Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2278) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız konuları
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunları nelerdir? (22)
Yurt dışında yaşayanların Türkiye’ye bakışları? (4)
Yurt dışındakilerin bulundukları ülke ile ilgili bilgileri. (2)
Yurt dışında yaşayanlarla ilgili diğer konular (26)


Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız - Yurt dışında yaşayanlarla ilgili diğer konular konusu hakkında görüşler
Mazlum - (Ziyaretci) 21.07.2013 21:58:55

Hak, Dilenerek Değil; Direnerek Alınır! ( 2 )

Biri cennete, diğeri cehenneme çıkan iki yoldan birini seçmek durumundadır insan. Ya Allah katından gelen vahiy, yani hak; veya Allah’tan başkasından gelen hevâ ve heves, yani bâtıl. İkisinden sadece biri tercih edilebilir. Mü’min için, Allah’ın vahyinden kaynaklanmayan her şey bâtıldır, boştur, hiçtir.

(2)Hak, İlâhî kaynağa sahip olan bütün insanların temiz fıtratlarında bulunan bir güçtür. Hak, Allah’ın, varlık âleminin temelinde, insanlar arası ilişkilerde tespit ettiği bir kanundur. Hak, İlâhî kaynağa; bâtıl ise şeytanî kaynağa sahiptir. Hak, ebedî kalma özelliğine sahiptir; bâtıl ise zâil olmaya, yok olup gitmeye mahkûmdur. Hak, üstünlüğünü, yenilgi kabul etmez güç ve özelliğini, insanların pâk fıtratında yer alışından, ilâhî özelliğe sahip bulunuşundan almaktadır. “Hak Rabbindendir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (2/Bakara, 147) “De ki ey insanlar! Kuşkusuz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidâyete ulaşırsa o, ancak kendi nefsi için hidâyete ulaşmıştır. Kim de saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim.” (10/Yûnus, 108) Hak temel, bâtıl ise görecelidir. Bâtıl, sürekli gâlip gelemez; sürekliliği olan, hayat ve medeniyeti sürdüren hak olmuştur ve öyle olacaktır. Bâtıl, önce parıldayan, daha sonra sönen ve yok olan geçici bir şimşeğe, kısa bir müddet sonra sönmeye mahkûm ışık gösterisine benzer (2/Bakara, 17-20). Bazen bâtılın geçici olarak gelip hakkın üstünü örttüğü görülür. Fakat sürekli olarak kalabilmeye gücü olmadığından bâtıl yok olur, gider. Bâtılın parazit ve bağımlı bir vücudu olduğundan, varlığı geçicidir. Devamlılığı olan haktır. Eğer bir toplum, tamâmen bâtıla yönelmişse, tarihte helâk olan toplumlar örneğinde olduğu gibi yok olmaya mahkûm olmuştur. Yani tamamıyla bâtıla yönelmek ve haktan tümüyle kopmak, yok olmakla aynı şeydir. Bâtıl ölümlü bir şeydir, ölüme mahkûmdur. İçten içe ölmekte, can çekişmektedir. Zevâle doğru gitmektedir. Bazı ölümlerde görüldüğü gibi tedrici olarak yok olmaktadır bâtıl.

Hürriyet adı altında hürriyetleri yok etmeye, barış adı altında savaşın en alçakçasını sürdürmeye, insan hakları diyerek mazlumların haklarını çiğnemeye çalışıyorlar. “Ey özgürlük! Senin adına dünyada ne cinayetler işlendi, ne kadar insan köleleştirildi!” Bütün bunlara bâtılın haktan beslenmesi denir.
(3)“Hakka/gerçeğe yardım edin. Hak size yardım etmekte gecikmeyecektir.” “Hakkı her zaman savun, anlayan olmasa bile Rabbine ve vicdânına karşı hesap vermekten kurtulursun.” Hak-bâtıl mücâdelesinde hak, er ya da geç, ama mutlaka muzaffer olacaktır (2/Âl-i İmran, 139; 7/A’râf, 118; 8/Enfâl, 8; 9/Tevbe, 33; 13/Ra’d, 17; 17/İsrâ, 81; 21/Enbiyâ, 18; 24/Nur, 55; 42/Şûrâ, 14).
Hak Verilmez, Alınır Allah, âlemlerin rabbidir; O, rahmân ve rahîmdir. Kullarına büyük merhametinden dolayı, onlara sayılamayacak kadar nimetler vermiştir. Bu nimetlerin bir kısmına temel insan hakları denir. Bunlar, din emniyeti, nefis emniyeti/can güvenliği, akıl emniyeti, nesil emniyeti, mal emniyetidir. İslâm, her insanın onurunu, nâmusunu, özgürlüğünü, dinini, malını, canını, geçimini ve işini garanti altına alır. Bütün insanlar, doğuştan bu haklara sahiptir; bu hakları yaratıcıları Allah vermiştir, kimsenin bu hakları insanın elinden almaya hakkı yoktur.

