Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10207
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2290) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (424) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (849) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (543) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (624) | Türk Dünyası (891) | Şiir (77) | Sağlık (186) | Diğer (3430) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3430)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Ömer Sağlam - (Ziyaretci) 29.01.2010 01:42:17

ATATÜRK VE KÜRTLERE ÖZERKLİK VERİLMESİ MESELESİ (1)

Atatürk ve Kürtlere Özerklik Verilmesi Meselesi
Ömer SAĞLAM
osaglam18@yahoo.com




Öncelikle söylemem gerekirse; ben de DTP`nin kapatılmasının yanlış olduğuna inananlardanım! Üstelik ben DTP`nin, PKK`nın TBMM`deki siyasal uzantısı olduğunu kabul eden bir kişi olarak bu partinin kapatılmasını yanlış buluyorum. Çünkü hiçbir anlamı yok. Sayın Süleyman Demirel`in 7 kere gidip 8 kere geldiği gibi PKK da meclisten 6 kere gitti ve İmralı`dan almış olduğu emirle 7. kere meclise geri döndü. Vatana millete hayırlı olsun! Bakın BDP olarak yine meclisteler. Yapılan tek şey partinin girişindeki tabelayı değiştirmek oldu. Peki, o zaman biz bunca herzeyi neden yiyoruz? Anayasa Mahkemesi`ni neden boşuna meşgul ediyoruz?

Emine Ayna, Özdal Üçer, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Şerafettin Halis, Bengi Yıldız, Fatma Kurtulan, Edibe Şahin ve Osman Baydemir gibiler ortalıkta cirit atarlarken garibim Ahmet Türk ile aklı başında bir şahsiyet olarak gözüken Aysel Tuğluk`u parlamento dışında bırakmakla neyi çözdük? Ben şahsen, özellikle Ahmet Türk`ün, parlamento dışında kalmayı hak etmediğine ve partide adeta bir fren görevi gördüğüne inanıyorum. O, parlamento dışında kalmayı gerektirecek söylemlerini mutlaka mahalle baskısı altında söylemiş olmalıdır! Ahmet Türk`ün, milletvekilliğinin düştüğü gün, oğlunu askere göndermesi kaderin bir cilvesi olsa gerekir. Oğlu Türk ordusunda askerlik yapan Ahmet Türk parlamento dışında kalırken, kocası PKK`nın üst düzey komutanlarından birisi sıfatıyla halen Kandil`de bulunan Fatma Kurtulan`ın TBMM çatısı altında görev yapmaya devam etmesi sizce de bir çelişki değil midir?

Eğer Apo`ya ``Sayın´´ demek herhangi bir siyasi partiye üye olmamayı gerektiriyor ise, o zaman sadece Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk yetmez, DTP`lilerin tamamının parlamento dışına itilmesi gerekirdi. Çünkü değil sadece DTP`liler, bu ülkede Apo`ya ``Sayın Öcalan´´ demeyen sanki kalmadı gibi. Bu bakımdan MHP lideri Devlet Bahçeli`nin, yıl içinde bir toplantı esnasında kendisine soru yönelten bir gazetecinin Apo`ya önce ``Sayın Öcalan´´ demesi, sonra da özür dilemesi üzerine gazeteciyi, tebessümle karışık ``Üzülme, Başbakan dedikten sonra ne olacak ki!´´ şeklinde teselli etmeye çalışmasını oldukça anlamlı buluyoruz.

Evet, bence de Anayasa Mahkemesi`nin kararı doğrudur ve hukukidir. Sonuçta mahkeme önündeki iddianameye ve yasalara göre karar vermiştir. Hatta ben, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya`nın, Emine Ayna gibiler hakkında ek iddianame hazırlamayarak görevini yapmadığını bile düşünüyorum! Bunun sebebi, uzmanlarca, ``Bu takdirde Anayasa Mahkemesi`nin kararı AİHM`den dönerdi´´ diye açıklanıyor. Belki de öyledir. Ancak mevcut yasalara göre; sayın başsavcının derhal BDP`nin de kapatılması istemiyle dava açması gerekmektedir. Çünkü ``Sayın Öcalan Kürt halkının iradesidir. Onu muhatap almak zorundasınız. Yoksa taban bize dağa çıkmamızı söylüyor´´ diyen Emine Ayna BDP`de siyaset yapma kararı almıştır.

