Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10207
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2290) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (424) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (849) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (543) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (624) | Türk Dünyası (891) | Şiir (77) | Sağlık (186) | Diğer (3430) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3430)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLÂMOĞLU - (Ziyaretci) 23.11.2016 00:02:47

BİLİNMEYEN YAKIN TARİH (3-4)


Mustafa Mete İSLÂMOĞLU
YAZIYOR
BİLİNMEYEN
YAKIN TARİH
(3)
Ve daha sonraları Osman Gazi tarafından kurulan Osmanlı Devleti bir süre sonra dünya devleti oldu.
Atatürk ve Kocacık Yörükleri
Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik`te Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi`ndeki üç katlı pembe evde dünyaya geldi.
Babası Ali Rıza Efendi, Annesi Zübeyde Hanım`dır. Baba tarafından dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi, anne tarafından dedesi ise Sofu-zade (Sofi-zade) Feyzullah Efendidir. Soyu Rumeli`nin fethinden sonra buraların Türkleştirilmesi için Anadolu`dan göçürülerek yerleştirilen Yörüklerden geliyor. Atatürk`ün dedesinin ilk ikamet ettiği yer Usturga ile Ohri İlçesi Çupa Köyü`dür. Rumeli`ye yerleşen Türkmen gruplar içinde Atatürk`ün soyunu ilgilendiren iki cemaat vardır. Bunlar babasının mensup olduğu Kızıllar ile annesinin mensup olduğu Sofular cemaatidir. Anadolu`dan geldikleri yerin (Konya-Karaman) olması nedeniyle Konyalılar tarafından (Konyarlar) olarak anılan Kocacık Yörükleri Atatürk`ün soyundandır. Hocalar lakabıyla tanınan dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi ve dedesinin kardeşi Ahmet Efendi ve dedesinin kardeşi Kızıl Hafız Mehmet Efendi`dir. Anne tarafından dedesi Sarıgöllü Ailesinden Varyemezoğlu İbrahim Feyzullah Efendi`nin soyu Yunus Emre`ye kadar uzanır. Karaman`a yerleşen aşiret, oymak ve cemaatlerinden ikisi olan Kızıllar ve Sofular aşiretleri, Karaman`a bağlı Kızıllar (Taşkale) ve Yeşildere-Ibrala beldelerinde yaşıyorlar.
Mustafa Kemal Atatürk`ün soyu ``Kızıllar´´ Cemaatine dayanır. Baba yanı, dört bin yıl ötesinde Kırgızlar`a dek uzanan bir geçmişe sahiptir. Ana yanı ise Bozuluslar`a bağlı ``Sofu, Sofulı, Sofular, Sofuzade´´ aşiret ve cemaatinin bir ferdi´´ olduğunu belirtir. Ayrıca, ``Bozulus`a bağlı Sofular Cemaatini, Anadolu`daki yerleşim yerine göre, örneğin İç-İl ya da Rakka`daki Bozulus`tan bir Cemaat diye tarif edersiniz. Rumeli`de ise Kocacık Yörüklerinden Sofulu Cemaati karşınıza çıktığı zaman, sanki ayrı ayrı Sofulu cemaatlerinden bahsedildiği zannına kapılırsınız. Halbuki her iki Sofulu Cemaati de aynı kökene sahip, aynı Yörüklerdir.´´ ``Mustafa Kemal Atatürk`ün Karamanlı soyunu hazırlarken, karşımıza çıkan Bozulus`a bağlı pek çok aşiret ve Cemaatin yerleştikleri yer içerisinde, mutlaka Larende veya Karaman eyaleti görülmektedir.´´
Hüseyin Şekercioğlu da ``Atatürk`ün mensup olduğu Kocacıklılar veya Kızılcalı Türkleri, Oğuzların Kızıl Oğuz boyundan olduğunu ve bunlara Kızılca Bölüklü, Kızılca Örenli Türkleri unvanı verildiğini´´ yazar. Makedonyalı Türk araştırmacı-yazar İlhami Emin ve tarihçi Numan Kartal`ın belirttikleri gibi, Kırmızı Hafız Ahmet Efendi`nin annesi; ``Gulalar´´, babası da ``Pınarlar´´ ailesindendir.
Mustafa Kemal Atatürk`ün baba ve anne soyu Rumeli`nin fethinden sonra, buraların Türkleştirilmesi için Anadolu`dan göçürülerek, yerleştirilen ``Yörük´´ ya da ``Türkmenler´´e dayanır.
Tarihçi Enver Behnan Şapolyo, yıllar önce Atatürk`ün kız Kardeşi Makbule Hanım`a:
``Babanız nerelidir?´´ diye sorduğunda o da babası hakkında şunları söylemiştir:
``Babam Ali Rıza Efendi yerli olarak Selanik`lidir. Kendileri Yörük sülalesindendir. Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi.
Bir gün Ağabeyim Atatürk`e;
``Yörük nedir?´´ diye sorduğumda Ağabeyim de bana:
``Yürüyen Türklerdir´´ derdi.
