Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10219
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2294) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (426) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (850) | Tarım (149) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (543) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (624) | Türk Dünyası (892) | Şiir (77) | Sağlık (186) | Diğer (3432) |

Görüş bildirebileceğiniz Dış Politika konuları
Irak`ın kuzeyinde yapılan sınır ötesi harekat ne olmalıdır? (5)
Barzani mi daha tehlikeli PKK mı? (15)
Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (199)
ABD ve İsrail ile ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (279)
Türk Dünyasıyla ilişkilerimiz yeterli mi ?hedef ne olmalıdır? (5)
Beşli Shangay örgütü ile ilişki kurmalı mıyız? (110)
Dış politika ile ilgili diğer konular (1681)


Dış Politika - Dış politika ile ilgili diğer konular konusu hakkında görüşler
Doç. Dr. Ruhi Ersoy - (Ziyaretci) 28.10.2019 10:58:26

TÜRK DEVLET AKLI, ORTADOĞU VE BEKA MESELESİ

TÜRK DEVLET AKLI, ORTADOĞU VE BEKA MESELESİ

Doç. Dr. Ruhi Ersoy
MHP Osmaniye MV.

Türk Devlet Geleneği, ``Devlet-i Ebed Müddet´´ anlayışını temel alır, bu anlayış ile dünden bugüne yol yürümüştür. Orhun Kitabelerinde yazıya dökülmüş olan bu anlayış, cihan hâkimiyeti ülküsü ve nizam-ı âlem inancı ile tarihin her döneminde bağımsız devletler kurduran Türk devlet aklı, II. Beyazıd`ın sözü ile ``Arûs-i Saltanat taksim kabul etmez´´. Türk devlet geleneğinin kök değerlerinin şekillendiği, İbrahim Kafesoğlu`nun işaret ettiği bozkır kültürü çağında nüvelenmiş olan bu bağımsızlık ve istiklal ülküsü, geçmişten günümüze varlığını korumuştur.
Bu temelden hareketle Türk kültüründe devlet ana, devlet baba sembolleriyle nitelendirilen devlet ve onun karakteristik özelliği olan bağımsızlık, sonradan kazanılan, yapma değil; tıpkı bir insanın varlığı gibi doğaldır. Dolayısıyla şartlar ne kadar değişirse değişsin Türk devlet aklının ve Türk kültürünün kodları devlet olmanın ve bağımsız olmanın gereklerini unutmaz. Devlet geleneği, sonradan kazanılması zor, kazanıldığında unutulması imkânsız özelliği ile bugün ülkelerin geleceğini etkilemektedir. Bölgemizde ya da dünyanın başka yerlerinde yakın tarihin yakın döneminde bağımsızlığını ilan etmiş pek çok devlet ya kısa zamanda tarih sahnesinden silinmiş ya da bağımsız olamayıp suni sınırlarla büyük devletlerin piyonu konumuna düşmüştür. Bu durum devlet olabilme kabiliyetinin mahiyetine işaret etmektedir. Devlet geleneği ülkeleri ayırt etmede önemlidir, devleti yöneten erkin tutumu da milletin geleceği ile yakından ilgilidir. Devlet, Türklerde bir emanettir, muhakkak geleceğe emin ellerde taşınmalıdır, devlet geleneğimiz zarar görürse milletin geleceği de tehlikeye atılmış olur.
Türk kültürünün mayalandığı bozkır coğrafyasından Avrupa içlerine uzanan tarihi süreç içerisinde Türk devlet aklı ve Türk kültür kodları kendi varlığı insanı için istediği adalet anlayışını, diğer toplumlar için de istemiş ve uygulamıştır. MÖ. 209 yılından bugüne Türk Ordusu ve devleti gittiği her coğrafyaya adaletle hükmetmiş, sömürge anlayışı yerine medeniyet inşasını esas almıştır.
Türk`ün adalet anlayışını bugün en çok arar hale gelen çekilmek zorunda kaldığı coğrafyalardır. Türk`ün bu anlayışı sayısız şarkıya, türküye ilham kaynağı olmuş, bu özelliği ile de Türk her daim ``beklenen´´ olmuştur. Bugün enerji ve iktidar paylaşım savaşının ortasında kan ağlayan Ortadoğu coğrafyası bunun en güncel örneğidir. Osmanlının çekildiği coğrafyalarda, sonrasında adalet, huzur ve can güvenliği tesis edilememiş; büyük devletlerin savaş talim alanı olarak kullanılmıştır.


