Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1834
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10516
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2059 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (161) | Dış Politika (2373) | Ekonomi (242) | Eğitim (93) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (64) | Adalet (74) | Milli Kültür (476) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (866) | Tarım (153) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (21) | Din (566) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (14) | Milli Güvenlik (637) | Türk Dünyası (907) | Şiir (92) | Sağlık (190) | Diğer (3486) |

Görüş bildirebileceğiniz Dış Politika konuları
Irak`ın kuzeyinde yapılan sınır ötesi harekat ne olmalıdır? (5)
Barzani mi daha tehlikeli PKK mı? (15)
Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (205)
ABD ve İsrail ile ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (299)
Türk Dünyasıyla ilişkilerimiz yeterli mi ?hedef ne olmalıdır? (5)
Beşli Shangay örgütü ile ilişki kurmalı mıyız? (119)
Dış politika ile ilgili diğer konular (1725)


Dış Politika - Dış politika ile ilgili diğer konular konusu hakkında görüşler
Halit KANAK - (Ziyaretci) 6.07.2024 19:59:04

Cezayir’in Fransa’dan bağımsızlığını kazanması ve bağımsızlığa giden yol (5 Temmuz 1962)

Cezayir’in Fransa’dan bağımsızlığını kazanması ve bağımsızlığa giden yol (5 Temmuz 1962)
06 Temmuz 2024
A


Halit Kanak İletişim:

Kardeş ülke Cezayir’in bağımsızlığını kazanmasına ramak kalmıştı. Cezayir’de yapılan direnişe Fransa’da yaşayan Cezayirli Müslümanlar da destek amaçlı sivil inisiyatif olarak kadın ve çocuklarla birlikte destek yürüyüşü kararı almışlardı.

O gece Paris Emniyet Müdürü Maurice Papon, topladığı polis şeflerine ertesi sabah Cezayirlilerin yapacağı yürüyüşü hatırlatarak efendilerinden aldığı emirleri aktarıyordu: "Önünüze çıkanı vurun, öldürün, nehire atın, imha edin hiçbir polisin kılına zarar gelmeyecektir garantisi benim."

Bu sözlerin sabahında tarihler 17 Ekim 1961`i gösterdiğinde; Cezayir için söz verilen bağımsızlığa hiç yanaşmayan hatta katliam üzerine katliam yapan Fransa’ya karşı protesto yürüyüşü için başkent Paris`te yaşayan Cezayirli Müslümanlardan yaklaşık 30 bin kişi çocuklarıyla sivil inisiyatif grubu olarak yaptıkları mâsûm gösteri bir anda Fransız polisinin silahlarla saldırısına mâruz kaldı. Hedef gözetilmeden açılan ateşle ortalık savaş alanına döndü. Ölen ya da yaralanan bâzen de yakalananlar Sen Nehrine atılarak imha ediliyordu.

Göstericilerin bir kısmı kaçmak istedikleri metro istasyonlarında öldürülürken, bir kısmı da gözaltına alınmak için getirildikleri Paris polis merkezinin bahçesinde vuruldular. Bilanço korkunçtu. Bu saldırılarda 400`ün üzerinde insan öldürülmüştü. Hükümet önce, çıkan olaylarda üç kişinin öldüğünü duyurmuş, fakat birkaç gün geçip Sen Nehri üzerinde onlarca ceset yüzmeye başlayınca durumun vehâmeti anlaşılmıştı.

Sonra; günlerce süren tutuklamalara, gece yarısı gözaltına alınan Cezayirli Müslümanların ormanlarda sessizce infaz edilmelerine, sıra dayaklarından geçirilmelerine, polis köpeklerine parçalatılmalarına, ağır yaralıların bile hastaneye götürülmeyip ölüme terkedilmelerine, gördüklerini yazamayan, yazdıkları ise gazetelere basılmayan gazetecilerin bunalıma girdiğine şahit olduk.

