Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10766
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Haberler ve Yorumlar
ERİVAN-ANKARA `AÇILIM` PROTOKOLÜ VE BAKÜ`NÜN KUŞKULARI
 
Erivan-Ankara `protokolü ve Bakü`nün kuşkuları
Celalettin YAVUZ
 
1 Eylül 2009 sabahı Türk kamuoyu gözlerini açar açmaz Ermenistan-Türkiye arasında parafe bir protokolün varlığından haberdar oldu. İlk verilere göre, Ermenistan Türkiye ile olan sınırları tanıyacak, hatta “ortak tarih komisyonu” kurulmasının da önünü açacaktı. Buraya kadar protokolle ilgili olumsuz bir yaklaşım mümkün değildi. Geriye “Dağlık-Karabağ meselesi kalıyordu. Bu konuda da hiç kuşku duyulmuyordu. Zira, Mart-Nisan 2009 döneminde neredeyse gerginliğe varan Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, birçok üst düzey devlet adamlarının teminatlarına rağmen yumuşatılamamış, nihayet Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın Bakü ziyaretinde hem Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’e, hem de tüm Türk dünyası VEnın duyacağı şekilde televizyonlardan yayınlandığı gibi, bizzat Azerbaycan Meclisi’nde Dağlık-Karabağ konusunda teminat verdikten sonra yumuşama başlamıştı. Yani Türkiye, 1993’ten bu yana en az Azerbaycan kadar bir “milli mesele” gibi gördüğü Dağlık-Karabağ meselesini aynı hız ve şevkle sürdürmeye devam edecekti. Verilen teminat, aynı zamanda bir namus sözü gibi algılandı ve Azerbaycan Türk milletvekilleri Başbakan Erdoğan’a dakikalarca alkışlayıp bağırlarına bastılar…
 
1 Eylül 2009 öğle saatlerinde ilk çatlak ses Ermenistan’dan geldi. Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Türkiye-Ermenistan ilişkileri seyrinin Dağlık-Karabağ’la ilgili olmadığını açıkladı. Bu durum Türkiye’de konuyu yakından ilgilendirenleri burmaya yetti. Daha sonra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “gülük gülistanlık” bir açıklaması KKTC’den duyuldu. Ancak kafalardaki soru işaretleri bir türlü giderilemedi. Derken, Ermenistan tarafından sızdırıldığı ileri sürülen protokol öğleden sonra adeta “bomba” gibi patladı. Bundan sonra protokolle ilgili eleştiriler de muhalefet kanadı başta olmak üzere, ardı arkasına sıralanmaya başladı.
 
Türkiye-Ermenistan Protokolünde “Yararlı” Bulunan Hususlar
 
Ermeni Diasporasının sayesinde Türkiye’yi “soykırım” yapmakla adeta köşeye sıkıştıran Ermenistan, bu protokol ile iki önemli taviz verdi. Bunlar; (1) Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını tanıma. Böylece anayasalarında değişiklik yapacaklar. (2) 1915 Ermene göçüyle ilgili gerçeklerin ortaya çıkarılması için “ortak tarih komisyonu” kurulmasını kabul ettiler.
 
Bu iki husustan birincisinin Türkiye açısından önemi; her ne kadar küçük bir ülkenin kendisinden çok daha güçlü ve bölgesel bir gücü tanıması pek önemsiz gibi görünse de, Ermeni iddialarında yer alan “Tanıma, Tanıtma, Tazminat ve Toprak Talebi” şeklindeki Ermeni diasporasının ülküsüne önemli bir hasar verdirilmiştir. Bu durum Türkiye açısından önemli bir eşiğin aşılması gibi değerlendirilebilir.
 
İkinci husus ise ortak tarih komisyonu kurulması olup, Türkiye belki de devlet olarak en çok bu konuda ısrarcı olmuştur. Zira Dışişleri Bakanlığı’nın üst düzey yetkilileri, 2006-2008 döneminde dış politikada en büyük rahatsızlığı “1915 Ermeni göçü” sırasında yaşananlar sebebiyle Türkiye’nin “soykırım” suçlamasına maruz kalmasıyla yaşadıklarını ifade etmekteydiler. Doğruydu da. ABD Kongresi ile Ekim 2007’de bir “restleşme” dahi yaşandı ve Demokrat Başkan Nancy Pelosi, Bush yönetiminin ısrarı ile “Soykırım Yasa Taslağı”nı gündeme getirmeyip rafa kaldırdı. AB’de, Fransa’da, Almanya’da, Polonya’da, Arjantin’de, Avustralya’da ve daha pek çok ülkede bu konuda Türkiye’yi sıkıştıran gelişmeler yaşanmıştı. Türkiye, kendisine yakıştırılan ve gerçek olmaktan çok “siyasi” olduğuna inandığı bu suçlamalardan kurtulmak için, bilimsel bir çalışma yapılmasını, bunun da iki ülke, hatta diğer ülkelerden de katılacak tarihçilerin oluşturduğu bir komisyonla araştırılmasını, sonucu da kabul edeceğini ileri sürmekteydi. Zira zengin tarihinde “soykırım”a ilişkin hiçbir lekesi bulunmayan Türklerin, Ermeni vatandaşlarına karşı da bu “insanlık suçu”nu işlemediğine inanç tamdı. Zaten bugüne kadar açılan Osmanlı arşivleri ve pek çok yabancı arşiv de Türk tezlerini desteklemekteydi…Dolayısıyla bu durum Türkiye açısından, tüm dünyada Türkiye ve Türkleri “aklama” fırsatı bulunması açısından son derece önemliydi.
 
