Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10219
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2294) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (426) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (850) | Tarım (149) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (543) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (624) | Türk Dünyası (892) | Şiir (77) | Sağlık (186) | Diğer (3432) |

Görüş bildirebileceğiniz Dış Politika konuları
Irak`ın kuzeyinde yapılan sınır ötesi harekat ne olmalıdır? (5)
Barzani mi daha tehlikeli PKK mı? (15)
Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (199)
ABD ve İsrail ile ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (279)
Türk Dünyasıyla ilişkilerimiz yeterli mi ?hedef ne olmalıdır? (5)
Beşli Shangay örgütü ile ilişki kurmalı mıyız? (110)
Dış politika ile ilgili diğer konular (1681)


Dış Politika - Dış politika ile ilgili diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLAMOĞLU - (Ziyaretci) 23.01.2016 20:12:41

ULUSLARARASI İLİŞKİLER (1)


ULUSLARARASI
İLİŞKİLER
(1)
- AKADEMİK PERSPEKTİF -
BAŞLARKEN:Feminizm kadınla erkek arasındaki eşitsizliği inceleyen ve bu
eşitsizliğin nedenlerini araştıran bir teoridir. Feminizm, kadın-erkek ayrımcılığına
karşı çıkarak cinsler arasındaki siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan bir
yaklaşımdır. Ayrıca; kadınların yalnızca kadın olmaktan dolayı karşı karşıya
oldukları baskı ve ezilmeyle ilişkisini inceleyen bir teori olarak her sınıftan, ırktan,
ulustan ve dinden kadının bu sorunlarla karşılaştığını belirtmektedir.
Tarihsel olarak üç dalgada incelenen bu yaklaşımdan ilk olarak Mary Wolstonecraft,
18. yüzyılda bahsetmiştir. Kızlarla erkeklerin eşit eğitim görme hakları olduğunu
savunarak kadınların yaşam şekillerinde bir devrim yapılması gerektiğini
savunmuştur. Mary Wolstonecraft`tan yaklaşık bir buçuk yıl sonra onun bahsettiği
fikirler üzerine konuşulmuş ve teorik olarak feminizmin tarihi başlamıştır.
Feminizmin tarihi üç dalga olarak ele alınmış ve bu üç dalgayı da farklı kuramlar
şekillendirmiştir. Günümüze kadar gelen teori bu süreçte sürekli bir gelişim ve
değişim içerisinde olmuştur.
Kuramsal olarak ilk dalgayı liberalizm şekillendirmiştir. Bu dalga genel olarak oy
hakkı, eğitim ve mülkiyet hakkı taleplerini kapsayan dönem olmuştur. Bu taleplerin
gerçekleşmesi için verilen mücadeleler sonucu kadınlar ciddi kazanımlar elde
etmişlerdir. İkinci dalgayı da kuramsal olarak radikal ve Marksist teoriler
şekillendirmiştir. İlk dalganın özel alana hiç girmemesine karşılık bu dalga genel
olarak ``özel alan politiktir´´ sloganı etrafında şekillenmiştir. Yani bu dönemde artık
ev içine girilmiş evdeki eşitsizlikler üzerinde durulmuştur. Bu dönemde evdeki
üretim konusu üzerinde de durulmuş bu konuyu da Marksist teori ele almıştır.
Üçüncü dalga feminizm ise genel olarak bu dönemdeki varoluşçu, post yapısalcı ve
psikanalist yaklaşımların etkisi altında kalmıştır. Bu dönemde kadınların ezilme






