Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10218
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2294) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (426) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (850) | Tarım (148) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (543) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (624) | Türk Dünyası (892) | Şiir (77) | Sağlık (186) | Diğer (3432) |

Görüş bildirebileceğiniz Dış Politika konuları
Irak`ın kuzeyinde yapılan sınır ötesi harekat ne olmalıdır? (5)
Barzani mi daha tehlikeli PKK mı? (15)
Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (199)
ABD ve İsrail ile ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (279)
Türk Dünyasıyla ilişkilerimiz yeterli mi ?hedef ne olmalıdır? (5)
Beşli Shangay örgütü ile ilişki kurmalı mıyız? (110)
Dış politika ile ilgili diğer konular (1681)


Dış Politika - Dış politika ile ilgili diğer konular konusu hakkında görüşler
TESEV - (Ziyaretci) 28.11.2015 23:44:54

ARAP DÜNYASINDA DIŞ POLİTİKA PROGRAMI

ARAP DÜNYASINDA
DIŞ POLİTİKA
PROGRAMI
Paul Salem Carnegie
Ortadoğu Merkezi`nin
direktörlüğünü
yapmaktadır. Salem,
2006 yılında Carnegie`ye
katılmadan önce
Fares Vakfı`nın genel
direktörlüğünü yapmıştır.
Ayrıca 1989 &8211; 1999 yılları
arasında Lübnan`ın
kamu politikaları
alanında önde gelen sivil
toplum kuruluşlarından
olan Lübnan Politika
Araştırmaları Merkezi`ni
kurmuş ve direktörlüğünü
yapmıştır. Düzenli olarak
televizyon, radyo ve yazılı
medyada Arap dünyası
ile ilgili politik konularda
yorumcu olarak yer
almaktadır.
20. yüzyılın büyük bölümünde Arap dünyasında
var olan Türkiye`ye dair olumsuz algının
geçtiğimiz birkaç yılda fark edilir şekilde olumlu
hale gelmesi etkileyicidir. TESEV`in Arap
dünyasında ikinci ve İran`da ilk kez yaptığı
kamuoyu araştırması da bu dönüşümü teyit
etmekte. Bu olumlu algı Türkiye`nin politik,
ekonomik ve sosyal bir model olmasını;
bölgede üstlendiği arabuluculuk çabalarını ve
yaptığı yatırımları, ayrıca görünürlük kazanan
popüler kültürünü kapsamakta. Ancak yine de,
Türkiye`nin diğer bölgesel ve uluslararası
aktörlerle karşılaştırıldığında bölgede sahip
olduğu olumlu algı oranında etki sağlayamadığı
görülmektedir.
Geçen on yılda Arap dünyasında var olan
Türkiye algısının olumlu yönde gelişmesinin
pek çok sebebi bulunmaktadır:
&8226; İslam karşıtı sekülarizmin ve Türkiye
Kemalistlerinin sergilediği Arap karşıtı
Batıcılığın etkisini azaltarak Türkiye`nin
bölgesel ve Müslüman geçmişi ile bağlarını
yeniden kuran AK Parti`nin güç kazanması,
&8226; Dış politikada ve bölgesel politikasında ``sıfır
sorun´´ anlayışı ile Türkiye`nin Arap ve İslam
dünyasına açılması ve hem komşuları hem de
komşuları ile kendi arasındaki ihtilafların
çözümünü amaçlaması,
&8226; Otoriter rejimlerin hakim olduğu bir bölgede
Türkiye`nin demokratikleşme deneyiminin
görünür başarısı ve rant ekonomilerinin
hüküm sürdüğü bir bölgede Türkiye`nin
yüksek üretkenlik ve ihracat odaklı büyümeye
dayalı ekonomi modeli,
&8226; Din ve politikanın dengeli bir şekilde bir arada
var olamadığı bir bölgede din, sekülarizm ve
kamusal özgürlükler konusunda Türkiye`nin
kurduğu dengenin gözle görülür başarısı,
&8226; Popüler televizyon dizileri, ihraç ettiği ürünler
ve turizm aracılığıyla Türkiye toplumu ve
kültürüne daha fazla yakınlık duyulması,
&8226; Türkiye`nin 2003 Irak işgalinde Amerikan
askerlerinin üslerini kullanmasına izin
vermemesi, Aralık 2008 - Ocak 2009 Gazze
Savaşı sırasında Başbakan Erdoğan`ın İsrail`e
çıkışı ve
&8226; Türkiye`nin Mayıs 2010`da gerçekleşen Mavi
Marmara olayı sonrasında İsrail karşısında
sergilediği duruş.