Yukarıdaki iki hususta Ermeni diasporasının önemli hasar aldığı da bir gerçektir. Zaten 2007’de, 1915 olayları sebebiyle ölenlerin sigorta şirketleri, bu ölenlerin yakınlarına “hayat sigortası” bedellerini ödemeye başlamışlardı. Bu durum Türkiye için son derece rahatsızlık yaratırken, bu konuda Ağustos 2009 ortalarında yeni ve rahatlatıcı bir gelişme yaşandı. California Temyiz Mahkemesi, bu tazminatı ödemeyi kabul etmediği gibi, ABD’nin dış politikasında olumsuz yansımalara da sebebiyet vereceği yargısına vardı. Durumu protesto eden Ermeni diasporası ise, temyiz için bir üst mahkemeye başvuracaklarını bildirdi. Ancak bu gelişme bile, ABD’de işlerin her zaman Ermeni diasporasının istediği yönde gelişmediğinin açık bir göstergesiydi.
 
Bu ikinci maddeden Ermenistan’daki muhalefet de büyük öfkeye kapıldı. Onlara göre de “tartışılmaması” gereken “soykırım” tartışmaya açılmakta, önemli bir siyasi kazanımda geriye dönülmekteydi. Bu durum bile Türkiye’nin aldığı mesafenin olumlu yanını yansıtmaya yetmektedir.
 
Türkiye-Ermenistan Protokolünde “Sakıncalı” Bulunan Hususlar
 
Dağlık-Karabağ sorununun bu protokolden bağımsız ele alınması ise, protokolde Ermenistan’ın başarısı, Türk tarafının ise kesin ve çok büyük bir “tavizi” gibi değerlendirilebilir. Zira Ermenistan’da başta Taşnaksutyan partisi olmak üzere muhalefet de Sarkisyan gibi, Dağlık Karabağ’da bir referandum yapılarak, bölgenin “kendi kaderini kendi tayin etmesi” yönünde düşünmektedir. Yani Kosova’da olduğu gibi… Böyle bir durum gerçekleşirse Dağlık-Karabağ önce bağımsızlığına kavuşur, ardından da Ermenistan’la birleşir. Hatta Dağlık-Karabağ ile Ermenistan arasındaki Azerbaycan’a ait iki vilayet de aynı akıbete uğrayabilir. Zira 1992-1993 Dağlık Karabağ krizinden sonra bölgedeki Azerbaycan Türkleri yerlerinden yurtlarından uzakta, Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde “yersiz-yurtsuz” mülteciler gibi beklemekte, topraklarına dönecekleri günü iple çekmektedirler. Azerbaycan Türklerinin bulunmadığı ve demografik yapının tamamen değiştirildiği bölgede yapılacak bir referandumda da Ermeni oylarının galip gelmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Buna ise Azerbaycan ve Türkiye öteden beri onay vermemektedir.
 
Dağlık-Karabağ sorunu, Türkiye’nin taahhütlerini karşılayacak şekilde çözülmeden sınır kapılarının açılacak olması, Ankara-Bakü ilişkilerine yeni bir pranga vurabilecek kadar ciddi ve tehlikelidir. Buna karşılık, parafe edilen protokol gereği, 6 haftalık bir süreç sonunda Türkiye-Ermenistan sınırlarının açılması da söz konusudur. Acaba TBMM, böyle bir duruma “Evet!” diyebilir mi? Bizzat Başbakan tarafından Bakü’de taahhüt edilen sözlere, Cumhurbaşkanından Meclis Başkanına, Dışişleri bakanından Hükümet Sözcüsüne varıncaya kadar tüm üst düzey devlet erkanı Azerbaycan’a vaatte bulundular oysa! Böyle bir durum kesinlikle Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın, hatta Türk dünyasının aleyhine olacaktır. Zira Türkiye, Azerbaycan’la sadece “bir milletin iki devleti” değil, aynı zamanda stratejik enerji hatlarını bağlamında önemli ekonomik ortaktırlar da. Türk dünyası ve Orta Asya’ya açılmada da önemli bir coğrafyaya sahip Azerbaycan’la ilişkilerin bozulması, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzelmesine oranla ekonomik getiri açısından çok daha büyük kayıplara sebebiyet verebilir.
 