nedenlerinin farklı olduğu yaklaşımından yola çıkılarak teori bu farklılıkların dile
getirilmesi esası üzerine şekillenmiştir.
Feminizm Türkiye`de genel olarak 1980 sonrası dönemde gelişme göstermiştir. Daha
öncesinde gelişme gösterememesinin temel nedeni Cumhuriyet Dönemi`nde
kadınlara siyasi hakların kendiliğinden verilmesidir. Batıdaki kadınların yıllarca
süren mücadelelerine karşın Türkiye`deki kadınların bu haklara kendiliğinden
kavuşması feminizmin gelişmesinin önündeki en büyük engel olmuştur. Feminizm
Türkiye`de genel olarak kadınlara uygulanan şiddet üzerinden şekillenmiştir.
Kadınların şiddetten korunması için Mor Çatı kurulmuş ve feministler bu konuya
dikkat çekmek için türlü etkinliklerde bulunmuşlardır. Türkiye`de feminizmin
gelişmesine katkı sağlayan bir diğer gelişme de PKK`nın dağ kadrosunda kadınlara
çok geniş yer ayırması olmuştur. Doksanlı yıllara gelindiğinde kadronun üçte biri
kadınlardan oluşmaktaydı. Bu da feminizmin gelişmesi açısından çok önemli bir
gelişme sayılmıştır.
1980`ler Uluslararası ilişkiler kuramlarında ``üçüncü tartışma´´ olarak adlandırılan bir
dizi kırılmanın yaşandığı bir dönemdir. Bu tartışma kapsamında uluslararası
ilişkilerin geleneksel yaklaşımları sorgulanmaya başlanmış ve disiplin; kuramsal
olarak tecrübesiz olmanın yanı sıra erkek eğilimli ve toplumsal cinsiyete yönelik
duyarsız olmakla da eleştirilmiştir. Uluslararası ilişkiler disiplininin, sosyal bilimlerin
diğer alanlarına oranla toplumsal cinsiyet konularına yönelik daha ilgisiz tutumu ve
bu konudaki tartışmaların dışında kalması da yoğun eleştiri almıştır. Buna ek olarak,
uluslararası ilişkilerde erkek alanı olarak görülen ve ``yüksek politikayı´´ (high
politics) oluşturan uluslararası güvenlik, devlet yönetimi ve askeri politikayla kadın
alanı olarak kabul edilen ve ``alçak politika´´ (low politics)kapsamında
değerlendirilen aile hayatı, bireyler arası ilişkiler, yerel meseleler arasında bir
ayrımın yerleşmiş olması da etkilidir. Feminizmin bir diğer önemli eleştirisi ise
disiplinin en temel kuramlarından realizme yönelik olmuştur. Realizme yönelik bu
eleştirilerin temelinde öncelikle analiz birimi tartışmaları yer almıştır. Geleneksel
uluslararası ilişkiler yaklaşımı analiz düzeyleri olarak bireysel, ulusal ve uluslararası
sistemi ele almış ırk, etnisite ve sınıf gibi farklılıklarla birlikte toplumsal cinsiyet
farklılıklarına dayalı analiz birimlerine ise yer vermemiştir.
FEMİNİZM KAVRAMI
Biyolojik olarak erkek ya da kadın olmak ile sosyal olarak erkek ya da kadın olmak
arasındaki uçurum, feminizmin ortaya çıkışının temel sebebidir.[1] Kadın çalışmaları
alanı, kadınların nasıl ezildiği, buna rağmen nasıl var olduğu ve bununla baş etmeyi
nasıl becerdiği; bu mücadelelerin tarihi, yani cinsiyete dayalı ezilmenin bugüne
kadar nasıl devam edebildiğini anlamaya çalışmak olarak tanımlanabilir.[2]
Feminizmin temel hedefi, kadının erkeğin nesnesi olarak aşağı değerde görülmekten
kurtularak kendiliğini kazanmasıdır. Bu bilinç, cinsiyetçi toplumsal ve cinsiyet
ayrımıyla kutuplaşmış dünyada, biyolojik ayrımın toplum düzenindeki etkisinin
ortadan kalkmasını ve ön önemlisi kadının özgürleşmesini, ikilemlerinin son