Bütün bu gelişmeler, bölgenin başarılı bir
modelden ve ilham verici bir liderden yoksun
olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. Aralık
2010`da başlayan ayaklanmalara kadar Arap
dünyası tamamen yozlaşmış otoriter rejimlerin
içine batmış gibi görünmekteydi. İran`da ilk
yıllarında büyük ümit vaat eden İslam devrimi
de, benzer şekilde baskıcı ve yozlaşmış bir hal
almıştır. Son yıllarda yalnızca Hamas ve
Hizbullah`ın İsrail`e karşı duruşları bir umut ve
heyecan yaratmıştır. Yine de Hamas ve
Hizbullah`a verilen bu destek, politik ya da
toplumsal anlamda bir model sunmalarından
ziyade İsrail`e karşı sergilemiş oldukları
duruştan kaynaklanmaktadır.
Popüler bir ülke olarak
Türkiye daha etkili hale
gelebilir mi?
TESEV araştırmasının işaret ettiği üzere, Arap
dünyasında Türkiye hakkında olumlu düşünenlerin
oranı etkileyici şekilde 80 civarındadır.
Bu durum Arap-Türk ilişkilerinin derinleşmesi
ve gelişmesine yönelik büyük bir potansiyel
olduğunu göstermektedir. İlişkilerin gelişmesi,
sürece dâhil olan ülkelerin menfaatlerinin yanı
sıra bölgesel istikrar ve refahı da artırmaya
hizmet edebilir. Diğer taraftan, Türkiye ile komşuları
bu potansiyeli henüz tam olarak
gerçekleştirmemişlerdir. İkili ilişkiler gelişmiştir;
ancak daha istikrarlı ve işbirliğine dayalı
bölgesel bir düzen oluşturma girişimi ortaya
çıkmamıştır. Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan
bir nevi serbest ticaret bölgesi olarak tanımlanabilecek
bir oluşum içine girmişlerdir; ancak
Irak, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve İran ile
diyalog büyük ölçüde ikili ilişkiler seviyesinde
kalmıştır. Türkiye, İran ve Arap ülkeleri için
ortak menfaatlere dayalı daha istikrarlı,
organize olmuş, serbest ve müreffeh bir
bölgesel düzen kurmak daha önceki çalışmalarımda
belirttiğim gibi önem taşımaktadır.
Arap-İran ilişkilerinin zayıf olduğu bu dönemde
Türkiye`nin hem İran hem de Arap halklarından
takdir görmesi söz konusu bölgesel düzeni
kurmada başrolü oynamasını sağlayacaktır.
Türkiye bölgede izlediği dış politikada da,
kendisi için koyduğu hedeflere ulaşamamıştır.
O rtadoğu`nun Doğusunda İşbirliği Tesisi,
Carnegie Yayınları 24, Mayıs 2010. Yayının
Türkçesi için bkz. http://carnegieendowment.org/
files/TXT_TURK _PAPER _61.pdf .
Bunda şüphesiz bölgedeki sorunların karmaşık
ve kemikleşmiş doğasının da etkisi vardır,
ancak Ankara halen bölgesel önemini diplomatik
alanda nüfuza dönüştürmenin bir yolunu
bulamamıştır. Türkiye`nin İsrail ve Suriye
arasında bir barış anlaşması yapılmasını teşvik
etme konusundaki arabuluculuk çabaları
İsrail`in Ankara`ya haber verme ihtiyacı
duymaksızın Aralık 2008`de Gazze savaşını
başlatmasıyla sonuçsuz kalmıştır. Mayıs
2010`da İran ile Batı ülkeleri arasındaki nükleer
anlaşmazlığı Brezilya ile birlikte çözme
konusunda yaptığı cesur arabuluculuk Tahran
ile anlaşmaya varılmasını sağlamış; ancak söz
konusu anlaşma Batı ve BM Güvenlik Konseyi
tarafından reddedilmiştir. Lübnan Hükümeti
Ocak 2011`de dağıldığında, Davutoğlu bir
çözüm bulunmasına yardım etmek amacıyla
Beyrut`a gitmiş; ancak çabaları karşısında
hiçbir şey elde edemeyerek kısa süre sonra geri
dönmüştür. Türkiye`nin Fatah ve Hamas
arasında arabuluculuk girişimleri de benzer
şekilde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Diğer bir
ifadeyle, bölgedeki gözle görülür popülaritesine
rağmen Türkiye bu ilgiyi daha fazla nüfuz ve
daha etkili diplomasiye nasıl dönüştüreceğinin
ya da söz konusu popülariteyi -kendi içindedaha
istikrarlı ve demokratik bir Ortadoğu
yaratmada liderlik rolü oynamak için nasıl
pekiştireceğinin yolunu henüz bulamamıştır.