İslâm’ın dışındaki bütün beşerî düzenler, bu hakların bir kısmını insanlara lutfediyor gözükürken, kendi çıkarlarını zedelediğini düşündükleri nice hakları gasbetmektedirler. O yüzden İslâm’ın dışındaki tüm düzenler ve dünya görüşleri zulüm; bunları uygulayanlar da zâlimdir. “Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir.” (5/Mâide, 45). Totaliter rejimlerde kişilere ve gruplara verilecek, tanınacak hakların belirleyicileri, iktidarı elinde bulunduranlardır. Onların lutfedip verdikleri alınır ve kullanılır, vermedikleri ise talep bile edilemez. Demokrasilerde ise, haklar, kanunlarla verilir, kanunlar da teoride halkın irâdesine dayanır.

Hakk’ın değil de; halkın irâdesine dayanan sistemin Hak düzeni olamayacağı bir tarafa, iddia edildiği gibi, kanunların yapılışında olsun, işleyiş ve uygulanışında olsun halk irâdesinin dışında güçler (derin devlet) devreye girmektedir. Kurtlar sofrasında dişini gösterecek kadar gücü olanlar hak alırken, diğerleri avuçlarını yalarlar. Silâhı, sermayeyi, medyayı, bürokrasiyi, locaları, örgütleri ve iktidarı elinde tutanlar, aralarında uzlaşarak haklarını (hak etmediklerini) alırken, bunlardan mahrum olanlar açıkta kalmaktadır. Demokrasilerde de, faşizan ve totaliter rejimlerde olduğu gibi hak verilmemekte, gücü olanlar tarafından alınmaktadır. Demokratik yönetimler, halka gardiyanlarını seçme hakkı verirler, halkı kendi seçtiklerini sandıkları yöneticilerle, kendi kendilerini yönettiklerini zannettirmek için bin bir çeşit hilelerle avuturlar. Zulüm yönüyle temelde beşerî düzenler arasında bir fark yoktur; sadece hakları paylaşan sınıflar, zâlim ve sömürücü gruplar değişmektedir.
Kâğıt üzerinde kalan, insanları susturmaya ve kandırmaya yarayan bazı anayasal haklar, uluslararası haklar, insan hakları evrensel bildirileri, insan hakları kurumları… koyunları belirli istikamete sürmek için çobanın elinde tutarak sadece göstermekle yetindiği otlara benzemektedir. Medyanın haktan hukuktan bahsetmesi, bazılarının nutukları, insan hakları savunucuları(!) da kaval çalan çobanlar, çoban yardımcıları ve işbirlikçileri.

“İnsanların, inanç hürriyetleri sınırlandırılamaz, herkesin inandığı gibi yaşama hakkı vardır, herkesin okuma hakkı ve hürriyeti vardır…” anayasalarda buna benzer daha nice madde vardır ki, haksızlık/zulüm hak maskesi taksın. Uygulamalar ise… Başörtüsü ile okumak isteyen, ya da öğretmenlik, doktorluk… yapmak isteyen kızların durumu bile örnek olarak yeter. Ama egemen güçler (medya, kapitalist sermaye, bürokratlar ve iktidar) benimsemiş olsa, bunları hak kabul etseydi, başörtülü bayanların kamu haklarından veya öğrenim haklarından mahrum kalmaları söz konusu olmazdı. Hak anlayışı ve hakkın hâkimiyeti en azından bu konuda farklı olurdu.

