Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10207
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2290) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (424) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (849) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (543) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (624) | Türk Dünyası (891) | Şiir (77) | Sağlık (186) | Diğer (3430) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3430)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLAMOĞLU - (Ziyaretci) 21.11.2015 22:04:39

ATATÜRK ve HALİL AĞA`NIN MÜTHİŞ ÖYKÜSÜ


Mustafa Mete İSLÂMOĞLU
ATATÜRK ve HALİL AĞA`NIN
MÜTHİŞ ÖYKÜSÜ

BAŞLARKEN:: Yüce önder Atatürk Cumhuriyet`i kurduğu yıllarda devlet işlerinden yorgun düşmüştü.
Yeni yönetim biçiminin vatandaşlar tarafından nasıl karşılandığını merak eder olmuştu. Bir gün canı iyice sıkılmıştı.
Nuri Conker`i yanına çağırarak: ``
Gel yardım et bana..Kaçalım köşkten..
´´Onun bu içtenlikli isteği karşı çıkmak,büyük bir haksızlık olacaktı.
``Tamam ,sen planı hazırla ben uygulamasını yaparım..
Atatürk ve Nuri Conker,birinin hazırladığı,ötekini uyguladığı plan sonunda Florya Köşkü`nün tüm nöbetçilerini atlatırlar ve köşkten kaçtılar.Altlarında ,Nuri Conker`in bir arkadaşının arabası
vardı.Eylül sonu akşamı sonbaharın tadını
çıkartarak,Çekmece`ye doğru gidiyorlardı.
Birden Atatürk`ün gözleri akşam güneşi altında çift
süren bir köylüye takıldı. Yaşlı bir adamdı bu.
Sapanının sapına iyice yapışmış, toprakları yavaş
yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, bir
yanında merkep vardı. Eşit güçlerle çekilmediği için
sapan yalpa yapıyordu.
Atatürk şoföre durmasını söyledi.
İndiler. Köylüye seslendi:
"Kolay gelsin Ağa!.."
Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:
"Kolay gelsin"
"İşler nasıl Ağa? Bu yıl mahsülden yüzünüz güldü
mü?"
Köylü isteksiz konuştu:
"Tanrı`nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı
mahsül. Kabahatin acığı bizde, acığı yukarda! Biz
geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi."
"Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz, bir yanında
merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"
"Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları
sattılar."
"Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar
mı? Olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin&8230;"
Köylü güldü:
"Muhtar başında deel miydi memurun, a bey?"
Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:
"Kaymakama gitseydin."
Köylü iyice güldü.
"Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.
Atatürk konuşmayı sürdürdü.
"E peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye
anlataydın derdini&8230; Onun işi bu değil mi?"
Köylü Atatürk`ün saflığına inanmış iyiden iyiye
gülüyordu. Konuşmanın tadını çıkardığı için
keyiflenmişti de biraz.
Kestirip attı:
"Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip
geçtiğini çok gördük. Yakasına yapışsak acep
derdimizi duyurabilir miyiz?"
Atatürk sordu:
"Adın ne senin Ağa?"
"Halil&8230; Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler&8230;"
"Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre."
"Acık çiftimiz- çubuğumuz varken adımız ağa`ya
çıkmış."
"Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı
meraklandırdı. Benim bildiğime göre, bir çiftçinin
üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun.
Hadi kaymakam şöyle, vali öyle diyelim; e peki bir
başvekil İsmet Paşa var bilir misin?"
"Bilmez olur muyum, beyim?"
"Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul`a
geliyor. Florya Köşkü`ne iniyor. Köşk de şuracıkta.
Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin
ona&8230; Herhalde çaresini bulurdu."
"Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül
eyliyorsun. Ama bak şimci, tutalım gittim vardım,
beni o kapıya koymazlar ya&8230;Tutalım ki kodular,
koskoca İsmet Paşa`mızı göstertmezler ya. Tut ki
gösterdiler ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o
sağarın sağarı! Heç işitmez beni&8230;"
Nuri Conker, lafa karışmak istedi, Atatürk bir
hareketiyle onu durdurdu.
"E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!" dedi
"Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu.
Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da
seni yüzüstü bırakacak değildi ya!.."
Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu.
"Sen ne diyorsun bey?" dedi.
"Mustafa Kemal Paşa Atatürk`ümüzün yüzünü
görmek için Peygamber gücü gerek&8230; Hem, tut ki
gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını
kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?.."
Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine
doldururken, Atatürk`ten yeni aldığı sigarayı da
kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına
gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey de
kalmamıştı. Atatürk köylünün omuzuna elini
koyarak, "Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.
"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık
yürekli bir
vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum, hakkını
kimsede bırakma ara!.."
Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları
uğurladı.
"Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim
hakkımıza el değdiremez. Fakat bu, Devlet Baba`ya
borçtur. Ödenmesi gerek&8230; Otomobil hareket etti.