Ağustos-Eylül 2010`da gerçekleştirilen TESEV
çalışması bölgede Türkiye`nin nasıl algılandığını
araştırmak için uygun bir zamanı yakalamıştır.
Zira bu araştırma, Türkiye`nin İsrail eleştirilerinin
tavana vurduğu Mavi Marmara olayından
yalnızca haftalar sonra gerçekleşmiştir.
Araştırma bugün Arap dünyasındaki ve özellikle
Mısır ve Libya`daki olayların ardından yapılmış
olsaydı ne gibi sonuçların ortaya çıkacağını
görmek ilginç olurdu. Mısır konusunda,
Başbakan Erdoğan protestoculara desteğini dile
getiren ve Cumhurbaşkanı Mübarek`in görevini
bırakması konusunda ısrarcı olan ilk dünya
2
liderlerinden biri olmuştu. Cumhurbaşkanı Gül
ise Mübarek sonrası Mısır`ı ziyaret eden ilk
liderdi. Demokratikleşme ve insan hakları lehine
sergilenen bu samimi duruş Arap kamuoyunda
gayet olumlu bir şekilde karşılanmıştır.
Diğer taraftan Ankara`nın Libya ayaklanması
konusundaki tutumunun oldukça farklı olduğu
gözlenmiştir. Türkiyeli liderler Libya ayaklanması
konusunda açık bir destek sunamamışlardır.
Albay Kaddafi hava ve kara kuvvetlerini
sivillerin yaşadığı yerleşim birimlerine yönlendirmeye
başladıktan sonra Arap Birliği, İslam
Konferansı Teşkilatı, Körfez İşbirliği Konseyi ile
bölgedeki kamuoyunun büyük bir kısmı
Libya`da ayaklananlara desteklerini ilan etmiş
olmasına rağmen, Ankara uçuşa yasak bölge
uygulamasına karşı çıkmıştır. Türkiye her ne
kadar BM Güvenlik Konseyi yetki verdikten
sonra konu ile ilgili muhalefetini azaltmış olsa
da bu konudaki isteksizliği sürmüştür.
Aynı zamanda birçok ülke Kaddafi`yi kınarken,
Türkiye bunu yapmayı reddetmiş ve bundan
ziyade bölgede yaşanan Batı müdahalesinin
risklerine odaklanmıştır. Türkiye`nin Kaddafi`ye
yönelik yumuşak tavrının arkasında, Kaddafi`yi
karşısına alması durumunda Türkiyeli işadamlarının
tehlikeye girecek olan 15 milyar dolar
değerindeki sözleşmelerinin olduğunu iddia eden
basın raporları da Türkiye`nin imajına olumlu
katkı sağlamamıştır. Türkiye, bölgede insan
hakları ve demokrasi vurgusu ön planda olan bir
hükümet imajı çizse de; insanlar hayatlarını
kaybederken karlı iş anlaşmaları ile ilgileniyor
gözükmesi kafa karışıklığına sebep olmuştur.
Böylece Arap baharı sırasında uyguladığı
politika ile Türkiye önemli bir fırsatı kaçırmıştır.
Tunus, Mısır, Libya ve diğer yerlerdeki olaylar
Türkiye`nin yıllardır savunmakta olduğu
demokrasinin tek yol olduğuna dair söylemin
nihayet doğru olduğunu kanıtlıyordu. Türkiye,
liderlerinin &8211; Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı
Gül, Dışişleri Bakanı Davutoğlu &8211; konuşmalarında
açıkça söyledikleri ilkelerin tutarlı bir
şekilde arkasında durarak bölgedeki nüfuzunu
ve liderliğini teyit edebilir ve güçlendirebilirdi.