Anayasa Mahkemesi`nin bu kararı, tıpkı İmralı Yargıcı Turgut Okyay`ın Apo hakkındaki kararını ``İdama karşı olmakla birlikte idamına&8230;´´ şeklinde vermesi gibi bir şey. Yani Anayasa Mahkemesi bir anlamda yasal zorunluluk sebebiyle böyle karar vermiştir. ``Parti kapatmaya karşı olmakla birlikte kanunlarımız emrettiği için DTP`nin kapatılmasına&8230;´´ demiştir. Bunu Başkan Haşim Kılıç`ın, ``Siyaset kurumu üstüne düşeni yapmalıdır&8230;´´ şeklindeki açıklamasından anlıyoruz. Yani Haşim Kılıç demek istiyor ki; Anayasa`da ve Siyasal Partiler Yasası`nda gerekli değişiklikleri yaparak, partilerin kapanmasını önleyin, ancak söylemleri ve eylemleriyle partilerinin kapatılmasını gerektirecek boyutta suç işleyen siyasetçilerin yargılanmasını sağlayın. Yoksa bu gidişle Türkiye parti mezarlığına dönecektir. Haşim Kılıç`ın açıklamalarından bizim anladığımız bunlardır.

İktidar partisine düşen görev, kapatılan DTP`lileri yalvar yakar mecliste kalmaya razı etmek değil, ilgili yasaları değiştirmek, özellikle bazı suçlar için yasama dokunulmazlığı engelini ortadan kaldırmaktır. Madem CHP ısrarla bunu istiyor, AKP de ``Hodri meydan´´ deyip bu işi halletmelidir&8230;



PKK`nın ve onun emrindeki Kürt siyasetçilerinin öteden beri savundukları bir iddia vardır. Bu iddia, Atatürk`ün, Cumhuriyet`in ilk yıllarında Kürtlere muhtariyet vermeyi düşündüğü ve ikrar ettiği halde, sonraki yöneticilerin bu düzenlemeleri ortadan kaldırdıkları şeklindedir. Acaba gerçekten de öyle midir?

Tarihçi Turgut Özakman`a göre ``M. Kemal Paşa Kürtlük adına bir sınır çizmenin mümkün olmadığını açıkladıktan sonra, yürürlükteki anayasanın yerel yönetimlere yerel konularda özerklik verdiğini açıkladı. Bu hak herkes gibi Kürtler için de geçerliydi.´´(1). Turgut Özakman kitabında daha sonra 1921 Anayasası`nın özerklikle ilgili maddelerini şöyle sıralıyor:

Madde 11- Vilayat, mahalli umurda manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir. Harici ve dahili siyaset, şeri, adli ve askeri umur, beynelmilal iktisadi münasebet ve hükümetin umumi tekâlifi ile menafii birden ziyade vilayata şamil hususat müstesna olmak üzere, Büyük Millet Meclisi`nce vaz edilecek kavanin mucibince evkaf, medaris, maarif, sıhhiye, iktisat, ziraat, nafıa ve muavenet-i ictimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilayat şûralarının salahiyeti dahilindedir.

Madde 12- Vilayat şûraları vilayat halkınca müntehap azadan mürekkeptir. Vilayat şûralarının intihap devresi iki senedir. İctima müddeti senede iki aydır.

Madde 16- Nahiye hususi hayatında muhtariyeti haiz bir manevi şahsiyettir.

Madde 17- Nahiyenin bir şûrası, bir idare heyeti ve bir de müdürü vardır(2).