``TARİHİN COĞRAFYAYA SIĞMADIĞI ÜLKE´´ TÜRKİYE`NİN SINIRLARINDA NELER OLUYOR?

Türk tarihine bakıldığında eski dünya olarak tabir edilen Asya`nın bir ucundan başlayarak dünyanın dün dört bir yanına uzanan bir serencam karşımıza çıkmaktadır. Bugün Türk kültür coğrafyası veya Türk kültür ekolojisi olarak da ifade edilen bu geniş coğrafya, son iki asırlık süre içerisinde büyük parçalanmalara, siyasi karmaşalara, göç, savaş ve ekonomik buhranlara maruz kalmıştır. Bu şartlar içerisinde bile her coğrafyada yeniden devlet olabilmeyi başarabilmiştir. Ancak, öte yandan geniş Türk kültür coğrafyasının tamamı bugün Türk siyasi hâkimiyetinin altında değil veya kısmen altındadır. Bu durumun bir örneği Rusya`nın siyasi sınırlarındaki özerk ve yarı özerk Türk topluluklarıdır. Osmanlının çekilmek durumunda kaldığı coğrafyalardaki ve özellikle de Türkiye`nin güney sınırındaki Türk toplulukları da aynı kaderi paylaşmaktadır. Dolayısıyla derin, geniş ve zengin Türk tarihi, bugün Türk Dünyasının en önemli siyasi varlığı Türkiye Cumhuriyetiyle kendisine temsil bulmaktadır. Lakin ``tarih coğrafyaya sığmamaktadır.´´ Türkiye Cumhuriyeti bunun sorumluluğu altındadır ve Türk devlet aklı politikalarını bu sorumlulukla üretmek ve uygulamak zorundadır.
Türkiye`nin kıtaları birbirine bağlayan noktadaki coğrafi konumu üst seviyede jeo-stratejik bir önem arz etmektedir. Bu durumun olumlu sonuçlarının yanı sıra olumsuz sonuçları da vardır. Geniş Osmanlı coğrafyasının çekirdeği konumundaki Anadolu`nun dört bir yanındaki siyasi, askeri, ekonomik ve insani krizler Türkiye`yi çok yakından etkilemektedir. Türkiye, Asya ile Avrupa`yı birbirine bağlayan, yanı başındaki Ortadoğu coğrafyası ve Afrika`ya uzanan yapısı ile istikrarsız sınır komşularının sıkıntılarını sınırlarında her daim hisseden bir ülkedir. Geçmişten bugüne komşu ülkelerin iç sorunlarının ve birbirleri arasındaki sorunların ülkemize yansıması Türkiye`nin güvenliğini tehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Arap baharı adı altında başlatılan, Irak ve Suriye ile sınırımıza dayanan süreç, emperyalizmin bilek güreşi olarak Türkiye`yi yakından tehdit etmektedir. Son yıllardaki Suriye iç savaşı, Irak`taki gelişmeler birbirinden bağımsız değerlendirilmemelidir.
Suriye, Hafız Esad döneminde daha belirgin olan Türkiye`nin güçlenmesini engelleme politikalarını kesintisiz sürdürmüş, 90`lardaki görünür PKK desteği, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan`ı Şam`da himaye, su ve Hatay sorunu iki ülke arasındaki gerginliği her zaman sıcak tutmuştur. Aynı durum Irak için de geçerlidir. Sınır komşularımızın sınırları içerisinde barınan terör örgütü ülkemizi uzun yıllardır istikrarsızlığa sürüklemek için kullanılmış, binlerce vatan evladımızı şehit etmiş, bununla birlikte ciddi bir ekonomik yükü beraberinde getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti sınır ötesinden iki boyutuyla sorumludur. Birincisi tarihi sorumluluk olarak kabul ettiğimiz insani boyuttur. Türkiye başta Irak ve Suriye olmak üzere sınırlarındaki soydaşlarının sorunlarına asla kayıtsız kalamaz. Gerektiğinde sınırlarını onlara açtığı gibi gerektiğinde de onların can ve mal güvenliğini sağlamak için sınır ötesi harekatlara girişmelidir. Konunun ikinci boyutu ise güvenlik ve terör meselesidir.
MHP, yıllardır sınırlarımızın güvenliğinden, sınır hattımızda oluşturulması gereken tampon bölgelerden bahsetmektedir. Bugün tampon bölge fikrinin önemi maalesef acı dolu gerçeklerle daha net anlaşılmıştır.
Daha geçtiğimiz aylarda, Lazkiye`den, Amanoslar üzerinden Muğla`ya kadar giden terör hattına şahit olduk. Belki bugüne kadar duymaya alışık olmadığımız ``Muğla ve Terör´´ adlarını yan yana kullandık. Bu bize terör konusuna sadece yurt içindeki mücadele anlamıyla bakmamamızı, Muğla`nın, İstanbul`un, Ankara`nın güvenliğinin sınırlarımızdaki güvenlikten, sınırlarımızın güvenliğinin de ``sınır ötesinden´´ geçtiğini göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, milletinin güvenliğini sağlamak için sınırlarını korumanın yanında sınır güvenliği hattını nereden başlatacağını iyi hesaplamalıdır. Ülkenin çıkarlarını korumak için siyasi ve askeri gücünü birlikte güçlü bir şekilde kullanmalıdır.
15 Temmuz gibi devletin ve milletin varlığına yeltenen bir süreçten hemen sonra Türk askerinin Fırat Kalkanı operasyonuyla El Bab`da ne işi var sorusunun cevabı da bir adım sonra Türk askerinin İdlib`de ne işi var sorusunun cevabı da buradadır. Aynı şekilde yarın aynı amaçla Afrin`e de girilmesi kaçınılmaz bir süreçtir. Aksi takdirde yakın tarihte olduğu gibi bize terörü şehir merkezlerinde ve metropollerde karşılamak gibi çaresiz bir duruma düşüreceklerdir. Türk devlet aklı, Türk ordusunun gücünü kullanarak Türk devletinin ve Türk milletinin beka sınırlarını iyi tayin etmek ve gerekli müdahaleyi yapmakla yükümlüdür. Türkiye`nin sınır ötesi operasyonlarını bu pencereden görmek ve arkasında var gücümüzle durmak zorundayız.