``Yörük, çadırda oturan, göçebe, iyi yürüyen Türkmenler anlamını taşır. Orta Asya`dan Anadolu`ya gelerek, daha sonra Kıbrıs ve Rumeli`ye de yayılmışlardır. Yörüklerin başında bulunan yöneticiye, Yörük Beyi ``Mir-i Yörükan´´ denir.´´
İslam Ansiklopedisine göre Yörük, ``Anadolu ve Rumeli`de göçebe hayatı yaşayan Türk kabilelerine verilen bir isimdir. Prof. Dr. Mehmet Tayyib Gökbilgin`e göre ise, ``Yürükler, Oruç Bey`in de sarih surette bildirdiği gibi, Oğuzlardandır. Aşiret, taife, cemaat diye gösterilen, mesela, Türkmen aşireti, Yürük taifesi veya hususi ismiyle bilfarz Oğulbeyli cemaati olarak rastlanan Türk göçebe halk grupları etnik bakımdan ayrı şeyler olmayıp tek menşeden çıkan ve sonra tali gruplara ayrılarak veya muhtelif grupların birleşmesiyle yeni bir birlik vücuda getiren aynı Türk halk parçalarıdır.´´ ``Tarihi kaynaklarımızda da bezen Türkmen bazen yürük olarak rastlanan, seyahatnamelerde bu suretle zikredilen bu Türk halkının menşei itibariyle katiyen Oğuzlardan bulunduğu 15. asır müverrihlerinden olup da imparatorluğun kuruluş devri hakkında en eski malumatı verenlerden Oruç Bey`in bir münasebetle, ``Bu Oğuz taifesi göçgünü yürükler idi´´şeklindeki ifadesiyle de sabittir. ``Bu ad, Anadolu halk ağzında, cesur, muharip, iyi yürüyen, eli ayağı çabuk; kimse çok doğurgan hayvan ve iyi mahsul veren tarla vb. gibi manaları da ifade etmektedir. Prof. Dr. Mehmet Eröz de, ``Yürük´´ sözü, ``Yörümek fiilinden yapılma, Anadolu`ya gelip yurt tutan göçebe Oğuz boylarını Türkmenleri ifade eden bir kelimedir... Kelime sıfattır; aslı da Yüğrük`dür. Kelime sıfat halinde ileri, medeni, bilgili, cins ve halis manalarına gelir... Yüğrük kelimesinin kabiliyetli, dirayetli, cesur manalarına geldiğini biz de müşahede ettik... Bütün Yörükler, bu kelimenin yürümek fiilinden müştak olduğunu söylediler. Bize göre göç kısmi hareketi, yürümek umumi, bütün hayat boyunca yapıla gelen fiili gösteriyor... Yörük ve Türkmen aynı manaya gelmekte, Anadolu`ya gelen göçebe Oğuz Türklerini ifade etmektedir. Bütün belgeler bu göçebelerin Orta Asya`dan geldiklerini göstermektedir... Yörük`le Türkmen`in aynı etnik zümreye alem olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Arşiv belgelerinde bu iki kelime aynı anlamda, eş anlamlı olarak kullanılıyor: Türkman-ı Halep, Yörükan-ı Halep...ilh´´ ``Müslümanlar, Müslüman olan Oğuzlar`a ``Müslüman Türk´´ anlamında ``Türkmen´´ demişlerdir. Fakat 9. yüzyıldan beri ``Oğuz´´ kelimesiyle aynı anlamda olarak kullanılan bu ``Türkmen´´ kelimesi, Oğuzlar`ın yerleşik olmayan, henüz yerleşmeyen, göçebelikte devam eden kısımlarına verilmiş gibi görünüyor. Şehir Türklerine gene ``Oğuz´´ denmiştir. Sonradan ``Oğuz´´ kelimesi tamamen bırakılmış, yerleşik Oğuzlar`a ``Türk´´, göçebelikte berdevam olanlarına ``Türkmen´´ denilmiştir ve bu kelimeler Türkiye`de ve Türkiye dışındaki Türk ülkelerinde ve Avrupa`da hala bu anlamda kullanılmaktadır. ``Türk`ün ``Türkmen´´ den daha medeni olduğu bu suretle ortaya çıkar. Böylece ``Oğuz´´ yerine ``Türkmen´´ kelimesi kaim olmuştur. Türkmenistan halkı tamamen Oğuzlara mensup Türklerden ibaret olduğunu yazar.
Orta Asya`dan Göçler
Malazgirt Öncesi
Bilindiği gibi, dünyanın en eski kıtası Asya`dır. Asya; Kuzey Asya, Doğu Asya, Güney Asya, Ön Asya ve Orta Asya olmak üzere beş büyük bölüme ayrılır. Bunlardan Orta Asya, Türklerin ilk ana yurdu olarak bilinir. Türklerin buradan doğuya, batıya ve güneye yayılmaları, orta çağın sonlarına dek sürmüştür. 6-7 yüzyıl boyunca birçok Türk boyunun, uzak doğuya, Hindistan`a, Orta Avrupa`ya ulaştıkları ve gittikleri yerlerde Türk devletleri kurdukları bilinir.