Siz nasıl yorumlarsınız bilmiyorum ama ben şahsen bugünkü düzenlemelerde yer alan Belediye ve İl Özel İdareleri`nin faaliyet alanlarını ve yetkilerini göz önüne getirdiğimde, 1921 Anayasasındaki düzenlemelerin bugünkünden çok farklı olmadığını görüyorum. Eğer siz, o gün için kullanılan ``Muhtariyet´´ sözünden ``Yarı bağımsızlık´´ veya ``Özerklik´´ gibi bir anlam çıkarıyorsanız orasını bilemem! Eğer ``Muhtariyet´´ sözü yarı bağımsızlık anlamına geliyorsa, o zaman 1921 anayasasına göre Türkiye`de yüzlerce özerk bölge olması gerekirdi. Çünkü 1921 Anayasası, bırakın il ve ilçeleri, nahiyelerin bile ``Hususi hayatında muhtariyeti haiz´´ olduğunu söylüyor(3).

Dolayısıyla; 1921 Anayasası hakkında değerlendirme yaparken, o günün şartlarını da iyi okumak gerekiyor. Öncelikle, Milli Mücadele`nin birlik ve beraberlik içinde bir an önce kazanılması şarttır. Bunun için ayrıştırıcı değil toplayıcı olmak ve mahalli güçlere şirin görünmek ve onlara bazı vaatlerde bulunmak gerekmektedir. Öte yandan Rusya`da Bolşevik devrimi olmuştur ve Milli Mücadele`nin önderleri, Bolşevik Rusya`dan silah ve para yardımı almayı ummaktadırlar. Onun için Ruslara da şirin gözükmek gerekmektedir. Dolayısıyla 1921 Anayasası`nın hazırlanmasında böyle bir düşüncenin etkisinin olduğu da kabul edilebilir. En önemlisi de o gün için kullanılan Türkçe kelimelerin yetersizliğini de bu konuda hesaba katmamız gerekiyor.

Yine Turgut Özakman`ın kitabında aktardığına göre, Mustafa Kemal Paşa, 16 Aralık 1922 günü İzmit`te dönemin ünlü gazetecileri ile yapmış olduğu bir toplantıda, gazeteci Ahmet Emin Yalman`ın konuya ilişkin sorusu üzerine şu açıklamaları yapmıştır:

``Kürt meselesi bizim yani Türklerin menfaatine (aykırı) olarak da katiyen söz konusu olamaz. Çünkü malum-u âliniz, milli sınırımız dâhilinde mevcut Kürt unsurlar o surette yerleşmiştir ki pek sınırlı yerlerde yoğunluğa sahiptir. Fakat yoğunluklarını kaybede ede ve Türk unsurlarının içine gire gire öyle bir sınır hasıl olmuştur ki Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye`yi mahvetmek lazımdır. Faraza Erzurum`a kadar giden, Erzincan`a, Sivas`a kadar giden, Harput`a kadar giden bir sınır aramak lazımdır. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de nazar-ı dikkatten hariç tutmamak lazım gelir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmek ise, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir. O halde hangi livanın (yerel yönetim kademesinin) ahalisi Kürt ise onlar, kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir. Bundan başka, Türkiye`nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade lazımdır. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait bir mesele çıkarmaları daima varittir. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi hem Kürtlerin, hem Türklerin salahiyet sahibi vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün menfaatlerini ve mukadderatlarını birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu müşterek bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz´´(4).

Peki, Mustafa Kemal Paşa`nın bu açıklamalarından, 1921 Anayasası`ndaki düzenlemelerden farklı olarak Kürtlere özerklik ve yarı bağımsızlık verileceği şeklinde bir anlam çıkıyor mu? Hayır. Bilakis Mustafa Kemal Paşa, ``Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi hem Kürtlerin, hem Türklerin salahiyet sahibi vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün menfaatlerini ve mukadderatlarını birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu müşterek bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz´´ diyerek, konuya ilişkin son noktayı pek güzel ve pek anlamlı bir şekilde koymuştur.

Zaten 1924 Anayasası ile 1921 anayasasında yer alan ve yanlış yorumlamalara sebep olan düzenlemeler büyük ölçüde ortadan kaldırılmış, ``&8230;Yeni kurulan üniter, milli, merkezi devlete ve topyekûn kalkınma anlayışına uygun yeni bir sistem getirilmiştir(89.madde)´´(5).



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.