Fransa korkunç emperyalizminin vahşetini bir kez daha gözler önüne sermişti. Zâten Fransa`nın kendi tarihi geçmişinde ellerinin ne kadar kana bulandığını ise bilmeyen yoktu. Gerçi bu katliam ilk değildi, bunun çok daha büyüğü ikinci dünya savaşında bağımsızlık vaadiyle Fransa saflarında savaştırılan ve savaştan gâlip çıkan Cezayirlilerin savaş bittikten sonra bağımsızlıklarına kavuşacaklarını zannederek 8 Mayıs 1945`te sevinçle yaptıkları gösteriler kanlı bir şekilde bastırılmış, tam 45 bin Cezayirli hayatını kaybetmişti (Setif ve Guelma katliamı). 1945`ten 1962`ye kadar katledilenlerin sayısı ise milyonları geçmişti.

Çoğuda; Âlimler Birliği Genel Sekreterliği yaparken 4 Nisan 1957`de Fransız askerleri tarafından evinden alındıktan sonra akılalmaz işkencelerden geçirildikten sonra kaynayan katran kazanı içine canlı atılarak şehid edilen Et- Tebessi gibi ya da Şubat 1957`de gözaltına alınan ancak Fransızlara hiçbir bilgi vermeyen ve bundan dolayı yüzünün derisi yüzülen yine konuşmayınca Fransız General tarafından elleriyle boğularak şehid edilen Muheydi gibi zulümlere mâruz bırakılmıştı.

Üstelik Fransa yaptığı zulümlerle alâkalı birde müze açmıştı. Zulme uğrayan mazlûm ve mağdur coğrafyalarda soykırım müzelerine veya anıtlarına rastlamak mümkün iken Fransa’da açılan bu müzede ise katlettikleri insanlardan 18 bininin kafatasları sergilenmekteydi. Yâni yaptıkları vahşeti sergiliyorlardı.

Fransa işte bu insanlık ayıbı müzeden Cezayirli mücahitlere ait 24 kafatası ve naaş kalıntılarını Cezayir’e teslim etmiş, bunun için 5 Temmuz 2020’de düzenlenen törende mücahitlerin cenâzelerini havaalanında bizzat karşılayan Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun, 1830 - 1962 yılları arasında 10 milyon Cezayirlinin Fransa tarafından katledildiğini açıklamıştı.(Bir Osmanlı Eyâleti olan Cezayir, Cezayir Beylerbeyi ve Dayısı İzmirli Hüseyin Paşa`nın Fransız Konsolosunun yüzüne yelpâzeyle vurması üzerine başlayan gerginlik sonucu olayların büyümesiyle 3 yıl ablukadan sonra 1830`da Fransızlar tarafından işgâle uğramıştı.)

Fransa eski Cumhurbaşkanı Mitterand`ın ise 1998 yılında Le Figaro gazetesine verdiği mülakatta, "O ülkede bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil" demesi olayı bütün çıplaklığıyla ortaya koyması açısından önemliydi. (Karısı Bayan Mitterand Diyarbakır`a gelmiş gözümüzün içine baka baka "Öcalan`ı çok seviyorum ve PKK`nın silahlı eylemlerini destekliyorum" demişti. Tıpkı Azerbaycan`da sivilleri öldüren Ermenileri destekledikleri gibi.)

İşte 1961`de Paris`te yapılan bu katliam Cezayir dışında toplu öldürülen Cezayirli Müslümanlara yöneltilen ve yakın zamana kadar gizlenen insanlık dışı bir uygulama olarak Fransa`nın karanlık tarihinde yerini almıştır.

1962 yılında bağımsızlığına kavuşan Cezayir, kurtuluş savaşı verdiği dönemde Türkiye`den de destek görmüştü. Bir televizyon proğramında (TRT) konuşan merhum Alparslan Türkeş canlı yayında bunu açıkça dile getirmiş "Din ve kan kardeşlerimize Cezayir`in bağımsızlık mücâdelesinde silah ve cephane gönderdim bunu bizzat ben yaptım" demişti. (Rahmetle anıyoruz)

Fransa, sömürü düzeni kurduğu Afrika`nın 35`inde etkinliğini devam ettirmek istemesine rağmen Afrika’nın büyük bir kısmında kendisine tepkiler çığ gibi büyümektedir. Ancak kendine ait gördüğü 27 ülkenin 21`inde hâlâ Fransızca resmi dil olarak kullanılma mecburiyetindedir, yâni zulüm bir taraftan da devam etmektedir.