``Türklerin ilk ana yurdu Orta Asya`dır. Orta Asya`da binlerce yıl önce iç denizler ve bu denizleri besleyen gür ırmaklar vardı. Bu ırmakların kaynağı, bölgenin yüksek dağlarındaki buzullardı. Zamanla bu buzullar çekildi. Buradan beslenen ırmaklar zayıfladı. Bu ırmaklardan hayat bulan deniz ve çöller çekildi. Buraları çöl ve bataklığa dönüştü. Yeşil ovalar giderek kurudu. Kuzeybatıdan esmeye başlayan sert rüzgarlar, Orta Asya`nın nemini Güneydoğuya taşıdı. Böylece bölgenin iklimi değişti ve kuraklaştı.
Bu iklim değişikliği ve buna bağlı olarak gelişen ekonomik sıkıntı, Türklerin 13-14`üncü yüzyıllara kadar sürecek olan büyük göçünü başlattı.´´
Türk göçlerinin, genel olarak doğu-batı ekseninde gerçekleştiği görülür. Türklerin batıya doğru göçlerinde en çok kullandıkları yol kuzey yoludur. Kuzey yolu, Karadeniz`in kuzeyinden Orta Avrupa`ya ve Balkanlara ulaşan yoldur. Bu yolu kullanan Türklerin, Karadeniz`in kuzeyindeki bozkırlarda, Balkanlar`da ve Orta Avrupa`da egemenlik kurdukları bilinir. Orta yolu kullanan Türklerin, Orta Doğu İslam ülkelerine egemen oldukları ve Bizans`a ait olan Anadolu`yu fethederek, burada bir yurt kurdukları görülür.
Milattan önce ilk kez göç eden Yakut ve Çuvaş Türkleridir. Yakut Türkleri, Kuzey doğu Sibirya tundralarına, Çuvaş Türkleri de Ural dağlarının güney batı eteklerine gelip yerleşti. Bunların dışında Proto-Türkler olarak tanımlanan Kimmerler, Ural-Altay kökenli bozkır göçmenleri batı kolunu oluştururlar. M.Ö.2. bin yıl başlarından M.Ö. 8. yüzyıla kadar &8211;merkez Kırım olmak üzere- Karadeniz`in kuzeyinde, Avrasya bozkırlarında ve Kafkasya bölgesinde yaşamışlardır. Kafkaslardan Anadolu`ya girerek, Doğu Anadolu esas olmak üzere burada hakimiyet kurmuşlardır. Daha sonra doğudan gelen İskitlerin istila ve baskısı sonucunda, güneye ve batıya doğru çekilerek göç etmek zorunda kalırlar. Göç edemeyen bazı Kimmer boyları ise, İskit egemenliği altında Kırım ve çevresinde yaşamlarını sürdürür ve zamanla onların içinde eriyerek tarih sahnesinden çekilirler. Böylece Kimmerler`in yerleri tamamen İskitlerin eline geçmiş oldu. Büyük bir topluluk olan İskitler, M.Ö.8. ile M.Ö.2.yüzyıllar arasında Tanrı dağlarından Tuna Irmağı`na kadar uzanan geniş alanların tek egemeni oldular. Daha sonra Persler`le mücadele ettiler. Sonuçta üstünlük Persler`in eline geçti. M.Ö.2.yüzyılda doğudan Sarmatların, batıdan ise Gotların sıkıştırması sonucunda tarih sahnesinden çekildiler. İskitlerin yerini alan Sarmatlar da, M.S.2.yüzyıla kadar Karadeniz`in kuzeyindeki bozkırlarda varlıklarını sürdürdüler. Karadeniz`in kuzeyindeki bozkır alanlar, bu kez batıdan ilerleyen Gotların istilasına uğradı. M.S.180 yıllarında Baltık Denizi çevresindeki yurtlarını terk ederek doğuya doğru ilerlediler. Karadeniz`in kuzeyindeki alanlara egemen oldular. Burada iki gruba ayrılan Gotlar, Ostrogotlar (Doğu Gotları) ve Vizigotlar (Batı Gotları) şeklinde iki ayrı devlet çatısı altında örgütlendiler. Gotların kuzeyinde Baltık Denizi`nden Ural Dağları`na dek uzanan geniş alanlarda da Fin-Ugor toplulukları yaşıyordu. Vistül ile Dnyeper ırmakları arasındaki ormanlık alanlarda ise, dağınık bir şekilde Slav toplulukları oturuyordu. Bu sırada, her iki topluluk da kültür bakımından çok düşük bir düzeyde idi. Hatta bu toplulukların örgütleri bile yoktu. Slav topluluklarının kültür bakımından gelişmelerinde, Gotlar ile Hun, Avar ve Bulgar Türklerinin başlıca rolü olmuştur.
Milattan sonra Türk göçleri ve yayılması batı yönünde meydana geldi. Türklerin, batı yönündeki göçlerinde iki yolu kullandıkları görüldü. Bu yollardan birisi kuzey yolu, öteki de orta yoldur. Kuzey yolunu kullanan Türkler, Karadeniz`in kuzeyindeki bozkırlarda, Balkanlarda ve Orta Avrupa`da egemenlik kurdular. Orta yolu kullanan Türkler ise, Orta Doğu İslam ülkelerine egemen oldular. Daha önemlisi Bizans`a ait Anadolu`yu fethederek, burada bir yurt kurdular.