NİÇİN MUSUL KERKÜK?

Türkiye Cumhuriyeti devleti uluslararası hukuktaki karşılığını, 24 Temmuz 1923`te Lozan Anlaşmasıyla elde etmiş, "Önsözünü Çanakkale`de, son sözünü Lozan`da söylemiştir." denir. Fakat bu son söz aslında tam manasıyla Lozan`da söylenememiştir. Söylenemediği için bugün Musul ve Kerkük gözyaşı ve yaramız olarak karşımızda durmakta, Irak ve Suriye Türklüğünün problemleri bu durumun uzantıları olarak varlığını korumaktadır.
Lozan görüşmelerinin nasıl yapıldığı, hangi ülkelerin istihbarat birimlerinin kimleri ne için dinlediği az çok bilinen gerçeklerdir. Bu nedenle Musul ve Kerkük konuları isyan olayları nedeniyle çözüme kavuşturulamamış, bu konular bugünkü adı ile Birleşmiş Milletlere, o günkü adı ile Milletler Cemiyetine havale edilmiştir. Milletler Cemiyetinin raporlarında Türk toprağı olarak gösterilen söz konusu yerler en son 1926 Ankara Antlaşması ile çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır.
Yüzyıllarca ecdadımızın hâkimiyeti altındaki imparatorluk bakiyesi payitahta bağlı yerler 1699`dan sonra peş peşe kaybedilen topraklar, terk edilen coğrafyalar Türk Milletini Anadolu coğrafyasına hapsetmiş, bununla tatmin olmayan Batı (Haçlı) asıl gayeleri olan ``Türkleri Anadolu`dan çıkartma´´ girişimlerini sürdürmüştür. Bu süreç, Çanakkale`ye kadar devam etmiştir. Çanakkale`de ``buradan sonra gideceğimiz yer yok´´ düşüncesi ile milli irade harekete geçmiş, bugün gönül coğrafyası olarak adlandırdığımız coğrafyalardan, Musul`dan, Kerkük`ten İdlib`ten, Hama`dan daha nice yerden Çanakkale`ye gelerek Türk`ün kaderini değiştirmiş, emperyalizme geçit vermemiştir.
Misak-ı Milli sınırlarımızın içinde olan, ``İngiliz oyunu´´ ile bir gecede ana vatandan koparılan coğrafyalar bugün kan ve gözyaşı içerisinde Türk`ün adaletini ve töresini aramaktadır. Bu nedenledir ki söz konusu bu bölgelerdeki sorun ve sıkıntılar diğer ülkelere nazaran Türkiye Cumhuriyeti Devletini daha yakından ilgilendirmektedir.
Konunun tarihi haklılığı bu şekildeyken, Türkiye Cumhuriyetinin beka sınırları Kerkük ve Musul`u da içine almak zorundadır. Zira enerji paylaşım sahası olan bu bölgeler, teröre teslim edildiğinde dün olduğu gibi yarında Türkiye`nin sınırlarını hatta sınırlarının içini tehdit edecektir.





