Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10219
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2294) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (426) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (850) | Tarım (149) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (543) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (624) | Türk Dünyası (892) | Şiir (77) | Sağlık (186) | Diğer (3432) |

Görüş bildirebileceğiniz Dış Politika konuları
Irak`ın kuzeyinde yapılan sınır ötesi harekat ne olmalıdır? (5)
Barzani mi daha tehlikeli PKK mı? (15)
Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (199)
ABD ve İsrail ile ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (279)
Türk Dünyasıyla ilişkilerimiz yeterli mi ?hedef ne olmalıdır? (5)
Beşli Shangay örgütü ile ilişki kurmalı mıyız? (110)
Dış politika ile ilgili diğer konular (1681)


Dış Politika - Dış politika ile ilgili diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLAMOĞLU - (Ziyaretci) 25.01.2016 15:40:05

ULUSLARARASI İLİŞKİLER (4)


Mustafa Mete İSLÂMOĞLU
YAZIYOR
ULUSLARARASI İLİŞKİLER
(4)
- AKADEMİK PERSPEKTİF -
III. Dalga (Postmodern) Feminizm
Üçüncü dalga feminizm dünyada 1990`ların ilk yarısında başladı. 1970`ler ve sonrasında bir önceki kuşağın uğrunda mücadele ettiği taleplerin kazanılmasının getirdiği rehavet içinde feminist kuram bir tıkanıklık, daha doğrusu kendi ön kabullerini sorgulama noktasındaydı. Bu dönemde muhalif politikalar kimlik ve farklılıklar gibi konulardan söz etmeye başlamıştı. O yüzden feminizmle ilgili birçok kadın, kimlikçi bir feminizme yakınlık duymaya başladı.[21] İşte bu noktada, ikinci dalga feministlerle ayrımlar başladı. İkinci dalga feministler, tek ortak noktası kadın olmak olanların verdiği bir mücadeleyi arzuluyorlardı. Yani ırk, cinsel yönelim veya sınıf ayrımı mücadelenin içinde yok sayılıyordu, çünkü bu farklılıklar kadınların aynı baskıyı görmesine engel değildi. Örneğin her kadın tacize uğrama tehlikesiyle karşı karşıyaydı. İkinci dalganın söylediği diğer bir şey de toplumsal cinsiyet rollerinin bütünüyle yıkılması gerektiğiydi. Bu yüzden mücadele feminen söylemlere tamamen kapalıydı, ne kadınlıkla ne de erkeklikle ilgili durumların yüceltilmesini istiyordu.[22] Üçüncü dalga ise, tamamen farklılıkların dile getirilmesiyle var olmak istiyordu. Her kadının farklı ezilme sorunlarıyla karşılaştığını söylüyordu. Önce bu farklılıkları görmek ve ortak noktalar üzerinden siyaset yapmak gerekiyordu. Üçüncü dalga feminizm bu dönemdeki varoluşçu, post yapısalcı ve psikanalist yaklaşımların etkisi altında kalmıştı.[23]
Simone de Beauvoir`ın varoluşçu çerçevede ileri sürdüğü ``kadınların niçin ikinci cins oldukları´´ sorusu, post modernist feminist akımların oluşmasında büyük önem taşımaktadır.[24] Post modernist feminizm, varoluşçuluğun etkisi altında, özsel varsayımlara dayalı olarak geliştirilen büyük anlatılara ve toptancı çözümlere bel bağlamadan kadın sorununa yaklaşmayı önermiştir. Bu bakımdan kadınlara ilişkin genelleyici ve homojenleştirici varsayımlar yerine, farklılıkları öne çıkarmayı dener. Varoluşçuluğun yanısıra, post yapısalcılığın ve psikanalizin etkisi altındaki Fransız feminizmi de feminizmin ``post modern´´ dönemine katkıda bulunmuştur. Bu düşünürlerin başında Julia Kristeva, Luce Irigaray ve Helene Cixous gelmektedir.[25] Özellikle bu üç Fransız feminist düşünür, kadının ikincil durumunun somut ekonomik, siyasi yapılardan değil, dilin kendisinden kaynaklandığını iddia etmektedirler. Buna göre anam sistemi, dilsel ve mantıksal örüntüler içinde kadınlık konusunda belli bir mantıksal anlam yükleyerek kadınların konumunu ikincilleştirmektedir. Bu çerçevede bazı sıfatlar erkeklere, bazı sıfatlar da kadınlara özgü görülmektedir. Bunun yanı sıra ``adam olmak´´, ``bilim adamı´´, ``insanoğlu´´ gibi bütün insanları kapsayan bazı isimler de erkek merkezlidir. Toplumsal ilişkilere egemen olan bu erkek merkezli yapı, dil yoluyla sürekli yeniden üretilmekte ve sonraki kuşaklara iletilmektedir.