Türk göçleri, genel olarak doğu-batı ekseninde gerçekleşir. Türkler daima doğudan batıya doğru bir akış içindedir. Türklerin batıya doğru göçlerinde en çok kullandıkları yol kuzey yoludur. Kuzey yolu, Karadeniz`in kuzeyinden Orta Avrupa`ya ve Balkanlar`a ulaşan yoldur.
Türklere kuzey yolunu açan Hun Türkleridir. M.S.1`inci yüzyılın sonunda ortaya çıktı. Ancak Hunlar`ın etkinlikleri 4`üncü yüzyılda başladı. M.S. 434 yılında Atilla başa geçti. Atilla döneminde Avrupa Hunları, büyük bir devlet haline geldi. Atilla 455 tarihinde ölünce yerine oğlu İlek geçti. İllek, bir yıl sonra öldürüldü. Bu yüzden Hun İmparatorluğu dağılıp küçüldü. Atilla`nın öteki oğlu Dengizik, 496 yılına dek devleti yönetti. İrnek ise aynı yıl Bizans`a bağlandı.
Özetle, Atilla`dan sonra oğulları devleti iyi yönetemedi. Sonunda büyük devlet 469 yılında çöktü. Hunlar`dan sonra Orta Asya`da Tukyu adı verilen büyük bir Türk soyu ortaya çıktı. M.S.552-745 yılları arasında Köktürkler ya da Göktürkler adını alan Tukyu Türkleri, bağımsızlık öncesinde, Altay eteklerinde Juan Juan adıyla tanınıyorlardı. Bunların başka bir bölümü de Avarlar olarak biliniyordu. Göktürklerin baskıları sonucu Avrupa`ya yöneldi. 560 yılında Karadeniz`in gelerek Tuna kıyılarında Bizans`la komşu oldu. Don Irmağı`ndan Atlantik Okyanusu`nun Galya kıyılarına, güneyde İtalya`ya kadar tüm Avrupa Avarların baskıları altında kaldı.
Sasaniler`le yaptıkları anlaşmalardan sonra İstanbul`u kuşattılar. Başarılı olamayınca Macaristan`daki karargahlarına çekildiler. 630 yılından sonra zayıflamaya başladı. 791 yılında Frank İmparatoru Karl 1 ile savaştı ve yenildi. 9.yüzyıl sonlarına doğru Macarlar`a karışarak kayboldular. Avarlar`dan sonra Bulgar Türkleri`nin Avrupa`ya yöneldiği görülür. Bulgarlar, Hunlar yıkıldıktan sonra ortaya çıktı. Ogur, Onogur, Kutugur, Saragurlar`ın karışımından meydana geldi. İdil bölgesinde yaşıyorlardı. Bulgar Hükümdarı Kubrat ölünce dağıldılar. Bir bölümü 7.yüzyılın sonuna doğru Tuna`yı geçti ve bugünkü Bulgaristan`a yerleşti.
Bu göçlerin ardından başka Türk kavimleri de batıya yöneldi. Önceleri Macarlar, 830 yılında Kafkaslardan, Don ve Dnieper Irmakları arasındaki Levedia`ya geldiler. Kısa bir süre sonra Peçenekler`in saldırısına uğrayınca, Dnieper, Dniester ve Prut bölgesine göç etmek zorunda kaldılar. Ancak Peçenek baskısı burada da yenilence şimdiki Macaristan`a geldiler. Macarları, Göktürklere bağlı göçebe bir kavim olan Peçenek Türkleri izledi. Bir süre Hazarlar`ın egemenliği altında yaşadılar. 10`uncu yüzyıl ortalarına doğru güçlendiler. 11`inci yüzyılda da dağıldılar. Peçenekler`in ardından Kuman adı verilen bir Türk soyu ortaya çıktı. Kuman Türkleri, 11`inci yüzyılda Balkaş Gölü`nden Batı Karadeniz kıyılarına kadar uzanan geniş topraklarda yaşadı. Oğuz ve Peçenekler ile birlikte Rus Prenslikleri ile savaş yaptı. 12`inci yüzyılda dağıldılar. Sonra da 11`inci yüzyılda Karadeniz`in kuzeyinde ve Doğu Avrupa`da Oğuzların varlığı görüldü. 1065 yılında Balkanlara saldırıp Trakya, Makedonya ve Selanik bölgelerini yağmaladılar. Salgın hastalıklar ve Peçenekler`in saldırıları yüzünden dağıldılar. Uzların bir kısmı Bizanslılar tarafından Balkanların çeşitli yerlerine yerleştirildi. 3. BÖL. SONU

Mustafa Mete İSLÂMOĞLU
YAZIYOR
BİLİNMEYEN
YAKIN TARİH
(4)
Orta Asya`dan Göçler Malazgirt Sonrası
Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, 200.000 kişiden oluşan ordusu ile Doğuya hareket etti. 26 Ağustos 1071 günü Van Gölü`nün kuzeyindeki Malazgirt Ovası`nda Türk ordusu ile karşı karşıya geldi. Savaşı Selçuklu Türkleri kazandı. Alp Arslan ile Romanos Diogenes arasında anlaşma yapıldı ve İmparator serbest bırakıldı.