TÜRKİYE OYUNU BOZACAK GÜÇTEDİR
Dün soğuk savaş döneminden kalma doğu-batı bloku çökmüş, bu bloklaşmada Yeşil Kuşak Projesi ile Siyasal İslâm`ı ve radikal dinci örgütleri kuran ve besleyen odaklar, gün gelmiş kendi hazırladığı bu terör örgütleri ile kendi ülkesinde yüzleşmek durumunda kalmıştır.
Afganistan`da yaşananlar, Ortadoğu`daki gelişmeler, geçmişteki doğu-batı blokunun bugüne yansımaları, bugün de farklı nedenlerle kamplaşma düşüncesinin etkilerinin bir sonucudur.
Akdeniz, Karadeniz ve Kızıldeniz`in birleşme noktalarını barındırması, bu nedenle oluşan jeo-stratejik konumu ve en önemlisi de zengin petrol kaynaklarını barındırması nedeniyle Ortadoğu coğrafyasında küresel güçlerin vesayet savaşları hiç bitmemiş, acılar bu coğrafyanın kaderi durumuna getirilmiştir.
ABD`nin ve Rusya`nın binlerce kilometre öteden Ortadoğu coğrafyasına müdahaleleri, yerleşmeleri olağan karşılanırken Türkiye`nin sınırlarının yakınında olup bitenleri sadece izlemesi elbette beklenemez. Hele ki yıllardır güvenlik güçlerimizin mücadele edip binlerce şehit verdiği terörle mücadelesini görmezden gelerek terör örgütlerine silah yardımı ve lojistik destek sağlanması Türkiye`nin kabul edebileceği bir durum değildir.
Daha önce TSK`nın Fırat Kalkanı Harekâtı ile engellenen ``Terör Koridoru´´ bugün farklı şekillerde, alanı genişleterek ABD`nin YPG`ye, Rusya`nın PYD`ye verdiği destekle sürdürülmeye çalışılıyor. Daha önce oyunu bozan Türkiye, milli çıkarlarını koruyacak, oyunları bozmaya devam edecek güçtedir.
Geçmişte, zor zamanlarda yokluk içindeki bir milletin yeniden var oluş mücadelesi verdiği dönemden bugün kendi ayakları üzerinde durma gayreti, birçok alandaki milli hamleler, özellikle savunma sanayisindeki millileşme hareketleri bugün görmemiz gereken bir gerçektir.
Amerika Birleşik Devletleri ülkesinin güvenliğini Afganistan`dan başlatıp binlerce kilometre uzaktan Musul`a Kerkük`e ve dahi Ortadoğu`ya müdahale hakkını kendinde bulmaktadır. Rusya güvenliğini Suriye sınırlarında arayıp sınırlarımızdaki hareketliliğin içerisinde yer alıyorsa binlerce yıllık devlet tecrübesi ve tarihsel müktesebatı ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarının hemen dibinde, daha dün kendisinin bir eyaleti olan yerlerde, soydaşlarının yaşadığı şehirlerde elbetteki söz sahibi olmayı isteyecek, asıl müdahale hakkını kendinde görecektir.s
Liderimiz Devlet Bahçeli, 18 Ekim 2016 tarihindeki TBMM grup toplantısında Türkiye`yi fanusa sokmak, dallarını kesmek isteyenler, boşuna heves etmesin; Musul bizim sorunumuzdur, Halep bizim ana meselelerimizden birisidir.´´ diyerek Misak-ı Milli hatırlatması yapmış, aynı toplantıda Musul, Kerkük`ün fiziken olmasa da vicdanen, kalben ve manen vatan olduğunu vurgulamıştır.
Türkiye, sınırlarında, bölgesinde ``kendisine rağmen´´ küresel projeler uygulanamayacağını muhataplarına gösterecek, ``oyunları bozabilecek´´ potansiyele sahiptir.
Cumhuriyet tarihinde Hatay`ın Atatürk sonrası ana vatana katılması, yakın tarihteki Kıbrıs Barış Harekâtı gibi örnekler ``Türk`e rağmen´´ Türk`ün topraklarında küresel projelerin uygulanamayacağının sadece iki örneğidir.
Liderimiz Sayın Devlet Bahçeli 2012 yılının ilk ayının ilk günlerinde ``Ortadoğu`nun yeniden dizaynı, kuzey Afrika`nın bir kez daha tanzimi amacıyla sokaklar tahrik edilmiş, yönetimler devrilmiş, rejimler deprem geçirmiştir. Yakın coğrafyalarımızdaki istikrarsızlık ve isyan trafiği bu çerçevede gittikçe yoğunlaşmış, 95 yıl önce karılan sömürge kartları bir kez daha Haçlı ittifakı arasında dağıtılmıştır.´´ tespitlerini ve değerlendirmesini yaparken bugün öngörülerinin haklılığını milletçe görmüş durumdayız.
Henry Kissinger`ın ipuçlarını verdiği, Türk Devletinin iç meseleleriyle uğraştırmak, istikrarsızlaştırarak bölgesinde güç olmaktan çıkarmak planları geçmişten bugüne aralıksız devam etmektedir. Özellikle 1950`lerden bu tarafa ülkemizin yaşadığı iç kargaşalara bakılırsa devlet ile milletin bütünleşmesinin engellenmeye çalışıldığı görülecektir.