bulmasını ve toplumsal yapının güçlenmesini sağlayacaktır.[3] Latince kadın
anlamına gelen femine sözcüğünden türetilen bu yaklaşım kadınların, yalnızca kadın
olmaktan dolayı karşı karşıya oldukları baskı ve ezilmeyle ilişkisini inceleyen bir
bilim alanı olarak her sınıftan, ırktan, ulustan ve dinden kadının bu sorunlarla
karşılaştığını belirtmektedir. Tarihin daha önceki dönemlerinde kimi zaman insan
olarak bile kabul edilmeyen kadınlar ilk defa 17. yüzyıl İngiltere`sinde seslerini
yükseltmeye başlamışlardır.[4] Feminizm üzerine yazılmış en önemli ilk eser, Mary
Wollstonecraft`ın 18. yüzyılda yazdığı ve kadınların eğitim, hukuk ve siyaset
alanlarında erkeklerle aynı haklara sahip olduğunu iddia ettiği Kadın Haklarının
Savunusu (Vindication of the Rights of Woman) adlı kitabıdır.[5] Wolstonecraft,
yazdığı bu kitap ile hem Rouseau`nun doktrinine karşı tezler üretti hem de çok
devrimci taleplerde bulundu. Kitapta yazar kızlarla erkeklerin eşit eğitim görme
olanaklarını engelleyen Fransız Devrimcileri başta olmak üzere tüm burjuvalara karşı
yazmıştı. Ona göre kadınların süs bebekliğine ve ev işine mahkum edilmesi,
Rouseseau`nun dediği gibi kadın doğasının gereği değildi. Wolstonecraft`ın o
yıllarda bahsettiği fikirlerin yeniden gündeme gelmesi, bir buçuk yüzyıl sonra
gerçekleşti. Wolstonecraft hala tüm feministlerin benimsediği şu sözleri de telaffuz
etti: ``Artık kadınların yaşam şekillerinde bir devrim gerçekleştirilmesinin zamanı
geldi. Kadınlara yitirdikleri onurlarını yeniden vermek ve insan soyunun bir parçası
olarak dünyanın dönüştürülmesine katkıda bulunmalarını sağlamak için geç bile
kalındı. Kadın ve erkek arasında, cinsel arzulama dışında hiçbir fark kalmayıncaya
kadar mücadele!..´´Kadınlar, kitlesel, organize ve kurumsal anlamda ise ilk defa
devrim niteliğindeki iktisadi ve siyasi dönüşümlerin yaşandığı bir dönemde (19.
yüzyılda) ortaya çıkmış ve haklarını savunmaya başlamışlardır. Söz konusu dönemde
özellikle Avrupalı kadınlar toplumsal ve siyasi hareketlere katılarak seslerini
duyurmaya çalışmışlardır. Çünkü Sanayi Devrimi, endüstriyel kapitalizm ve
devletlerin siyasi düzenlerinin temsili demokrasiye geçmesi ile birlikte, Avrupalı
kadınların durumu ve konumu derinden sarsılmış, özellikle ailenin ekonomik ve
siyasi öneminin azalmış olması, feministlerin seslerini daha da yükseltmelerini
gerektiren bir ortam doğurmuştur.[6] Bu gelişmelerle birlikte, kadınların ekonomik
ve siyasi bir ``sorun´´ haline gelmesi üzerine, kurumsal feminizm bu sorunu çözmeye
yönelik cevaplar arayan bir hareket ve akademik disiplin olarak ortaya çıkmıştır.
Feminizm, esas olarak kadının özgürleşmesine odaklanmakla birlikte farklı ideolojik
ve felsefi yaklaşımlarla da harmanlanmıştır ve bu nedenle içerisinde birçok farklı
rengi barındırır.[7] Dönemsel olarak feminist teori üç dönemde incelenir ki bu üç
dönem, aslında ilk dönem liberal feminizmin ikinci dönem radikal ve marksist
feminizmin ve son dönem post modernist feminizm yaklaşımlarının baskın olduğu
zaman aralığına tekabül eder.
İlk Dalga (Liberal) Feminizm
İlk dalga feminizm, kuramsal olarak ``liberal feminizm´´ başlığı altında toplanan ve
oy hakkı, eğitim ve mülkiyet hak taleplerini kapsayan dönemdir. Liberal feminizm
ataerkil yapıyı kadına hak ve özgürlüklerin hukuki çerçevede verilmediği bir sistem