Bölgedeki demokrasi yanlısı Arap ayaklanmaları dalgasında
çözümlenmesi gereken pek çok şey mevcut iken Türkiye
demokrasi ve reformun yanında yer alarak bir lider rolü
üstlenebilmek için halen yeterli alana sahiptir. Gün
Ortadoğu`da Türkiye`nin günü olabilir ya da bu fırsat
kaçırılabilir.
Libya konusunda, bu ülkedeki 25,000 T.C.
vatandaşının mevcudiyetinin ve 15 milyar dolarlık
sözleşmelerin Ankara`yı düşündürmesi anlaşılır
bir durumdur. Ne var ki bu tarihi bir andı;
çatışmanın ilk iki haftasında T.C. vatandaşlarının
çoğunun bölgeden boşaltılmasının ardından
Ankara Kaddafi`ye kendi insanlarına saldırmayı
bırakması için baskı yapma konusunda liderliği
ele alabilir, demokrasi yanlısı protestocuların
haklı talepleri için destek sağlayabilir ve uçuşa
yasak bölge uygulamasını destekleyip söz
konusu uygulamaya katılabilirdi. Türkiye`nin
uçuşa yasak bölge oluşturulması sürecine askeri
katılım sağlaması bölgede bir lider rolü üstlenebileceğini
göstermesine yardım edebilirdi. Bu,
Türkiye`nin demokratik ve istikrarlı bir bölgenin
oluşum sürecinde maddi yardım sağlama
konusunda da istekli olduğunu vurgulardı.
Ancak bunun aksine, bu yazının yazıldığı tarih
itibariyle (2011 Mart sonu) Ankara Libya
krizinden bağımlı ve kendi çıkarlarını düşünen
bir görüntü sergileyerek çıkmıştır. Bölgedeki
demokrasi yanlısı Arap ayaklanmaları dalgasında
çözümlenmesi gereken pek çok şey
mevcut iken Türkiye demokrasi ve reformun
yanında yer alarak bir lider rolü üstlenebilmek
için halen yeterli alana sahiptir. Gün
Ortadoğu`da Türkiye`nin günü olabilir ya da bu
fırsat kaçırılabilir.
3
TESEV ARA ŞTIRMA SI
TESEV`in geniş kapsamlı araştırmasına verilen
yanıtlar ilginç veriler sunmaktadır. İlk soru
bölgedeki tüm ülkelerde (Arap ülkeleri ve İran)
katılımcıların ülkelerinin karşı karşıya olduğu
en önemli sorunu ekonomik sorunlar olarak
belirlediğini göstermektedir. Bu kayda değer bir
sonuçtur; zira Türkiye bölgede dünya piyasaları
ile rekabet edebilecek başarılı, üretken ve hızlı
büyüyen bir ekonomi oluşturabilmiş tek ülke
konumundadır. Ekonomi politikaları aynı
zamanda iç ve dış politikanın da temel yönlendiricisi
niteliğindedir. Türkiye, ülkede belli
aralıklarla yinelenen özgür seçimler sayesinde,
istihdam ve sosyo-ekonomik adalet meselelerinin
hükümet üzerinde baskı unsuru olarak
karşımıza çıkabileceği tek ülkedir. Suudi
Arabistan ve İran gibi bölgedeki diğer büyük
ekonomiler büyük oranda gaz ve petrol gelirine
bağımlıdır. Bu ülkeler üretkenliklerini dünya
standartlarına çıkartamadıkları gibi yeterli iş
imkânları da üretememektedir. Ayrıca refah
dağılımı gerçek anlamda demokratik bir hesap
verebilirlik mekanizmasının ayrılmaz bir parçası
olmaktan uzaktır; aksine bu gibi ülkelerde adil
refah dağılımı yöneticiler tarafından arada bir
sunulan bir lütuf konumundadır.
Ekonomik meselelerin bölgede sahip olduğu
öncelik ve Türkiye`nin bu alandaki görünür
başarısı, Türkiye örneğinin bölgesel anlamda
takdir edilmesinin nedenlerinden biri olarak
sayılabilir. Bununla birlikte araştırmanın ilk
sorusu demokrasi ya da politik katılıma ilişkin
bir şık içeriyor olsaydı sonuçlar daha net
olabilirdi; ancak soru bu alternatifleri içermediği
için sonuçlar ekonomik cevaplar yönünde bir
sapma göstermiş olabilir.