Güçlülerin insafa gelip müslüman halka haklarını vermelerini bekleyenler, cehennemde köşk bekleyenlere benzerler. “Hukuk devletinin kurumları hakları korur, demokrasi, halkın yönetimidir, mahkemeler, hâkimler, kanunlar…” mı? Güldürmeyin insanı. Bunlar, haksızlıkların emniyet sibobudur, barajlarıdır. İç ve dış hukuk konusunda yine yukarıda sayılan grupların hevâ ve istekleri söz konusudur. Demokrasiler dâhil, bütün beşerî düzenlerde, etkili ve yetkili kimseler, insanların haklarını kendi hevâlarıyla kanunlaştırmışlar, bunun dışında kimsenin bir hakkını kabul etmeyecek düzenleme ve yasaklar koymuşlardır; Bu da yetmemiş, eski müşrikler gibi acıktıklarında elleriyle yapmış oldukları helvadan kanunları/putları yiyivermişlerdir. Doymayan iştah sahibi oldukları ve helvayı da çok sevdikleri bilinirse, kendiliğinden bunun sona ereceğini beklemek, kıyâmeti beklemektir.

“Filân parti iktidara gelirse, haksızlıklar sona erecek, haklar yerini bulacak…” ninnileriyle uyutulan insanımıza, artık bu alaturka ninnilerin uykuları kaçırdığı görülmeye başlanınca, uyku ilacı olarak alafranga senfoni ithal edilmeye başlandı: “Avrupa Birliği, mazlum insanın haklarını verecek, Türkiye Küçük Almanya olunca hak yerini bulacak, Müslümanlar tüm haklarına kavuşacak, AB üyesi Türkiye özgürlükler ülkesi olacak…” Ne o, esnemeye mi başladınız yoksa? Masallar, Avrupa yolunda “az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, otuz altı yıl bir de güz gittik. Geri dönüp baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz” diye başlar. Kaf dağının ardındaki hazineyi devlerin elinden alıp padişaha getirmek ve onun kızıyla evlenmek için mâceralara atılır masal kahramanı. Ama, uyutulmak istenenler bilmez ve sorgulamaz, aslında Kaf dağı diye bir dağ olmadığını, devlerin de hazinenin de çocukları uyutmak için oyalayıcı birer sembol görevi üstlendiğini. Tatlı hayaller içinde göz kapakları kapanırken, gökten düşecek üç elmayı kimlerin kaptığını görmeden masalcıya kulak veren çocuk akıllı, ertesi gün bir başka masalla uyumak niyetiyle uykulara dalar. Bin bir gün, bin bir gece sürer bu masal seansları, ama nedense bin ikinci günü yoktur masal dünyasının.

Ne güne kaldı insanımız? Hakkı, bâtılın elinde/ilinde arıyor. Hakk’a hakkıyla inanmayanların hak dağıtacağını düşünüyor. Kendisini haklamak isteyenlerin hakkından geleceği yerde, hakkı onların yanında sanıyor ve hak edip etmediği tartışılan kendi hakkını haksızlardan, hak-hukuk tanımayanlardan dileniyor. Bu tavrıyla onları, başkalarına dağıtmaya yetecek kadar hak sahibi, yani “hak”lı, kendisini hakkı olmayan yani “hak”sız konuma koymuş oluyor. Bir adı da Hak olan Cenâb-ı Hakk’ın hakkını tanımayan, ona hakkıyla kulluk yapma ihtiyacı duymayan kimseler, nasıl olur da Allah’ın tüm insanlara doğuştan verdiği hakları âdilce dağıtır? Hakk’a teslim olmayan insanlardan hak terazisi kullanıp hakşinaslık yapmaları nasıl beklenebilir? Sadece bu tutarsız beklenti ve tavır bile haklarımızı ne kadar hak ettiğimizi, Hak dâvâya ne kadar sarıldığımızı hakkıyla göstermeye yeter. Her hakkı Hakk’ın yanında görmeyip, tüm insanî ve İslâmî haklarını söke söke almak için hakkı haykırıp haklı mücâdeleye atılmadığı sürece mazlum insan, haklı olduğunu kendisine bile ispatlayamayacaktır.

Haklı olmak, haklı olduğunu bilmek, haksızlığa tahammül etmeyip hakkını haklılara yakışır tarzda elde etmeye çalışmak, bir insanı bir orduya karşı bile güçlü yapar. Haksızlık karşısında susmak da dilsiz şeytanlığa aday olmaktır. Haksızlığı her kabul ediş, daha büyüğüne dâvetiye çıkarır. Hz. Ali (r.a.) der ki: “Haksızlık önünde eğilmeyin. Çünkü, hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz. Haksızlıklara baş kaldırmayanlar, zâlim haksızlardan gelecek her kötülüğe katlanmak zorundadırlar.”



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.