olarak görür. Liberal feminist yazarlardan Wollstonecraft`a göre, kadınla erkek
arasında hiçbir fark olmamasına rağmen, varolan ataerkil yapıya neden olan
eşitsizliğin temeli, eğitimde fırsat eşitsizliğidir. Bu nedenle kadınla erkeğe eşit
fırsatlar sunulmalı ve eşit düzeyde rekabet edebilecekleri yasal çerçeve
sağlanmalıdır.[8] Kadınlar için oy hakkı meselesi 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın
başlarında dünyanın çeşitli yerlerinde değişik biçimde varlığını sürdürüyordu.
Avrupa`nın kimi yerlerinde ufak da olsa bir mülk sahibi olanlar dışında kadınlar için
oy hakkı yoktu. Kimi yerlerde evli olmak, kimi yerlerde hem evli hem de kocanın
mülk sahibi olması, ırk farkları, aristokrasi gibi hiyerarşilerle kadınlar oy
kullanabiliyordu ama çoğunlukla kadınların oy hakkı yoktu. Amerika`da ise, sadece
siyahların ve kadınların oy kullanması yasaktı, ancak bu durum daha sonra değişerek
siyah erkeklere oy hakkı tanındı. Kadınların Parlamento`ya girme şansı ise neredeyse
yok gibiydi. Oy hakkı için mücadele Amerika`da, siyah kadınların beyaz
kadınlarla mücadele etmesi ile başladı. 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarında
mücadele eden kadınlar, önce sadece siyahlar ve siyahların kölelik karşıtı hareketine
destek veren kadınlardan oluşuyordu. Siyah kadınlar, kölelik karşıtı harekette
tanıştıkları kendilerine destek olan beyaz kadınlar ile aynı kaderi paylaştıklarını
anlamışlardı. Bir diğeri, siyah kadınların kölelik karşıtı hareket militanlarına ilk kez
oy hakkı için mücadele etme fikrinden bahsettikleri zaman, siyah erkeklerin
kendilerine yüz çevirmesi oldu. Zaten oy hakkı kazanmış olan siyah erkekler, kölelik
karşıtı mücadelede yanlarında görmeyi sevdikleri ama asıl yerlerinin evleri olduğunu
düşündükleri kadınların kendi hakları için mücadele etmesi gerektiğine inanmıyordu.
Böylece Amerika`da kadın hakları için mücadele eden kadınlar bağımsızlaştı ve hem
siyah hem beyaz kadınların desteğiyle hareket etti. Bu kadınlar hem medeni hem
siyasi haklar için, hem de ırkçılığa karşı bir arada mücadele ediyorlardı. Fransa`da
kadın oy hakkı için mücadele eden kadınlara ``süfrajetler´´ deniyordu. Zaten 19. yy
boyunca ``eşit işe eşit ücret´´, evlilik ve ailede eşit haklar, kadınlar için çalışma
yaşamı, kadınların kamu görevlerinde çalışabilmesi gibi haklar üzerinden mücadele
eden kadınlar vardı. 1881 yılında kadın süfrajetler Kadın Yurttaş (la Citoyenne)
isimli dergiyi çıkarttı. Süfrajetler tüm feminist hareket içinde o dönemde en çok
aşağılanan, en çok baskı gören fraksiyon oldu. Gazetelerde her gün ``ne kadar çirkin´´
olduklarını gösteren karikatürler, hepsinin aslında ``sevici´´ (lezbiyen) olduğu
iddiaları, evlerine girerken veya sokakta taşlanarak gerçekleşen örgütlü saldırılar
yüzünden bu kadınlar işlerini kaybetti, aileleri tarafından dışlandı. Bir erkek için
eşinin süfrajet olması hem bir utanç kaynağıydı, hem de boşanma sebebi olarak
kabul edilebiliyordu. Hatta, çocuklarını görme hakları bile çoğunlukla ellerinden
alınıyordu. Süfrajetler sokakta yalnız gezemezdi. Ancak tüm bu baskı, süfrajetleri
yıldırmaktan çok güçlendirdi ve çok daha militan bir hale getirdi. Fransa`daki diğer
feminist hareketler ise kadıların oy hakkı olması halinde rahipler tarafından
yönlendirileceklerine inanıyorlardı ve 1904`e kadar oy hakkı mücadelesine uzak
durdular.[9] 1904 yılında ABD ve İngiltere ortak bir örgütlenme içine girdi: Uluslar
arası Kadın Oy Hakkı Birliği (The International Woman Suffrage Alliance &8211; IAW).