Her halükarda, ekonomik meselelere verilen
öncelikle, katılımcıların Türkiye menşeli
ürünlerle ilgili soruya verdikleri yanıtlar
arasında bağlantı kurulabilir. Katılımcıların
76`sı Türkiye menşeli bir ürün satın aldığını ya
da tükettiğini belirtmiştir. Diğer bir deyişle,
insanlar kendi satın aldıkları ürünler ve
tüketimleri aracılığıyla Türkiye ekonomisi ve
Türkiye ihracatlarının başarısı konusunda
birinci elden tecrübeye sahiptir.
Bu aynı zamanda katılımcıların ekonomik güç
bakımından Türkiye`yi günümüzde Suudi
Arabistan`dan sonra ikinci sıraya koyması;
ancak önümüzdeki on yıl içerisinde Türkiye`nin
Suudi Arabistan, İran ve diğer ekonomilerin çok
önünde olacağını düşündükleri, bölgenin en
güçlü ekonomisine ilişkin bir soruya verilen
yanıtlar ile de bağlantılıdır. Diğer bir deyişle, her
ne kadar petrol gelirleri Suudi Arabistan ve
İran`a günümüzde güç sağlıyor olsa da, yalnızca
Türkiye`nin sürdürülebilir ve hızla büyüyen bir
modele sahip olduğu düşünülmektedir.
İlginç bir şekilde, Suudi Arabistan ekonomik güç
bakımından üst sıralarda yer almasına rağmen,
günümüzde en fazla ``ekonomik nüfuza´´ sahip
ülke Türkiye olarak algılanmaktadır. Bu durum
Suudi Arabistan ve İran`ın petrole odaklı
ekonomileri sayesinde elde ettikleri büyük nakit
akışına karşın Türkiye`nin ekonomik büyümesinin
komşularıyla ekonomik etkileşime (ticaret,
yatırım, turizm) dayandığı algısını yansıtıyor
olabilir. Dolayısıyla belki de bölge ekonomileri ile
sıkı bağlar kurmaktan ziyade kaynaklarını Çin,
Hindistan, Japonya, Avrupa ve ABD`ye satarak
para kazanan petrol ekonomilerine kıyasla
Türkiye`nin ekonomik ilişkilerinin komşularının
ekonomisi ile daha iç içe olduğu algısı hâkimdir.
Söz konusu araştırmanın 2. sorusunda bölge
olarak Ortadoğu için en acil meselenin ne
Ekonomik meselelerin bölgede sahip olduğu öncelik ve
Türkiye`nin bu alandaki görünür başarısı, Türkiye örneğinin
bölgesel anlamda takdir edilmesinin nedenlerinden biri olarak
sayılabilir.
4
Türkiye`nin bölgede yaşanan pek çok kriz konusunda tekrar
tekrar beyan ettiği üzere günün sonunda müzakere, çatışma
çözümü ve ortak bir paydanın yaratılması dışında gerçek bir
çözüm yöntemi bulunmamaktadır.
olduğu sorulduğunda, Irak ve İran hariç diğer
tüm ülkelerden katılımcılar birinci sıraya
Arap-İsrail çatışmasını koyarken, İran ve
Irak`ta ekonomik meseleler birinci sırayı almayı
sürdürmüştür. Bu sonuç iki durumu ortaya
koymuştur: Ankara`nın bölgesel diplomasiye
yüksek öncelik vermesi doğrudur; ancak yanı
başındaki iki komşusu için en öncelikli mesele
Arap-İsrail çatışması değil ekonomidir. Bu
durum, Ankara`nın Arap-İsrail çatışması ile
ilgilenirken, ekonomi ve kalkınma meseleleri
pahasına bu meseleye aşırı vurgu yapmaması
gerektiğini göstermektedir.
Bu sonuç Türkiye`nin Arap-İsrail çatışmasına
yönelik yaklaşımını belirlemede yardımcı
olabilir: 2008`e kadar Arap-İsrail çatışmasında
Türkiye`nin katkısı taraflar arasında arabuluculuk
yapabilmesiydi ki bu da her iki tarafla da iyi
ilişki içinde olmasına bağlıydı. Gazze Savaşı ve
Mavi Marmara olayının ardından Türkiye
İsrail`e karşı açık bir şekilde daha düşmanca bir
tutum sergileyerek Arap ve İran bölgesindeki
popülerliğini artırmıştır. Öte yandan artık etkili
bir arabuluculuk kapasitesine sahip olmadığından
Arap-İsrail çatışmasındaki ilgi ve nüfuzunun
bir kısmını kaybetmiştir. Söz konusu tutum
Gazze`de ve Mavi Marmara olayında yaşananlardan
sonra anlaşılabilir ve muhtemelen haklı
olmakla birlikte Türkiye`yi bölgedeki diğer pek
çok ülke ile aynı pozisyona sokmakta ve
avantajlarından birini elinden almaktadır.