arihinde bir dönüm noktası´´dır. Bu zafer ile, tüm Anadolu Türkler`e açık duruma geldi.
Malazgirt Zaferi, Türkmen göçüne yeni bir boyut kazandırdı. Bizans İmparatoru Romanos Diogenes ölünce, anlaşma bozuldu. Bunun üzerine Alp Arslan tüm Anadolu`nun fethedilmesini emretti. Türkmenler, Kutalmış`ın Oğulları Süleyman, Mansur, Alp İlek, Devlet gibi beylerin yönetiminde hızla ilerledikleri görüldü. Bizans İmparatoru Mihael, Türkmenlere karşı koyamadı. Anadolu`daki Rum halkını eşyaları ile birlikte Balkanlar`a taşıdı. Anadolu`da boşalan yerlere de Türkmenler yerleşti.
``Van Gölü`nün kuzeyinde, Muş İli`ne bağlı Malazgirt derler bir destan şehrimiz vardır. Dokuz yüz yılı aşkın bir zaman önce, Anadolu`yu Türkler`e açan bir meydan savaşının Malazgirt Zaferi adıyla tarihe yazıldığı bir şehir. Geliniz hep birlikte bu destanın öyküsünü dinleyelim:
Büyük Selçuklu Devleti`nin ulu sultanı Alp Arslan, otuz bin kişilik ordusuyla Asya`dan Anadolu`ya yöneldiği zaman, atının gemini Malazgirt`te çekmişti. Aşılması lazım bir engel vardı, açılması gereken bir kilitle karşı karşıyaydı. İmparator Romenos Diogenes komutasındaki yüz bin kişilik bir Bizans ordusu Malazgirt Ovası`nda onu bekliyordu.
Alp Arslan, mağrur, kendine fazla güvenen imparatora önce barış teklifinde bulundu. Kabul edilmediğini görünce, ordusunu Malazgird`in hemen yakınında savaş düzenine soktu.
26 Ağustos 1071 Cuma sabahıydı o gün... Alp Arslan hücuma kararlıydı. Beyaz elbiselerini giyindi, silahlarını kuşandı, ordusuyla birlikte Cuma namazını kıldı. Malazgirt Ovası tekbir sesleriyle coşuyordu. Son bir geçit töreninden sonra, yiğitlerine şöyle seslendi:
-Askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, düşman ne kadar çok olursa olsun, taarruz edeceğiz. Şu anda, bütün Müslümanlar`ın, minberlerde bizim için dua ettiklerini unutmayınız. Ya gaziyiz, ya şehit... Aranızdan ayrılmak isteyenler varsa, hemen ayrılsın. İşte ben şehitlik kefenimi giydim, sultan gibi değil, sizler gibi, sizinle birliğim. Dilerim Tanrı`dan zafer bizim olsun...
Sonra atının kuyruğuna bir düğüm attı, ordusunun başında, bir yay gibi gerildi, bir ok gibi ileri fırladı.
Ardından binler ve on binler... Malazgirt Ovası, toz bulut oldu göğe ağdı, şimşek oldu, karga oldu yere yağdı. Akşama doğru, melekler bir zafere alkış tutuyordu. Anadolu`nun parlak yıldızlı göklerine bir hilal doğmuş, bir yiğit sultan, bir millete bir kapı açmıştı. Malazgirt`ten... Yepyeni bir vatana açılan kapıydı bu.
Bizans`a gelince, yıkılmıştı, kökünden kopmuştu, kökeninden yenik ve ezikti. Koca imparator bir köleye esir olacak kadar küçük düşmüş, bitmişti. Alp Arslan, sordu ona:
-Zaferi sen kazansaydın, bana ne yapardın?
İmparator başı önünde, doğruyu söyledi:
-Ya başını kestirir, ya da astırırdım.
-Benim sana ne yapacağımı sanıyorsun?
-Üç şey yapabilirsin. Birincisi, beni öldürürsün. İkincisi, boğazıma bir zincir takar, şehir şehir beni süründürür, halkına teşhir edersin, üçüncüsüne gelince... Evet üçüncüsüne gelince, bunu yapacağını pek sanmamakla beraber, söyleyeceğim... Beni affeder, bir kölen, sadık bir dostun olarak memleketime iade edersin...
Sultan Alp Arslan yerinden doğruldu. İmparatoru omuzlarından tutarak ayağa kaldırdı:
-Evet, hakkında aftan başka bir şey düşünmedim. Bize yaraşanı affetmektir. Seni, memleketine iade edeceğim...
Koca Alp Arslan`dan, yiğit Alp Arslan`dan başka ne beklenirdi ki... İmparatoru affetti. Onu bir konuk olarak ağırladı, oturup barış şartlarını konuştu. Sonra da yanına güvenilir adamlarını koyarak memleketine gönderdi.