BÜYÜK OYUN, KUDÜS VE TÜRKİYE

Yukarıdan beri tahlil etmeye çalıştığımız özelde Türkiye Cumhuriyetinin beka sorunu haline gelmiş genel olarak da bütün bölgeyi kan ve gözyaşına teslim eden askeri, siyasi ve ekonomik politikalar, daha büyük bir oyunun parçalarıdır. Zira yalnızca Türkiye sınırına değil; İslâm dünyasının geneline bakıldığında mezhepçilik, etniklik ve hatta kabilecilik üzerinden yapı söküm sürecinin 20. asrın son çeyreğinden itibaren çok daha acımasız yöntemlerle uygulandığını görmekteyiz. Bu süreç bugün hız kazanmıştır. Arap baharıyla başlatılan ve batı emperyalizminin İslam Dünyasını kendi çıkarlarına göre yeniden dizayn etme politikaları Türkiye sınırına dayanmıştır. Özellikle Amerika`daki başkanlık seçimlerinden sonra uygulanan politikalar daha karmaşık ve acımasız bir hal almıştır. Büyük devletlerin açıkça savaş sahnesi konumundaki bu coğrafya, kendi dinamikleri tarafından şekillendirilmediği sürece söz konusu durum daha kötü bir noktaya gidecektir.
Bu büyük oyunun en önemli sembolik parçalarından birisi Filistin ve Kudüs meselesidir. Kudüs, yalnızca Filistin için bir önem arz etmemektedir. Dini ve tarihi anlamda Kudüs İslâm Dünyasının ortak paydası hüviyetindedir. Amerikan Başkanı Tramp`ın Kudüs`ü İsrail`in başkenti olarak ilan etmesi, aynı zamanda İslâm Dünyasının ortak paydasına müdahale anlamına gelmektedir. İslâm Dünyasındaki ülkelerin tamamı Türkiye gibi devlet aklına sahip olmadıkları ve tarihsel birikimden yoksun oldukları için bu durumu doğru okumayıp mezhepçilik penceresinden politikalar geliştirebilmektedirler. Bu durum da Batının işini kolaylaştırmaktadır. Amerika`nın ve İsrail`in yapmaya çalıştığı şey küresel oyunun bir parçası olarak açıkça yeni çatışmalara yol açmaktır. Neticede İslam dünyasındaki kaos daha da arttırılarak çatışmaların tamamen İslâm coğrafyasına indirgenmesi ve mümkün olduğu kadar enerjisini kendi içerisinde tüketmesi istenmektedir. Suudi Arabistan`daki iç iktidar mücadeleleri, Suudi Arabistan ve Yemen arasındaki problemlerin kışkırtılması, İran`ın Sünni Arap dünyasına tam anlamıyla bir düşman olarak yansıtılması bu politikaların uzantılarıdır. Türkiye bu noktada müşterek aklı ve tarihsel sorumluluğu temsil etmekle yükümlüdür. Bunu hem İslam dünyasının geleceği hem de Türkiye Cumhuriyetinin bekası için yapmalıdır. Zira emperyalizmin uyguladığı küresel politikalar sınırımızda bize kurşun sıkar noktaya gelmiştir. Türkiye Kudüs ve Filistin meselesinde de İslam dünyasına yön verecek politikalar geliştirmek ve bağımsız bir Filistin devleti konusunda üstüne düşen sorumluluğu tarihsel bir vazife olarak üstlenmeye devam etmek zorundadır.


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.