Yine anlaşılabilir olmakla birlikte, Türkiye`nin
İsrail`e karşı duruşu görünürde Türkiye`nin dış
politikada ``sıfır sorun´´ yaklaşımına ters
düşmektedir. Türkiye`nin bölgede yaşanan pek
çok kriz konusunda tekrar tekrar beyan ettiği
üzere günün sonunda müzakere, çatışma
çözümü ve ortak bir paydanın yaratılması dışında
gerçek bir çözüm yöntemi bulunmamaktadır.
Türkiye`nin sıfır sorun politikası, kısmen
istikrarlı ve açık bir bölgede ekonomik menfaatlerine
hizmet etmek için oluşturulmuştur;
Türkiye ne kadar yakın zamanda barış sürecini
ilerletmek için liderlik konumuna geri dönerse,
bu Türkiye ve bölge için o kadar iyi olacaktır.
Bölgesel ve uluslararası kuruluşlar üzerine
sorulmuş olan soru Arap Birliği, İslam Konferansı
Teşkilatı, Körfez İşbirliği Konferansı`nın
yanı sıra BM, AB ve NATO gibi bölgesel ve
uluslararası kuruluşların hepsinin, çeşitli
düzeylerdeki eksikliklerine rağmen, yaklaşık
50 oranında kabul gördüğünü gösteriyor. Bana
göre bu sonuç bahsi geçen kuruluşların ve farklı
düzeylerde işbirliği olanağının kabul gördüğünü
göstermektedir. Bu, bölgesel bir işbirliği ağı
oluşturulması yönünde cesaret verici bir
işarettir. Arap ülkeleri, Arap Birliği ve İslam
Konferansı Teşkilatı`nda yer almakta olup bazı
Arap ülkeleri de Körfez İşbirliği Konferansı`nın
bir parçasıdır. Türkiye; G20, D8, NATO, İslam
Konferansı Teşkilatı, KEİ ve benzeri pek çok
kuruluşa üyedir. Örneğin Türkiye, Suriye,
Lübnan ve Ürdün ile serbest ticaret bölgesi
kurarak sınırlı bir bölgesel düzenlemeye doğru
ilerlemiştir. Uzun vadede hedef, Türkiye ve İran
ile birlikte Doğu Akdeniz`in Arap ülkelerini de
dâhil edecek şekilde daha geniş bir platform
oluşturmak olacaktır. Yukarıda belirtmiş
olduğum üzere bu araştırma sonuçlarının da
böyle bir işbirliğini teşvik ettiği görülmektedir.
Araştırmaya göre Türkiye, İran ve Arap ülkelerinde
oldukça olumlu algılanan bir ülke olsa da
(yaklaşık 80-90), Irak`ta bu oran 58-69
civarlarındadır. Irak`taki sonuç muhtemelen
sorunlu Türk-Kürt ilişkileri tarihi göz önünde
bulundurulduğunda, Kuzey Irak`taki Kürtlerle
ilgilidir. Irak, Suriye ve İran`da Kürt meselesinin
yerleşikliği düşünüldüğünde, bu soru Kürt
5
sorununun Türkiye`nin iç politikasında olduğu
kadar dış politikasında da önemli bir sorun
olarak yerini koruduğunu göstermektedir. Her ne
kadar AKP gerek Türkiye içinde gerekse dışında
Kürt topluluklarla ilişkileri önemli ölçüde
iyileştirmiş olsa da, gerginlik hala sürmektedir.
Ülkenin Irak Kürdistan`ında yaptığı büyük
yatırımlar ile Türkiye`nin Irak Kürtleri ile
ilişkileri önemli ölçüde gelişim göstermiştir;
ancak eski yaraların kapanması zaman
almakta ve daha fazla çaba gösterilmesine ihtiyaç
duyulmaktadır.