İmparator, Alp Arslan`a:
Ordularımı mağlup etmekle, beni yenmedin. Ancak, yüksek ahlakınla, insanca davranışınla beni ezdin, mağlup ettin... diyordu.
Malazgird`in sonu, Anadolu`da bir fetihler destanının başlangıcı oldu. Selçuklu Türkleri, kol kol Anadolu`ya yayıldılar. Kaleler fethettiler destan destan... Şehirler kurdular kubbe kubbe... Anadolu, yeni bir vatan oldu Türkler`e, ışıl ışıl... Bir destan, bir destan oldu. Ozanlar söyleşti. Oğuldan oğula, dilden dile... Rahmetli şairimiz Çağlar da yazdı son bir kez Malazgird Destanı``nı. Bir yaprak çevirelim o koca eserden, bakınız nasıl kükrek, nasıl merdane:
Savaşta bırakıp arslanlığını,
Türk böyle gösterdi insanlığını,
İflasta Bizans`ın kibarlık süsü,
Meydana emsalsiz Türk hoşgörüsü.
Konuk ağırlama işi bitince,
Yine akın günü gelip yetince,
Gösterdi engin su ataklığını,
Yıkadı Bizans`ın bataklığını.
Neyse donmuş duran Bizans buzunda
Eridi Türk denizinin tuzunda,
Kayboldu tabanın tortusu izi,
Anadolu canlı Türkmen denizi.
Sanma Türkmen cenkçi, akıncı,
Sanma sade kullandığı kılıncı.
İnce hünerlerde ustadır eli,
Bilir kullanmayı, yayı pergeli.
Sanma demir gibi bükülmez katı,
İpekten incedir onun sanatı.
Bu toprağın insanları, Malazgird`e selam durur. Dinler, dokuz yüz yıl önceki şehit atalarının destan destan öyküsünü.
Malazgird bugün, şanlı bir zaferin anılarını taşıyan tarihi kalesinin gölgesinde, hızla kalkınan bir Anadolu şehri olarak serpilip gelişiyor. Şehrin yamacında bir anıt yükseliyor göğe doğru: Anadolu fethinin 900. Yıldönümü dolayısıyla dikilmiş olan Malazgird Zaferi Anıtı...´´
Kızılkocaoğulları
2`inci Murad döneminde, Osmanlının doğu sınırındaki Türkmen boylarından birisidir. Canik bölgesine, 1300`lerden önce Anadolu Selçuklularının dağılıp parçalanma yıllarında, ayrı ayrı boylardan gelen Türkmen aileleri, gelip yerleşmişler. Burada ``Canik Beyleri) adıyla hüküm sürdürmüşlerdir. Sonradan bölgenin batı kısmı ``Candarığulları´´ na geçti.

Oğuz Han
Oğuz Han`ın soyu, Türk Han-Tutuk Han-Güyük Han-Dib Yavku Han-Alınca Han-Kara Han ve Oğuz Han biçimindedir. Bu soy kütüğü M.Ö. 6`ıncı yüzyılda Çin kaynaklarında da, söylentilerin aktarılması biçiminde kaydedilmiştir. Bu yüzden, tarihlendirme açısından, bu soyun yaşamının çok daha önceki yüzyıllara ait olduğu çıkarılabilir. Karanlık çağlarda Türk Han`ın, Ceyhun-Aral dolaylarında yaşayan ve akrabası olan Guz`la tılsımlı bir taş yüzünden savaştığı ve sonunda egemenliği elde ettiği söylenir. Bu, söylentiler içerisinde gerçeğe en yakın olasılık olarak belirtiliyor.
Oğuz Destanı`nın ana çizgisi, Şu ve Alp Er Tunga söylentileridir. Bu söylentiler, Türk hakanlarının o devirde İran hükümdarları ile savaştıklarını düşündürüyor.
Destanların bize işaret ettiği bölgeler ise, Çu Havzası, Balasagun ve Kaşgar`dır. Oğuzname`nin Ergenekon Destanı`nı oluşturan bölümlerinin 12`inci yüzyılda Çin Çu Devleti`ni kuran Türklerle ilgili olabileceği söyleniyor. Şu söylencesinin de bu Türkler`e bağlanabileceği belirtiliyor. Bu Türkler uzun bir tutsaklık döneminden sonra ortaya çıkmışlardır. Oğuzname`nin ilgili bölümlerinde bunların yaşayışlarına benzer destansı olaylar vardır.
Oğuzname`deki destanlarda geçen kişilerin ve olayların Hun Türkleri ile ilgili olduğu kabul edilir. Dünyaya egemenlik tutkusu, Yedetaşı`nı elde etme, Yabgu`nun yaanındaki Uluğ Türük, Hunlar`ın gerçek tarihlerinde de vardır. Bu tür benzerlikler, Oğuz Han`la Mete`nin de aynı kişi olabileceği düşünülüyor.
