne geçişin yasaklandığını, lise mezuniyet ve üniversite sınavlarının sadece Rus dilinde yapıldığını, bunun da Tatarlar başta olmak üzere Rus olmayan milletler için üniversitelere girmesinin engellendiğini söyledi. Tataristan’da din özgürlüğünün olmadığının altını çizen Roza Kurban, hiç suçu olmayan Müslüman-Tatar gençlerinin hapishanelerde çürüdüğünü, bunu kamuoyuna duyurmak isteyenlerin mahkeme tarafından yargılandığını söyledi. Rusya hükümetinin, Tatarları zorla Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyaseti yürüttüğünü, bunun son yıllarda doruk noktasına ulaştığını kaydeden Kurban, “eğer böyle devam ederse 10–15 yıl içinde mankurt bir nesil ortaya çıkacaktır.” dedi. Tatarların hakkını savunduğu için Tatar Milli Meclisi reisi Fevziye Bayramova’nın yargılandığını ve 1 yıl şartlı ceza aldığını söyleyen Roza Kurban, Tataristan’da medyanın da bağımsız olmadığını ve ifade özgürlüğünün de ayaklar altında olduğunu örnekler vererek dile getirdi. Kurban sözlerini “Rusların, Rus olmayan milletlere karşı uyguladığı yok etme siyaseti karşısında onurlu bir şekilde direniş gösteren Tatar ulusunun insan gibi yaşayabilmesi için dünya kamuoyunun yardımına ihtiyacı vardır” diyerek bitirdi.

         Azerbaycan Türkleri adına konuşan “Türkistan” gazetesinin Ankara temsilcisi Babek Abdurrahmanlı, Türkiye medyasının Türk Dünyası konusunda hassas olmadığını söyleyerek, Ermeniler tarafından şehit edilen bir Azerbaycanlının 5 ay boyunca cesedinin teslim edilmediğinin altını çizdi. Bu konunun Türkiye medyasında yer almadığını belirten Abdurrahmanlı, sadece “Haber Türk” gazetesinde “Şehidimizi Geri Verin” başlıklı bir yazı yayınlandı” dedi. Babek Abdurrahmanlı, “Ermeni soykırımını haber yapıyorlar, fakat Türkleri ilgilendiren önemli konulara Türkiye medyası yer vermiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de çifte standart uyguluyor. Tüm bunlardan kurtulmamız için sesimizi duyurmalıyız” dedi.

         Makedonya Türkleri adına konuşan Ufuk Derneği Başkanı ve Ufuk Dergisi’nin imtiyaz sahibi Enes İbrahim, Makedonya’da yaşanan kimlik sorunlarını dile getirdi. Makedonya’nın toplam nüfusunun 2 milyon olduğunu, bunun %3,8’inin Türkler olduğunu belirten İbrahim, Türklerin Arnavutlar tarafından asimile edildiğini söyledi.

         “The Diplomatik Observer” adlı İngilizce dergi sahibi Kıvanç Galip Över, medyanın ticari bir kuruluş olduğunun altını çizerek, gazetelerin reklam aldığını ve bu reklam verenlerin görüşüne uymak zorunda olduğunu belirtti. Över,“İnsan hakları savunucularının medyayı harekete geçirmesi lazım. Bunun birçok yolu vardır, örneğin herkes internet sayfası kurabilir” dedi.

         Irak Türkleri adına konuşan Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Sadun Köprülü, 35 yıl süren Saddam Döneminden bahsederken, “Saddam Döneminde Türkçe konuşmak, okumak yasaktı. O dönemde yaşanan katliamların haddi hesabı yoktur. 30 000 Türk Saddam tarafından idam edilmiştir. Bazı Irak Türklerinin etleri kesilerek sokağa atıldı. Ben 17 yıl hapishanede kaldım, hapishanedeyken saklanarak Türkçe kitaplar okuyordum. Saddam Araplaştırma siyaseti yürüttü. Şimdiki hükümet ise Kürtleştirme siyaseti yürütmektedir. Dönem değişti fakat Türklere karşı yürütülen yok etme siyaseti hiç değişmedi” dedi.

         Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu Türkiye Temsilcisi Füsun Gönül, “Medya ve Kadın Hakları” başlıklı konuşmasında, kadın konularının medyadaki yansımsını örnekler vererek sundu. Kadınlar arasında okuma-yazma oranının düşük olduğunu söyleyen Gönül, siyasette de kadınların sayısının oldukça az olduğunun altını çizdi.

         Güney Azerbaycan (İran) Türkleri adına söz alan “Oyanış”(“Uyanış”)  dergisi başyazarı Mehsa Mehdili, İran’da Türkçe konuşmak ve yazmak yasak olduğunu dile getirerek, Türkçe isim koymanın bile yasak olduğu bir ülkede yaşadıklarını söyledi. Fakat Güney Azerbaycan Türklerinin mücadelelerini sürdürdüklerinin altını çizen Mehdili, hiçbir gücün onları yıldırmayacağını belirtti.