Ülkenin Irak Kürdistan`ında yaptığı büyük yatırımlar ile
Türkiye`nin Irak Kürtleri ile ilişkileri önemli ölçüde gelişim
göstermiştir; ancak eski yaraların kapanması zaman almakta
ve daha fazla çaba gösterilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye hakkındaki olumlu görüş, artık tehdit
olarak görülmemesi (nedenleri yukarıda
belirtildiği üzere Iraklıların 6`sı hariç), Filistin
davasının öne çıkan savunucularından biri ve
genel olarak Müslümanların sesi olarak
görülmesi ile teyit edilmektedir. Araştırma
yapıldığı zaman dilimi, Mavi Marmara olayının
ardından Türkiye`nin İsrail ile yaşadığı gerilime
denk gelmektedir. Eğer araştırma bugün
yapılmış olsaydı katılımcıların soruyu son
zamanlarda gelişen olayları &8211; son Arap
ayaklanmaları ışığında Türkiye`nin izlediği
politika ve Libya krizi karşısındaki tutumunu
&8211; dikkate alarak cevaplayabileceğini unutmamak
gerekir.
Araştırma aynı zamanda Arapların İran`a
ilişkin görüşlerine de vurgu yapmakta ve
çoğunluğun (59) İran`ın Ortadoğu`da daha
fazla rol oynamasını istediğini ve İran`ın
nükleer silah elde etmesi konusunda bir fikir
ayrılığı olduğunu (39-35) ortaya koymaktadır.
Bu bulgulardan özellikle ilki, Türkiye`nin
bölgede daha güçlü bir rol oynamasından yana
olan pek çok kişinin (soru 10: 78) aynı
zamanda İran`ın da daha güçlü bir rol oynamasını
desteklediğini göstermektedir. Diğer bir
deyişle, katılımcıların pek çoğu Türkiye`nin
rolünü İran`a alternatif olacak ya da onu
dengeleyecek bir unsur olarak görmemektedir.
Araştırma her ne kadar bu durumun nedenlerini
açığa çıkarmasa da sebep, İran`ın ve
Türkiye`nin rolünün İsrail ya da muhtemelen
batıdan gelen tehditlere karşı gelmede Arap
dünyasına stratejik güç ve derinlik katarak
birbirlerini tamamlayabilme potansiyelleri
olabilir. Diğer bir deyişle, Türkiye ve İran gibi
güçlü bölgesel Müslüman komşulara daha
fazla rol verilmesinin kendi içerisinde Arap
toplumları, ekonomileri ve devletleri için iyi bir
durum olacağının düşünülmesi bu algının
sebebi olabilir.
Türkiye modeline ilişkin soruların sonuçları
gerçekten de etkileyicidir. Zira katılımcıların
66`sı Türkiye`nin ``Ortadoğu ülkeleri için bir
model´´ olabileceğine inanmaktadır. Sonraki
sorular ise, bu durumun nedenlerini bulmaya
çalışmaktadır. Katılımcılara göre bunun çok
sayıda nedeni vardır: Türkiye`nin Müslüman
geçmişi, ekonomik gücü, demokratik rejimi,
seküler sistemi vb&8230; Diğer bir deyişle her ne
kadar Türkiye bir model olarak görülüyor olsa
da bunun nedeni konusunda net bir tablo
ortaya çıkmamaktadır. Söz konusu izlenim
Türkiye`nin işleyen bir demokratik sisteme,
büyüyen bir ekonomiye, İslam ve sekülarizm
arasında kurduğu dengeye ve bölgede ve
dünyada güçlü ve etkileyici bir role sahip
olması şeklinde özetlenebilir. Bunda sevilmeyecek
ne olabilir? Araştırmaya katılan kişilere
aynı zamanda İran, Suudi Arabistan ya da
Suriye gibi ülkelerin model olarak algılanıp
algılanmadığı sorulmuş olsaydı bu soru bize
daha fazla bilgi sunabilirdi. Bu, okuyucunun
Türkiye`nin bir model olarak ne kadar ileride
olduğunu ya da söz konusu durumun sadece
İsrail`e karşı çıkmasındaki vb. popüler rolü
6
Bölgedeki insanlar demokratik değişim adına isyan ederken,
Türkiye daha fazlasını başarma potansiyeline ve
sorumluluğuna sahiptir.
nedeniyle mi oluştuğunu daha iyi anlamasını
sağlardı. Bu konu daha sonra yapılacak bir
çalışma ile ele alınabilir. Bununla birlikte, son
zamanlarda gerçekleşen demokrasi yanlısı
Arap ayaklanmaların yanı sıra, İran`daki
demokrasi yanlısı ayaklanmalar, Türkiye`nin bir
model olarak ön plana çıkmasında demokratik
siyasi sisteminin önemli bir neden olduğunu
ortaya koymaktadır.