Oğuzname, Dede Korkut Hikayelerini de kapsıyor. 13`üncü yüzyılda yazıya geçirilen bu destan, elbette o tarihe kadar pek çok değişiklik geçirmiş ve öykülendirilmiştir. Yalnız, Uygurca uyarlamanın İslamiyet`in ve yerel etkilerin dışında kalabilmiş tek parça olduğu belirtiliyor. Bu kısa metin, Türkler`in en eski tarih ve uygarlıklarının yazısıdır. Burada Oğuz Han`ın yaşamı, başından geçen olaylar mantıklı ve gerçeğe uygun olarak anlatılıyor.
Oğuz Han, Türk hanları içinde karşımıza çıkan ilk toplayıcı, düzenleyici, görevlendirici, yani örgütçü bir Han`dır. Bu yüzden eski Türk tarihçileri, tarihin ilk evresini Oğuz Han`la başlatıp Cengiz Han`la bitirmeyi gelenek edinmişlerdir. Yine Türklerin örgütlenme biçimlerinden ilkini temsil eden bir yapı bu söylenti ve destanın, Oğuz Han`ın oğulları ile ilgili açıklamaların yapıldığı bölümleridir. Oğuz Han`ın, Gök Tanrı`nın kızı olan ilk eşinden doğma üç oğlu vardır: Bunlardan ``Bozok´´ Yer Tanrı`nın kızından doğma üç oğlundan da Üçok. Bunların dörder oğullarından da yirmi dört Oğuz boyu türemiştir. Bunu Oğuz Han`ın kendi uyruğuna soktuğu diğer boylar tamamlar.
Atatürk`ten çok önceleri Oğuz Han vardı. İlk Hun hükümdarı Teoman`ın oğludur.
Oğuz Han, elindeki orduyu korkunç bir savaş makinesi haline getirdi. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra babasının üzerine yürüdü ve onu yendi. M.Ö.209`da Hun tahtına çıktı. Daha sonra doğudaki Tunguzları ortadan kaldırarak Hazar Denizi`ne kadar ilerledi. Bölgede bulunan Türk boylarını egemenliği altında topladı. Türk boylarını birleştirerek ilk kez Türk birliğini kurdu.
Oğuz Han, M.Ö.209-174 yılları arasında geçen 35 yıllık hakanlığı sırasında, sürekli savaş halinde oldu. Ülkesinin sınırlarını Hazar Denizi`nden Hint Okyanusu`nda, Himalayalar`dan Sibirya`ya kadar genişletti. Hun saldırılarına karşı inşa edilen Çin Seddi bile Oğuz Han`ın ordularını durduramadı. Nitekim Oğuz Han, bir seferde 320 bin kişilik bir ordu ile Çin üzerine yürüdü. Çin içlerine kadar girdi. Çin hükümdarı Kaoti, ülkesinin Kuzey bölgelerini Hunlara verdi ve vergi ödemek zorunda kaldı.
Oğuz Han`ın Türkçe`deki başka bir adı Alp Er Tunga`dır. Aynı ismin Çin kaynaklarında Mete olarak geçtiği söylenir. Oğuz Destanı`nda ise, Oğuz Han`ın atasının, Nuh (A.S.)`un oğlu Yafes`in büyük oğlu Türk`ün büyük oğlu Karahan`dır.
Oğuz Han`ın, Gök Tanrı`nın kızı olan ilk eşimden doğma üç oğlu vardır: Bunlardan ``Bozok´´: Yer Tanrı`nın kızından doğma üç oğlundan da Üçok. Bunların dörder oğullarından da yirmi dört Oğuz boyu türemiştir. Bunu Oğuz Han`ın kendi uyruğuna soktuğu diğer boylar tamamlar.´´
Oğuz Han Destanı`nın küçük bir özeti aşağıdadır:
Günlerden bir gün Ay Kağan bir erkek çocuk doğurdu. Çocuk kara saçlı, kara kaşlı, ela gözlü, kırmızı ağızlı idi. Perilerden daha güzeldi. Çocuk, anasından yalnız defa süt emdi. Bir daha emmedi. Konuşmaya başladı. Çiğ et ve şarap istedi. Kırk günden sonra büyüdü. Yürüdü. Oynadı. Ata bindi. Geyik avına başladı. Günlerden sonra, gecelerden sonra bir yiğit oldu. Bahadır oldu.
Oğuz Han denen bu bahadır bir gün Tanrı`ya yakarmakta idi. Birdenbire etraf karanlık kesildi. Gökten bir ışık düştü. Bu ışık aydan da, güneşten de parlaktı. Oğuz Han gördü ki bu ışığın içinde bir kız var. Bu kız çok güzeldi. Yüzünde ateşli, ışık saçan bir beni vardı. Kutup Yıldızı gibi idi. Gülse, mavi gök de gülerdi. Ağlasa, mavi gök de ağlardı.
Oğuz Han, bu kızı görünce aklı başından gitti. Kızı sevdi, aldı. Kız, Oğuz Kağan`a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine ``Gün´´, ikincisine ``Ay´´, üçüncüsüne ``yıldız´´ adını koydular.
Oğuz Han, gene bir gün ava gitti. Gördü ki gölün yanında ağaç var. Bu ağacın kovuğunda bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Saçlar bir ırmağın akışı gibi. Dişleri inciye benziyor. Gözleri gökten de mavi.