Simone De Beauvoir`a göre toplumlarda kadınlar öteki durumunda, erkekler ise egemen cins, ayrıcalıklı durumundadır. Kadın ancak kendi bedenini ve cinselliğini yadsıyarak var olabilmektedir. Genel olarak tüm kadınlar içten içe erkeklerin aşkın ayrıcalıklarını yadsımakla birlikte onlara boyun eğmek zorunda bırakılmışlardır. Beauvoir hocası Sartre`ın de izinden gider ve var oluş bulantısının yanında bir de kadınlık bulantısı eklendiğini belirtir. Fakat insan her zaman var oluş durumunu sorgulamak zorundadır. Yaşamda bir şeyler üretmek ve doğayı aşmak zorundadır. Ayrıca benliğiyle barışarak özne olma durumuna geçmelidir eğer kadınlar kendilerine özne olma haklarını verirlerse erkeklerde bu durumu kabulleneceklerdir. Beauvoir çözümü kadınları kendi cinsellikleriyle barışmakta görür. ``Dünya görülebilmek, keşfedilebilmek, anlaşılabilmek için bana muhtaçtı. Ben yoksam, dünya da yoktu´´..Aslında kadınlar yalnızca cazibeli görünmek ya da tamamen cinselliğini yadsımak arasında sıkışıp kalmışlardır. Benliklerinde bir yandan erkeklere kendilerini beğendirmek kaygısı bir yandan da cinselliğini yadsıyan bir sarkaç vardır.´´Vücut merkezli toplumsal kurama duyulan istek, kadın açısından büyük bir sorunsaldır. Kadın, seksi olan fakat saygı duyulmayan bir vücutsal varoluşla, (kilise azizleri gibi) kendini inkâr etme anlamına gelen, vücut merkezli olmayan bir varoluş arasında gidip gelen bir kişilik bölünmesi yaşamaktadır´´.
Psikanalitik Feminist Kuram; 1980`lere gelindiğinde feministler, kadın sorununu anlamaya çalışırken psikanaliz gibi etkili düşünce dalgalarını da feminist kuramın oluşum sürecine dâhil ettiler. 1960`lardan başlayarak Amerika`da feminist düşünürler, Freud`un düşüncelerini güçlü bir biçimde eleştirdiler. Bu yazarlar 1940 ve 1950`li yıllarda yaygın bir ideoloji olarak erkek egemenliği konusunda toplumun düşüncelerinin şekillenmesinde önemli bir yeri olan Amerika merkezli Freud anlayışını[26] eleştirdiler. [27] Nancy Chodorow`un &8216;Anneliğin Yeniden Üretimi` kitabı Freud´´cu kuramın belki de en önemli ve en etkileyici feminist yorumudur. Chodorow, kadınların neden annelik yapmak istediklerine dair o tarihe kadar çok yaygın ve standartlaşmış iki görüşü reddeder. Bunlardan ilki, anneliğin kadınların doğaları gereği kaderleri olduğu görüşü ve ikincisi de kadınların anne olmaya toplum tarafından şartlandıkları görüşüdür. Chodorow`un bu iki görüşü de reddetmesinin nedeni, bu görüşlerde toplumsal cinsiyet rollerinin özgürce seçilebileceğinin iddia edilmesidir.[28] Oysa Chodorow`a göre kadınlık bir genç kızın bilinçli olarak üstlenmek isteyeceği bir oluş biçimi değildir. Anne olma isteği de tıpkı kadın olma isteği gibi genç kızlarda kadın olmadan önce yerleştirilmiş bulunmaktadır. Chodorow, cinsiyete dayalı kişiliğin ailelerin psiko-dinamiği içinde biçimlendiği tezini savunur. Cinsiyete dayalı kişilik özellikleri -erkeklerde bağımsızlık ve rasyonel davranış; kadınlarda ise bağımlılık ve duygusal yoğunluk-insanları toplum ve ekonomi içindeki rollerine hazırlamaktadır. Erkeğin öyle kişilik özellikleri vardır ki onu kapitalist üretim dünyasına hazırlar; kadının kişisel özellikleri ise ona yeniden üretim dünyasında bir yer açar, özellikle de onu anneliğin yeniden üretimine yöneltir. Beauvoir`ın Freud ile bir hesaplaşması vardır. ``Şurası açıktır ki, babayı tanrılaştıran kadının yaşam enerjisi değildir&8230; Babanın üstünlüğü toplumsal bir olgudur: ve Freud bunu anlayamamıştır´´. Psikanalitik kuram erkek bilinç tarafından üretilmiştir. Freud`u Oedipus kompleksini ya da libido gibi kavramları kullanırken eril vurgular yapmakla suçlar. Oedipus kompleksi Freud`un psikanalitik kuramının temel tezlerinden biridir. Genel olarak bu kompleks ``&8230; Anne babadan karşı cinsten olan sevecen bir bağlanmaya konu iken, aynı cinsten olan, arzuların gerçekleşmesini engellediği için düşmanca duygulara hedeftir´´şeklinde açıklanabilir. Burada erkek çocuk annesine cinsel istek duyar ve babasını öldürme dürtüsü belirir fakat hadım edilme korkusu ağır bastığından annesine olan ilgisini bastırmak zorunda kalır. Zaten bu kompleksin adı bize eril özseverliği anıştırmaktadır.
DEVAMI 5 TE



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.