         Ahıska Türkleri adına konuşan araştırmacı yazar Ayfer Aksu, Stalin Döneminde 1944–1945 yıllarında sürgüne gönderilen Ahıska Türklerinin BM kararı gereği 2011 yılında Gürcistan’a dönmesinin söz konusu olduğunu söyledi. Aksu sözlerine şöyle devam etti: “20 000 kişi Gürcistan’ın Ahıska bölgesine dönmek için başvuruda bulundu. Fakat Ahıska Türklerinin hangi bölgelere yerleştirileceği halen belli değil. Gürcistan BM kararına uymak zorunda kaldı. Ahıska Türklerinin akıbetinden endişeliyiz.” dedi.     

         Koruma ve Restorasyon Uzmanları Derneği (KORDER) Başkanı Semra Ener, tarihi eserlerin öneminden bahsederek, tarihi eserlerin korunması gerektiğinin altını çizdi. Ener, “Tarihimizi gelecek nesiller aktarmak için tarihi eserleri korumalıyız” dedi.                        

          Tebliğlerden de görüldüğü üzere tüm Türk Dünyasında Türklere yönelik insan hakları ihlalleri olduğu acı bir gerçektir. Değerlendirme konuşması yapan İHAF Başkanı Sn. Abdullah Buksur, Türk Dünyası hakkında, orada yapılan insan hakları ihlalleri ve zulümlerden bahsetti. Buksur, “Devleti kutsayıp bireyi yok saymak kabul edilemez bir gerçektir. Farklılıkları savunmalıyız” dedi. Daha sonra ödül töreni gerçekleşti. İlk olarak 24 yıllık ömrünü Çin zindanlarında geçiren, insan hakları ihlallerini bizzat yaşayan İklil Kurban davet edildi. Abdullah Buksur, Türk Dünyası İnsan Hakları Yönetim Kurulu adına İklil Kurban’a plaket verdi. İkinci sırada plaket verilen isim 17 yıllık ömrünü Saddam hapishanesine geçiren Sadun Köprülü idi. Ürgüplü hayırsever iş adamı M. Akif Toksöz de “Medya ve İnsan Hakları” sempozyumuna katkılarından dolayı plaket verildi. Bu hayırsever iş adamını Ürgüp’te tanımayan yoktur. Doğup büyüdüğü toprakları asla unutmayan ve her zaman maddi destekte bulunan M. Akif Toksöz Ürgüp’ün hayırlı evladıdır. Ürgüp İlköğretim Okulu, Nevşehir Üniversitesini Ürgüp Meslek Yüksek Okulu Yerleşkesi, Kültür Merkezi M. Akif Toksöz tarafından yapılmıştır. Toksöz’ün yaptığı yardımları hakkında hemşerileri büyük bir gururla bahsediyordu. Daha sonra tüm katılımcılara Katılım Belgesi verildikten sonra “Medya ve İnsan Hakları” sempozyumu sona erdi.

         Sempozyum sona erdi, fakat bizim program daha bitmemişti. Yağmur olmasına rağmen otobüsle şehir gezisine gittik. Buraya kadar gelmişken yağmur çamur demeden gezmek ve görmek gereken çok yer vardı. Akşam “Kapadokya Caz Günleri” kapsamında Ürgüp’te gerçekleşen konsere katıldık.

         Ürgüp’teyken Türk milletinin en asil vasıflarından birisi olan misafirperverliği yaşadık. Aslı Hanım, Yusuf Bey ve adlarını bilmediğim diğer arkadaşlar bizim Ürgüp’te hoş zaman geçirmemiz için ellerinden gelenin fazlasını yaptılar. Onlara sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

         Ve artık tarihi, sanatı ve doğal güzellikleri bir arada barındıran bu eşsiz Ürgüp yöresine veda etmek zorundaydık. 12 Aralık 2010 sabah saatlerinde Ankara’ya hareket ettik. Ürgüp çıkışında beyaz karla bürünmüş Üç Güzeller peri bacaları bize el sallıyordu… Otobüste son değerlendirmeleri yaptık. Türk Dünyası insan hakları savunucuları, “Medya ve İnsan Hakları” sempozyumunun verimli olduğu kanaatindeydi. Bana gelince, Kazan Tatarlarının sıkıntı ve dertlerini Türk Dünyası insan hakları savunucuları ile paylaştığım için kendimi hafiflemiş gibi hissediyordum. Hani derler ya, “Mutluluklar paylaştıkça çoğalır, acılar paylaştıkça azalır” diye. Ben de Kazan Tatarlarının acılarını paylaştığım için acılarım biraz da olsa azalmıştı sanki.

         Türk Dünyası insan hakları savunucularının birçoğunun genç olması, Türk Dünyasının geleceğine umutla bakmaya bir vesiledir. Türk Dünyasını bir araya getirmeyi başaran Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği’nin bu cesur girişimi ileride de devam edeceğine inanıyorum.  Sempozyumda, karşılaştığımız sıkıntıların çaresinin var olduğu umudu içeme doğdu. Belki bu sempozyum küçük bir kıvılcımdı… Ama ileride bu küçük kıvılcım yavaş yavaş büyür ve kocaman bir ateş topuna dönüşerek bir güneş gibi tüm Türk Dünyasını aydınlatır umuduyla!

 

Roza Kurban

19.12.2010



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.