Oğuz Han`ın aklı başından gitti. Yüreğine ateş düştü. Onı sevdi, aldı. Bu kız da Oğuz Han`a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine ``Gök´´, ikincisine ``Dağ´´, üçüncüsüne de ``Deniz´´ adını verdiler.
Bu çağda, sağ yönde Altın Han denen bir han vardı. Altın Han, Oğuz Han`a, elçi gönderdi. Pek çok altın, gümüş yolldı. Pek çok kız, yakut, inci gönderdi. Oğuz Han`a saygı gösterdi. İtaat etti. Oğuz Han, Altın Han`ın itaatini kabul etti. Sonra kırk gün yürüdü. Buz Dağı denen dağa geldi. Çok soğuktu. Çadırını kurdurdu.
Tan yeri ağardığı zaman Oğuz Han`ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan; gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı, Kurt, Oğuz Han`a dedi ki:
-``Ey Oğuz, artık ben önünde yürüyeceğim.´´
Bundan sonra Oğuz Han çadırları toplattı. Yola koyuldu. Ordusunun önünde gök tüylü, gök yeleli, büyük erkek kurt yürüyordu. Ordu, kurdu takip ediyordu.
Nice günlerden sonra kurt durdu. Oğuz Han da ordusunun durdurdu. Burada İtil denen bir ırmak vardı. Oğuz Han düşmanla karşılaştı. Savaş çok çetin oldu. Okla, kılıçla vuruşuldu. İtil Suyu düşman kanından kıpkızıl oldu ve Oğuz Han üstün geldi.
Gök tüylü, gök yeleli kurt gene öne düştü. Oğuz Han`ı Sind Ülkesi`ne götürdü. Oğuz Han burada da çok düşmanla vuruştu. Düşmanı yendi. Bu ülkeyi de yurduna ekledi. Geri döndü.
Oğuz Han`ın yanı ak sakallı, boz saçlı, çok akıllı ihtiyar bir kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir adamdı. Oğuz Han`ın veziri idi. Adı ``Uluğ Türk´´ idi.
Uluğ Türk günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay doğusundan gün batısına kadar uzanmıştı. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Uluğ Türk uyandıktan sonra, düşte gördüklerini Oğuz Han`a anlattı:
-``Ey Han`ım,´´ dedi. ``Hayat sana hayırlı olsun. Gök Tanrı, düşümde gördüğümü yerine getirsin. Dilediği yeri sana versin."
Oğuz Han, Uluğ Türk`ün sözlerini beğendi. Öğüdünü dinledi. Oğullarını topladı. Şöyle dedi:
-``Gönlüm av diliyor. Kocadım. Kuvvetim kalmadı. Gün, Ay, ve Yıldız; siz Doğu tarafına varın. Gök, Dağ ve Deniz; siz Batı tarafına varın...´´
Bunun üzerine Oğuz Han`ın oğullarının üçü Doğu tarafına, üçü de Batı tarafına gitti. Gün, Ay ve Yıldız çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra dolda bir altın yay buldular. Yayı aldılar. Babaları Oğuz Han`a verdiler. Oğuz Han sevindi. Yayı üç parça etti ve dedi ki:
-``Ey büyük kardeşler, yay sizin olsun...´´
Gök, Dağ ve Deniz de çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra yolda üç gümüş ok buldular. Okları aldılar. Babaları Oğuz Han`a verdiler. Oğuz Han sevindi. Okları, küçük oğullarına pay etti ve dedi ki:
-``Ey büyük kardeşler, aya sizin olsun...´´
Oğuz Han bundan sonra Ulu kurultayı toplantıya çağırdı. Halkı da davet etti. Büyük meşveret edildi. Oğuz Han yurdunu oğullarına pay etti. Onlara verdi. Dedi ki:
-``Ey oğullar, ben çok yaşadım. Çok savaşlar gördüm. Çok ok attım. Çok ata bindim. Düşmanlarımı ağlattım. Dostlarımı güldürdüm. Gök Tanrı`ya borcumu eda ettim. Sizlere de yurdumu veriyorum. Size de yurdumu bırakıyorum. Bu topraklar üzerinde bilgelik ve esenlikle yaşayın. Gök Tanrı`nın buyruğundan da dışarı çıkmayın,´´ dedi ve gök renkli gözlerini kapadı.
Oğuz Han Destanı, savaşçı olan Oğuz Türklerinin atalarını cihangir bir kahraman olarak hayal ettiklerini gösterir. Aynı zamanda, Oğuz Türklerinin boy örgütünü de ifade eder.
Oğuz Türkleri Bozok ve Üçok adı altında iki ana bölüme ayrılır. Bozoklar, Oğuz Han`ın üç büyük oğluna oranla üç kola; Üçoklar da üç küçük oğluna oranla, üç kola, toplam olarak altı kola ayrılır. Her kol, dört boya bölünerek, 24 boy ortaya çıkar.
Oğuz Türklerine ``Türkmen´´ de denir. Türkmen, büyük Türk, Ulutürk anlamına gelir. 4. BÖL. SONU


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.