BAĞIMSIZLIĞA GİDEN YOL

Cezayir bağımsızlık hareketinin başladığı Kasım 1954’ten bağımsızlığını kazandığı 1962 Temmuz ayına kadar Cezayir’in kurtuluşu sürecinde önemli bir rol üstlenecek olan Cem‘iyyetü’l-Ûlemâi’l-Müslimîne’l-Cezâiriyyîn 1931 yılında kurulduğunda cemiyetin ilk başkanlığına seçilen Abdülhamid bin Badis’in şu sözleri bağımsızlık savaşının sloganı olmuştu: "Arapça dilim, İslâm dinim, Cezayir yurdum."

Abdülhamid bin Badis’ten evvel de 1. Dünya Savaşı öncesinde bağımsızlık hareketleri olmuştu. 1. Dünya Savaşı sonrasında milletlere kendi haklarını verme konusundaki söylemler, Cezayir’de Emîr Abdülk&257;dir’in torunu Emîr Hâlid’in liderliğinde 1919’da ilk siyasî hareketin meydana gelmesine yol açtıysa da, sömürgeci Fransa bu hareketi derhal tesirsiz hale getirip Hâlid’i Fransa’ya sürdü. Bu dönemde yayın hayatına başlayan; El-İkdâm, Zülfikar, El-Fâruk gazeteleri hayli etkili olmuştu.

Fakat dört yıl sonra, 1923’te hareketin tohumları yeniden yeşererek Cem‘iyyetü’l-Ûlemâ’nın doğuşunu gerçekleştirdi. 1925’ten itibaren de yayın hayatına katılan El-Cezâ’ir, Islâh, Müntekıd, Berk, eş-Şihab gibi gazetelerde bir taraftan Cezayir halkının millî ve İslâmî kimliklerini korumaları için mücadele veriyorlar, diğer taraftan işgâlci Fransa’ya karşı halkın haklarını korumaya çalışıyorlardı. Aynı zamanda Ûlemâ Cemiyetinin kurulması ve millî mücâdelenin bu cemiyetin etrafında verilmesi gerektiğini işliyorlardı.

Zâten Cem‘iyyetü’l-Ûlemâ’nın kuruluşunda en büyük paya sahip olan Abdülhamîd bin Bâdîs 1913 yılında yaptığı hac ziyâretinde Medine’de buluştuğu Muhammed Beşîr el-İbrâhimî ile birlikte Cezâyir’in işgâlden kurtuluş planlarını yapmışlar, bunun için öncelikle Kur’an ve Sünnet esaslarına göre yetişmiş bir gençlik vücuda getirmenin gerekliliğine inanarak yola koyulmuşlardı.

Nihayet bir grup aydın tarafından 1927 Temmuz’unda kurulan Nâdi’t-terakki üzerine ûlemâ cemiyetini inşâ ederek yerinde bir kararla 5 Mayıs 1931 tarihinde Cem‘iyyetü’l-ulemâi’l-müslimîne’l-Cezâiriyyîn’i kurdular. Çünkü bu kuruluş kararı aynı zamanda 1930`da Fransızların Cezayir`in işgâlinin 100. yılında yaptıkları görkemli kutlamalara bir cevap niteliği taşıyordu.

İşte işgâlden 100 yıl sonra 1930’da Fransa’nın yaptığı gösterişli kutlamalar ardından Cezayir’i “Güney Fransa” olarak ilân etmeleri Cezayir`e bağımsızlık vermeyi hiç düşünmediklerini göstermiş, bunu Cezayir’in Müslüman halkına bir meydan okuma olarak değerlendiren Abdülhamid bin Badis ve arkadaşları, 5 Mayıs 1931’de Ûlemâ Cemiyetini hayata geçirmişlerdi.

Ancak yaptıkları çok verimli çalışmalar devam ederken ikinci dünya savaşı patlak verdi. Cemiyetin savaşta kendilerini desteklemesini isteyen Fransa’ya Badis şiddetle karşı çıkınca Fransa’ya sürülerek gözetim altına alındı.