Atatürk`ün canı sıkılmıştı.
"Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!.."
dedi. Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor, sigara
üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder
vardı.
"Yahu çocuk, şu Halil Ağa`nın vergi borcundan
öküzünü satmışız, merkeple çift sürüyor, hala da
&8216;Devlet Baba` diyor. Ne mübarek millet, bu millet!.."
Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:
"Şimdi" dedi: "İstanbul`da ne kadar bakan,
milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!..
Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca
Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa`yı bul, onlara
da haber ver."
Yaver odadan çıktı. Atatürk, Nuri Conker`e döndü:
"Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa`ya
gideceksin. Ona benim kim olduğumu söyleme.
Tüccar, zengin bir adam filan dersin. &8216;Seni sevdi,
sana öküz alıverecek` diye bir şeyler söyle, kandır.
Kuşkulandırmadan al getir buraya."
O akşam Atatürk`ün sofrasında Başbakan İsmet
İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi
Muhittin Üstündağ`dan oluşan yirmi beş konuk
vardı.
Atatürk, "Bu akşam soframıza efendimiz gelecek"
dedi. "Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak
ediyorum."
Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk`ün
kulağına bir şeyler söyledi.
Atatürk "Buyursun!" dedi.
Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz
konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu, yanı
başında da İsmet Paşa`nın yer aldığını görünce,
şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü.
Atatürk onu görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm
konukları da ayağa kalktılar. Atatürk son konuğunu,
"Hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra
kendisini sofradaki konuklarına tanıttı:
"İşte beklediğimiz, Efendimiz" dedi.
Nuri Conker, Halil Ağa`yı Atatürk`ün sağ başına
oturttu, kendisi de yanındaki sandalyeye geçti.
Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker`le
birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa`yı, bir yanında
öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl
gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi
ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde anlattıktan
sonra şöyle dedi:
"Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda
tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım
Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi
tekrarlayacak."
Halil Ağa`ya döndü:
"Bak beri, Halil Ağa" dedi. "Sen bu akşam benim
baş misafirimsin. Senin açık sözlülüğünü pek çok
beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan
sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de
alacağım. Ama şimdi ben tarlada sorduklarımı
baştan soracağım, sen de orada söylediklerini
aynen tekrarlayacaksın. İşte soruyorum:
&8216;Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında
merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"
Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk`ün ayağına
kapanacak oldu. Atatürk önledi:
"Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap
ver."
Soru - cevap valiye kadar aynen tekrarlandı.
Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı.
Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu:
"Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın
derdini, onun işi bu değil mi?"
Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa`nın ancak iki
metre ötesinden kendisine bakıyordu. Nasıl desin?
Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:
"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine
düşsek derdimizi duyurabilir miyiz ki&8230;"
"Olmadı bu, Halil Ağa&8230; Bana dediğin gibi,
dosdoğru&8230;"
"Böyle demedik mi beyim?.."
"Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur soralım bakalım
Nuri`ye. Nuri,böyle mi dedi bize Halil Ağa?"
Nuri Conker karşılık verdi. "Hayır Paşam!.."
"Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani
bir şey dediydin sen, vali neden duymazmış?..
Aynen bana söylediğin gibi söyle."
Halil Ağa kekeleyerek konuştu:
"Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye
alışmıştır, paşam" dedi. "Kusura kalma gayri&8230;"
Atatürk gülmeye başladı:
"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa&8230;
Ama şimdi diplomatlık sırası değil, doğruyu
konuşacağız&8230; Söyle bana, orada dediğin gibi&8230;"
Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:
"Şaşırmışım, ağzımdan yanlışlıkla &8216;Bırak bu sağarı`
diye bir laf kaçırmışım&8230;"
Sofrada gülüşmeler başlamıştı.
"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:
"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"
Halil Ağa İsmet Paşa`nın yüzüne baktı ve gözlerini
yere indirdi:
"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O
bugüne bugün&8230;"
Atatürk Halil Ağa`yı durdurdu.
"Bırak şimdi övgüleri" dedi. "Ben lafın gerisini
getireyim:
Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul`a geliyor,
Florya Köşkü`ne iniyor, köşk de şuracıkta. Bir gün
kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona.
Herhalde
bir çaresini bulurdu."
Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:
"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı
paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!.."
Atatürk`ün sesi iyice sertleşti:
"Beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "Erkek adam
sözünü yalamaz. Ne dediysen, tıpkısını
tekrarlayacaksın!.."
Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp
konuştu:
"Şanlı Paşamıza da sağar dedikti ya&8230;"
"Yalnız sağar değil, `sağarın sağarı` değil miydi?"
Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:
"Öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi.
Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar
etmedi, sözü kendine getirdi.
"Son soruyu sorayım şimdi" dedi. "Bunun da
karşılığını ver, öküzünü al git."
"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu?
Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da
seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"
"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!.. Erip erişir de
tarlama dek gelir, halimi dinler."
"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil Ağa
birden diklendi.
Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde
doğruldu. Atatürk`ün gözlerinin içlerine bakarak
konuştu.
"İşte bunu demem Paşam" dedi. "Ağzıma ataş
doldur, işte bunu demem!"
Atatürk gülmeye başladı:
"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi.
"Mustafa Kemal Paşa Atatürk`ümüzün yüzünü
görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin,
yanılmıyorsam. &8216;Görsem de, işinden gücünden, yiyip
içmekten başını kaldıracak da bizim öküzün
arkasından mı seğirtecek` demiştin." Halil Ağa`nın
gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Taş kesilmiş,
duruyordu. Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:
"`Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri`
demeye getirdin ya fazla üstelemeyeyim" dedi.
"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa&8230; Seni şu kadar
üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: Şu
gördüğün altı bay hükümet&8230; Yani, biri Başbakan,
ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak,
işleri evirip çevirecekler diye bu makama
getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen
sıvanırlar, İsviçre`den mi olur, İtalya`dan mı olur,
Fransa`dan mı, velhasıl neredense, bir kanun
buluştururlar, Türkçe`ye çevirtirler, sonra basıp
imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi`ne&8230; Bu
Millet Meclisi dediğim, şu altı baştan senin yanına
kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir. Bunlar da
&8216;hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür,
benim ayrıca zorlanmama gerek yok` derler ve
kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir kanun!.. Ama
sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil
Ağa`nın öküzünü çeker, satar&8230; Halil Ağa da
tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana
ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş,
ekim zorlaşırmış, kimin umurunda&8230; Sonra ben
bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim,
tasalanırım! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil
Ağa&8230; Sen benim yerimde olsan, efkar dağıtmak için,
bunları bu beylerle konuşmak için
içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana
`sarhoş` der&8230;"
Halil Ağa`nın dili çözülmüştü:
"Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çıkmak gibidir&8230;
Buldun mu bunu, hacısı da içer, hocası da içer&8230;"
Atatürk sordu:
"Peki sen de içer misin?"
"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam?.. İçeriz ki,
tıpkı şerbet gibi!.."
Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri
doldurttu. Kendi kadehini Halil Ağa`ya uzattı:
"Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim."
Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana
pay düşürsün Paşam, sağlık düşürsün" dedikten
sonra Halil Ağa, edeple başını kenara çevirdi, eline
verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü
kızarmış, gözleri parlıyordu. Ellerini dizlerinin üzerine
koyarak Atatürk`e döndü:
"Yunan`ı denize döktün Paşam, bayrağımızı
başucumuza diktin. Benim gibi bir köylü parçasını
sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez
ki&8230; Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını
öpem&8230;"
Halil Ağa Atatürk`ün ayağını öpmek için davranınca,
Atatürk onu sıkıca tuttu ve bu hareketi yapmasını
önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk`ün ellerine sarıldı,
ellerini öpmeye başladı: "Bayrağımız gibi sen de
başımızdan eksik olma inşallah! Sana her kim
düşman ise, onun yeri senin ayağının altı olsun!..
Gayri bana izin, koca Paşam!.."
"Yemek yemedin!.."
"Yemek kolay&8230; Meraklanır çocuklar, ben köyüme
döneyim."
Atatürk Nuri Conker`e işaret etti.
Conker kalkıp Halil Ağa`nın yanına geldi, kalktı Halil
Ağa, önce Atatürk`ü, sonra sofradakileri selamlayıp
kapıya doğru edeple geri geri çekildi. Kapı kapandığı
zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:
"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi.
"Devlet size böyle davransa, siz ne yaparsınız?
Mübarek millet bu, adam millet bu&8230; Şimdi bu adam
milletin karşısında &8216;adam olmak,` bize düşüyor!.."
Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini
Atatürk`ten
ayıramıyordu:
"Halil Ağa`nın öküzünü satıp, üretimini aksatan
kanunu ya biz yaptık ya da bizim yaptığımız kanun
yanlış yorumlanarak Halil Ağa`nın öküzünü satıyor.
İkisi de bence birbirinden farksız&8230; Böyle bir kanun
yaptıksa, memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl
yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız
kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o
zaman sormak lazım. Hükümet nasıl bir yönetim
içindedir? Sonra unutmayın ki, olay İstanbul`da
geçiyor. Bunun Van`ı var, Bitlis`i var, kıyı bucak
ilçesi var; acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi
dönmüyor beyefendiler!.."
-Kaynak : Gazeteci- yazar Ahmet ZORLU ANLATIYOR.
İsmet Bozdağ´´Atatürk`ün Fikir Sofrası´´ -NURİ CONKER Zabit Ve Kumandan; Türkiye İş Bankası yyn., Ankara, 1959, s.3-7


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.