Bu örgüt hem kadınlara oy hakkı verilmesine karşı çıkan komitelerle mücadele
ediyor, hem de milliyetçiliğin yükseldiği bir dönemde enternasyonalist bir politika
izliyordu. Birliğin çeşitli bati ülkelerinde şubeleri kuruldu. Ancak bu yasal bir
mücadeleydi. Yine oy hakkı için İngiltere`de Emmeline Pankhurst ve kızları
Christabel ile Sylvia Pankhurst tarafından kurular Kadınların Sosyal ve Siyasal
Birliği (Women`s Social and Political ) çok daha radikal eylemlilikler
gerçekleştirdi. Bu birlik cam kırma, bomba atma, yangın çıkarma, meclis
toplantılarını engelleme, açlık grevi hatta intihar gibi siyasal yöntemler
kullanmaktaydı. Sylvia Pankhurst daha sonra hem işçi sınıfı için mücadele etmiş,
hem de 60`lı yılların 2. dalga feminist teorilerinin yasal haklarla sınırlı kalmayıp ev
işlerinin ortaklaşması, ailenin sorgulanması ve ``özel alan politiktir´´ sloganın hem
savunma hem de gerçek hayata geçirmede öncüsü olmuştur. Yine aynı dönem oy
hakkı için mücadele eden kadınlar fuhuş için bir araya gelip bu alanda da mücadele
etti. Kadın Konseyi`nin 1913 kongresinde İngiliz Süfrajeti Millecet Garret Fawcett,
fuhuşu, ``erkeklerin parasal çıkarı için kadınların zorunlu köleliği´´ olarak tanımladı.
Birinci Dünya Savaşının Başlaması ile erkeklerin silah altına alınması, kadınların ise
silah fabrikalarında çalışmaya başlaması iki önemli meseleyi gündeme getirdi: Barış
ve emekçi kadınlar. İşyerlerinde kreşler açılmaya başlandı ama bu sadece daha fazla
kadının ücretli emeğini kullanabilmek için yapılmış bir düzenlemeydi. Kadın, tarihte
her zaman olduğu gibi ucuz emek anlamına gelmekteydi. Feministler, 1918`de
Versailles Antlaşması ve Milletler Cemiyetine ``eşit işe eşit ücret´´ ilkesini
koydurmayı başardı. Bir tarafta da kadınlar barışı sağlamak için uluslar arası bir
örgütün kurumasını talep ediyorlardı. Kadınlar barış için örgütlendi, savaşan
ülkelerdeki kadınlar barış için birlik oldu ve birbirlerini kız kardeş olarak görmeye
başladı. Bütün bu olanlar işçi kadınların militanlaşmasına sebep oldu. Silah
fabrikalarında çalışan kadınların grevleri sıklaştı. Bu mücadeleler sonunda kadın
işçilerin ücretlerinde artış sağlandı. Ancak savaş sonrasında askerden dönen
erkeklere iş imkanı sağlamak için kadın işçilerin işten çıkarılmaya başlanması, bu
işçilerin çok düşük ücretlerle çalışmaya başlamasına sebep oldu. Savaş sırasında
kadın ve erkeklere verilen ücret arasındaki farklar önemli ölçüde azaltılmıştı.
DEVAMI 2 BÖL.DE


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.