En yetkili ağızdan ret cevâbı alan Fransa, Badis’i Fransa’da gözetim altına aldıktan sonra taktik değiştirerek Cezayir Halkına eğer kendileri ile savaşa katılırlarsa savaş bitince bağımsızlıklarını vereceği vaadini öne sürdü. Cemiyet temkinle yaklaşsa da, ucunda bağımsızlık olan bu teklife sıcak bakarak Cezayir Halkı 2. Dünya Savaşı boyunca Fransa’nın yanında savaşa katıldılar. Ancak savaşın bittiği 8 Mayıs 1945’te büyük hüsran yaşandı. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, savaşın bittiği gün bağımsız bir Cezayir için sevinç gösterileri yapanlar katliama uğradılar. Sevinçleri kursaklarında kalan tam 45 bin insan Fransız kurşunlarıyla şehit oldular.

Buna rağmen bağımsızlık mücadelesi, gözetim altında hastalanan Abdülhamid bin Badis tedavisine Fransa yönetimince izin verilmemesi üzerine 16 Nisan 1940`ta henüz 50 yaşındayken hayatını kaybetmesine rağmen hız kesmeden kaldığı yerden devam etti. Meşâle yakılmıştı bir kere. Ülkenin her tarafında direniş başlamıştı.

Çatışmalar devam ederken, birtakım küçük grupları bir araya getirmeyi başaran ve Cemal Abdünnâsır’dan etkilenen bir grup genç tarafından sosyalist temele dayalı Ulusal Kurtuluş Cephesi (Front de Libération Nationale, FLN) Kasım 1954’de kuruldu. Hedeflerinde Cezayir’i Fransa işgâlinden kurtarmak vardı. 1989 yılına kadar tek parti olarak faaliyet gösterecek olan Ulusal Kurtuluş Partisi ilerleyen zaman içerisinde ülke yönetiminde söz sahibi olmayı başaracaktır.

Ulusal Kurtuluş Cephesi önderliğinde birleşen direnişçiler, bağımsızlığa giden yolda ayaklanmaları ülkenin her tarafında yoğunlaştırdılar. Buna karşılık Fransa’dan yeni ordular Cezayir’e sevk edildi. Bu arada Fas ve Tunus’un Cezayir konusunu görüşmek ve bir çözüm bulmak amacıyla 1956`da görüşmeye çağırdığı Cezayirli kanaat önderleri yakalanarak hapse atılınca Cezayir’de ayaklanmanın boyutu büyüdü.

Bunun üzerine Fas ve Tunus sınırlarına tel örgü çeken Fransa ayrıca paraşüt birliklerini de Cezayir’e gönderdi ve bu saatten sonra işkenceli katliamlar arttı. Direnişçiler açısından tek çözüm yolu bağımsızlığın ilân edilmesi kalmıştı. Fazla beklemediler 1958 Nisa’nında Tanca’da bir kongre düzenleyerek Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükûmeti’ni ilân ettiler. Bu adım Fransa’da siyasi pürüz doğurdu. Uzun bir aradan sonra Cezayir konusunu temelden çözmek isteyen Fransa’da geniş yetkilerle Charles de Gaulle başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu.

Yeni hükümet Mayıs 1961`de resmi görüşmeleri başlatma kararı aldı. Başlayan müzakereler bâzı konular muallakta kalmasına rağmen 18 Mart 1962’de geçici bir hükûmetin gözetiminde yapılacak bir referandumda onaylanmak şartıyla anlaşmayla sonuçlandı. Bu bir zaferdi, Cezayir’in bağımsızlığı tanınmıştı. 1962`de yapılan referandumda ise rekor bir sonuçla bağımsızlık lehinde oy kullanıldı.

Nihayet hazırlıkların yapılmasının ardından 5 Temmuz 1962’de yapılan ilânla bağımsız bir Cezayir Devleti ortaya çıktı. Ancak bu 10 milyon Cezayirlinin başka bir deyişle nüfusun yüzde 15’ini bağımsızlık yolunda kaybedilmesine neden olmuştu. Bu örnek bize hiç bir bağımsızlığın kolay elde edilmediği gerçeğini anlatıyor. Cennet vatanımızın kıymetini bilelim, sahip çıkalım…



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.