20 ve 21. sorular, yumuşak gücün etkisine
dikkat çekmektedir. İran ve Arap dünyasındaki
katılımcıların 78`i Türkiye menşeli dizileri
izlediklerini belirtmiştir. Aslında söz konusu
televizyon programları bölgeyi kasıp kavurmuş,
Türkiyeli televizyon yıldızları halk
arasında pop idolleri haline gelmişlerdir. Türk
dizilerinin saatlerce izlenmesinin etkisi
küçümsenemeyecek düzeydedir; çünkü bunlar
bölge halklarında Türk kimliği, kültürü ve
değerlerine bağlılık hissetme, sempati duyma
ve bunları daha iyi anlamayı beraberinde
getirmektedir. Önceki yıllarda Mısır televizyonu
ve sinemasının Mısır`a bölgede önemli bir
kültürel yer sağlaması gibi, Türkiye televizyonu
da Arap (ve İran) popüler kültürünü benzer
şekilde etkilemektedir. Bu beraberinde çeşitli
sınıflardan ve kesimlerden Araplar ve İranlıların
Türkiye`yi ziyaret ettiği ve kasabalarına,
şehirlerine, tarihine, heykellerine, kültürüne ve
insanlarına yönelik bağlılık ve aşinalık kurduğu
bir turizm akınını getirmiştir. Araştırmada
Türkiye, en popüler turistik yer olarak belirlenmiştir
(35 Türkiye`yi ilk seçimleri olarak
belirlerken, bunu 19 ile Suudi Arabistan ve
13 ile Lübnan takip etmiştir).
Sonuç
TESEV`in son kamuoyu araştırması, okuyucuya
bölgenin Türkiye`yi nasıl gördüğü konusunda
kapsamlı ve dürüst bir tablo çizmektedir. Bu
görüş ezici bir çoğunlukla olumludur ve
kesinlikle Türkiye`ye daha önce benzeri
görülmemiş fırsatlar sunmakta ve belki de aynı
zamanda bir takım sorumluluklar yüklemektedir.
Türkiye son yıllarda bölgede daha aktif bir
dış politika izlemesine rağmen henüz fazla
başarı sağlayamamıştır. Bölgedeki insanlar
demokratik değişim adına isyan ederken,
Türkiye daha fazlasını başarma potansiyeline ve
sorumluluğuna sahiptir. TESEV araştırması
bölge halklarının Türkiye`ye yöneldiğini ve
muhtemelen İsrail`e karşı çıkmanın ötesine
geçen, bölgedeki toplumların demokratik
değişim ve ekonomik kalkınmaya doğru istikrarlı
bir şekilde ilerlemesine yardım eden bir Türkiye
rolünden yana olacaklarını göstermektedir.
7
TESEV
Bankalar Caddesi
Minerva Han, No: 2, Kat3:
34420 Karaköy &8249;stanbul
T +90 212 292 89 03
F +90 212 292 90 46
www.tesev.org.tr
TESEV Hakkında
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV)
bağımsız bir sivil toplum örgütü olarak, Türkiye`nin acil
çözüm bekleyen sosyal, kültürel, politik ve ekonomik
sorunları üzerine çalışmalar yürütür. 1994 yılında bir
düşünce üretim merkezi olarak İstanbul`da kurulan
TESEV, Türkiye`de politika eksenli diyalog ve araştırma
kanallarını kullanarak bilimsel çalışmalara dayalı
bulgular ile politika yapım süreci arasında bir köprü görevi
görmeyi amaçlamaktadır.
Copyright © Temmuz 2011
Bu yay&8250;n&8250;n tüm haklar&8250; sakl&8250;d&8250;r. Yay&8250;n&8250;n hiçbir bölümü Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakf&8250;`n&8250;n (TESEV)
izni olmadan elektronik veya mekanik (fotokopi, kay&8250;t veya bilgi depolama, vb.) yollarla ço¤alt&8250;lamaz.
Bu raporda yer alan görüşler bir kurum olarak TESEV`in görüşleriyle birebir örtüşmeyebilir.
TESEV Dış Politika Programı, bu yayının hazırlanmasına ve tanıtılmasına katkılarından ötürü Açık Toplum
Vakfı`na ve TESEV Yüksek Danışma Kurulu`na teşekkür eder.__


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.