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzelmesinden kuşkusuz yararı ve kaybı olacak taraflar vardır. ABD, Ağustos 2008’de Gürcistan’da Rusya ile yaşanan “travma”dan sonra, Kafkasların elinden kayıvermemesi için, “Türkiye” halatına sarılmaya karar verdi. Bu sebepledir ki, Ermeni diasporasının “oyuncağını elinden alırcasına” bir manevrayı Kafkaslarda sahneye koymaya başladı. Zira Gürcistan-Rusya krizinde açıkça görüldüğü üzere, Gürcistan üzerinden dış dünyaya bağlanan Ermenistan’ın büyük sıkıntılar yaşadığı, Rusya’dan Gürcistan geçişli enerji hatlarından faydalanamadığı, Gürcistan üzerinden fazladan fiyatla günlük geçimini sağlayabilme uğraşı verdiği görüldü. Zaten çoğu genç nüfus olmak üzere, en az 1.5 milyon Ermeni’nin ülkeyi terk ettiği bilinmekteydi. Bu son krizle dışarıya göç daha da mecburi bir hal almıştı. Belki de bu yüzden olacak, Gürcistan-Rusya krizinin üzerinden bir ay geçmeden, Sarkisyan ünlü “Maç Diplomasisini” öne sürmüştü. Gerçi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de izlediği maçta Türk Milli Futbol takımı kazandı ama, belli ki, de siyasi açıdan kazanan Ermenistan’dı…
 
Türkiye-Ermenistan protokolüne göre en kazançlı çıkacak ülkelerin ABD ve Ermenistan olacağı gözükmektedir. Kaybedecekler içinde ise, Ermenistan söz konusu olduğunda ABD ile çıkarları adeta örtüşen Rusya ve İran yer alacaktır. Tabii, Dağlık-Karabağ meselesi Türkiye’nin taahhüt ettiği ölçüde çözülemezse, Azerbaycan ile Türkiye bunun en büyük “kaybeden”leri olacaktır. Zira ABD’nin Türkiye üzerinden Ermenistan’a girmesi daha kolaylaşacak, bu girişim belki de gelecekte Ermenistan-Azerbaycan-Gürcistan üçlüsünü ABD’ye daha çok bağlayacaktır. Tabii ki Ermenistan da Gürcistan üzerinden Rusya’ya bağımlılık ve İran’a bağımlılıktan bir derece daha rahatlayarak kurtulacaktır.
 
Türkiye’nin Ermenistan’dan önemli bir ekonomik kazanç sağlayabileceği düşünülmemektedir. Sadece belki bazı ülkelerde 1915 Ermeni göçüyle ilgili eleştiriler azalabilir. Buna karşılık Ermenistan bu anlaşmadan “kazan kazan” prensibine göre en karlı çıkan ülke olacak, muhtemelen bazı enerji hatları projeleri de Ermenistan geçişli olacaktır. Bu da Ermenistan’a hem stratejik bir üstünlük, hem de gelir ve refah getirecek demektir…
 
Sonuç
 
Türkiye-Ermenistan protokolünün “ayarını mani-efradını cami” şeklinde yapıldığı konusunda kuşkular vardır. Ya da son yıllarda moda tabirle, “kazan, kazan!” sloganına göre de Türkiye bu protokolden çok fazla kazançlı çıkan ülke olamayacaktır. Şayet Azerbaycan’la ilgili Dağlık-Karabağ taahhüdü yerine getirelemez ve bu ülke ile ilişkiler “limonileşirse”, her ne kadar şu an için Türkiye’nin lehinde görülen bazı gelişmeler mevcutsa da, Ankara-Erivan-Bern eksenli protokolden Türkiye “kaybet, kaybet!” sloganıyla çıkabilir. Bu sebeple TBMM’ye tarihi bir görev düşmektedir. Belki de 1 Mart 2003’te alınan ünlü “Tezkere” gibi sancılı bir dönem daha TBMM’yi beklemektedir. Keşke Meclis böyle zor bir göreve mecbur edilmeseydi…


http://www.turksam.org/tr/a1770.html


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.